Mem û zin, bize ne anlatıyor? - Ali Rıza Özdemir

Mem û zin, bize ne anlatıyor? - Ali Rıza Özdemir
21 Eylül 2020 - 21:44 - Güncelleme: 22 Eylül 2020 - 08:08

GİRİŞ

Ahmed-i Hani tarafından yazılan “Mem û Zin” adlı mesnevi, günümüze kadar çok konuşulmuş, özellikle son dönemlerde artan tartışmalara bağlı olarak Mem û Zin’in Kürtlerin ve Türklerin ortak değerlerinden biri olduğuna vurgu yapılmıştır. Devlet adamından[i] siyasetçisine,[ii] akademisyeninden[iii] köşe yazarına[iv] kadar birçok çevre, hâlen Mem û Zin’e ve onun müellifi Ahmed-i Hani’ye methiyeler düzmektedir. Bugün Türkiye’de Ahmed-i Hani’nin önemli bir itibarı vardır. Mesela, Cizre’de bir ortaokul, Doğubayazıt ve Van’da birer Anadolu Lisesi, Tatvan’da bir lise, Doğubayazıt’ta bir yüksekokul, Diyarbakır ve Doğubayazıt’ta birer cami Ahmed-i Hani’nin adını taşımaktadır. Oysa Ahmed-i Hani’nin kaleme aldığı söz konusu mesnevi, içerik ve şekil bakımından yeterince incelenmemiş, bütün özellikleri bilim insanlarınca tespit ve deşifre edilmemiştir. Dolayısıyla Ahmed-i Hani’nin gerçek kişiliği ve fikirleri kitlelere duyurulmamıştır.

Bu çalışma, “ortak değer” temelinde Mem û Zin mesnevisinde Türklerin ve Kürtlerin nasıl konumlandırıldığını araştırmaktadır. Acaba Mem û Zin’de Türklerin ve Kürtlerin konumu nedir? Mem û Zin’in yazarının, Kürtlere ve Türklere bakışı nasıldır? İçeriğine bakarak Mem û Zin için Türklerin ve Kürtlerin ortak değeri olduğunu söyleyebilir miyiz?

Çalışmada önce “ortak değer” kavramı hakkında alanyazın incelenmiş, Ahmed-i Hani’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verilmiş, Mem û Zin ile ilgili temel bilgiler açıklanmıştır. Son olarak Mem û Zin adlı mesnevinin içeriği, ortak değer kavramı etrafında incelenmiştir.

 ORTAK DEĞER

Değer kavramı, kutsallığı olan ve kutsallık atfedilen unsurları ifade etmek için kullanılır. Kutsallığı olan, dolayısıyla sahip olunduğu takdirde kendini yücelten; kendine bir ayrıcalık ve erdem kazandıran unsurlara değer denir[v]. Başka ifadelerle değer; bir kişi veya topluluk tarafından kabul edilen, benimsenen, sevilen ve bazı ritüeller ile pratiğe dökülebilen maddi ve manevi unsurların birini veya bunların tamamını ifade etmektedir.

Değerler; ahlâkî, dinî, estetik, ekonomik, ilmî, siyasal, sosyal vb. olabilir. Ancak bu değerlerin alanı, diğerlerinden kesin çizgilerle ayrılmaz; çoğu kere alanları kesişir[vi]; hatta üst üste biner. Değerler, tavır ve hareketlerin genel yöneticileri olarak görülmüştür.[vii]

Ortak değer, denildiği zaman birden fazla özne için değer teşkil eden unsurlar anlaşılmalıdır. Bu özne, birden fazla kişi olabileceği gibi birden fazla topluluk da olabilir. Ortak değerler, insanları veya insan topluluklarını aynı duygu ve düşünce dünyasına, aynı ruh iklimine taşır. Mesela Kurban veya Ramazan Bayramları, bütün İslam topluluklarının birer ortak değeridir. Nevruz (Ergenekon) ve Hıdırellez, Türk dünyası için benzer bir anlam taşımaktadır. Yine dilek ağacı, Türk toplulukları dışında komşu halklar tarafından da ortak bir değeri temsil etmektedir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insanlığın ortak değerleri arasında sayılabilir. Kişiler üzerinden örnekler vermek gerekirse; Hz. İbrahim Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlar için; İslam peygamberi Hz. Muhammed, sadece Müslümanlar için; Kaşgarlı Mahmut ve Divan’ı Türkler için; Firdevsî ve Şehname Farslar için birer ortak değerdir.

Türklerle Kürtler arasındaki ortak değerlere gelince bunlar sayılamayacak kadar fazladır ve ortak kökenler, Ortadoğu coğrafyasındaki bin yıllık birliktelik, iç içe yaşamışlık sayısız ortak değerin üretilmesini sağlamıştır[viii]. Ortak değerlerimizin çok olması elbette, bunlara yenilerinin eklenmemesi anlamına gelmemektedir. Ancak bir değerin ortak olması için birden fazla özne için kutsallığı, en azından önemi olmalıdır.

 AHMED-İ HANİ VE MEN Û ZİN

Ahmed-i Hâni 1650-51 yılında Doğubayazıt’ta doğmuş ve yine 1707 yılında Doğubayazıt’ta ölmüş bir edebîyatçıdır. Soyu, esas olarak Hakkâri’nin Çukurca ilçesine bağlı Hana Sêgundan köyüne ulaşır. Babası Rüstem bu köyde doğmuş, oğlu Ahmed’in doğumundan ancak birkaç yıl önce Doğubayazıt’a yerleşmiştir.[ix] Hakkâri’deki köyüne izafeten Hanî sonadını kullanmıştır.

Hayatının tamamını Doğubayazıt’ta müderrislik ve saray kâtipliği yaparak geçiren Hanî’nin iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Bilinen ilk Kürtçe edebîyat ürünü, onun tarafından kaleme alınmıştır.

Yaşadığı yörede eren-veli olarak kabul edilmiş, eski Türkmen geleneklerine uyularak ona Hani Baba lakabı verilmiştir. Bu lakap, bugün de yöre halkı tarafından bilinmekte, türbesi İshak Paşa Sarayı’nın yakınında bulunmaktadır.

Ahmed-i Hani’nin en meşhur eseri, çalışmamıza konu olan Mem û Zin adlı mesnevisidir. 1690 yılında yazmaya başladığı bu mesneviyi 5 yıl sonra 1695’te tamamlamıştır. 60 bölümden oluşan bu mesnevi,[x] toplam 2662 beyittir.

Mem û Zin’in yazmaları sadece şahsi kütüphanelerde vardır, resmî kütüphanelere ise işlenmemiştir[xi]. Ahmed-i Hani’nin elyazması olan orijinal yazma ise henüz tespit edilememiştir. M. Van Bruinessen, bu eserin bugünkü hâlinde bazı şüpheler taşımaktadır. Çünkü ona göre bu eserin yazıcıların elinde ne kadar değiştirildiğini bilmiyoruz[xii].

Mem û Zin ilk defa 1919 yılında Müküslü Hamza tarafından Arap harfleri ile İstanbul’da basılmıştır. Türkiye’de ikinci baskı ise Mehmet Emin Bozaslan tarafından Türkçe tercümesi ve bazı eksikliklerle ancak 1968 yılında yapılabilmiştir[xiii].

Konu olarak Ahmed-i Hani’nin eserinin özgün olmadığı anlaşılmıştır. Yapılan tetkikler sonrasında mesnevi tarzında kaleme alınan bu eserin Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha gibi Türk-Fars ve Arap kültürünün ortak temasından esinlenerek yazıldığı tespit edilmiştir. Mem û Zin, Cizre beylerinden Emir Abdal’ın oğlu Emir Zeyneddin zamanında (854 Hicri/1451 Miladi) Mem ve Zin arasındaki aşk hikâyesini konu edinir. Nâmık Açıkgöz’e göre Mem û Zin adlı mesnevi, “nazım türü ve şekli, kurgulanış ve konuyu ele alış biçimiyle ayrıca içerik olarak klasik Şark edebîyatının eserlerinin ortak özelliğini taşıyan, çift kahramanlı bir aşk hikâyesi”dir.[xiv]

Önemli derecede taraftar bulan bir görüşe göre ise Ahmed-i Hani; kökeni milat öncesine inen Türk destanı Memi Alan Destanından faydalanarak Mem û Zin adlı manzum bir eseri yazmıştır[xv]. 1730 yılında ise bu destanı, Azeri şivesi ile Ahmet Faik, Azerbaycan Türkleri arasında rivayetleri derleyerek Mem o Zin adıyla kitaplaştırmıştır. Yine A. Çay’a göre, Mem û Zin, Doğu Anadolu ve Kafkasya’da Türk halkları arasında yaşayan Memi Alan adlı hikâyenin yeni bir yorumudur[xvi]. Özetle, Mem û Zin adlı mesnevinin, Kürtçe[xvii] yazılması dışında bir özgünlüğü yoktur.

Mem û Zin dışında Ahmed-i Hani, Nûbehara Biçûkan,[xviii] Eqîdeya Îmanê,[xix] Eqîdeya Îslamê[xx] ve Fî Beyanî Erkanî Îslam[xxi] isimli kitapların da yazarıdır.

MEN Û ZİN'DE KÜRÇE VE DİĞER DİLLER

Mem û Zin mesnevisi, Kürt kimliği üzerine bina edilmiştir ve mesnevide genel olarak Kürt kimliği yansıtılmıştır. Mesnevide etnik kimliğe özellikle güçlü vurgular yapılmıştır. Mem û Zin, yazıldığı dönemdeki Kürt kültürüne önemli derecede ışık tutmakta, bu yönüyle önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır. Ancak Ahmed-i Hani, Kürt kimliğine sahip çıkarken diğer halklarla kıyaslar yapmakta ve onları aşağılamaktadır; onun temel yanlışı da buradan tezahür etmektedir.

Öncelikle Ahmed-i Hani bu mesneviyi, Kürtçenin yeterliliğini ispat etmek için yazmıştır. Mesnevinin VI. bölümü, “Kitabı bu dil ile yazma sebebi, bilgi sanatı ile cehalet utancını bir tutan bu devrin insanlarından ve devrandan yakınma hakkındadır.”[xxii] Ahmed-i Hani, bu bölümde şöyle demektedir:

“Hanî kemalsizliğin kemale ermesinden dolayı,
Kelam meydanını boş buldu.

Yani kabiliyetinden ve ehliyetinden değil,
Belki asabiyet ve aşiretperverlikten.

Kısacası, inattan ya da çaresizlikten,
Alışılmışın tersine, bu bidati işledi.

Temiz olanı bir yana bırakıp tortuyu içti
Yani bir inci gibi olan Kürt dilini,

Bir düzene ve intizama soktu;
Böylece halk için cefayı çekti.

Ta ki el âlem demesin ki Kürtler,
Bilgisizdir, köksüzdür, temelsizdirler.

Çeşitli milletler kitap sahibidirler,
Sadece Kürtler nasipsizdirler.

Nazar ehli demesin ki “Kürtler,
Aşkı amaç edinmemiştir. (…)”[xxiii]

“Bu meyve taze olmasa bile,
Kürtçedir, bu kadarı yeter.”[xxiv]

Ahmed-i Hani devamla Kürtçe şiirler yazdığı iddia edilen Melayê Ciziri, Ali Hariri ve Feqiyê Tayran’a övgüler düzmektedir:

“Ben o zaman manzum sözlerin bayrağını,
Dünya göğünde dalgalandırırdım.

Geri getirirdim Melayê Ciziri’nin ruhunu,
Ve diriltirdim onunla Ali Hariri’yi.

Öyle bir sevinç verirdim ki Feqiyê Tayran’a,
Ebedîyete kadar kalırdı hayran.”[xxv]

Görüldüğü üzere Ahmed-i Hani, Kürtçe şiirler yazdığı iddia edilen Melayê Ciziri, Ali Hariri ve Feqiyê Tayran’a övgüler düzmekte[xxvi] ve bu zihin coğrafyasında İranlı şairler Cami ve Nizami’ye hizmetkârlık ve seyislik payesi bile düşmemektedir. Ahmed-i Hani devamla şöyle demektedir:

“Kimse Cami’yi atlarına bile seyis etmez
Kimse Nizami’yi hizmetkârı bile etmez.”[xxvii]

Ortak değer, başka halkları ve onların değerlerini aşağılar ve itibarsızlaştırmaya çalışır mı? Edebîyat sahasında dünya çapında haklı üne sahip olan Cami ve Nizami’ye hizmetkârlık ve seyislik payesi bile düşürmemek, buna karşın Kürtçe yazdığı için Melayê Ciziri, Ali Hariri ve Feqiyê Tayran’a övgüler düzmek Ahmed-i Hani’nin ortak değer olması konusunda soru işaretlerini güçlendirmektedir.

MEM Û ZİN'DE KÜRTLER VE TÜRKLER

“Kürt Aşiretlerinin Övgüleri ile Yiğitlik ve Gayretlerinin Beyanı, Onların Talihsizlikleri ile Tembellikleri ve Bunca Cömertlik ve Hamiyetlerinin İşareti Hakkındadır” başlıklı bölümde Ahmed-i Hani, Kürtler hakkında bazı yakınmalar fakat daha çok övgü dolu cümleler kurmaktadır. Müellifin Kürtleri ve vasıflarını övmesi gayet doğaldır; ancak doğal olmayan bu övgüleri düzerken diğer halklarla sürekli kıyaslar yapması ve diğer halkları ve onların değerlerini aşağılamasıdır.

Ahmed-i Hani, Kürtlerden yakınmaktadır; bu yakınmaların temel nedeni, Kürtlerin bağımsız ve güçlü bir devlet kuramamaları ve diğer halkları kendilerine köle ve hizmetçi edememeleridir. Ahmed-i Hani Kürtlerin övgü dolu niteliklerine rağmen neden bir devlet kuramadıklarını sorgulamaktadır:

“(…)

İkbal bizim için müyesser olacak mı bilmem.

Talihsizliğimiz işte kemale erdi;
Acep talihsizliğimizin sona ermesi mümkün mü?”[xxviii]

“Bahtımız bize yar olsun
Bir defalık, uykudan uyanır olsun.

Bizden de cihanın sığınağı bir padişah çıksın
Yani bizde de bir padişah olarak peyda oluversin.”[xxix]

“Bizim de paramız sikkeyle basılır
Bu kadar rağbetsiz ve şüpheli kalmazdı.”[xxx]

“Eğer padişahımız olsaydı,
Allah ona bir külah layık görseydi,

Onun için bir taht tayin edilseydi
Bizim de bahtımız açılırdı.[xxxi]

“Ben Allah’ın hikmetine şaşıp kaldım
Kürtler dünya devletinde, talihinde…

Acaba hangi yüzden mahrum kalmışlardır?
Hepsi niçin mahkûm olmuşlardır?”[xxxii]

Ahmed-i Hani, bu yakınmaların yanında Kürtlerin faziletlerini sıralamaktadır:

 

“Her bir beyi Hatem cömertliğinde
Her bir eri, Rüstem kahramanlığındadır.

Bak, Arabistan’dan Gürcistan’a kadar
Kürtlüktür; burç ve kale gibi olmuş.”[xxxiii]

“Yiğitlik, himmet ve cömertlik,
Beylik hamiyet ve kahramanlık

Kürt kabileleri için mühürlenip onaylanmıştır
Onlar kılıç, himmet ve adaletle bilinirler

Cesaretten hamiyetli olduğu kadar
Minnet etmekten de nefret ederler.

Bu hamiyet ve yüksek himmettir ki,
Minnet yükünü çekmelerine engel oldu.”[xxxiv]

Kürtçe bilen ya da Kürtçe ile ilgilenen herkes çok iyi bilir ki, Kürtçede Rûm/Rom, “Türk” demektir. Sözde Kürtçe sözlüklerde de Rûm/Rom, Türk olarak geçmektedir.[xxxv] Ahmed-i Hani, eserinde Türklerden ve Farslardan şikâyet etmektedir. Bazen Rum (orijinal metinde Rûm) dediği Türkler ile bazen Tacik ve Acem dediği Farslar, Ahmed-i Hani’ye göre Kürtlere galip gelmiştir:

“Bu Rumlar üzerimize galip olmazdı
Baykuş elinde harap olmazdık

Mahkûm, zavallı ve mazlum,
Türk’e ve Tacik’e bağımlı ve mağlup olmazdık.

Ama Allah ezelden bizi böyle yaptı,
Bu Rum ve Acem’i bizim üzerimize saldı.

Gerçi o kavimlere bağlı olmak ayıptır
Ama bu Kürt meşhurlarının ayıbıdır.”[xxxvi]

“Bu Rumlarla Acemler, onlarla hisar olmuş,
Kürtlerin hepsi dört bir yanda…

Her iki taraf da Kürt kabilelerini,
Kaza oklarına hedef tahtası yapmışlardır.”[xxxvii]

“O Rum deryası ve Tacik denizi,
Ne kadar dalgalanıp hareket etse,

“Kürtler kana bulanır,
Onları birbirinden berzah gibi ayırır.’’[xxxviii]

Ahmed-i Hani bütün bunlardan sonra Kürtlerin diğer halkların nasıl köle veya hizmetçi yapılacağını da açıklamaktadır:

 

“Eğer bizim bir ittifakımız olsaydı;
Birbirimize bağlansaydık,

Rum, Arap, Acemlerin tamamı
Hepsi bizim kölemiz olurdu.”[xxxix]

Bu mısralar, başka bir çeviride şöyle verilmiştir:

“Rom, Acem ve Arapların hepsi
Bize hizmetçilik ederdi onların hepsi”[xl]

Metnin aslında ise bu mısralar şu şekilde geçmektedir:

“Rûm û ‘Ereb û ‘Ecem temamî
Hem’yan ji me ra dikir xulamî”[xli]

 Açıkgöz tarafından “köle”, Bozaslan tarafından “hizmetçi” olarak çevrilen “xulam” (gulam) kelimesi, Osmanlıcada ise “kul, köle, esir, kölemen”[xlii] Kürtçede “köle, erkek hizmetçi, uşak” anlamlarına gelmektedir.[xliii]

Ahmed-i Hani, bunu bir temenni veya hayal olarak bırakmak niyetinde de değildir. O, diğer halkları Mem û Zin hikâyesinin kahramanlarından olan Arap kökenli Kürt Beyi Emir Zeyneddin’in emrine vermektedir:

 “Dedi ki: Eski zamanlarda bir padişah
Çıktı, hükümdarlığında üstün olarak;

 Çeşitli milletler ona itaat etmiş ve bağlanmıştı.
Soyu Arap ama kendisi Kürtlerin beyi idi.

 Tahtı Cizre’deydi onun, bahtı da mutlu,
Makamı yüceydi onun, talihi güçlü.

 Rumlar, Araplar ve Acemler emrindeydi
“Botan beyi” olarak ün salmıştı.”[xliv]

 Soru şudur: Bir topluluğu efendi, diğerini köle yapmaya azmetmiş bir zihniyet ve bunların açıkça yazıldığı bir mesnevi, Türklerin ve Kürtlerin ortak değeri olabilir mi? Ayrılıkçılığı da aşarak ırkçılığa varan ifadeler kullanan Ahmed-i Hani, kölelik ve hizmetçilik payesi biçtiği Türklerin nasıl değeri olabilir?

 

MEM Û ZİN'DE TÜRKLERE VE DİĞER MİLLETLERE AİT DEĞERLER

Ahmed-i Hani, Kürtler hakkında övgü dolu sözler ederken devamlı diğer halklarla kıyaslamalar yapmış ve onların değerlerini aşağılamıştır. Mesela Kürtlerin beyi Emir Zeyneddin’i överken onu İran’ın meşhur kahramanı Rüstem’le karşılaştırmaktadır:

 “Hatem onun cömertliğine muhtaçtı,
Rüstem onun yiğitliği karşısında mağlup olurdu.”[xlv]

“Her bir beyi Hatem cömertliğinde
Her bir eri, Rüstem kahramanlığındadır.”[xlvi]

Görüldüğü üzere Farslar, tek bir Rüstem çıkarabilirken Kürtlerin her bir eri Rüstem kahramanlığındadır ve Rüstem, Emir Zeyneddin’in yiğitliği karşısında mağlup olmaktadır.

İlerleyen bölümlerde Botan beyi, hikâyenin erkek kahramanları Tacdin ve Mem’i överken şunları söylemektedir:

 “Bey dedi ki: Hiç değişir miyim, ey yıldızı düşük!

Tacdin ve Mem’i Kayser’in tahtına?

 

Cenk ve savaş olduğu gün,

Tacdin ve Mem, eder iki yüz Kızılbaş.

(…)

Hakan kimdir? Fağfur’u ne yapayım ben?

Tacdin ve Mem’i dünyanın çeyreğine değişmem”[xlvii]

 

Ahmed-i Hani, hikâyenin kadın kahramanları Sıti ve Zin’i sayfalar boyunca uzun uzadıya överken hikâyenin kötü kahramanı Bekir’in ağzından şunları söylemektedir:

 

 “Dedi: Mem’in sevdiğini görmüşüm ben

Dudakları benekli bir Arap kızıdır.

 

Baştan ayağa kadar katran gibi siyahtır.

Bey’in onu istemesine layık değildir.”[xlviii]

 

SONUÇ VE ÖNERİLER

Ahmed-i Hani’nin Mem û Zin adlı mesnevisinde Kürtler ve vasıfları övülmüş; Türklerle birlikte komşu halklar (Arap ve Fars) ve onlara ait değerler aşağılanmış ve küçümsenmiştir. Elbette Kürtlerin ve vasıflarının övülmesinde bir yanlışlık yoktur; yanlış olan bunu yaparken diğer halklarla kıyasa gidilmesi ve diğer halkların aşağılanmasıdır. Mem û Zin, bir bütün olarak bakıldığında Kürtçülük ve ayrılıkçılık fikri üzerine bina edilmiş; Türkler ve Farslara düşmanlık üzerine kurgulanmış; hatta metinde ırkçılığa varan ifadeler kullanılmıştır. Mesnevide Türklere, Farslara ve hatta Araplara karşı düşmanca bir dil benimsenmiş, bu halklarla ilgili tek bir olumlu cümle kurulmamıştır. Bu nedenlerden dolayı, Mem û Zin mesnevisinin ve bu mesnevinin müellifi Ahmed-i Hani’nin Türklerin ve Kürtlerin ortak değeri olamayacağı kanaatine varılmıştır.

Bu bağlamda ülkemizde;

  • Ahmed-i Hani’nin ırkçı/ayrılıkçı yönü deşifre edilerek verilen itibar geri alınmalı,
  • Ahmed-i Hani’nin adı resmî kurumlardan kaldırılmalı,
  • Ahmed-i Hani’nin eserlerinin devlet eliyle basımı durdurulmalı, [xlix]
  • Ahmed-i Hani adına devlet eliyle düzenlenen etkinliklere son verilmelidir.

Ahmed-i Hani ve Mem û Zin, bilim insanlarının dikkatini yeterince çekmemiştir. Ülkemizde konu hakkında birkaç makale hariç, hiçbir bilimsel çalışma yapılmamıştır. Bilim insanları Ahmed-i Hani ve Mem û Zin hakkında detaylı çalışmalara girerek bu kapalı alanı aydınlatmalıdır.

Kaynaklar

Abdulhalûk M. Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, (2008).

Ahmet Faik, Mem O Zin (Haz.: Sırrı Dadaşbilge), İstanbul, (1969).

Ali Rıza Özdemir, 101 Soruda Kürtler, Altınpost Yayınları, Ankara, (2012).

Bahaeddin Ögel-Hakkı Dursun Yıldız-M. Fahrettin Kırzıoğlu-Mehmet Eröz-Bayram Kodaman-Abdulhalûk M. Çay, Türk Millî Bütünlüğü İçersinde Doğu Anadolu, Boğaziçi Yayınları, Ankara, (1992).

  1. İzoli, Ferheng, Deng Yayınları, İstanbul, (2000).

Ehmedê Xanî, Mem û Zin, (Haz.: Nâmık Açıkgöz), T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara (2012).

Ehmedê Xanî, Mem û Zin, Çev.: Mehmet Emin Bozarslan, Deng Yayınları, İstanbul, (2010).

Ehmedê Xanî, Mem û Zin, Haz.: Mehmet Emin Bozarslan, Gün Yayınları, İstanbul, (1968).

Erol Güngör, Ahlâk Psikolojisi Ve Sosyal Ahlâk, Ötüken Yayınları, İstanbul, (1995).

Ferhad Şakeli, Mem û Zin’de Kürt Millîyetçiliği, Doz Basım-Yayın, İstanbul. (1996).

İsmail Parlatır, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Yargı Yayınevi (2006).

Kenan Ziya Taş, Güneydoğu ve Diyarbakır, Berikan Yayınları, Ankara, (2009).

Namık Açıkgöz, “Ahmed-i Hânî’nin Mem û Zin Adlı Mesnevisi ve Klasik Edebîyattaki Yeri”, Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul, S.67, (1990), s.127-138.

Namık Açıkgöz, “Mem-i Alan Üzerine Bir Deneme”, Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul, S.82, (1993), s.209-216.

Uysal, Enver, “Değerler Üzerine Bazı Düşünceler ve Bir Erdem Tasnifi Denemesi: İnsanî Erdemler–İslâmî Erdemler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C: 12, S. 1, (2003), s. 51-69.

Sulhi Dönmezer, Toplumbilimi, Beta Basın Yayım, İstanbul (1994).

Yılmaz Arı-Abdullah Soykan, “Kazdağı Millî Parkı’nda Kültürel Ekoloji ve Doğa Koruma”, Türk Coğrafya Dergisi, S: 44, (2006), s. 11-32.

DİPÇE: Türk Tarih Kurumu tarafından “Tarihte Türkler ve Kürtler Uluslararası Sempozyumu” başlığı altında 09-10 Ocak 2014 tarihlerinde Ankara’da düzenlenen sempozyumda bildiri olarak sunulmuştur.

 [i] Mesela Kültür eski Bakanı Ertuğrul Günay, Mem û Zin adlı mesnevinin Kültür Bakanlığı Yayınlarından çıkarılmasına ön ayak olmuş, bu bağlamda “Uğurlu olsun, birliğimize, barışımıza, kardeşliğimize vesile olsun.” temennisinde bulunmuştur. Bkz.: “Bakanlıktan Kürtçe Yazılmış İlk Kitap”, Hürriyet, 03/12/2010.

Ayrıca Doğubayazıt İlçe Emniyet Müdürlüğü, 15 Nisan 2013 tarihinde Ahmed-i Hani Futbol Turnuvası düzenlemiş ve bu turnuvaya futbol teknik direktörü Ertuğrul Sağlam da katılmıştır.

http: //www.ebrulihaber.com/spor/ertugrul-saglam-ahmedi-hani-futbol-turnuvasina-katildi-h63975.html

[ii] Mesela CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Fırat'ın doğusu da, batısı da bizim. Berivan da bizim, Hakan da bizim. Rojin de bizim Agop da bizim. Ferhat ile Şirin de bizim, Mem-u Zin de bizim." demiştir. Bkz.: http: //bianet.org/bianet/siyaset/126696-kilicdaroglu-yenilik-ve-ozgurluk-dedi-kurt-demedi.

[iii] Mesela 2010 yılının 20 Haziran’ında “Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Doğu Bayazıt İshakpaşa Sarayı’nda ‘Büyük Âlim, Düşünür ve Mutasavvıf Ahmed-i Hani’yi Anma Programı’ isimli bir etkinlik düzenledi. TBMM Başkanı Köksal Toptan bu etkinliğe katıldı. Rektör İlhami Aslan ve Ağrı Valisi Mehmet Çetin birer açılış konuşması yaptı. Ardından, Kilis 7 Aralık Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Osman Türker’in oturum başkanlığı yaptığı panele; Dicle ve Van 100.Yıl Üniversitelerinden öğretim üyeleri ile Doğubayazıt İlçe Müftüsü katıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı ise, öğlen Ahmed-i Hani ruhuna mevlit okuttu.” Atılgan Bayar, “Kürt Ahmed-i Hani kimin serveti”, Akşam, 10 Ağustos 2009

[iv] Mesela Atılgan Bayar, bir köşe yazısında Mem û Zin’i kastederek Kürt kimliğinden çekindiğimiz için, medeniyetimizin bu ortak değerini uzun zaman görmezden geldik.” demiştir. Bkz. Atılgan Bayar, a.g.m., Akşam, 10 Ağustos 2009

[v] Enver Uysal, “Değerler Üzerine Bazı Düşünceler ve Bir Erdem Tasnifi Denemesi: İnsanî Erdemler–İslâmî Erdemler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C: 12, S. 1, (2003), s.52.

[vi] Erol Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, Ötüken Yayınları, İstanbul, (1995), s.42.

[vii] Sulhi Dönmezer, Toplumbilimi, Beta Basın Yayım, İstanbul (1994), s. 234

[viii] Ali Rıza Özdemir, 101 Soruda Kürtler, Altınpost Yayınları, Ankara, (2012), s.143-172

[ix] Ehmedê Xanî, Mem û Zin, (Haz.: Nâmık Açıkgöz), T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, (2012), s.VIII

[x] Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.VIII.

[xi] Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.VIII.

[xii] Abdulhalûk Çay- M. Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, (2008), s.174.

[xiii] Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.VII.

[xiv]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.VI; Açıkgöz bu kaydı düştüğü yerin iki sayfa öncesinde Mem û Zin’in, “… kurgu olarak başka kültürlerden etkilenmediğini” ve bu yönü ile “özgün bir nitelik” arz ettiğini söylemektedir.

[xv] Ehmedê Xanî, Mem û Zin, Haz.: Mehmet Emin Bozaslan, Gün Yayınları, İstanbul, (1968), s.11; Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.VI; Bahaeddin Öğel-Hakkı Dursun Yıldız-M. Fahrettin Kırzıoğlu-Mehmet Eröz-Bayram Kodaman-Abdulhalûk M. Çay, Türk Millî Bütünlüğü İçersinde Doğu AnadoluBoğaziçi Yayınları, Ankara, (1992), s.100

[xvi]ÇAY, a.g.e., s.174

[xvii]Ahmed-i Hani, kitabında bazen Kürt bazen de Kurmanç adını kullanmıştır. Bu bakımdan “Kürt” ve “Kurmanç” kimlikleri Ahmed-i Hani’de eşitlenmiştir. Açıkgöz, Kurmanç ismini bütün metin boyunca Kürt olarak çevirmiştir. Bu makalede de iki isim, aynı anlamda kullanılmıştır.

[xviii]Çocuklar için yazılmış Arapça-Kürtçe küçük bir sözlüktür.

[xix]İman'ın Esasları

[xx]İslam’ın Esasları

[xxi]İslam'ın Temellerinin Açıklaması

[xxii]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.22

[xxiii]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.22

[xxiv]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.30

[xxv]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.23

[xxvi]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.23

[xxvii]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.24

[xxviii]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.18

[xxix]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.19

[xxx]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.19

[xxxi]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.19

[xxxii]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.20

[xxxiii]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.21

[xxxiv]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.21

[xxxv] D. İzoli, Ferheng, Deng Yayınları, İstanbul, (2000), s. 363; Bu sözlükte Rom kelimesi şu şekilde açıklanmaktadır: “Rom: Halk dilinde Türk, Türk’e ait, eksere romê: Türk askeri”

[xxxvi]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.20

[xxxvii]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.21

[xxxviii]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.21

[xxxix]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.22

[xl]Xani (Bozaslan), a.g.e., s.2126-127

[xli]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.22

[xlii] İsmail Parlatır, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Yargı Yayınevi, 2006, s.524

[xliii] İzoli, a.g.e., s.451; Aynı sözlükte “xulami” kelimesi, “uşaklık, hizmetçilik, kölelik” olarak açıklanmıştır.

[xliv]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.32

[xlv]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.33

[xlvi]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.21

[xlvii]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.96

[xlviii]Xanî, (Açıkgöz), a.g.e., s.142-143

[xlix] Kaynak olarak kullanılacak metinler bunun dışında tutulmalı, kaynakların basımı da uygun kurumlarca yapılmalıdır. Mesela Kültür Bakanlığı yerine bu kitaplar Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanabilir. Kitapların yayımlanış şekli müellife itibar kazandıracak şekilde değil, bilimsel çalışmaların konusunu teşkil edecek şekilde olmalıdır.

Kaynak: https://www.veryansintv.com/kose-yazilari/ali-riza-ozdemir
 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum