MİSYONERLİK YAZI DİZİSİ-3: BÜYÜK DEVLETLERİN ERMENİ VE MİSYONERLİK POLİTİKALARI - Dr. Mustafa ÇABUK

MİSYONERLİK YAZI DİZİSİ-3: BÜYÜK DEVLETLERİN ERMENİ VE MİSYONERLİK POLİTİKALARI - Dr. Mustafa ÇABUK
10 Şubat 2021 - 18:23

Büyük Devletlerin Misyonerlik Politikası

Dînî bir kurum olarak tanımlansa da misyonerlik, çok uzun zamandan beri büyük devletlerce siyasi olarak kullanılan bir politika aracıydı. Kuruluşlarından itibaren Katolik ve Protestan misyoner örgütleri hiçbir zaman sadece dini amaçlı müesseseler olmadı. Amaçları sadece gittikleri yerdeki insanları Hristiyan etmek olmadı, o insanları; zihnen, kalben, dinen, manen, maddeten misyonerleri gönderen ve himaye eden ülkeye bağlamak oldu (Küçükoğlu, 2005: 32).

Misyonerlik, büyük devletlerce yayılmacı politikalar için bir yol açma girişimi olarak kullanıldı. Misyonerler, bu amaçlara bilerek veya bilmeyerek alet oldular. Mesela; Patris Lumumba, misyonerlik çalışmaları sonucu putperestlikten hristiyanlığa geçmişti. Ancak kendisi Kongo’nun bağımsızlığını istediği için 1961 yılında işgalci güçler tarafından öldürüldü. Mesela, Amerika Birleşik Devletleri hristiyanlığı yayma çalışmaları yapması için dünyaya misyoner grupları göndermesine rağmen 1963 yılında Vietnam’da hristiyan hükümetine karşı Budistlerin yanında yer aldı. Milyonlarca dolarla misyonerlik çalışmalarını destekleyen büyük devletler, hristiyanlığa giren insanların düşünceleri eğer kendi politikalarına ve isteklerine uygun düşmüyorsa, bunlarla ilgilenmediler (Hopkins vd., 2006: 76).
 
İşgal için yapılan girişimlerde ekonomik ve politik çalışmaların yanında çoğu kez dini çalışmalar da yer aldı. Anadolu’nun ve diğer Osmanlı topraklarının stratejik öneminden dolayı büyük güçler bu topraklarda iktisadi ve politik işlerin yanında dini çalışmalara da yer verdiler. Bu nedenle misyonerlik, büyük devletler tarafından yayılma sahalarında yerli işbirlikçiler bulmak için desteklendi. Büyük güçler misyonerlik vasıtasıyla azınlıklarla bağlantı kurdular ve onları kendi çıkarları doğrultusunda ayrılıkçı faaliyetlere yönelttiler. Misyonerler ve onların müesseseleri olan okullar kullanılarak seçilen toplulukların etnik, kültürel, dini ve ideolojik farklılıkları ön plana çıkarıldı. Misyoner okullarında hedef toplumun ilerdeki yöneticileri ve ihtilalcileri yetiştirildi. İhtilalcilere ise eylemlerinde destek verildi. Misyonerler bulundukları toplumların sosyo-ekonomik yapısını, politik sistemini çok iyi tetkik ederek sosyal gerilimleri ve ayrılıkları tespit ettiler. Toplumdaki grupların birbirlerine karşı önyargılarını tespit edip bunları artırma yoluna gittiler. Toplum içerisinde seçilen grup otoriteye karşı kışkırtıldı ve bu gruba mücadelelerinde gereken yardım yapıldı (Earle, 2003: 122; Çetin, 2009: 468).

Misyoner faaliyetlerinin özünde hristiyanlığı yayma amacı olmasına rağmen özellikle de Amerikalı Protestan misyonerlerin yapılanmasında siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar vardı. Amerika’nın Osmanlı Devleti üzerindeki misyonerlik faaliyetlerinin özünde ekonomik sömürü yatmaktaydı. Bu nedenle de batılı kapitalistler ve burjuvazi, dış ülkelerdeki misyonerleri koruyup himaye ettiler. Kendi ticari faaliyetlerinin önemli bir öğesi olarak misyonerlerden istifade ettiler (Dingeç, 2009: 32). Misyonerler Amerikan çıkarlarının koruyucusu oldular. Bununla ilgili olarak Akdeniz’deki Amerikan çıkarlarının korunması için ABD’nin bölgede donanma bulundurmasının yıllık maliyetinin 80,000 dolar olduğu hâlbuki bir misyoner ailenin yıllık giderinin 1000 doları dahi bulmadığı belirtilerek misyonerlerin bölgede güç kullanarak yapılması gereken işleri daha ucuza ve daha az maliyetle yerine getirdiği ifade edilmekteydi (Kocabaşoğlu, 2000: 12).
 
Misyonerler, mali ve iktisadi konularla da Osmanlı ülkesinin yer altı ve yerüstü zenginlikleri ve potansiyel ticaret hacmi ile de ilgilendiler. Birçok Amerikan misyoneri içinde bulunduğu bölgenin haritalarını çizip, resimlerini çekip, yer altı zenginliklerine ulaşabilmek için fırsat buldukça bazı yerlerde kazılar yaptılar (Kopar, 2009: 169). Misyoner kaynaklarına göre 1893 yılında Türkiye’de 1317 adet misyoner görev yapmaktaydı. Bunların 223’ü Amerikalı Protestan misyonerlerdi. 1893 yılı itibariyle 4085 öğrenciye hizmet veren 5 kolej vardı. 80 adet orta dereceli, 530 adet ilkokul seviyesinde misyoner okulu vardı. 1897 yılında ise Osmanlı Devletinde 624 adet misyoner okulu ve bu okullarda 27400 öğrenci bulunmaktaydı. Amerikalı Dr. Earle ; “Misyonerler ve din adamları dünyanın hiçbir ülkesinde, Türkiye’deki kadar emperyalizme hizmet etmemişlerdir.” Demekteydi (Kılıç, 2009: 67).

İngiliz Misyonerlere göre, İngiliz sömürgesi olan; “Hindistan’da orduların, diplomatların yapamadıklarını misyonerler yapmaktaydılar” (Küçükoğlu, 2005: 34). İngiliz misyoneri Mr. John, İngiltere Misyoner Cemiyeti için şu sözleri söylemişti: “400 milyon halkı İngiltere’ye bağlayan ve onlara tanıttıran misyonerlik derneğidir. Bununla birlikte ticaret ve servet birikiminde İngiltere’yi hâkim kılan bu güçtür.” (…) Bu cemiyetin görünüşteki görevi Protestanlığı yaymak ve anlatmak, gizli görevi ise İngiliz siyaset ve çıkarlarını sağlamak için keşiflerde ve teşviklerde bulunmaktır. Ne bir insan ne de bir hükümet durumunu bilmediği bir yeryüzü parçasında, ahlak ve âdetini bilmediği bir kavim ve kabile arasında uzun müddet kalamaz. Çünkü körü körüne istîlâ edilen yerlerde çok durulamaz. İngiltere istîlâ edeceği yerleri önceden inceleyerek öğrenir; ondan sonra politik araçlarla işini hazırlar ve günü gelince ansızın orayı istîlâ eder ve oraya girdiği zaman bir yabancı evine değil, kendi evine giriyormuş gibi girer” (Ahmet Hamdi Paşa, 2006: 40–46).

Misyonerlerin bu çalışmalarını Osmanlı ülkesine elçi olarak gelen Arminius Vambery şu sözle özetlemişti: “Önce papaz (misyonerler), sonra tacirler ve nihayet asker…”(Öke, 2012: 217). Misyonerler, keşif gücü olarak kullanıldılar. Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan hükümetleri yerleşip sömürgeleştirmek istedikleri ülkelere önce misyoner örgütlerini göndediler. Bu ülkelerde kendi kültürleriyle özdeş birer kültür dâiresinin teşekkül etmesini sağladılar (Küçükoğlu, 2005: 107). Avrupa ve Amerika kamuoyunda laikleştirme faaliyet ve akımlarının etkisiyle din adamları ve misyonerler hiç ilgi görmezken hatta aleyhte takibata uğrarken sömürülen ülkelerde misyonerler bu güçler tarafından baş tacı edildiler. Mesela; Fransa kendisini laik bir devlet olarak ilan ettikten sonra ülke içerisinde din adamlarına savaş açmışken ülke dışında Cizvit ve diğer Katolik misyonerlerin hamiliğini yapıyordu. Fransa kendi ülkesinde Cizvitlere düşman gibi davranırken, sömürgelerdeki Cizvitleri Fransız menfaatinin bekçileri olarak görüyordu (Kocabaş, 2006: 59). İtalya ise Papa’ya Vatikan şehri sınırları içerisinde hapis hayatı yaşatırken, bütün yayılma politikalarını papazlar ve din adamları üzerinden yürütmekteydi. Misyonerlik dini olmaktan çok politik ve siyasi amaçlar için yapılmaktadır ve Amerikan misyonerleri kendi hükümetlerinin kişisel nüfuzu ve amaçları uğruna çalışmayı yadırgamamaktadır (Hopkins vd. 2006: 89-91). 20. yüzyıl başlarında Almanya’da misyonerlik için bir merkez kurulması yolundaki çalışmaların gerekçesini şöyle açıklamaktaydılar: “Dünyâda Alman hâkimiyetini sağlamak için misyonerlik çalışmalarına girmek, organize etmek ve finanse etmek zorundayız”(Küçükoğlu, 2005: 34). Çin’de misyonerlerin çalışmaları nedeniyle çok büyük sıkıntılar yaşanmış, kan dökülmüştü. O yıllarda Çin, misyoner tehditleri karşısında Osmanlı Devleti’nden daha zayıftı. Sultan II. Abdülhamit’in çağdaşı olan Ana İmparatoriçe Tzu Hsi misyonerler için şu sözleri söylemişti: “Bu Hristiyanlar Çin’deki en kötü insanlardır (…) yoksul kır halkının toprağını ve mülkünü soyuyorlar ve misyonerler, elbette, kendi paylarını almak için onları daima koruyorlar” (Deringil, 2002:120).
 
Çin’de Hristiyanlığın yayılmasının nedenlerinden biri de afyon alışkanlığıydı. Afyonkeş Çinliler arasında bir afyon hapına dinini değiştirenler olmuştu. Çin’de îdâma mahkûm olan kişiler hemen Fransız Konsolosluğuna müracaat ederek, Hristiyanlığı kabul ettiğini söylemekteydiler ve konsoloslar da kendisini idamdan kurtarmaktaydı (Özbaş, 2003: 15).

Moskova’da yayınlanan Pravda gazetesinin Pekin muhabiri Çin’den gönderdiği bir makalede; “Çeşitli yollarla Amerikalıların Çin’e soktukları misyonerlerin uzun zamandan beri casusluk işlerinde kullanıldıklarını” yazmıştı (Hopkins vd., 2006: 76).

26 Eylül 1893 yılında Washington’da yapılan dünyâ dinleri toplantısında; Japon delegesi: Japonya’ya gelen misyonerlerin amacının, ülkeyi yabancı ilhakına hazırlamak olduğunu söyleyerek; “Japonya’da ilk kez Hristiyanlığa karşı çalışan bir derneği kurduğumu söylemekten gurur duyuyorum” demişti. Toplantıya katılan delegeler Çin’de büyük acılara ve kan dökülmesine neden olan misyoner etkinliklerini de şiddetle kınadılar (Deringil, 2002:132).

Batı sömürgeciliği, misyonerliği sömürünün alt yapısı denilen kültürel ortamı hazırlamak için kullandı. Sömürülen ülke halklarının Hristiyanlaştırılması, eğer bu olmaz ise bu halkların milli ve yerli olan değerlerinin bozularak yerine Batı’ya sempati duyulmasını sağlayacak değerlerin konulması işini misyonerler üstlendi. Misyonerleri himaye eden büyük güçlerin, sömürülen ülkelerde halkı din değiştirmeye zorlamaktaki amacı din birliği yoluyla hudut birliğini sağlamaktı (Kocabaş, 2006: 52-53).

Yazar J. Richter: “Emperyalizmin temelini misyonerlik oluşturur” demekteydi. Misyonerlik Doğu’yu sömürmeyi hedef edinmişti. (Hopkins vd., 2006: 279)

Charles Dickens misyonerler için şunları söylemişti: “Misyonerler tam bir baş belasıdırlar ve buldukları her yeri daha kötü hale getirip terk ederler.” Edgar Allan Poe ise: “Misyonerler, bütün insanlık sınıflarından daha fazla sıkıntıların ve savaşların gerçek nedenleridir” (Aya, 2008: 57).
 
Kenya’nın İlk Başbakanı olan Jomo Kenyatta (1889–1978) misyonerler için: “Hristiyanlık Afrika’ya geldiğinde Afrikalıların toprakları, Hristiyanlarınsa İncilleri vardı. Hristiyanlar bize gözlerimizi kapayarak dua/ibâdet etmemiz gerektiğini öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onlar bizim topraklarımızı, biz de onların İncillerini almıştık.” Kenya’nın ilk Başbakanının bu sözleri de; misyonerlik faaliyetlerinin, büyük güçlerin yayılmacı politikalarının önemli bir unsuru olduğunu göstermektedir(Gündüz, 2006).

Misyonerlerle ilgili Kızılderelilere ait olan şu söz de yine misyonerliğin yayılmacı amaçlar için kullanılan bir araç olduğunu kanıtlamaktadır. Kızıldereliler; “eğer paramız ve kandırılarak üzerinden atılacağımız topraklarımız olmasaydı, siyah ceketliler(Misyonerler) bizim öbür dünyadaki iyiliğimizi düşünme zahmetine asla katlanmazlardı.” (Yıldırım, 2011: 273).

Misyonerler yazışmalarında ve mektuplarında “Christ Kingdom throughout the whole world” (Dünya Hristiyan krallığı) gibi ifadeler kullanmaktaydılar. Bu ifadeler, misyonerlerin gönüllerinde ve hedeflerinde olan dünyada büyük bir Hristiyan krallığı kurma idealini göstermektedir PABCFM, (Reel 642:No:432).

Fransa İmparatoru I. Napolyon misyonerlik faaliyetleriyle ilgili şunları söylemişti: “Dinsel propaganda heyetleri benim için Asya, Afrika ve Amerika’da çok faydalı olabilecektir. Zira ben onları o ülkelere götürmeye teşvik edeceğim; onlar da bana haber göndereceklerdir. Onlar (Misyonerler) siyasi ve iktisadi amaçlarını o elbise altında gizleyeceklerdir” (Kocabaş, 2006: 86).

Fransız sömürgeciliğinin yayılması için çalışmış ve Fas’ta Fransız mandacılığını kurmuş olan Fransız Mareşali ve devlet adamı Lyautey Louis-hubert-gonzalve (1854-1934) Fas’ta yaptığı bir konuşmada: “Bir beyaz rahip, bana bir bölüğün işinden fazlasını görmüştür”demekteydi (Gazigiray, 1982: 68).

Almanya’nın Misyonerlik Politikası

Almanya, İngiltere ve Fransa’ya göre siyasi birliğini geç tamamladı. 1871 yılında Fransızlarla yaptığı savaş sonunda, Almanya’nın, Fransa’ya ait en güçlü sanayi bölgesi olan Alses Loren’le birlikte Fransa’dan yüklü bir para tazminatı aldı. Böylece Alman sanayisi güçlü bir gelişim sürecine girdi.

II. Wilhelm’in Bismarck’ı 1890 yılında başbakanlıktan istifa ettirip yerine Caprivi başbakan yapmasından sonra Osmanlı toprakları Almanya’nın ekonomik ve siyasi yayılma alanı olarak seçildi. Bu yeni politikanın adı 18 Ocak 1896’dan itibaren “Weltpolitik” (Dünya Politikası) oldu. Osmanlı-Alman ilişkileri 1889’da II. Wilhelm’in İstanbul’u ziyaretiyle ivme kazandı. Bu ziyaretin ardından 1890 yılında yeni bir ticaret antlaşması imzalandı. Bu anlaşma Alman ticaretine geniş yetkiler veriyor ve Almanların yeni okullar, hastaneler kurmasına imkân tanıyordu (Kılıç, 2006: 22–25).

İngiliz, Fransız ve Amerikan misyonerlik faaliyetleri kadar yaygın olmamakla beraber Alman misyonerleri de Osmanlı ülkesine gelerek misyonerlik faaliyetlerine katıldılar. 1890 yılından itibaren Alman misyoner örgütleri, Almanya’nın Yakın Doğu’daki emperyalist emellerine hizmet için 450 misyoneri Osmanlı topraklarına gönderdi (Kılıç, 2006: 29).
 
Alman misyonerler, İngiliz ve Amerikalılar gibi Protestan kilisesine bağlı olarak misyonerlik faaliyetini yürüttüler. Alman misyonerler daha çok Kudüs, Beyrut, İzmir ve İstanbul gibi merkezlerde okullar açarak faaliyetlerde bulundular. Alman okullarında dini propagandadan ziyade Almanya’nın ekonomik ve kültürel nüfuzunun yayılmasını sağlamaya yönelik olarak faaliyet yürüttüler. Okullarda, Yakındoğu’daki Alman çıkarlarının ve ekonomik kuruluşlarının ihtiyacı olan kadroları yetiştirmeye çalıştılar. Birinci Dünya Savası sonlarında Türkiye’de faaliyette bulunan Alman misyonerlerinin sayısı 79 eğitim elemanı ve 791 rahip olmak üzere 870’di. Almanların o tarihlerde Türkiye’de 7 çocuk yuvası, 17 ilkokul ve bir ortaokul ile iki hastane ve bir de dispanserleri bulunmaktaydı (Ay, 2007: 35).

Alman misyonerlerin Osmanlı topraklarında faaliyete başlaması Fransızları rahatsız etti. Bir Fransız yazar, Alman misyonerlik faaliyetlerinden Fransa’nın rahatsız olduğunu şu sözlerle dile getirmişti: “Almanya’nın askeri gücü var. Almanya’nın iktisadi gücü var. Bir deniz gücü kurmaya da çalışıyor. Fakat asıl gereksinimi olan şey manevi destektir. Dünya sahnesinde prensip sahibi olduğunu göstermeye çalışıyor. Dünya çapındaki saygınlığını Protestan ve Katolik Hristiyanlığın koruyuculuğuna dayamak, dağınık Alman nüfuzunu merkezileştirmek, dünyanın her tarafında, Alman idealini yayacak, Alman mallarını kullanacak, Hz. İsa’dan söz ederken Alman imparatorundan söz etmiş olacak, dini ya da iktisadi çıkarlara sahip taraftarlar bulmak istiyor” (Earle, 2003: 126).

Almanların Anadolu’daki demiryolu ihalelerini ve Bağdat demiryolu ihalesini peş peşe aldığı sırada, Anadolu’da birçok Ermeni isyanı ortaya çıktı. 1893 yılından itibaren, Sasun (1894), Zeytun (1895) ve Osmanlı Bankası Baskını (1896) gibi birçok Ermeni olayları arka arkaya patlak verdi. Bu olayların birden bire bu şekilde hızla artmasında, Osmanlı Devleti’ndeki Alman nüfuzundan rahatsız olan İngiltere, Fransa ve Rusya gibi devletlerin de önemli bir rolü vardı. Bu devletler, Anadolu’daki Ermeni isyanlarını destekleyerek ve kışkırtarak Almanların bu tür faaliyetlerini engellemeye çalıştılar (Bağçeci, 2008: 70).

Avrupa’da 1895 yılındaki Ermeni isyanları sonucu yayılan ve Ermenileri masum gösteren yayınlar sonucu Almanya’da iki papaz; Lepsius ve Lohmann 1896 yılında “Alman Doğu Misyonunu” kurdu. Kuruluş amacını Müslümanlar arasında İncil’i yaymak olarak belirtmesine rağmen, Alman Doğu Misyonu’nun asıl faaliyeti, Osmanlı Devleti’ndeki Protestan Ermenilere maddi ve manevi olarak destek sağlamaktı. Bir adı da “Ermenilere Yardım Örgütü” olan Alman Doğu Misyonu’nun hastane, okul, yetimhane, atölye gibi kurumları Protestan Ermenileri Almanya’ya kazandırmaya çalıştı. Papaz lepsius’un Türklere karşı düşmanca davranması ve Türk düşmanı açıklamaları bazı Almanları dahi rahatsız etti ve Alman misyonu; Hülfsbund ve Alman Şark Misyonu olarak ikiye bölündü. Alman şark misyonu 1897 yılında Christlicher Orient (hristiyan şark) adında bir de gazete yayınlamaya başladı (Bağçeci, 2008: 70; Keiser, 2005:229 ve 233).

Alman misyonerler tarafından 1896 yılında kurulmuş olan Deutsche Orient- Mission ve Deutsche Hilfsbund Für Christliches Liebewerk İm Orient adlı örgüt Osmanlı topraklarından merkezlerine düzenli olarak raporlar gönderiyordu. (Aya, 2008: 60) Hülfsbund adlı misyoner örgütü Osmanlı topraklarında hızlı bir büyüme gösterdi. Çok büyük mali kaynaklara sahipti. Yılda yaklaşık yarım milyon marka ulaşan bir gelire sahipti. Almanya ve İsviçre’deki Pietist çevrelerce destekleniyordu. Savaş öncesinde 45 kadın ve erkek Alman misyoner ile 200 yerli kadın ve erkek çalışanı vardı. 1730 yetim ile 169 dul kadının bakımını üstlenmişti (Keiser, 2005: 435). 1895 yılında Alman Doğu misyonunun müdürlüğünü yapan Protestan Papaz Dr. Lepsius aynı zamanda bir Türk düşmanıydı. Kendisi 1914 yılında Alman-Ermeni Cemiyetini kurdu. Bu kişi Deutschland und Armenian 1914-1918 (Almanya ve Ermenistan) adlı bir eser yayınlayarak Avrupa’da Ermenilerin masum olduğu yönünde propagandalar yaptı (Bakar, 2009: 147).
 
Alman Protestan Papaz Johannes Lepsius’un, Lord Btyce’ın ve Arnold Toynbee’nin propaganda amaçlı olarak yazdıkları eserler daha sonraki yıllarda sözde ermeni soykırımı iddiasının ortaya çıkmasına kaynak teşkil etti (Ar, 2011: 127). Alman Protestan Papaz Johannes Lepsius, Ermeni sorununu bir Müslüman-Hristiyan çatışması haline getirmeye çalıştı. Zorunlu iskan kararının alınmasından sonra Alman-Ermeni Cemiyeti başkanı olan Lepsius çeşitli kanalları kullanarak 24 Temmuz’da İstanbul’a geldi. İstanbul’da Amerikan elçisi, Patrikhane, misyonerler ve Ermeni örgütlerinden konuyla ilgili bilgiler topladı. Topladığı bu bilgileri Ermeni yanlısı elçilik mensuplarına aktardı. Lepsius’un İstanbul’dan Anadolu’ya geçmesine izin verilmedi. Ancak kendisine Amerikan elçisi Morganthau kalın bir dosya içerisnde bazı propaganda bilgileri verdi. Lepsius bu bilgileri kullanarak Avrupa ve Amerika kamuoyunda Türkleri karalama faaliyetleri yürüttü (Ar, 2011: 148-149).

1906 yılında yapılan bir antlaşmayla Alman Hilsbund misyoner örgütü Doğu ve Merkezi Türkiye topraklarında Amerikan Board misyoner örgütü ile işbirliği yapmaya başladı. İki misyoner örgütü Evanjelik ve tıbbi çalışmalarda işbirliği yaptılar (Strong, 1910: 406).

ABD, I. Dünya Savaşına girince Osmanlı topraklarında Amerikalı misyonerler birçok yerde Alman Protestan misyonerlere kendi görevlerini devrettiler. I. Dünya Savaşından sonra ise Osmanlı topraklarındaki Alman misyonerlere ait binalar, okullar, yetimhaneler ve hastaneler Amerikalı misyonerlere devredildi (Özbek,2009: 58).

4 Temmuz 1915 tarihinde Alman sefaretinden Osmanlı Hariciyesine gönderilen bilgiye göre, Almanlar, zorunlu iskâna genel olarak sıcak bakmaktaydılar. Almanların amacı zorunlu iskânın uygulandığı bölgelerde Alman menfaatlerinin zarar görmemesini temin etmekti. Diğer yandan ise Alman hükümeti, kendi kamuoyuna karşı Ermeni haklarını savunur görünmeye çalışıyordu (Hocaoğlu, 2006: 87).

Osmanlı Devleti, savaş yıllarında Misyonerlere ait yardım eşyalarının 1916 yılına kadar ülkeye girmesine izin vermedi. Muhtemelen Alman misyonerler, kendi hükümetleri vasıtasıyla Babıâli üzerinde dolaylı yoldan bir baskı kurarak Babıâli’nin yiyecek ve giysilere izin vermesini sağladılar (Grabill, 1971: 77).

Savaş yıllarında Amerikalı Protestan misyonerler Ermenilere yaptıkları yardımlarda Alman misyonerleri kullandılar. Yakındoğu Yardım Komitesi, hem Alman misyonerler vasıtasıyla bilgi temin etti hem de faaliyetlerini yürütemedikleri yerlerde Alman misyonerlerden yararlandı. Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandıktan sonra ise Alman misyonerler bulundukları bölgelerden uzaklaştırıldı ve mülkleri Yakın Doğu Yardım Komitesinin yönetimine bırakıldı (Gencer, 2006: 73, 93).

Alman misyonerler zorunlu iskan kanunu uygulanmaya konulduktan sonra Almanya’da Ermeniler lehine propaganda yaptılar. Çoğu misyoner örgütlerinden oluşan bir grup Alman 15 Ekim 1915 tarihinde Alman Şansölyesine mektup yazdılar. Mektupta; Ermenilerin göçe tabi tutulmasının önlenmesi ve Ermenilerin desteklenmesi taleplerini dile getirdiler. Mektubun altında ise birçok misyoner örgütünün liderinin imzası vardı. Bunlardan bazıları şunlardı: Dr. Karl Axenfeld; Berlin Misyonerlik Topluluğunun Direktörü, D. Dibelius-Dresden; Evanjelist ve Lüteryan Eyalet Cemaati Başkan Yardımcısı, Th. Haarbeck; 1. Alman Evanjelizasyon ve Yardım Derneği Başkanı, Held; Sudan Öncü Misyonerliği Misyon Müfettişi, Papaz Röbbelen; İran’daki Lüteryan Misyon Derneği Başkanı, Roedenbeck; Postdam 1, Alman Şark misyonerliği Derneği Müdürü, Peder Johs Spiecker; Ren Misyon Derneği Direktörü, Lic. Schlunk; Misyoner Müfettişi Hamburg, A. W. Schreiber; Berlin-Steglitz Misyonerlik Müdürü, F. Schuchardt; Şarktaki Hristiyan Hayırperverlik Kurumunun Alman Yardım Birliği Frankfurt, Martin Urban; Misyon Müfettişi, A. Winkler; Berlin Alman Şark Misyonerliği Yönetiminin Üyesi vs.

29 Ekim 1915 tarihinde Berlin’de toplanan Alman Katolik misyonerlerin merkez komitesi de Ermenilere uygulanan zorunlu iskan politikasına son verilmesini istedi. (Över, 2007: 157-166)

Almanya’nın Ermeni Politikası

Almanya İngiltere’nin Ermeni politikasından rahatsız olduğu için Osmanlı Devleti’ni İngiltere karşısında Ermeni politikasında destekledi. Almanya, İngiltere’nin reform isteklerini tehlikeli bulmaktaydı. Bu konuda Alman Büyükelçisi Marschall şunları söylemişti: “Kim reformlarla meşgul olursa, o imparatorluğu reform ettirmek istemiyor, bilakis mahvetmek istiyordur.” Diyerek reformların amacının Osmanlı Devleti’ni parçalamak olduğunu açıkça dile getirdi (Çalık,2000: 63).

Almanların Ermeni meselesinde Osmanlı Devleti’ni destekleyen tavrı I. Dünya Savaşından sonra ise değişti. Çünkü diğer batılı devletlerin ve Amerika basınının Ermenilerin zorunlu iskana tabi tutulmasıyla ilgili olarak Alman Genelkurmayının tavsiye ettiği ve yönettiği yönündeki haberler yayınlaması üzerine, Almanya Ermenileri destekler bir politika izlemeye başladı (Çalık,2000: 66).

8 Ekim 1915 tarihinde Amerika’da yayınlanan bir belgede Almanya’nın Amerika’daki büyükelçisi Ermenilerin zorunlu iskanı ile ilgili şunları söyledi: “Zorunlu iskan olayı Ermenilerin isyankâr hareketleri ile provoke edilmiş olan Türklerin bir savunma tedbiridir. Türlerin bu davranışı savaş şartlarında gerekli bir tedbirdir” (Bakar, 2009: 147).

Alman yöneticilerle Alman misyonerlerin Ermeniler hakkındaki görüşleri genelde birbirine taban tabana zıttı. Yöneticiler işin güvenlik boyutunu ve reel politik yönünü ele aldıklarından olaylara daha tarafsız bakabilmekteydiler. Alman misyonerler ise misyonerliğin verdiği taassupla olayları Hristiyan-Müslüman çatışması olarak görmekteydiler. Alman misyonerlerden Lepsius’a göre Alman misyonunun yoğun olarak çalıştığı yerler olan Urfa, Maraş, Malatya, Mamüretülaziz, Halep ve çevresinde yaşayan Ermenilerin bir gün Türkiye’deki Alman ajanları olacağını umut etmekteydi. Alman çıkarları için kullanılacak olan Ermeniler ise bakıma muhtaç yetim çocuklardı. Bu doğrultuda Alman misyonerler, Anadolu’da çok sayıda yetimhane ve okul açtılar (Çetinkaya, 2009: 85).

Amerika’nın Misyonerlik ve Ermeni Politikası

Amerika bağımsızlığını kazandıktan sonra, Monreo Doktrinini politika olarak benimsedi. Monreo doktrini, Amerika’nın eski dünyanın politikasına uzak kalmasını ve kendi içine kapanmasını öngörüyordu. Bu politikadaki amaç ise Avrupa’yı Amerikan topraklarındaki emellerinden uzak tutmaktı. Amerika, bir yandan kendisini Avrupaülkelerinin sömürgeci emellerinden uzak tutmaya çalışırken, bir yandan da Avrupa devletlerinin dünya genelinde giriştikleri sömürgecilik yarışından geri kalmak istemiyordu. Dünyanın sömürgeci devletlerce bölüşülmesine kayıtsız kalmamak için devlet politikası olarak saptadığı Monroe Doktrini’ni çiğnemesi gerekiyordu. Amerikan yönetimi bu ikilemden misyonerleri kullanarak kurtuldu. Bundan sonra Amerikan hükümeti, misyonerleri dünyanın verimli yörelerinde nüfuz alanları edinmek, politik emellerini gerçekleştirebilmek için kullandı (Akgün, 1988: 2-3).

Bu maksatla Amerika’da birçok misyoner cemiyeti kuruldu. Amerikan misyoner cemiyetlerinden bazıları şunlardır:

1. American Board of Commissionaries for Foreign Missions

2. American Church of Missionary Society

3. American Missonary Association

4. American Tract Society

5. American Board of Foreign Missions of the Presbyterion Church

6. Methodist Episcopall Mission

7. Women’s Board of Missions of the Interiror

8. Womens Union Missionary Society

9. Reformed Church of America

10. United Orphanage and Mission

11. The Arcolojical Unstitut of America

12. American Friensd Mission

13. The Christien and Missionary Alliance

14. The Young Men’s Christian Association

15. The Young Women’s Christian Association

16. American Bible Society

17. Women’s Board of the Pacific

18. Turkısh Missions Aid Society

(Mutlu, 2005:287).

Amerika, Protestan misyonerleri Orta Doğu’daki çıkarlarını korumak için kullandı. Amerikalı misyonerlerin yoğunlaştığı yerlerde ABD konsolosluklar kurarak misyonerleri destekledi. ABD, misyoner kuruluşlarının Amerikan sermayesi ile kurulduğunu ve Amerikan yatırımlarının koruyuculuğunu yaptığını ileri sürerek misyoner yatırımlarını destekledi. Misyonerler ve onların güdümüne giren Ermeniler, zamanla Amerika’nın Orta Doğu politikasında kullandığı iki unsur haline geldi (Akgün, 1988:5). ABD, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerle direk olarak bağlantı kurmak yerine, onları Amerikan misyoner örgütlerine havale etti ve kendisi arka plandan bu kuruluşları destekledi (Şimşir, 2005: 15).

Başlangıçta misyoner faaliyetleri ne Osmanlı Devletini, ne Müslümanları ne de gayrimüslim halkı rahatsız etmedi. Osmanlı Hükümeti, Amerikalı misyonerlerin faaliyetlerini kısıtlamak bir yana, onlara kolaylık sağladı. Çünkü Osmanlı Devleti, Avrupa ülkelerine karşı tarafsızlığına inandığı Amerika ile ilişkileri geliştirmek düşüncesindeydi. Amerika’nın Osmanlı toprakları üzerinde emperyalist bir emeli olmadığına inanıyordu. Bu yakınlık, özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra Rusların Ermenilerin koruyuculuğunu üstlenmelerinden sonra daha da arttı. 1848 yılında Protestanlığın ayrı bir millet olarak tanınması, misyonerlerin faaliyetlerini daha da kolaylaştırdı. Amerikalı misyonerlerin Osmanlı topraklarında kurmak istedikleri eğitim kurumlarına kolaylıklar sağlandı. Arazi alımı, bina yapımı gibi işlerde bir engellemeye gidilmedi. Ancak zamanla misyonerlerin belli kentlerle yetinmeyip sistemli bir şekilde Protestanlığı yaymaya çalışması, misyonerliğin Türk-Amerikan ilişkilerinde de ciddi bir sorun haline gelmesine neden oldu (Erhan, 2001: 190; Akgün, 1988:6-7).

Propagandalar nedeniyle Osmanlı Devletinin ABD’deki Elçisi Mavroyani Bey ABD Dış İşleri Bakanı Richard Olney’e 11 Nisan 1896 tarihinde bir nota verdi. Notada şu ifadelere yer verildi: “…Babıâli bilir ki Türkiye’ye karşı Birleşik Devletler’deki hıncın nedeni ülkemizde yaşayan Amerikan misyonerlerinin, Ermeni olaylarıyla ilgili olarak bizim kanunlarımıza muhalif olarak hazırladıkları raporların Amerikan gazetelerinde yayınlanmasıdır. Hem Amerikalı hem de İngiliz misyonerlerinin konuyla ilgili olarak yazdığı raporlar elimizdedir ve herkesin inanacağı kadar çok ve kapsamlıdır” (Günay, 2009: 365).

İstanbul’daki elçisi vasıtasıyla Amerika, Osmanlı topraklarındaki misyonerleri destekledi ve onların her türlü faaliyetlerinin savunucusu oldu. Mesela, 19 Mayıs 1895 tarihinde Antep ve Maraş’taki Amerikan okullarında öğretmenlik yapan bazı Ermeni ihtilalcıların tutuklanması üzerine İstanbul’daki Amerika elçisi Terrrell bir muhtıra vererek eğitimin sekteye uğramaması için bu öğretmenlerin kefaletle serbest bırakılmasını istedi. Bunun üzerine Osmanlı makamları elçinin değiştirilmesini istedi (BOA, Y.A, HUS. 328/60).

Ermeni terör örgütleri Taşnak ve Hınçak 1905 yılında Türkiye’de kanlı terör eylemlerine başladıktan sonra da ABD; güya Ermenileri ve misyonerleri korumak için Osmanlı karasularına bir savaş gemisi gönderdi. Mersin ve İskenderun limanlarına demir atan geminin komutanı Amiral Selfridge, Halep valisine ve Mersin mutasarrıfına ağır mektuplar gönderdi (Şimşir, 2005: 126).

Misyonerlerin Anadolu’daki siyasi olaylara karışması Ermeni isyancıları desteklemesi bazı Amerikan Elçilerinin de dikkatini çekti. ABD elçisi Strauss, Kasım 1888 tarihinde misyonerleri kendi meslekleri ve ülkede bulunma amaçlarıyla uyuşmayan faaliyetlerden uzak durmaları konusunda uyardı. Elçi Strauss ayrıca ABD Dış İşleri Bakanı Bayard’a da bir mesaj yollayarak, özellikle Doğu Anadolu’da bulunan misyonerlerin kendilerini ilgilendirmeyen siyasi olaylara gereğinden fazla karıştıklarını, bu durumun can ve mal güvenliklerinin tehlikeye düşmesine neden olabileceğini bildirdi. Ancak bu uyarılar, misyonerleri engellemedi ve misyonerler doğrudan Amerikan kamuoyunu ve ABD hükümetini etkilemeye yönelik çalışmalar içerisine girdiler (Erhan, 2001: 307-308).

Amerikalı misyonerler, yürüttükleri yardım faaliyetleri ve Anadolu’dan gönderdikleri asılsız haberlerle, Amerikan diplomasisini ve Amerikan kamuoyunu Ermeni meselesinde ve Ermeni isyanlarında aktif hale getirdiler (Alan, 2007: 506).

Misyonerler çevrelerinde meydana gelen olayları ve bu olayların nedenlerini bağlı bulundukları merkezlere rapor ettiler. Yakın Doğu ve Orta Doğu’da Amerikan ve İngiliz enformasyonunun temel kaynaklarından biri haline geldiler. ABD’nin konsoloslarını belirlemede ve onları tayin ettirmede de misyonerler önemli bir rol oynadılar. Hatta zaman zaman ABD, atadığı elçi, elçilik kâtibi, konsolos ve konsolos yardımcılarını da bizzat misyonerlerden seçti. Bu durum misyonerlerin siyasi faaliyetler içerisinde bulunmalarını teşvik etti. ABD’nin bu yöndeki ısrarlı politikaları misyonerlere daha serbest hareket etme cesareti verdi (Hülagu, 2009: 102-103).

Anadolu’daki Ermeni isyanlarında Amerikalı misyonerlerin aldıkları pozisyon iki ülke ilişkilerinde sorunlara neden oldu. Çünkü misyonerler, taraflı hareket ettiklerinden Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanca bir tutum takındılar. Ermenileri isyan etmeleri yönünde provoke ettiler ve onlara silah dahi temin ettiler. Ayrıca Ermeni isyanları sırasında Amerikalı misyonerlere ait binaların isyancılar tarafından üs olarak kullanılması, bundan dolayı binaların da zarar görmesi ve misyonerlerin bu zararları, ABD hükümetlerine baskı yaparak Osmanlı Hükümetine ödetmek istemesi iki ülke ilişkilerini olumsuz yönde etkiledi (Özbek,2009: 45-46).
1895 yılında Anadolu’nun birçok kentinde çıkan Ermeni isyanları sırasında Osmanlı topraklarında bulunan 172 Amerikalı misyonerden hiçbiri fiziki bir zarar görmedi. Ancak Kasım 1895 yılında çıkan isyan nedeniyle Harput ve Maraş’taki Amerikan okulları zarar gördü. Harput konsolosluğundan gelen bilgiler ışığında ABD elçisi, Osmanlı hükümetinden 100.000 dolar tazminat istedi. II. Abdülhamit olayı zamana yaymaya çalıştı ise de ABD’ nin tehditleri ağırlaşınca Haziran 1901 de 19.000 sterlin ABD elçisine zarar bedeli olarak ödendi. II. Abdülhamit döneminde başlayan ve 1894-1895 yıllarında Anadolu’da yoğun olarak görülen Ermeni isyanları Avrupa ve ABD kamuoyuna Ermeni katliamı olarak sunuldu. ABD senatosu 12 Mart 1894 tarihinde Ermeni iddiaları ile ilgili bir kararı kabul etti (Erhan, 2001:326; Fendoğlu, 2002: 11-12 ).
Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren misyonerler çok sayıda Ermeninin ve Ermeni asıllı öğrencilerin Amerika’ya gitmesine neden oldular. Misyonerlerin faaliyetleri sonucu Amerika’ya göç eden Ermeni sayısı yıldan yıla artarak devam etti. Amerikan resmi göç kayıtlarına göre 1874 yılında Amerika’ya sadece 8 Ermeni giriş yapmışken, bu sayı 1881’de 20’ye, 1890’da 2000’e yükseldi. 1892 yılından itibaren Osmanlı devleti göçü engellemeye çalıştı. Ancak II. Meşrutiyetin ilanıyla engeller kaldırıldı. Engellerin kaldırılmasıyla birlikte Ermeni göçünde bir artış oldu ve göç edenlerin sayısı 1900’de 3962 iken 1909 ‘da 7794’e ve 1913’de 24220’ye çıktı. Böylece 1834-1914 döneminde göç eden Ermenilerin toplam sayısı 66000’i aştı (Erhan, 2001: 305) Göç nedeniyle Harput’taki Amerikan Protestan kilisesi 1 yıl içinde 3000 üyesinin %25 ‘ini kaybetti (Aya, 2008: 64). Amerika’ya göç eden Ermenilerin faaliyetleri Türk-Amerikan ilişkilerini olumsuz yönde etkiledi. Bu grupların faaliyetleri ve propagandaları Amerikan kamuoyunda Türkler için kötü bir imaj oluşturdu.

20 Nisan 1917 tarihinde ABD’nin I. Dünya Savaşına girmesiyle resmi olarak Türk-Amerikan ilişkileri sona erdi. İlişkilerin kesilmesine rağmen her iki taraf da karşılıklı olarak birbirlerine savaş ilan etmedikleri için Amerikan misyonerleri, Osmanlı topraklarında eğitim çalışmalarına devam etti. Osmanlı topraklarında bulunan Amerikan vatandaşlarına dokunulmadı. Savaş süreci içinde misyonerlerin faaliyet alanları kısmen kısıtlanmışsa da çalışmalarına devam ettiler (Kantarcı, 2004: 150).


Dr. Mustafa ÇABUK


Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi – SASAM
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum