MİLLİ KÜLTÜR, MİLLİ SEFERBERLİK
Türklüğe karşı kurulan ve uluslararası sistemi besleyen millilik adı atında faaliyet gösteren değirmenlere su taşımaya devam mı edeceğiz yoksa yalnız da olsak yolumuzda devam mı edeceğiz? Cevabını vereceğimiz en zor soru budur...
20 Ağustos 2024 - 10:17
MİLLİ KÜLTÜR, MİLLİ SEFERBERLİK
Dünyanın kasveti karşısında ne kadar çaresiziz!
İnsanlardan, kelimelerden, rüzgâr, yağmur ve bütün canlılardan medet umuyoruz!
Azgın, boz bulanık sulara karışmak için ne kadar da can atıyoruz! Uçuruma, ateşe ve yok oluşa doğru ne kadar istekli naralar atarak yürüyoruz!
Ve ne kadar çığlık atsak da duyuramayacağımızı bilsek de çaresizce kalemden, düşünceden, satırlardan medet umuyoruz!
Yaşadığımız hayatı anlamanın en kolay yolu yaşanmış hayatları anlamaktan geçiyor. Bu düşünceyi benimseyenlerin ortak görüşü yaşadıkları süreçte meydana gelen olayların değerlendirmesini sağlıklı yapmalarıdır. Tarihten, yaşanmışlıklardan ders almak böyle bir şey olsa gerekir.
Türkler kadar tarihten az ders çıkaran başka bir millet var mıdır tartışmak gerekir!
Ülkemizde yaşanan siyasal ve toplumsal olayların arka planında özellikle 19. yüzyılda Osmanlının son döneminde görülen siyasal ve toplumsal olayların etkilerini görmek mümkündür. Ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel hareketlerde günümüzde karşımıza çıkan olay ve düşüncelerin Osmanlı son döneminde tohumları atılmış, filizlenen bu tohumlar Cumhuriyet sonrası devam etmektedir.
Ulusal ve uluslararası sorunların alt yapısını araştırırken özellikle Tanzimat sonrası başlayan süreci iyi etüt etmemiz ve bakış açımızı bu minval üzerine oturtmamız gerekir. Günübirlik, genel geçer düşünce ve siyasi hareketlerin tarihi derinlikleri olmadan referans kaynağı oluşturmayacağı gerçeğinden hareketle ulusal doku ve uluslararası reel politik gerçekleri kavramak için öncelikle son iki yüzyılın iyi tahlil edilmesi elzemdir.
Milli belleğimizi oluşturan bilinç ve bilinçaltı reflekslerimiz halen yaşanan ve geçmişten getirilen şeklinde devam ederler. Günümüz milli bilinci, siyasi ve sosyolojik birikimlerimiz geçmişten gelen bir sürecin ürünüdürler. Bu sürecin kaybolması ve toplumun reflekslerini kaybetmesi durumunda sıkıntıların hat safhaya varması içten değildir. Öyle ki, zaman zaman ortaya çıkan ve tarihi süreç içerisinde kendisinden sıkça söz ettiren milli kırılmalar bu sürecin, hafıza kaybının yaşandığını göstermektedir.
Günümüzde yaşanan ve yaklaşık iki asra yayılabilecek bu hafıza kaybının bir sonucudur ki halen yaşanmakta olan sıkıntılar olarak karşımızda durmakta, bizleri çaresiz bırakmaktadır.
Milli bilince yönelik bazen yetersiz ve cılız da olsa gazeteler, kanaat önderleri, akademisyenler, radyo- TV’ler, aydınlar, sosyal medya ve de iz ’an sahibi çevrelerin ortaya koymaya çalıştığı sessiz tepkiler hafıza kaybımızı geri getirmeye yetmemektedir. Bu tehlikeli gidiş milli bir meseledir. Milli varlığımızla yeniden varoluş mücadelesi vermek için topyekûn seferberlik gerekir.
Sesleri cılız da çıksa milli bilinci güçlendirme yanlısı çevreler toplumun kültürel değerlerini savunduğunu iddia eden başka bazı çevreler tarafından sıra dışı olarak gösterilmekte, dışlanabilmekte, “ötekileştirilerek” insanımızın hafıza kaybı katmerleştirilmek istenmektedir.
Kangrene dönüşen hafıza kaybına uğramış insanların reflekslerini harekete geçirmek çoğu zaman on yıllarla ifade edilebilecek zamanda mümkün olabilmektedir. Bu uzun ve yorucu geçen eğitim süreci millilikten arındırılmış ancak milliymiş gibi bir sürece evrilerek uluslararası sürece hizmet eder hale gelebilmektedir!
Şayet millilik görünümlü ancak millilikten uzak bir sürece girildiyse -ki Türkiye ve Türk devletlerinin içinden geçmekte olduğu en büyük tehlike budur- o zaman yandı külüm keten helva mı demeliyiz?
Türklüğe karşı kurulan ve uluslararası sistemi besleyen millilik adı atında faaliyet gösteren değirmenlere su taşımaya devam mı edeceğiz yoksa yalnız da olsak yolumuzda devam mı edeceğiz? Cevabını vereceğimiz en zor soru budur. ..İlk taşı günahsız olanlar atsın!
Dünyanın kasveti karşısında ne kadar çaresiziz!
İnsanlardan, kelimelerden, rüzgâr, yağmur ve bütün canlılardan medet umuyoruz!
Azgın, boz bulanık sulara karışmak için ne kadar da can atıyoruz! Uçuruma, ateşe ve yok oluşa doğru ne kadar istekli naralar atarak yürüyoruz!
Ve ne kadar çığlık atsak da duyuramayacağımızı bilsek de çaresizce kalemden, düşünceden, satırlardan medet umuyoruz!
Yaşadığımız hayatı anlamanın en kolay yolu yaşanmış hayatları anlamaktan geçiyor. Bu düşünceyi benimseyenlerin ortak görüşü yaşadıkları süreçte meydana gelen olayların değerlendirmesini sağlıklı yapmalarıdır. Tarihten, yaşanmışlıklardan ders almak böyle bir şey olsa gerekir.
Türkler kadar tarihten az ders çıkaran başka bir millet var mıdır tartışmak gerekir!
Ülkemizde yaşanan siyasal ve toplumsal olayların arka planında özellikle 19. yüzyılda Osmanlının son döneminde görülen siyasal ve toplumsal olayların etkilerini görmek mümkündür. Ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel hareketlerde günümüzde karşımıza çıkan olay ve düşüncelerin Osmanlı son döneminde tohumları atılmış, filizlenen bu tohumlar Cumhuriyet sonrası devam etmektedir.
Ulusal ve uluslararası sorunların alt yapısını araştırırken özellikle Tanzimat sonrası başlayan süreci iyi etüt etmemiz ve bakış açımızı bu minval üzerine oturtmamız gerekir. Günübirlik, genel geçer düşünce ve siyasi hareketlerin tarihi derinlikleri olmadan referans kaynağı oluşturmayacağı gerçeğinden hareketle ulusal doku ve uluslararası reel politik gerçekleri kavramak için öncelikle son iki yüzyılın iyi tahlil edilmesi elzemdir.
Milli belleğimizi oluşturan bilinç ve bilinçaltı reflekslerimiz halen yaşanan ve geçmişten getirilen şeklinde devam ederler. Günümüz milli bilinci, siyasi ve sosyolojik birikimlerimiz geçmişten gelen bir sürecin ürünüdürler. Bu sürecin kaybolması ve toplumun reflekslerini kaybetmesi durumunda sıkıntıların hat safhaya varması içten değildir. Öyle ki, zaman zaman ortaya çıkan ve tarihi süreç içerisinde kendisinden sıkça söz ettiren milli kırılmalar bu sürecin, hafıza kaybının yaşandığını göstermektedir.
Günümüzde yaşanan ve yaklaşık iki asra yayılabilecek bu hafıza kaybının bir sonucudur ki halen yaşanmakta olan sıkıntılar olarak karşımızda durmakta, bizleri çaresiz bırakmaktadır.
Milli bilince yönelik bazen yetersiz ve cılız da olsa gazeteler, kanaat önderleri, akademisyenler, radyo- TV’ler, aydınlar, sosyal medya ve de iz ’an sahibi çevrelerin ortaya koymaya çalıştığı sessiz tepkiler hafıza kaybımızı geri getirmeye yetmemektedir. Bu tehlikeli gidiş milli bir meseledir. Milli varlığımızla yeniden varoluş mücadelesi vermek için topyekûn seferberlik gerekir.
Sesleri cılız da çıksa milli bilinci güçlendirme yanlısı çevreler toplumun kültürel değerlerini savunduğunu iddia eden başka bazı çevreler tarafından sıra dışı olarak gösterilmekte, dışlanabilmekte, “ötekileştirilerek” insanımızın hafıza kaybı katmerleştirilmek istenmektedir.
Kangrene dönüşen hafıza kaybına uğramış insanların reflekslerini harekete geçirmek çoğu zaman on yıllarla ifade edilebilecek zamanda mümkün olabilmektedir. Bu uzun ve yorucu geçen eğitim süreci millilikten arındırılmış ancak milliymiş gibi bir sürece evrilerek uluslararası sürece hizmet eder hale gelebilmektedir!
Şayet millilik görünümlü ancak millilikten uzak bir sürece girildiyse -ki Türkiye ve Türk devletlerinin içinden geçmekte olduğu en büyük tehlike budur- o zaman yandı külüm keten helva mı demeliyiz?
Türklüğe karşı kurulan ve uluslararası sistemi besleyen millilik adı atında faaliyet gösteren değirmenlere su taşımaya devam mı edeceğiz yoksa yalnız da olsak yolumuzda devam mı edeceğiz? Cevabını vereceğimiz en zor soru budur. ..İlk taşı günahsız olanlar atsın!
FACEBOOK YORUMLAR