MİTOLOJİDE VE ANTİK ÇAĞDA KELDAĞ
26 Kasım 2024 - 09:22
MİTOLOJİDE VE ANTİK ÇAĞDA KELDAĞ
Av. Abbas BİLGİLİ
Çocukluğumun geçtiği Hatay’ın Yayladağı ilçesinin Dusturu (Gözlekçiler) Köyü’nde her sabah uyanıp da başımı kuzeye doğru çevirdiğimde gözüme çarpan ilk şey azametli bir dağdı. Zirvesi ya karla kaplı ya da dumanlı bu dağ yakınımızda olmasına karşın öyle hemen çıkılabilecek bir yer değildi. Dağın arkasında bir köy olduğunu biliyorduk ama yol olmadığı için giden gelen de olmazdı. Adı Mürselek (Denizgören) olan bu köyden yılda ya da iki yılda bir defa Kör Hösün (Hüseyin) isimli birinin dedemi ziyarete geldiğini ve heybesinde hediye olarak da bize o zamanlar çok yabancı olan harnup (keçiboynuzu) getirdiğini hatırlıyorum. Harnup, Akdeniz sahillerinde çok rastlanan bir meyve ağacı olmasına karşın biz yanıbaşımızdaki dağın arkasında Akdeniz ve harnup ağacı olduğunu bilmiyorduk.
Yıllar sonra bu dağın mitolojide, bir Yunan/Helen devleti olan Selvkoslarda ve Romalılarda kutsal bir yer olduğuna dair bilgilere rastladım. Suriye sınırında olması nedeniyle stratejik öneminden dolayı bugün seyahat kısıtlaması olsa da, Mürselek Köyü’ne araba ile gidilmesi mümkün. Nitekim çocukluğumda gidemediğim Keldağ’ın ardındaki Mürselek Köyü’ne son zamanlarda misafirperver muhtar Bahtiyar’ın davetlisi olarak birkaç defa gittim.
Bu vesileyle dağın mitolojik ve antik dönemdeki önemine dair edindiğim bilgileri paylaşmak istiyorum. Tarihçi Nurgül Yıldırım’ın Keldağ’ın mitolojik dönemiyle ilgili bir bilimsel makalesini okumuştum. Nurgül Hoca’nın 2024 yılında yayınlanan Çivi Yazılı Kayıtlardan Hellenistik Aktarımlara Antiokheia / Antakya isimli çok önemli gördüğüm eserini okurken Keldağ’la ilgili bir bölümün olduğunu gördüm. Yine Türkçeye yeni çevrilen ve Dergâh Yayınları’ndan çıkan ünlü Türkolog Jean-Paul Roux’un Kutsal ve Mitik Dağlar isimli muhteşem eserinde de bizim Keldağ’la karşılaştım. Bu kaynaklardan derlediğim bilgileri sistematize ederek paylaşmak istiyorum.
Nurgül Yıldırım’ın Antakya tarihi açısından çok önemli gördüğüm eserinde Keldağ’la ilgili bölümün başlığında “Doğu Akdeniz’in Olimpos’u” ibaresini görüyoruz ki, buradan da konunun mitolojik önemi anlaşılıyor. Çünkü antik Yunan tanrılarının dağı olarak bilinen Yunanistan’daki Olimpos Dağı’ndan esinlenildiği anlaşılıyor. Kitapta ilgili bölüm şu cümle ile başlıyor:
“Günümüz Hatay-Suriye sınırını oluşturan, Hatay İli Yayladağı ilçesinde bulunan ve pasif volkanik bir dağ özelliği sergileyen Kılıç Dağı (Kel Dağ/Cebel Akra), Akdeniz’e hâkim olarak kuzeydoğusunda Samandağ sahilinden bütün ihtişamıyla görülmektedir.”[1]
Kültür tarihçisi ve Türkolog Jean-Paul Roux ise Keldağ’dan bahseden bölüme şu satırlarla başlıyor:
“Suriye’nin ve civar bölgelerin büyük kutsal dağı, görkemli zirveleriyle tanınır ve bugün Cebel-i Akra adıyla bilinir. (Eski Anadolulular yani Hurriler ve Hititler buna Hazzı Dağı, Ran Şambra’nın Ugaritleri Şamra, Saphon ya da Sapon adını verirken Antikçağ’da Kasyus olarak adlandırılmıştır). Akdeniz’in kıyılarına çok yakın bir yerde bulunan ve bu nedenle tüm Akdeniz’e bu eşsiz konumundan bakan bu güzel zirvenin ünü şaşırtıcı bir biçimde olağanüstü uzun bir ömre sahip olmuştur.”[2]
Halk arasında pek söylenmese de, bilimsel literatürde Kılıç Dağ olarak da anıldığını görüyoruz. Kılıç Dağ’ın MÖ XV. yüzyıldan itibaren çivi yazılı kayıtlardaki varlığı genellikle Hava/Fırtına Tanrı ile ilişkilendirilmiştir.[3] MÖ 1700’lerde Halep merkezli Yamhad Krallığı’na bağlı Alalah Krallığı bugünkü Reyhanlı (Amik Ovası) yakınlarındaydı ve yoğun bir Hurrili nüfus barındırıyordu. Yamhad Krallığı’na bağlı bir önemli yer de Ugarit (Ras Şamra-Lazkiye) idi. O dönemde Kılıç Dağ (Keldağ), “Hazzi Dağı” olarak isimlendirilmişti. Hazzi dağı, Fırtına Tanrısının kutsal evi olarak biliniyordu ve bazı çivi yazılı tabletlerde adı geçmektedir. Örneğin Hitit Kralı Suppiluliuma ile Ugarit Kralı Niqmaddu arasındaki bir anlaşma metninde “Hazzi Dağı’nın Fırtına Tanrısı” ibaresi geçmektedir. Alalah kayıtlarında önemli bir belge kabul edilen Kral İdrimi yazılı heykelinde de Kral’ın ülkesine dönüşünde Hazzi Dağı’ndan geçerek ülkesine ulaştığı belirtilmiştir.[4]
Fırtına tanrısı Tesup bu dönem Ugarit belgelerinde “Hazzi Dağı’nın efendisi Tanrı Adad” olarak geçmektedir. Bir Boğazköy tabletinde ise Hazzi Dağı Fırtına Tanrısı’nın farklı bir hikmeti olan “ticaretin koruyucu tanrısı” ünvanıyla anılmaktadır. Yakın kentler olan Alalah (Reyhanlı) ve Ugarit (Lazkiye) arasındaki coğrafi yakınlık ve ticaret nedeniyle etkileşimden kaynaklı kutsallık aynı işlevle ve farklı adlandırmalarla karşımıza çıkıyor. Bu defa “Şapuna” bu dağı tanımlamak için kullanılmıştır. Yeni Asurca belgelerde “Şapuna / Baal Şapuna” adlandırmasını görüyoruz. Ugarit inanç sistemini şekillendiren Baal Döngüsü adlı mitteki Sumer tanrı ideogramıyla bu dağ şu şekilde yer almıştır: “Dağımın ortasında, Tanrı Şapunu, mirasımın kutsal dağında (benim) kudretimin güzel tepesinde…”[5]
Milattan Önce 300’lerde bölgeye gelen İskender ve ölümü sonrasında onun komutanlarının kurduğu devletler ve kentlerle giderek Helen kültürü yerleşmeye başlar. Bu kültürel değişim tanrıların da değişmesine neden olur, ancak tanrıların işlevi aynıdır. Doğu Akdeniz coğrafyasındaki külürel inanç değişimi sonucunda Fırtına Tanrısı Tesup’a ev sahipliği yapan Keldağ bu defa Zeus’a ev sahipliği yapmaya başlar. Yunan mitleri ile Anadolu / Mezopotamya mitlerindeki benzerlik sonucunda tanrılar eşleşince Tesup’un yerini Zeus almıştır.
Mesela Antakya’nın da kurucusu olan Selevkos Kralı I. Nikator bugünkü Samandağ Çevlik’te Seleukeia Pieria kentini kurmadan önce yer belirleme konusunda mitolojik öyküye göre bir kartaldan yardım istemiş. Antakya tarihi konusunda önemli çalışmaları olan tarihçi Hatice Pamir bu kentin kuruluşuna dair mitolojik öyküyü şöyle anlatıyor:
“Antik kayıtlarda geçen kentin kuruluş efsanesine göre Seleukos, kutsal dağ olan Cassius (Keldağ) dağına çıkar ve tanrı Zeus adına kurbanlar kesere, kutsal başkentin kurulacağı yeri göstermesini ve kentini kutsamasını ister. Kurban etleri tanrı Zeus’un simgesel görünümü olan bir kartal tarafından alınarak bugünkü Seleukeia Pieria’nın bulunduğu alana bırakır ve kent MÖ 300 yılının Xantikhos (Nisan) ayında kurulur.”[6]
Bu anlatımdan da açıkça anlaşıldığı üzere, Keldağ’ın kutsallığı devam etmekle birlikte, artık bölgeye Grek kültürü yerleşmiş ve tanrılar yer değiştirmiş, Tesup gitmiş, Zeus gelmiştir. “Hazzi” olan dağın adı da Kasios ya da Casius olmuştur. Kasios ismimin Hurri-Hitit kayıtlarındaki bir söylencede kutsal dağ olarak kullanılan “Ha (-az) – zi)”nin antik Yunancadaki karşılığı olabileceği de düşünülmektedir.[7]
Bir Helen (Yunan) Krallığı olan Selevkoslar döneminde dağın kutsallığı ilgi görmeye devam etmiştir. Antik dönem coğrafyacılarından Strabon (MÖ 64-MS 24) yüce bir dağ olarak belirttiği Kasios Dağı’nda kahraman Triptolemos onuruna düzenlenen törenlerin bu dağda gerçekleştirildiğini yazmıştır. Antakyalı tarihçi Malalas da (MS 491-578) I. Selevkos Nikator’un atası kabul edilen Demeter’in oğlu Triptolemos için düzenlenen tören ve festivallerin bu dağda yapıldığını ve Seleukeia Pieria halkının törenler için buraya geldiğini belirtiyor. Yakındaki bir diğer kent olan Laodikeia (Lazkiye) kenti için stilize edilmiş bereket ve koruyucu tanrıça Tykhe’nin heykeli Kasios Dağı’nın zirvesindeki kutsal alanda konumlandırılmış, böylelikle Selevkoslar döneminde Helenistik diğer tanrı ve tanrıçalar da alanda egemen olmaya başlamıştır.[8] Bu sebepledir ki, Jean-Paul Roux da bu dağ için Milattan Önce iki binli yıllardan Helen dönemine kadar bilinen bir dağ olmuştur diyor ve bu dağa atfedilen tapınç Zeus Kasyus adıyla tanınmıştır diyor.[9]
Selevkos Krallarının zafer sonrasında dağı ziyaret edip kurban sundukları da biliniyor. Kasios Dağı’ndaki Zeus Kasios tapınma alanı arkeolojik verilerde de tespit edilmiştir. Kasios Dağı’nın kent sikkeleri üzerinde yıldırım demeti, Zeus betimlemesi, Zeus Kasios monogramı (Roma döneminde de Jüpiter) görülmüştür.[10]
Hıristiyanlığın ilk yüzyılında Antakya’nın önemi biliniyor, bu bağlamda Keldağ da ermiş münzevilerin, bir başka deyişle çilecilerin sığınak olarak tercih ettikleri yer olmuştur. Önemli bir Kilise Babası olan ve güzel konuşmalarından dolayı “Altın Ağızlı” olarak anılan Yannis Khyrsostomos (Ioannis Hrisostomos) dahi Keldağ’da bir mağarada 4 yıl (347’ye doğru) yaşamıştır.[11] Roma İmparatorlarının da Keldağ’a güneşin doğuşunu seyretmek ve kurban sunmak için geldikleri biliniyor ki, Romalıları bir başka yazının konusu yapacağız.
Bir zamanlar, yüzyıllar önce antik tanrıların cirit attığı Keldağ’da bugün Mürselek ve Çandır köylerindeki yörük çobanlar keçi otlatıyor. Çobanların yayladığı dağ başındaki platodan geçerken rüzgârın uğultusu arasına Fırtına Tanrısı Tesup’un nefesi, Zeus’un sesi karışıyor gibi hissediyor insan. Ve muhteşem Keldağ’ın bize fısıltı ile anlatacak daha çok şeyi olduğunu anlıyoruz.
Av. Abbas BİLGİLİ
Çocukluğumun geçtiği Hatay’ın Yayladağı ilçesinin Dusturu (Gözlekçiler) Köyü’nde her sabah uyanıp da başımı kuzeye doğru çevirdiğimde gözüme çarpan ilk şey azametli bir dağdı. Zirvesi ya karla kaplı ya da dumanlı bu dağ yakınımızda olmasına karşın öyle hemen çıkılabilecek bir yer değildi. Dağın arkasında bir köy olduğunu biliyorduk ama yol olmadığı için giden gelen de olmazdı. Adı Mürselek (Denizgören) olan bu köyden yılda ya da iki yılda bir defa Kör Hösün (Hüseyin) isimli birinin dedemi ziyarete geldiğini ve heybesinde hediye olarak da bize o zamanlar çok yabancı olan harnup (keçiboynuzu) getirdiğini hatırlıyorum. Harnup, Akdeniz sahillerinde çok rastlanan bir meyve ağacı olmasına karşın biz yanıbaşımızdaki dağın arkasında Akdeniz ve harnup ağacı olduğunu bilmiyorduk.
Yıllar sonra bu dağın mitolojide, bir Yunan/Helen devleti olan Selvkoslarda ve Romalılarda kutsal bir yer olduğuna dair bilgilere rastladım. Suriye sınırında olması nedeniyle stratejik öneminden dolayı bugün seyahat kısıtlaması olsa da, Mürselek Köyü’ne araba ile gidilmesi mümkün. Nitekim çocukluğumda gidemediğim Keldağ’ın ardındaki Mürselek Köyü’ne son zamanlarda misafirperver muhtar Bahtiyar’ın davetlisi olarak birkaç defa gittim.
Bu vesileyle dağın mitolojik ve antik dönemdeki önemine dair edindiğim bilgileri paylaşmak istiyorum. Tarihçi Nurgül Yıldırım’ın Keldağ’ın mitolojik dönemiyle ilgili bir bilimsel makalesini okumuştum. Nurgül Hoca’nın 2024 yılında yayınlanan Çivi Yazılı Kayıtlardan Hellenistik Aktarımlara Antiokheia / Antakya isimli çok önemli gördüğüm eserini okurken Keldağ’la ilgili bir bölümün olduğunu gördüm. Yine Türkçeye yeni çevrilen ve Dergâh Yayınları’ndan çıkan ünlü Türkolog Jean-Paul Roux’un Kutsal ve Mitik Dağlar isimli muhteşem eserinde de bizim Keldağ’la karşılaştım. Bu kaynaklardan derlediğim bilgileri sistematize ederek paylaşmak istiyorum.
Nurgül Yıldırım’ın Antakya tarihi açısından çok önemli gördüğüm eserinde Keldağ’la ilgili bölümün başlığında “Doğu Akdeniz’in Olimpos’u” ibaresini görüyoruz ki, buradan da konunun mitolojik önemi anlaşılıyor. Çünkü antik Yunan tanrılarının dağı olarak bilinen Yunanistan’daki Olimpos Dağı’ndan esinlenildiği anlaşılıyor. Kitapta ilgili bölüm şu cümle ile başlıyor:
“Günümüz Hatay-Suriye sınırını oluşturan, Hatay İli Yayladağı ilçesinde bulunan ve pasif volkanik bir dağ özelliği sergileyen Kılıç Dağı (Kel Dağ/Cebel Akra), Akdeniz’e hâkim olarak kuzeydoğusunda Samandağ sahilinden bütün ihtişamıyla görülmektedir.”[1]
Kültür tarihçisi ve Türkolog Jean-Paul Roux ise Keldağ’dan bahseden bölüme şu satırlarla başlıyor:
“Suriye’nin ve civar bölgelerin büyük kutsal dağı, görkemli zirveleriyle tanınır ve bugün Cebel-i Akra adıyla bilinir. (Eski Anadolulular yani Hurriler ve Hititler buna Hazzı Dağı, Ran Şambra’nın Ugaritleri Şamra, Saphon ya da Sapon adını verirken Antikçağ’da Kasyus olarak adlandırılmıştır). Akdeniz’in kıyılarına çok yakın bir yerde bulunan ve bu nedenle tüm Akdeniz’e bu eşsiz konumundan bakan bu güzel zirvenin ünü şaşırtıcı bir biçimde olağanüstü uzun bir ömre sahip olmuştur.”[2]
Halk arasında pek söylenmese de, bilimsel literatürde Kılıç Dağ olarak da anıldığını görüyoruz. Kılıç Dağ’ın MÖ XV. yüzyıldan itibaren çivi yazılı kayıtlardaki varlığı genellikle Hava/Fırtına Tanrı ile ilişkilendirilmiştir.[3] MÖ 1700’lerde Halep merkezli Yamhad Krallığı’na bağlı Alalah Krallığı bugünkü Reyhanlı (Amik Ovası) yakınlarındaydı ve yoğun bir Hurrili nüfus barındırıyordu. Yamhad Krallığı’na bağlı bir önemli yer de Ugarit (Ras Şamra-Lazkiye) idi. O dönemde Kılıç Dağ (Keldağ), “Hazzi Dağı” olarak isimlendirilmişti. Hazzi dağı, Fırtına Tanrısının kutsal evi olarak biliniyordu ve bazı çivi yazılı tabletlerde adı geçmektedir. Örneğin Hitit Kralı Suppiluliuma ile Ugarit Kralı Niqmaddu arasındaki bir anlaşma metninde “Hazzi Dağı’nın Fırtına Tanrısı” ibaresi geçmektedir. Alalah kayıtlarında önemli bir belge kabul edilen Kral İdrimi yazılı heykelinde de Kral’ın ülkesine dönüşünde Hazzi Dağı’ndan geçerek ülkesine ulaştığı belirtilmiştir.[4]
Fırtına tanrısı Tesup bu dönem Ugarit belgelerinde “Hazzi Dağı’nın efendisi Tanrı Adad” olarak geçmektedir. Bir Boğazköy tabletinde ise Hazzi Dağı Fırtına Tanrısı’nın farklı bir hikmeti olan “ticaretin koruyucu tanrısı” ünvanıyla anılmaktadır. Yakın kentler olan Alalah (Reyhanlı) ve Ugarit (Lazkiye) arasındaki coğrafi yakınlık ve ticaret nedeniyle etkileşimden kaynaklı kutsallık aynı işlevle ve farklı adlandırmalarla karşımıza çıkıyor. Bu defa “Şapuna” bu dağı tanımlamak için kullanılmıştır. Yeni Asurca belgelerde “Şapuna / Baal Şapuna” adlandırmasını görüyoruz. Ugarit inanç sistemini şekillendiren Baal Döngüsü adlı mitteki Sumer tanrı ideogramıyla bu dağ şu şekilde yer almıştır: “Dağımın ortasında, Tanrı Şapunu, mirasımın kutsal dağında (benim) kudretimin güzel tepesinde…”[5]
Milattan Önce 300’lerde bölgeye gelen İskender ve ölümü sonrasında onun komutanlarının kurduğu devletler ve kentlerle giderek Helen kültürü yerleşmeye başlar. Bu kültürel değişim tanrıların da değişmesine neden olur, ancak tanrıların işlevi aynıdır. Doğu Akdeniz coğrafyasındaki külürel inanç değişimi sonucunda Fırtına Tanrısı Tesup’a ev sahipliği yapan Keldağ bu defa Zeus’a ev sahipliği yapmaya başlar. Yunan mitleri ile Anadolu / Mezopotamya mitlerindeki benzerlik sonucunda tanrılar eşleşince Tesup’un yerini Zeus almıştır.
Mesela Antakya’nın da kurucusu olan Selevkos Kralı I. Nikator bugünkü Samandağ Çevlik’te Seleukeia Pieria kentini kurmadan önce yer belirleme konusunda mitolojik öyküye göre bir kartaldan yardım istemiş. Antakya tarihi konusunda önemli çalışmaları olan tarihçi Hatice Pamir bu kentin kuruluşuna dair mitolojik öyküyü şöyle anlatıyor:
“Antik kayıtlarda geçen kentin kuruluş efsanesine göre Seleukos, kutsal dağ olan Cassius (Keldağ) dağına çıkar ve tanrı Zeus adına kurbanlar kesere, kutsal başkentin kurulacağı yeri göstermesini ve kentini kutsamasını ister. Kurban etleri tanrı Zeus’un simgesel görünümü olan bir kartal tarafından alınarak bugünkü Seleukeia Pieria’nın bulunduğu alana bırakır ve kent MÖ 300 yılının Xantikhos (Nisan) ayında kurulur.”[6]
Bu anlatımdan da açıkça anlaşıldığı üzere, Keldağ’ın kutsallığı devam etmekle birlikte, artık bölgeye Grek kültürü yerleşmiş ve tanrılar yer değiştirmiş, Tesup gitmiş, Zeus gelmiştir. “Hazzi” olan dağın adı da Kasios ya da Casius olmuştur. Kasios ismimin Hurri-Hitit kayıtlarındaki bir söylencede kutsal dağ olarak kullanılan “Ha (-az) – zi)”nin antik Yunancadaki karşılığı olabileceği de düşünülmektedir.[7]
Bir Helen (Yunan) Krallığı olan Selevkoslar döneminde dağın kutsallığı ilgi görmeye devam etmiştir. Antik dönem coğrafyacılarından Strabon (MÖ 64-MS 24) yüce bir dağ olarak belirttiği Kasios Dağı’nda kahraman Triptolemos onuruna düzenlenen törenlerin bu dağda gerçekleştirildiğini yazmıştır. Antakyalı tarihçi Malalas da (MS 491-578) I. Selevkos Nikator’un atası kabul edilen Demeter’in oğlu Triptolemos için düzenlenen tören ve festivallerin bu dağda yapıldığını ve Seleukeia Pieria halkının törenler için buraya geldiğini belirtiyor. Yakındaki bir diğer kent olan Laodikeia (Lazkiye) kenti için stilize edilmiş bereket ve koruyucu tanrıça Tykhe’nin heykeli Kasios Dağı’nın zirvesindeki kutsal alanda konumlandırılmış, böylelikle Selevkoslar döneminde Helenistik diğer tanrı ve tanrıçalar da alanda egemen olmaya başlamıştır.[8] Bu sebepledir ki, Jean-Paul Roux da bu dağ için Milattan Önce iki binli yıllardan Helen dönemine kadar bilinen bir dağ olmuştur diyor ve bu dağa atfedilen tapınç Zeus Kasyus adıyla tanınmıştır diyor.[9]
Selevkos Krallarının zafer sonrasında dağı ziyaret edip kurban sundukları da biliniyor. Kasios Dağı’ndaki Zeus Kasios tapınma alanı arkeolojik verilerde de tespit edilmiştir. Kasios Dağı’nın kent sikkeleri üzerinde yıldırım demeti, Zeus betimlemesi, Zeus Kasios monogramı (Roma döneminde de Jüpiter) görülmüştür.[10]
Hıristiyanlığın ilk yüzyılında Antakya’nın önemi biliniyor, bu bağlamda Keldağ da ermiş münzevilerin, bir başka deyişle çilecilerin sığınak olarak tercih ettikleri yer olmuştur. Önemli bir Kilise Babası olan ve güzel konuşmalarından dolayı “Altın Ağızlı” olarak anılan Yannis Khyrsostomos (Ioannis Hrisostomos) dahi Keldağ’da bir mağarada 4 yıl (347’ye doğru) yaşamıştır.[11] Roma İmparatorlarının da Keldağ’a güneşin doğuşunu seyretmek ve kurban sunmak için geldikleri biliniyor ki, Romalıları bir başka yazının konusu yapacağız.
Bir zamanlar, yüzyıllar önce antik tanrıların cirit attığı Keldağ’da bugün Mürselek ve Çandır köylerindeki yörük çobanlar keçi otlatıyor. Çobanların yayladığı dağ başındaki platodan geçerken rüzgârın uğultusu arasına Fırtına Tanrısı Tesup’un nefesi, Zeus’un sesi karışıyor gibi hissediyor insan. Ve muhteşem Keldağ’ın bize fısıltı ile anlatacak daha çok şeyi olduğunu anlıyoruz.
[1] Nurgül Yıldırım, Çivi Yazılı Kayıtlardan Hellenistik Aktarımlara Antiokheiia / Antakya, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2024, s. 159
[2] Jean-Paul Roux, Kutsal ve Mitik Dağlar, Çeviren: Lale Özcan, Dergâh Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2024, s. 117, 118
[3] Nurgül Yıldırım, Çivi Yazılı Kayıtlardan Hellen Kaynaklarına Hazi’den Kasios’a Doğu Akdeniz’in Tanrılar Dağı “Kılıç Dağ”, CEDRUS Akdeniz Uygarlıkları Araştırma Dergisi, Akdeniz Üniversitesi Akdeniz Araştırma Enstitüsü Yayını, Volume X, 2022, s. 1-21
[4] Nurgül Yıldırım, Çivi Yazılı Kayıtlardan Hellenistik Aktarımlara Antiokheiia / Antakya, s. 159,160
[5] Nurgül Yıldırım, Çivi Yazılı Kayıtlardan Hellenistik Aktarımlara Antiokheiia / Antakya, s. 160
[6] Hatice Pamir, “Seleukeia Pieria”, Hatay İl Yıllığı 2011, s. 428
[7] Nurgül Yıldırım, Çivi Yazılı Kayıtlardan Hellenistik Aktarımlara Antiokheiia / Antakya, 161
[8] Nurgül Yıldırım, Çivi Yazılı Kayıtlardan Hellenistik Aktarımlara Antiokheiia / Antakya, s. 162
[9] Jean-Paul Roux, Kutsal ve Mitik Dağlar, s. 118
[10] Nurgül Yıldırım, Çivi Yazılı Kayıtlardan Hellenistik Aktarımlara Antiokheiia / Antakya, 162
[11] Jean-Paul Roux, Kutsal ve Mitik Dağlar, s. 118
10:12
FACEBOOK YORUMLAR