MİSYONERLİK YAZI DİZİSİ-1: MİSYONERLİK VE MİSYONERLERİN OSMANLI TOPRAKLARINA GELİŞİ - Dr. Mustafa ÇABUK

MİSYONERLİK YAZI DİZİSİ-1: MİSYONERLİK VE MİSYONERLERİN OSMANLI TOPRAKLARINA GELİŞİ - Dr. Mustafa ÇABUK
10 Şubat 2021 - 18:14

Misyon sözcüğü Latince “missio” teriminden gelmektedir. Kelime “göndermek” fiilini ifade eden “mittere” kelimesinden türetilmiştir. Sözlük anlamı; görev ve yetki anlamına gelmektedir. Kelime günümüzde İngilizce ve Fransızca müşterek olarak “mission” ve “missionare” şeklinde ve aynı anlamda kullanılmaktadır. Bundan türetilmiş olan misyoner terimi ise görevli olan kişi anlamına gelmektedir. Kilise tarafından vaiz için görevlendirmeyi ifade eden misyon terimi 16. yüzyıldan itibaren Cizvitler tarafından daha özel bir anlamda kullanılmaya başlandı. 16. yüzyılda, Hristiyan uluslarca oluşturulan kolonilere kilise görevlileri gönderilmesini ifade etmek için kullanılan misyon ve misyonerlik terimleri, Hristiyan uluslarca kolonileştirilen sömürge bölgelerinin Hristiyanlaştırılması bağlamında kullanıldı. Hristiyanlığın yerliler arasında yayılması amacıyla Katolik kilisesince görevlendirilen kilise temsilcileri “misyoner”, bunların gittikleri ülkeler ise “misyon ülkesi” olarak adlandırıldı (Gündüz, 2006: 14; Uçar, 2013:11).

Misyonerlik tarihte bazı aşamalardan geçerek günümüze kadar geldi. Bu dönemler şöyledir:

1) 33- 100 yılları arası, Havariler dönemi.

2) 100–800 yılları arası, kiliselerin kurulma dönemi.

3) 800- 1500 yılları arası, Ortaçağ (Dini Otorite) dönemi.

4) 1500- 1650 yılları arası, reformasyon dönemi.

5) 1650- 1793 yılları arası, Hristiyanlıkta yeni anlayışların oluşma dönemi.

6) 1793- 1965 yılları arası, modern dönem.

7) 1965-2000yılları arası, diyaloglar dönemi.

8) 21. Yüzyıl: Batı medeniyetini hakim kılma dönemi (Küçük: 2005: 37; Oymak,2010: 39).

Tarih boyunca misyonerliğin, Hristiyanlığın ve Hristiyan olan batılıların, sömürge politikalarının doğal sonucu olarak en fazla bu dinin mensupları tarafından kullanılması, “Misyonerlik = Hıristiyanlığı yayma faaliyetleri” gibi genel bir anlayışın doğmasına neden oldu. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde, propaganda ve dini yayma gayesi ile başlayan misyonerlik hareketleri, daha sonra siyasi ve ekonomik amaçlar doğrultusunda kullanıldı. Böylece Hristiyanlığı yaymak amacında olan ve bunun için finansman ve himaye ihtiyacı bulunan din adamları ile ülkelerine siyasi ve ekonomik yönden menfaat sağlamak amacıyla, diğer devletlerde yürütecekleri faaliyetlere uygun bir maske ihtiyacı hisseden devlet yöneticileri arasında gizli bir menfaat birliği oluştu. Bu da misyonerlik faaliyetlerinin dünyada örgütlü ve yaygın bir hale gelmesinde önemli bir etken oldu (Akyul, 2007:7-8).


 
Misyonerlik; kurumsal, planlı, programlı, dini faaliyetleriyle beraber siyasi ve idari gücü olan, zamana ve şartlara göre takdik değiştirebilen hiyerarşik yapıya sahip bir organizasyondur. Misyonerlik, din değiştirmenin yanında kimlik değiştirmeyi de esas alır (Oymak, 2010: 12).

Bazıları misyonerliği İslam dinindeki tebliğ ve irşad ile karıştırmaktadırlar. Misyonerlik bir duyurma faaliyeti değildir. Hristiyan geleneğinden gelen belirli metotları kullanarak Hristiyanlık değerlerinin yayılması ve diğer insanların, Hristiyanlaştırılması için yapılan sistematik faaliyetler bütünüdür. İslam dinindeki tebliğ anlayışı ile Hristiyanlıktaki misyonerlik birbirinden amaç ve yöntem olarak çok farklıdır. İslam’daki tebliğ ve irşat çalışmalarının temel amacı, insanların bir şekilde Müslümanlaştırılması değildir. Tebliğ’in amacı İslamî esasların insanlara duyurulmasıdır. Tebliğ ve irşad da zorlama, baskı ve yoğun propaganda yoktur. Tebliğ’de hile ve insanların zafiyetlerinin fırsat olarak değerlendirilmesi yoktur. Tebliğ’de sevgi, şefkat ve samimiyet esas olup siyasi ve ideolojik gayeler öne çıkarılmamaktadır. Tebliğ gönül işi olup kurumlar tarafından yürütülen proğramlı bir faaliyet değildir. Müslüman devletler; yüzyıllarca gayrimüslim toplumlara hükmetmelerine rağmen onları, Müslüman olmaları için zorlamadılar ve onların dinlerini yaşamalarına müsaade ettiler.


 
Misyonerlikte amaç insanlara Hristiyanlığın duyurulması değil insanların bir şekilde Hristiyanlaştırılmasıdır. Misyonerler, Pavlos’un da belirttiği gibi insanları Hristiyan yapmak için her yolu mübah gördüler. Hristiyan egemen güçler, İslam devletlerinin aksine; egemenlikleri altında yaşayan farklı inanç ve kültürden olan halkları hızla asimile etmeyi, Hz. İsa’nın ve Pavlus’un kendilerine yüklediği bir görev addettiler. Tarih boyunca Hristiyan misyonerler, kaba kuvvet ve güç dâhil amaçlarına ulaşmak için her yolu denediler. Mesela; Amerika kıtası, Avustralya, Yeni Zelenda ve Afrika ülkelerinde yaşayan halkların inanç ve kültürleri, Batılı Hristiyanlarca hızla yok edildi (Gündüz, 2006: 25-26; Oymak, 2010: 14-15).

Misyonerliğin metodolojisini ve temel yöntemlerini belirleyen kişi olarak kabul edilen Pavlos; kiliselerin yerelleşmesine büyük önem verdi ve kendi inançlarını insanlara sunmak için her yola başvurdu. Pavlos, Hristiyanlığı yaymak için yaptıklarını şöyle ifade etmektedir: “Ben özgürüm kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudilere, Yahudi gibi davrandım. Kendim kutsal yasanın (Musa hukukunun) denetimi altında olmadığım halde, yasa altında olanları kazanmak için onlara yasa altındaymış gibi davrandım. Tanrı’nın yasasına sahip olmayan değil de Mesih’in yasası altında olan biri olarak, yasa’ya sahip olmayanları kazanmak için yasa’ya sahip değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri kazanmak için güçsüzlerle güçsüz oldum. Ne yapıp ne edip bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum” (Gündüz, 2006: 49).

Uygun siyâsal ve sosyal koşulların değerlendirilmesi çerçevesinde misyoner örgütleri, faaliyette bulunulacak bölgelerde halkın yaşadığı sosyal, siyasal ve ekonomik problemleri etüt ederek, bu problemlerin doğurduğu şartları kullanmak şartıyla misyonerliğe uygun ortamlar bulmaya çalıştılar. Misyonerler, her kriz bir fırsattır mantığıyla hareket ettiler. Savaşlar, karışıklıklar, kıtlıklar, deprem, sel, gibi felaketler misyonerler için en elverişli ortamların oluştuğu zamanlar oldu (Gündüz, 2006:118).

Misyonerlik temelde dini bir faaliyet olmasına rağmen kullandıkları başlıca araçlar ise okul, matbaa, kitap, hastane gibi modern ve laik kurumlardır. Misyonerler bu kurumları ekonomik, siyasal ve kültürel etki ve yayılma aracı olarak kullandılar. Misyonerler sadece vâiz, papaz, din adamı, râhip ve râhibe olarak faaliyet göstermediler. Bunların yanı sıra misyonerler amaçlarına ulaşmak için; doktor, mühendis, öğretmen, teknisyen, yardım görevlisi gibi unvanlarla misyonerlik faâliyetinde bulundular (Kocabaşoğlu, 2000: 14).
 
Misyonerlik genellikle dünyayı hristiyanlaştırma faaliyeti olarak bilinmektedir. Hristiyanlaştırma faaliyeti vardır. Ancak modern misyonerlik sömürge alanlarını genişletmek için kullanılan bir araç oldu. Misyonerlik yerli halkların güvenini kazanmak ve onları tahlil etmek için başvurulan bir yol olarak kullanıldı. Bu nedenle misyonerlik faaliyetleri genellikle insani yardımlarla, eğitim, sağlık, zirai teknolojilerle yerli halka yardımcı olmak şeklinde dünyaya yayıldı. Fakat misyonerliğin yapmak istediği şey ise kitlelerin kültürünü ve kimliğini değiştirmekti. Eskiden dünyada “üretim kölelerine” ihtiyaç vardı. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise dünyada “tüketim kölelerine” ihtiyaç duyulmaya başlandı. Çünkü üretimi makinalar daha hızlı yapmaktaydı. Misyonerlik de bu bağlamda Batı kültürünün, hayat tarzının Doğu’ya aktarılması ve Doğu toplumlarında Batı’da üretilen mallara talep oluşturulması için de kullanıldı (Özcan, 2013: 19-23).

Misyonerlerin Osmanlı Topraklarına Gelişi

a) Katolik Misyonerler

Anadolu’da faaliyet göstermeye başlayan ilk misyoner grubu, 1220 yılında İstanbul’a gelen Saint François tarikatına mensup Fransisken rahipleriydi. Daha sonra Conventuel (Konventuel) diye anılan bu rahipler, İstanbul’a gelen en eski Katolik misyonerlerdi. Bu misyonerlerin en önemli işi Ortodoks ve Katolik kiliselerini birleştirmekti. Konventuel rahipleri öğretim işiyle de meşgul oldular. Ancak bu çalışmaları sınırlı olarak Latin kiliselerinin yanında bulunan okullarda, Latin ailelerinin çocuklarını okutmaktan veya kilisede görev alacak çocukları eğitmekten ibaret kaldı. Osmanlı Devletine gelen ikinci grup Katolik misyoner grubu Dominikenler oldu. Osmanlı topraklarında faaliyete başlayan diğer bir Katolik misyoner grubu ise Cizvitlerdi. Beş kişilik bir grup halinde Osmanlı Devleti’ne gelen Cizvit misyonerleri, 18 Kasım 1583 tarihinde St. Benoit manastır ve kilisesine yerleştirildiler. Cizvitlerin yaptıkları ilk işlerden biri ise burada bir okul açmak oldu. Cizvitler, tarikatlarının 1773 yılında Papa XIV. Clement tarafından lağvedilmesine kadar, İstanbul’da Rumlar ve Ermeniler arasında 190 yıl faaliyetlerini sürdürdüler. İstanbul’a Cizvitlerden sonra gelen diğer bir misyoner grubu ise Kapusenler (Capucins)’di. 7 Temmuz 1626 tarihinde üç kişilik bir Kapusen misyoner grubu İstanbul’a geldi ve St. Georges Kilisesi’ne yerleşti. Cizvitler gibi Kapusenler de, kilise bünyesinde açtıkları bir okul ile eğitim alanında faaliyet gösterdiler. Fransa, Colbert Hükümeti zamanında bu misyonerlerin eğitim faaliyetlerinden faydalanmak istedi. Osmanlı Devleti’ndeki Fransız elçiliğine ve konsolosluklarına tercüman yetiştirmek maksadıyla Krallık Ticaret Meclisi, 18 Kasım 1669 tarihinde her üç yılda bir defa Fransa’dan Kapusenlerin İstanbul ve İzmir’deki okullarına altı dil oğlanı gönderilmesine karar verdi. 1718’de alınan kararla da Kapusenlerin İstanbul’daki okulunda on iki dil oğlanı bulunduruldu (Hülagu, 2009: 98-99).

Katolik misyonerlerin amacı doğulu hristiyanları Katoliklik etrafında birleştirmekti. Katoliklerin çalışmaları sonucu ilk Ermeni Katolik kilisesi 1742 yılında İstanbul’da açıldı. Ermenilerin Katolik yapılması Ermeni Patriğini ve Gregoryen Ermenileri rahatsız etti. Ermeniler, Osmanlı padişahından Katolik mezhebinin Ermeniler arasında yayılmasının önlenmesini istediler. Bu nedenle; 1721, 1722, 1741 yıllarında fermanlar çıkarılarak Ermenilerin Fransız kiliselerine gitmeleri yasaklandı. 1759 yılında padişah Katolikleri Galata’da toplayarak faaliyet alanlarını daralttı ve Ermeni Katolik kilisesinin faaliyet alanını İstanbul olarak sınırlandırdı (Kocabaş, 2006: 80-82).
 
Katolik misyonerler, özellikle Fransa ve İtalya tarafından hem madden hem de manen desteklendiler. Kapitülasyonların verdiği imkânlardan da yararlanan misyonerlerin faaliyetleri sonucu 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı topraklarındaki Katolik propagandası gittikçe artmaya başladı. Bundan sonra dil kursları, hastaneler, dispanserler, yetimhaneler, yayınevleri çok amaçlı yardım teşkilatları ve özellikle okullar ile Osmanlı toplum hayatının hemen her safhasında görülen Katolik misyoner faaliyetleri artarak devam etti (Taş, 2006: 13).

Osmanlı topraklarına gelen Katolik misyonerlerin büyük bir kısmı Fransa güdümündeydiler. Özellikle de Osmanlı-Fransız ilişkilerinin erken başlaması ve iki ülke arasındaki antlaşmalar Fransız destekli Katolik misyonerlere birçok imkan sağladı.

19. yüzyılda dünyanın değişik yerlerinde Fransa destekli 50 adet Katolik tarikatı faaliyet göstermekteydi. Bu 50 tarikatın 35’den fazlasının mensubu olan misyoner rahip veya rahibeler ise Osmanlı topraklarında değişik tarih ve yerlerde faaliyette bulundular (Mutlu, 2005:138).

Misyonerlerin Osmanlı topraklarında geniş bir faaliyet sahası bulmalarının en önemli nedeni misyonerlerin mensubu oldukları devletlerin maddi ve siyasi desteklerine sahip olmaları ve bu devletlere tanınan kapitülasyonlardan olabildiğince istifade etmeleriydi. Kapitülasyonlardaki din ve eğitim serbestîlerini kendilerine göre yorumlayarak genişleten misyonerler Osmanlı topraklarında rahat bir çalışma ortamı buldular (Aydın, 2008: 26).

Osmanlı topraklarında misyonerler o kadar rahat hareket ediyorlardı ki bir Cizvit misyoneri olan Emile Longrad, Osmanlı Devletinin yönetimi altındaki milletlere tanıdığı dini serbestlik için şunları söylemişti:“Gönül isterdi ki Katolikler, Osmanlı Padişahının ülkesinde olduğu gibi İngiltere ve Hollanda’da da rahat ve serbest olsunlar” (Öney,2010: 65).

Fransa kendi ülkesinde Cizvitlerin faaliyetlerini yasakladı ancak onların yurt dışındaki faaliyetleri için bu tarikatların okullarına para yardımında bulundu. Fransa destekli Katolikler Anadolu’da Protestanlarla da mücadele ettiler (Keiser, 2005: 439).

Voltaire, Cizvit misyonerleri için şunları söylemişti: “Efendimiz, insanları daha iyi yiyebilmek için koyun kılığına giren ejderhaların hikayesini herhalde bilirler. İşte onlar da böyledir, dünyaya bunlar kadar tehlikeli ejderha ne gelmiştir, ne de gelecektir” (Tozlu,1991: 15).

b) Protestan Misyonerler

Osmanlı Devletinde faaliyet gösteren ikinci grup misyonerler Protestanlardır. Anadolu’ya ilk gelen Protestan misyonerler Levi Parsons ve Pliny Fisk adlı Amerikan Misyonerlerdi. Bunlar 1820 yılında İzmir’e geldiler. Protestan misyonerlerin faaliyetlerinde en büyük desteği İngiltere ve ABD sağladı. İngiliz ve Amerikalı Protestan misyonerler Anadolu’da misyonerlik faaliyetlerini birlikte sürdürdüler. Osmanlı topraklarında Protestan misyonerlerin yürüttüğü faaliyetler daha çok siyasî yönleriyle gündeme geldi. Protestan misyonerlerin faaliyetlerinin, kendilerini destekleyen güçler olan Amerika ve İngiltere’nin gerçekleştirmek istediği gayeler ve siyasi amaçlar olduğu görüldü (Akyul, 2007: 30; Tozlu, 1991: 30-32).

Protestan misyonerler 1870’li yıllardan itibaren İngiltere, Amerika ve Almanya’nın siyasi başarıları üzerinde yükselecek olan güçlü bir Protestanlığın hayalini kurdular. Kendi başarılarını bu bağlı bulundukları devletlerin başarılarıyla özdeşleştirdiler (Keiser, 2005: 26).


 
Protestan misyonerler Osmanlı topraklarında daha sonra faaliyete başlamalarına rağmen adından en çok söz ettiren misyoner grubu oldu. Protestanlar, açtıkları okullar, hastaneler ve kiliselerle Osmanlı topraklarındaki azınlıkların dünya görüşünü de değiştirdiler. Özellikle de 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında meydana gelen Ermeni isyanlarında önemli bir rol oynadılar. Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren Protestan misyonerlerin büyük bir kısmı ise Amerikan Board adlı misyoner örgütü tarafından istihdam edildi.

Amerikalı Protestan misyonerler eğitim ve sağlık hizmetlerini de kullanarak Katolik misyonerleri geride bıraktılar. Daha çok şehir ve kasabalara yayılan Amerikalı misyonerler özellikle de Gregoryen Ermeniler arasında faaliyetlerinin yoğunlaştırdılar. Misyonerlerin Ermeni Gregoryenler arasında başarılı olmasının iki temel nedeni vardı: Birincisi; Ermeni patrikhanesi yüksek zeka sahibi Ermenilerin eğitim ihtiyacını karşılıyamıyordu. İkincisi ise; Ermeni Patrikhanesi zenginlik ve güç yönünden giderek zayıflıyordu (Aya, 2008: 58-60).

American Board (ABCFM) Adlı Misyoner Örgütü

American Board of Commissioners for Foreign Missions adlı misyoner örgütü kısaca BOARD veya ABCFM olarak bilinmekteydi. Amerika’daki en büyük misyoner örgütlerindendi. Kalvinci geleneği temsil eden Puritan akımın üç temsilcisinden biri olan Congregationalistlerce 1810 yılında Amerika’nın Boston eyaletinde kuruldu. ABCFM 1868 yılında ABD’deki 16 Protestan misyoner örgütten biri olmasına rağmen tek başına bu örgütlerin toplam harcamalarının % 30’unu yaptı ve yine bu örgütlere ait misyonerlerin %30’unu istihdam etti (Kocabaşoğlu, 2000: 13).

ABCFM’nin mali kaynağı ABD’deki Protestan kiliseleri tarafından yapılan bağışlardı. Örneğin; 1821 yılında ABCFM’nin toplam yıllık bütçesi olan 81019 dolar, 2300 kişi tarafından bağışlanan ve miktarı 37 cent’le 2000 dolar arasında değişen ayni ve nakdi yardımlardan oluşmuştu (Kocabaşoğlu, 2000: 15–16, 46).

Board misyonerleri, Avrupa ve Amerika’ya yaptıkları gezilerde kiliselerdeki ayinlere katılarak misyonerlik çalışmaları için para topluyorlardı. Mesela, Antep ve Maraş’taki Amerikan Kolejleri için Amerika’da “Türkiye’deki Eğitim İçin Yardım Heyeti” kuruldu ve 200.000 dolar para toplandı (Tozlu, 1991: 108).

Amerikan Board örgütüne, ABD hükümeti tarafından da “Sivilleştirme Fonu” adı altında para aktarılmaktaydı. Bu örgüt sadece Amerikalıları Evanjelik (Protestan) yapmak için çalışmadı aynı zamanda Hindistan’da, Çin’de, Seylan’da ve Orta Doğu’da misyonlar kurarak Protestanlığın ve Amerikanın ticari faaliyetlerinin yayılması için çalıştı (Özbek, 2009: 19).

Osmanlı topraklarındaki faaliyetlerinde “Amerikan Board”, 1870 yılına kadar tek başına çalıştı, bu yıldan itibaren Board of Foreign Missions of the Presbyterian Church’le (Presbyterian Board) birlikte çalıştı. 1960 yılında United Church Board for World Ministries adlı örğütlebirleşerek bu kuruluşun ismini aldı (Akyul,2007: 52-53).
 
ABCFM örgütü 1819 yılında Osmanlı topraklarını da faaliyet göstereceği yerler arasına aldı. Amerika’nın yabancı misyon örgütü olan ABCFM üyesi misyonerler ilk önce 9 Ocak 1820 yılında İzmir’e geldiler, ardından Osmanlı Devletinde; 1823’te Kudüs’te, 1825’te Beyrut ve Suriye’de, 1828’de de İzmir’de istasyonlar açtılar. Bu istasyonlar 1830 yılında kapatıldı fakat ertesi yıllarda misyonerler yeni istasyonlar açtılar. 1830 yılında Osmanlı- ABD ticaret antlaşması imzalandı (Şimşir, 2005: 17; Mazıcı, 2005: 19–20).

Anadolu’ya ilk gelen Amerikan Board misyonerlerinden Eli Smith ve H.G. Dwight; Anadolu, Ermenistan ve Kuzey batı İran’ı incelemek üzere tam 16 ay süren 3 bin millik bir geziden sonra hazırladıkları raporlar ile daha sonraki yıllarda birçok misyonerin bu bölgelerde yapacakları çalışmalara öncülük ettiler. İki Amerikan misyoneri daha sonra İstanbul’a gelerek Kirkor Peştemalciyan’ın müdürlüğünü yaptığı 300 öğrenci kapasitesi bulunan bir Ermeni cemaati okulunda incelemelerde bulundular (Kılıç, 2009: 66). H.G. Dwight ve Eli Smith adlı bu iki Misyoner araştırmalarını ve izlenimlerini Researches In Armenia adlı kitapta topladılar (Öney, 2010: 64; Grabil, 1971: 53-56).

Anadolu’da 1836 yılında 41 misyoner görev yaparken 1836–1844 arasında 54 misyonerin daha görevlendirilmesiyle bu sayı 95’e yükseldi. Anadolu’daki Amerikalı misyonerlerin sayısı 1875’te 137’ye, 1890’da 177’ye 1913’te 209’a yükseldi. 1896 yılında Anadoludaki Amerikalı misyoner sayısı 176 iken bunlara yardımcı olarak çalışan yerli misyoner yardımcılarının sayısı ise 869’du (Günay, 2008:110; Gürün, 2010: 63).

1896 yılına gelindiğinde dünyâdaki Protestan misyoner örgütlerinin sayısı 150’lileri, çalışan misyoner sayısı 11574’ü bulmaktaydı ve bunlar tarafından 15 milyon dolara yakın harcama yapılmaktaydı. Amerikan misyoner örgütleri bu rakamların %30–35 ini karşılıyordu. ABCFM, Amerikan misyoner örgütlerinin en başta gelenlerindendi (Kocabaşoğlu, 2000: 15–16).

1870 yılına gelindiğinde ise Amerikan Board of Commissioners for Foreign missions adlı misyoner örgütünün dünya genelinde eğitim alanında sürdürdüğü çalışmaların, sahip olduğu Ruhban okullarının %25’i; yatılı kız okullarının %45’i ve ilkokulların %44’ü Anadolu’daydı (Hülagu, 2009: 107).

1900 yılı itibariyle Amerikan Board örgütü, Anadolu ve Avrupa’daki Türk topraklarında 21 istasyon kurdu ve buralarda 162 misyoner, 900 den fazla yerli yardımcı çalıştırdı. 36 adet yatılı okul ve lise de 2700 kız ve erkek öğrenci, 398 olan ilkokul da 15000 öğrenci, 4 adet Protestan Ruhban okulunda 28 öğrenci bulunmaktaydı. 1900 yılı boyunca Board bu faaliyetleri için 200.000 dolara yakın para harcadı (Denovo, 1963: 9).

20. yüzyıl başlarında ABCFM örgütü Anadolu’da 145 misyoner ve 800 yerli personel çalıştırıyordu. Bunlar hastane, okul ve kiliseler işletiyordu. Ayrıca Amerikalı Protestan Presbiteryan kilisesi, Methodist Episcopal, Baptist kilisesi gibi kuruluşlar da vardı. Amerikalılar 1915 yılında Osmanlı ülkesindeki hastane, okul ve kilise olarak 40 milyon dolarlık bir yatırıma sahipti. Buralarda 1914 yılında 450 Amerikalı 4500 de Osmanlı vatandaşı çalışmaktaydı (Aya, 2008: 60- 61).

Protestan misyoner örgütleri içerisinde Osmanlı Devleti’nde en fazla faaliyet gösteren misyoner örgütü olan ABCFM; katı bir örgütsel hiyerarşiye sahipti. Her misyonda seçimle işbaşına gelen aşağıdaki görevliler bulunurdu. Bunlar:

Sekreter: Misyonun yönetiminden sorumlu kişi

Veznedar: Misyonun parasal işlerinden sorumlu kişi

Müfettişler: İç denetimi sağlayan kişiler.

Mütevellîler: Misyoner okullarının her türlü yönetiminden sorumlu ve genellikle Amerikalılar arasından seçilen kişiler. Yerli Hristiyanlar da ilerleyen yıllarda artan oranda mütevellî heyetlerine girdiler.

Misyonlar; kendi aralarında istasyonlara ayrılmaktaydı ve ayrıca; köyler ve kasabalarda misyonerler adına faaliyet gösteren yerli misyonerler de uç istasyonlar veya dış istasyonlar olarak faaliyet göstermekteydiler (Kocabaşoğlu, 2000: 43).

Önce eğitim, yayın ve tıbbi faaliyetlerle, fazla dikkat çekmeden kendilerine yer edinmeye başlayan misyonerler, daha sonra esas görevlerini yerine getirmeye başladılar. Bu misyonerliğe özgü bir tavırdı. Böylece ilk başlarda fazla tepki görmezler ve faaliyet yürüttükleri cemaatler arasında ileri aşamalarda tepki oluşurdu. Türk-Amerikan resmi ilişkileri başlayana kadar daha temkinli hareket eden Amerikalı misyonerler, 1830’dan sonra Anadolu’nun iç kısımlarına yayılmaya başladılar. İlk yıllarda dil öğrenerek, tercüme yaparak, basın yayın faaliyetleriyle ve tetkik gezilerle fizibilite çalışmaları yaptılar ve uygun gördükleri yerlere misyonerleri gönderdiler. Misyonerlerin faaliyetlerinden ilk rahatsız olan ve tepki gösteren Ermeni Patrikliği olmasına rağmen, birçok Ermeni de misyonerlerin çalışmalarına yardımcı oldu. Ermeni Patriği, Ermenileri Protestanlaştırmaları yüzünden, misyonerlerin yanında çalışan veya onlara yardımcı olan cemaat üyelerini cezalandırarak, bazılarını İstanbul dışına sürmeye başladı. Patrik, bu girişimleriyle adeta farkında olmadan misyonerlerin çalışma sahalarını genişletmelerine yardımcı oldu. Sürülen bu Ermeniler, sürüldükleri yerlerde Protestanlık faaliyetlerine devam ettiler (Doğanay, 2009: 19).

1830 yılında imzalanan Türk-Amerikan ticaret antlaşması, 15 Kasım 1847’de Osmanlı Devleti’ndeki Protestanların ayrı bir dini cemaat olarak kabul edilmesi ve 1857 yılında da ABD Başkanının temsilcisinin isteği üzerine, Müslümanlıktan Hristiyanlığa dönenlerin ölüm cezasına çarptırılmasının kaldırılması misyonerlerin Türkiye’deki çalışmalarını kolaylaştırdı. Misyoner örgütünün dünyâda gerek insan yönünden gerekse parasal yönden en çok para harcadığı ülke Türkiye olmasına rağmen misyonerlerin asıl hedefi Türkler olmadı. Asıl hedef Türkiye’de yaşayan Hristiyanlar oldu. ABCFM; Türkiye’deki maksatlarının dînî olduğunu söylemelerine rağmen, ilgilerini toplumsal ve siyasi sorunlara yönelttiler ve bu yönde çalışmalar yaptılar. 1817–18 yılları arasında Türkiye de faaliyet gösteren 2 misyoner ajanlık yaptıkları için tutuklandı (Mazıcı, 2005: 19-21, 31).

Önceleri Türkiye’deki Müslümanları, Protestanlaştırmak için faaliyet gösteren misyonerler bunda başarı sağlayamayınca, Rum, Ermeni ve Yahudi gibi azınlıklara yöneldiler. Rumlar ve Yahudiler arasında da istedikleri alakayı bulamadılar. Bu nedenle Amerikan Board misyonerleri 1831 yılında hedef kitle olarak yozlaştığını iddia ettikleri doğudaki kiliseleri seçtiler. Bu amaç doğrultusunda Board misyonerleri 1848 yılında Antep’te, 1852 yılında Adana’nın Ceyhan Kazasında, 1854 yılında Maraş ve 1859 yılında ise Tarsus şubelerini açtı (Grabill, 1971: 8-15).

ABCFM, Osmanlı topraklarındaki kiliseleri, özellikle Ermenileri örgütlemeyi hedeflediler. 1834 yılında Londra’da basılan “Missionary Researchers in Armenia” adlı eserde şu sonuca ulaşılmıştı: “Müslüman kitle Protestanlaştırılamaz ama düşman topraklarında bulunan Hıristiyanlar üzerinde çalışarak düşmanın kalbine girebiliriz” (Fendoğlu, 2002: 3).

1820–1893 yılları arasında Amerikan Board Örgütü, Osmanlı Devleti’nde 3 milyonu İncil olmak üzere 10 milyon adet dini kitap dağıttı; 550 misyoner gönderdi ve 10 milyon dolar harcadı. Buna karşılık çoğu Ermeni 60000 kişiyi Protestanlaştırdı. Örgüt başkanı Smith; Türkiye’nin hemen hemen bütün şehir ve köylerine eriştiklerini belirtmekteydi (Küçükoğlu, 2005: 97).

Misyonerlerin amacı Türk-Amerika ilişkilerini geliştirmek değildi. Asıl amaç Ermeni ve diğer azınlıkların ülkedeki çıkarlarını gözetmekti. Osmanlı toplumunu dini ve etnik gruplara ayırarak Ermeni ve Asurîler başta olmak üzere Hristiyanları destekleyerek faaliyet gösterdikleri bölgelerde halk arasında ulusçuluk hareketlerini desteklemekti (Mazıcı, 2005: 23–25).

Amerikan Board’ın Sekreteri James Barton, Ermenilerin misyonerlik faaliyetlerindeki konumu için şu ifadeyi kullandı: bunlar misyonerlik işinin Osmanlı topraklarında yürütülmesinin en üst seviyede hem aracı hem de nedeni oldular. Barton, ayrıca ülkedeki misyoner merkezlerinin çogunun Ermeni ırkı için kurulduğunu da vurgulamaktaydı (Barton, 2010: 49, 119).

Misyonerler ve Ermenilerin çıkarları örtüşmekteydi. Misyonerler ve dolayısıyla Amerika ticari ve siyasi nüfuz sağlarken Ermeniler de Amerikan Board adlı örgütün açtığı okullarda ulusal bilinç ve kendi kaderlerini tayin etme özlemleri doğrultusunda eğitim almaktaydılar. Okullarda Ermeniler milli devlet kurmak için gerekli olan beyin gücünü elde etmekteydiler. Misyonerler verdikleri desteklerle Ermenilerde oluşan Ermeni devleti fikrini hayal olmaktan çıkarmaya çalıştılar. Board örgütüne bağlı okullarda Ermeni tarihi ve kültürü üzerine dersler verilerek bağımsızlık duyguları uyandırılmaya çalışıldı. Ermenilere ulusal bilinç aşılanması sonucu Ermeni milliyetçiliği uyandırıldı. Okullar sayesinde Ermeniler arasında entellektüeller yetişmesi sağlandı. Ermeni isyanı safhasında okullarda yetiştirilen ihtilalcı Ermenilere silah yapımı dahi öğretildi (Dingeç, 2009: 39-40).

Osmanlı topraklarında Amerikalı misyonerlerin yayılmasında ve faaliyetlerinde din dışı kuruluşlar dini kuruluşlardan daha fazlaydı. Osmanlı topraklarında yaşayan etnik gruplar üzerinde Protestan misyonerler dinsel açıdan çok başarılı olamadılar. Çünkü çok az kişi Protestan oldu. Bunun üzerine Amerikalı misyonerler okul ve hastane kurarak dinsel alanın dışında faaliyetlerini yoğunlaştırdılar ve bu şekilde sayılarını artırdılar (Mazıcı, 2005: 125–126).

Amerikan Board örgütünün Ermenilere yönelik faaliyetleri çok yönlüydü. Bu örgütün eğitim ve yayın faaliyetleri sonucu Ermeniler liberal fikirlerle tanıştılar. Bu durumsa Ermeniler arasında milli bilinci yükseltti. Board örgütüne bağlı misyonerler Anadolu’da meydana gelen olaylarda yarı siyasi kimlikleriyle Ermenileri himaye ettiler. Bu olayları Amerika kamuoyuna tek taraflı olarak aktardılar ve Amerikan kamuoyunda zalim Türk, mazlum Ermeni imajının oluşmasına neden oldular (Turan, 2009: 407).

Anadolu’daki isyanlara katılan Ermenilerin birçoğu eğitimliydi. Bu durum, Osmanlı yöneticilerinde Amerikan Board misyonerlerine ve okullarına yönelik olarak oluşan ve bu kurumların Ermeni isyanının sorumlusu ve aktörü oldukları yönündeki düşüncelerin güçlenmesine neden oldu (Rank, 2009: 84).
Birinci Dünya Savaşı başladığı sırada Amerikan Board örgütünün Türkiye’de 151 Amerikalı misyonerle birlikte 1200 yerli yardımcı çalışanı bulunmaktaydı. Bunların yanı sıra 9’un üzerinde hastane, 8 kolej, 46 lise, 25000 öğrencinin bulunduğu 369 ilk ve ortaokulla beraber 137 organize edilmiş yerli kilise bulunmaktaydı. Ancak savaş başladıktan ve Amerika savaşa girdikten sonra bu sayı azaldı. Savaşın sonunda Anadolu’da sadece 36 misyoner ile 200 yerli yardımcı çalışan kaldı (Denovo, 1963: 96).
Savaş sırasında birçok okul ve kilise kapandı. Savaş sonrasında Haçin ve Tarsus’ta birer kadın misyoner kaldı. Maraş, Antep, Adana istasyonlarında ise ikişer ve daha fazla misyoner kaldı. Savaş öncesine göre Türkiye’deki Amerikalı misyoner sayısı % 76 oranında azaldı. Savaştan sonra ise Board örgütü misyonerleri tekrar eski görev yerlerine dönmeye başladılar (Turan, 2002: 34-35).
Cumhuriyetin ilanından sonra uzun tartışmaların ardından 11 Eylül 1924 tarihinde yapılan Board yönetim kurulu toplantısından yeni Türkiye’de kalma kararı çıktı. Bununla beraber Yunanistan, Suriye ve Kafkaslar gibi yerlere göçen Anadolu kökenli gayrimüslimlere ise göçtükleri yerlerde hizmet verme kararı aldılar. Misyonerler doğrudan din propagandası yapmadan da şahsi ilişkilerle kafalara hristiyanlık tohumunun atılabileceğini ve eğitim yönüne ağırlık vererek misyonlarını sürdüreceklerini kararlaştırdılar. 1924 yılında Board’ın eğitim sekreteri olan White şu hususlara dikkat çekti: 1.) Türkiye’de Hristiyanlaştırma artık misyonerlerin işi olmamalıdır. 2.)Misyon, Hristiyan karakterini ancak kendi hayat tarzları, okullar ve hastanelerdeki şahsi ilişkilerle sürdürebilir. 3.) Misyonerlik hedefleri istikametinde uzun vadeli planlar yapılmalı ve bu çerçevede Türkiye ve Orta Doğu ülkelerine Hristiyanlığı felsefi olarak tanıtıp yerleştirecek bilim adamları ve eğitimciler gönderilmelidir (Turan, 2002: 39). (Birinci bölümün sonu)


Dr. Mustafa ÇABUK


Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi – SASAM
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum