MUALLİM NACİ (1850-1893)
MUALLİM NACİ (1850-1893)
HAYATI
Muallim Naci 1850’de İstanbul’da doğdu. Babası saraç ustalarından Ali Efendi’dir. Asıl adı Ömer’dir. Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelat adlı eserinde okuduğu “Kıssa-yıNâcî” den etkilenerek “Nâcî” adını kendine mahlas seçmiştir. Babasının ölümü dolayısıyla gittiği Varna’da Arapça ve Farsçasını ilerletti. 1867’de Varna’daki Rüştiye’ye öğretmen oldu. Bir yandan da edebî bilgiler üzerine dersler alıyor Fransızcasını ilerletmeye çalışıyordu. Varna mutasarrıfı Said Paşa’nın özel ilgisine mazhar olan Muallim Nâcî, Said Paşa’nın özel kâtibi olarak Tolci’ye gitmiştir. Muallim Nâcî, Paşa ile Rumeli’de, Anadolu’da, Suriye’de ve Ege adalarında dolaştı, Paşa Hariciye Nazırı olunca da onunla beraber İstanbul’a geldi. Ahmet Mithat Efendi’nin kızıyla evlendi ve Ahmet Mithat Efendi’nin çıkardığı Tercüman-ı Hakikât dergisinin edebi kısmının idare etti. Daha sonra kayınpedri ile yaşadığı bir anlaşmazlık üzerine gazeteden ayrılarak Saadet, Mürüvvet gazeteleri ile Mirsad dergisinde çalıştı. Galatasaray Sultanisi ile Mekteb-i Hukuk’un edebiyat muallimliklerinde bulundu. 1891’de Abdülhamit tarafından vakanüvistliğe getirildi. 11 Nisan 1893’te geçirdiği bir kalp krizi sonucunda hayatını kaybetmiştir. Mezarı sultan Mahmut Türbesi’ndedir.
EDEBÎ KİŞİLİĞİ
Muallim Naci, eski edebiyata bağlı bulana şahsiyetlerin başında görünmekle beraber. , yeni edebiyatın örnek tuttuğu Fransız edebiyatına da yabancı kalmamıştır. Naci’nin eski edebiyata bağlı kalışının sebeplerinden birisi çevresinin eski edebiyata bağlı bulunan kişilerden oluşması ve kendisini de bu zümrenin başında bulmasından ileri gelmektedir.
Muallim Naci de diğer Tanzimat sanatçıları gibi edebiyatın hemen her alanında eser vermiştir. Bunlara arasında onun en kuvvetli yönünü gösteren şüphesiz, şiirleridir. Naci’nin şiirlerinde eski ve yeni olmak üzere iki yön bulunmaktadır. Diğer Tanzimat şairlerinde de alışkanlık gereği eski edebiyatla şiire başlama ve eski edebiyatın unsurlarıyla şiir yazma özellikleri mevcuttu. Ancak Naci’de bu durum bir alışkanlığın gereği değil, bilakis bilinçli bir hareketin ve eskiyi yaşatma gayretinin bir sonucudur. Bu şiirlerinin sayısı yeni tarzda yazdığı şiirlerinden fazladır. Yeni tarzdaki şiirleri ise, onun yeniliğe yabancı kalmadığını ve bu vadide de başarılı eserler meydana getirebileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu şiirlerinde nazım şekli, konu, dünya ve tabiat görüşü bakımından eskilerden ayrılır. o, Batı medeniyetinin inkâr ve ihmâl edilemeyeceğini anlamış ve Fransızcayı öğrendikten sonra Fransız edebiyatından çeviriler yapmıştır. Ancak Batı edebiyatıyla geç ilişki kurması onun bu edebiyata olan nüfuzunu sınırlı kılmıştır. O asıl nüfuzunu Doğu edebiyatı üzerine kurmuş, eski nazım tekniğine kuvvetle hakim olmuştur.
Recaizade Mahmut Ekrem ile Eski-Yeni Tartışması
Muallim Naci’nin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayımladığı gazeller dil, teknik ve şiiriyet bakımından üstün şiirlerdi. Bu şiirler, Divan şiirinin öteden beri canlanmasını özleyen çevrelerce heyecan uyandırdı. Naci’nin tıpkı Divan şairleri gibi eski edebiyatın geleneklerine uygun söylediği “aşk” ve “şarap” şiirleri; bu şiirlerdeki edebî kültür ve nükteyi anlamayanlar ve artık yersiz bulanlarca ile eskiyi körü körüne savunanlarca birbirine zıt tesirler uyandırdı. Hatta bazı eski taraftarları, bu şiirlerin de tahriki ile hem böyle gazeller söylemeye hem de söylediklerini yaşamak gafletine düştüler. Bu vahim hata, eski edebiyatı kökünden yıkmak isteyenlere karşı büyük bir koz vermişti. Recaizade Mahmut Ekrem önce Üçüncü Zemzeme’de (1885) nispeten kapalı daha sonra Takdir-i Elhan’da açık açık Muallim Naci’ye hücum etti. Önceleri AbdülhâkHâmit’le birlikte Muallim Naci’yi takdir eden, ona şair-i mâder-zad (anadan doğma şair)diyen, onun gazeline bir tahmis yazan ve Talim-i Edebiyat isimli eserinde onun şiirlerine yer veren Recaizademahmut Ekrem, şimdi Muallim Naci’yi küçük düşürmeye çalışıyordu. Bunun üzerine Muallim Naci, Recaizade’nin hücumlarına Saadet gazetesinde neşretmeye başladığı “Demdeme” adlı yazılarıyla karşılık veriyordu.
Şairliği ve Şiir Dili
Muallim Naci, nesir dilinde kendi devri için büyük bir yenilik sayılabilecek ölçüde sade bir Türkçe kullandığı gibi nazmında da Türkçenin kusursuz ve berrak söyleyişlerine imza atmıştır. Şiirlerinin çoğunu kusursuz bir aruzla söylemiş ve bugün “Türk aruzu” olarak nitelenebilecek aruz anlayışının öncüsü olmuştur. (Daha sonra Tevfik Fikret, Mehmet Âkif ve Yahyâ Kemâl bu yolda Muallim Naci’yi örnek alacaklardır.) Daha 1880’de Said Paşa ile Doğu Anadolu’da gezerken söylediği “Dicle” şiiri o devir Avrupaî şiirin parlak örneklerindendir:
…
Bir, gelir şöyle bir latif döner,
Gidemez hep bir istikaamete.
Her dönüş arz eder cihân-ı diğer,
Her cihân başka bir letâfette.
Ben de bir başka cûy-ı cûşânım,
Nice vâdiden eyledim cereyân,
Firkat-i bahr ile hurûşânım,
Bende senden ziyadedir fezeyân!
Feyâzanımtezâyüd ettikçe
Tuna cûş eyliyor hayâlimde
Tunalaştın gözümde gittikçe
………………………………………….
Muallim Naci’nin belki de pek fazla dikkat edilmeyen yönlerinden biri de millî şuuru şiirlerinde yansıtmaya çalışmasıdır. Aşağıdaki şiiri, Mehmet Emin Yurdakul ile özdeşleşen “Ben bir Türk’üm” haykırışını ilk kez şiirde söylemek şerefi Naci’ye nasip olmuştur:
“Ben ki bir Türk’üm unutmam Caber’i
Türk olan nimetşinas olmak gerek.
Var yeri, gitsem mezar-ı Türk’e dek!”
“Küçük Bir Mudhike” adlı manzum piyesi belki basit ancak bu alanda ün salmış Abdülhak Hamit’e örnek olacak kadar sade bir Türkçe ve konuşma diliyle yazılmıştır.
Naci’nin ses ve söyleyiş bakımından Türkçenin berraklığı ve saflığını yansıtan önemli şiirlerinden biri de “Köylü Kızların Şarkısı” adlı şiiridir.
“Tepeden nasıl iniyor bakın
Bu kızın nişanlısı şanlıdır
Yaradan nazardan esirgesin
Koca dağ gibi delikanlıdır.
Fese bak fese ne güzel de al
Ne hoş belindeki morlu şal
Demedim ya ben sana bak da kal
O kadar da bakma ziyanlıdır.
Yukarıdaki şiire bakıldığında şairin Türkçe söyleyişteki ustalığı hemen göze çarpacaktır.
Muallim Naci’nin şairliğinin bir diğer yönü de şiirlerinde yeniyi, tekniği teşvik edici söyleyişleridir:
Çıkın şu savma’adanzâhidân, cihânı görün
Nasıl güzel geçiyor âlemin zamanı, görün
Bilin batâlet ü gayret nedir, ne hâsıl eder
Bakın şimendifere bir de kârbânı görün
Çalışmayıp oturanlarda zill ü ye’se bakın
Oturmayıp çalışanlarda izz ü şanı görün
“Cihan lisânla döner!” derler, öyledir sevinin
Ne irtikaa ediyor milletin lisânı görün
(savma’a: ibadet yeri, zâhidân: aşırı sofular, batâlet: işsizlik, kârbân: deve kervanı, zill ü ye’s: koyu ümitsizlik, izz ü şan: değer ve şeref, lisân: dil, irtkaa: yükselme)
Bu mısraları okuyanlar Muallim Naci’nin nasıl “eski” taraftarı olabileceğine hayret edebilirler. Ancak Muallim Naci, kendisinden hemen sonra yetişen Mehmet Âkif gibi – Ya da Mehmet Âkif’in kendisinin yolunda yürüdüğü gibi- miskin miskin oturan İslam dünyasına serzenişi vardır ve Batı’nın bu anlamda örnek alınması gerektiğini düşünür. Yukarıdaki “şimendifer” ve “kârbân (kervan)” benzetmeleriyle de bu durumu üstü kapalı ifade etmiştir. Muallim Naci dini ve milli değerleri yaşamına tatbik etmiş Yahya Kemâl’in ifadesiyle “kökleri mazide olan âtî”yi yaşamında idealize etmeye çalışmış bir şair ve yazardır. Onun eskiliği, eskiyi körü körüne bağnazca savunmaktan ileri gelmez. O, eskinin birden bire atılmasına, binlerce yıllık birikim ve değerin bir “yenileşmek” namına silinip yok olmasına karşıdır. Bu sebeple “eski” ve “yeni”yi belirli ölçülerde şiirlerinde kullanmış, yetişme çevresi gereği eskiye biraz daha bağlı kalmıştır.
ESERLERİ
Şiirler:
Âteşpâre (1884-1886), Şerâre(1885), Fürûzân (1886), Sünbüle(1. Kısım 1890), Yâdigâr-ı Nâcî(1896)
Düzyazı:
Muallim(1896, Tercüman-ı Hakikat gazetesinde gazeteye gönderilen şiirlere yazdığı tanıtım yazıları ve eleştirilerle ilgili. Bu yazıların altına “muallim” adıyla düzeltme ve notlar yazdığı için bu mahlas şairin adı olmuştur)
Yazmış Bulundum (1884, Tercüman-ı Hakikât’te yazdığı bazı yazılarını derlediği kitap)
Demdeme (1886, Recaizade M. Ekrem’in Zemzeme ve Takdir-i Elhan eserlerine karşı yazdığı yazılardan oluşan kitap)
Istılahât-ı Edebiyye (1889, yazı kuralları ve edebiyat terimlerinden bahseden kitabı)
Osmanlı şairleri (1890), Esâmî (1891) (eski tezkireler biçiminde düzenlenmiş kitapları)
Lugât-ı Nâcî (1904, Osmanlıca sözlük)
Zâtü’n-nitâkeynyahûdİbn-iz-Zübeyr ( 1890, küçük manzum bir tiyatro)
Heder (1910, ölümünden sonra basılmış iki perdelik tiyatro)
Ömer’in Çocukluğu(Sünbüle kitabının üçüncü bölümü olarak yayınlamıştır. Muallim Naci’nin anılarından oluşan kitabıdır.)
Bunların yanında Muallim Naci’nin irili ufaklı, derleme, çeviri, hatıra, tarih, eleştiri türünde birçok eseri vardır.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER:
MÜNÂCÂT
İlâhicihân-âferinzü’l-celâlim
Şuhûd-i rubûbiyyetinde avâlim
Temâsil-i erteng-i pür-hikmetindir
Kerîm ü kerem-dîde, mazlum ü zâlim
Huzûrunda mahsul-i kalb ü lisânım
Hurûşân-sirişkim, perişân-mekaalim
Ne hâcet var izhâr-ı acz ü niyaza
Bütün iftikarım, bütün ibtihâlim
Muammâ-yı dil bir garibaferîde
Ne mecnûn ne âkil ne câhil ne âlim
Bilen varsa sensin nasıl nüshayım ben
Bana verdi hayret gümüz-i meâlim
Nasıl i’timâdeyleyimmâ-sivâya
Ki her bir demimdir dem-i intikalim
Bekaa yoksa dünyada ukbâda vardır
Benim var mı yoktur demek ihtimâlim
Eder rûh-ı Nâcî şu ikrârıtekrâr
Masûnü’z-zevâlimmasûnü’z-zevâlim
Senin lûtf-ı vâlânı gözler ümîdim
Senin kurb-ı â’lânı özler hayâlim
Şu halim olur belki gufrânıcâlib
Olur belki gufrânıcâlib şu ahlim
(Sünbüle)
KÖYLÜ KIZLARIN ŞARKISI
1
“Tepeden nasıl iniyor bakın
Bu kızın nişanlısı şanlıdır
Yaradan nazardan esirgesin
Koca dağ gibi delikanlıdır.
2
Fese bak fese ne güzel de al
Ne hoş belindeki morlu şal
Demedim ya ben sana bak da kal
O kadar da bakma ziyanlıdır
3
Ne kadar kızardın aman aman
Neden öyle başına çıktı kan?
Beri gel, bayılma a kız heman!
Yüreğin de pek helecanlıdır
4
Yakışıklıdır, seviyor cihân
Anı ben de çok severim inan
Benim olsa bâri şu kahramân
Olamaz, ne çâre nişanlıdır.
5
Ne darıldın Ahmet’in oynaşı
Darılır mı adama kardaşı
Sana benziyor şu dağın başı
Ne zaman bakılsa dumanlıdır.
6
Somurtup oturma, darıl da git
Bizi ihtiyâra şikâyet it
Beni istemekte olan yiğit
Daha şanlıdır, daha anlıdır.
(Fürûzan)
GÖRÜN
Çıkın şu savma’adanzâhidân, cihânı görün
Nasıl güzel geçiyor âlemin zamanı, görün
Bilin batâlet ü gayret nedir, ne hâsıl eder
Bakın şimendifere bir de kârbânı görün
Çalışmayıp oturanlarda zill ü ye’se bakın
Oturmayıp çalışanlarda izz ü şanı görün
“Cihan lisânla döner!” derler, öyledir sevinin
Ne irtikaa ediyor milletin lisânı görün
Biraz mülahazanız yok mu? Dinleyin, okuyun
Ne söylüyor ukalânın suhan-verânı görün!
(Fürûzan)
GAZEL
Bâb-ı ihsânın girilmez bir celâlet bâbıdır
Halka-yı zülfün çıkılmaz bir belâ girdabıdır
İftirâkın faslını yazdıkça eyler dil enîn
Kilk-i hüzn-engîz gönlüm sâzının mızrabıdır
Sînemi bir cûşiş-i dâimlebî-ârâm eden
Ben de bilmem hangi hammârınşerâb-ı nâbıdır
Gamzeler her bir bakışta kasd-ı cân eylerse de
Şekvâ-hân olmam, o ebrûlar rızâ mihrabıdır
Gözlerim Nâci nasıl bigâne-yihâb olmasın
Gözlerinden gördüğüm yârin tegâfülhâbıdır
(Şerâre)
Günümüz Türkçesiyle:
İhsan (iyilik) kapısı bir ululuk kapısıdır, girilmez. Zülüflerinin halkası da bir bela girdabıdır, o belaya düşen bir daha oradan çıkamaz
Ayrılık faslını yazdıkça gönül feryat eder. Ayrılığın acısıyla hüzün koparan kalemim gönlümün mızrabı olmuştur.
Sinemi böyle durmaksızın coşturan hangi meyhanecinin şarabıdır bilemedim.
Gamzelerin her bir bakışta canıma kast etseler de ben bu durumdan şikâyetçi olamam. Çünkü o kaşlar bizim (aşıkların) mihrabımızdır.
Ey Naci, gözlerim nasıl uykuya yabancı olmasın? Yârin gözlerinde gördüğüm gaflet (yalancı) uykusudur.
Kaynakça:
1. Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi,
2. Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi
FACEBOOK YORUMLAR