M FURKAN KOCAASLAN:LÜZUMSUZ BİR HİKAYE

Eve gitmek için yola koyuldu. Ara sokakları tercih etti bilhassa. Kendini ölesiye yorgun hissediyordu. Eve gider gitmez ilk işi biraz kestirmek oldu. Başını yastığa koyar koymaz uykuya daldı.

M FURKAN KOCAASLAN:LÜZUMSUZ BİR HİKAYE
14 Eylül 2012 - 09:37

 

                                                                  LÜZUMSUZ BİR HİKAYE

Soğuk bir kış sabahı gözlerini açtığında duvar saati 07.00’ı gösteriyordu. Her zamankinden biraz daha erken uyanmıştı bu sabah.  Zor bir gece geçirmiş ve zaten pek uyuyamamıştı. Her seferinde aynı kabusları görüp duruyordu. Depresif ruh haline eşlik edercesine kötü rüyalar…

Bıkkınlıkla kalktı yataktan. Yalnızlığını paylaşan evin duvarlarına takıldı gözleri. Durdu, düşündü. Belki de niye düşündüğünü bilmeden, amaçsızca. Buruk bir gülümseme yayıldı yüzüne. Daha çok acı bir gülümseme. Evi de kendine benzettiğini düşündü. Her daim loş, kasvetli. Dışarıdan biri gelse  ve on dakika kalsa bunalırdı burada. Neyse ki öyle bir problemi yoktu bu sessizliğe gömülmüş apartman dairesinde.

Uzun boylu, haddinden fazla zayıf biriydi. Her an kırılıverecekmiş gibi ayakta duran genç biriydi. Daha doğrusu dışarıdan genç gözüken ama aslında içten içe hızlı bir şekilde yaşlanan biri. Bu yüzden Suç ve Ceza’nın kahramanı Raskolnikov’u yakın bulurdu kendine. Herhangi bir hikayesi yoktu. Varsa da önemsizdi.  Sıradan bir birey. Her gün yolda giderken gördüğünüz, sıradan hikayesi olan yüzlerce insandan sadece biri. Geçmişi yoktu, sadece bugünü vardı.

O, lüzumsuz bir hikayenin lüzumsuz bir kahramanıydı.

Kalktıktan sonra duş aldı. Ardından mutfağa yönelip bir kahve yaptı kendine. Sıkıca örtündü üstünü ve balkona çıktı. Sokağın uyanışını seyretti, bir yandan da kahvesini yudumladı. Uzaklardan bir yerden sabahın erken saatinde ekmek peşine düşmüş bir eskicinin sesi geldi kulaklarına. Yeni uyanmış kedilerin sokakta cirit atışını seyre daldı. Arabaların gürültüsü çoğalmaya başladı. Kahvaltısını bile yapmadan paldır küldür işe yetişmeye çalışan insanlar arttı sokakta. Bir gözlemci gibi pür dikkat takip etti tüm olan biteni. Seviyordu sabahları erkenden uyanıp balkonda oturmayı. Kumruların ninni gibi gelen ötüşlerini, ardından kargaların senfoniyi bozarcasına rahatsız eden seslerini dinlemeyi seviyordu. Açılan kepenklerin seslerini duydu. Sokağın bakkalı, berberi, terzisi açıyordu dükkanlarını.

Bir müddet daha oturdu öylece. Sonra kalktı, ekmek almak için bakkalın yolunu tuttu.

Ekmeğini, sigarasını alırken gözü açık duran sabah haberlerine takıldı. Yine bir cinayet vardı gündemde. Sayısız kayıp giden hayatlardan biri vardı televizyonda. İki saat sonra yine unutulacak olan cinsten. Bu şehir, kim bilir kaç hayatın sessiz sedasız, bu sokaklarda sönüşüne şahitlik etmişti.

Yine bir ceset kaldırılacaktı kaldırımdan. Faili meçhul bir cinayetin kurbanı bir ceset. Sonra morga götürülecek ve en fazla haber bültenlerinde bir dakika bahsedildikten sonra unutulup gidecekti.

Bunları düşüne düşüne eve girdi. Çay koydu kendine, ardından tek kişilik kahvaltısını hazırladı.

Demlediği çayın buharında düşüncelere daldı. Bu aralar biraz fazla dalgındı. Sürekli geçmişe takılıp duruyordu. Aklı burada değildi. Sadece aklı değil benliği de burada değildi. Kabullenmişti. Mizacı böyleydi. Hep bir hüzün, geceleri kabuslarla uyanmalarla geçiyordu günleri, geceleri.

Geceler hep gündüze dönüyordu ama ruhundaki karanlık bir türlü aydınlığa dönüşmüyordu. Aydınlığı göremiyordu. Sanki gözleri kör olmuş gibiydi. Karanlıktan fazlası yoktu yüreğinde.

Silkindi, kendine gelmeye çalıştı. Çay bardağını doldurdu yeniden, demliğin buharına karıştı yüzü.

Daldı yeniden düşüncelere. Neden böyle olduğunu soruyordu kendine. Cevap alamıyordu. Hep bir ağırlık taşıyordu içinde. O ağırlıkla uyuyor, o ağırlıkla yaşıyordu. İçinden çıkarıp atamadığı cinsten bir ağırlık.

Ağır ağır doğruldu, masayı toplamaya başladı. Dışarı çıkmak istedi. Biraz nefes alabilmek…

Montunu giydi, sıkıca sarıldı. Ardından dışarıya adımını attı. Nereye gideceği hakkında bir fikri yoktu. Ne yapacağı hakkında da. Amaçsızca dolaşmaya başladı yeni uyanmaya başlayan şehirde.

Artık sustu düşünceleri, şimdi sadece şehir konuşuyordu. O, sadece şehri dinliyordu.

Yolda karşılaştığı insanlara baktı. Yüzlerine baktı. Şehir hayatının karmaşasıyla bunalmış, kendi gerçekliğinden kopup hayatın onları yönlendirdiği gerçekliğe kendilerini kaptırmış insanlar görüyordu.

Kimi mutsuz, kimi mutlu, kimi bıkkın, kimi uykulu, kimi heyecanlı binlerce insan. Binlerce farklı düşünce tarzı. 

Köşedeki dilenciye takıldı gözleri. Acaba o ne düşünüyordu? Onun gözünden insanlara bakmak nasıl bir duyguydu acaba?

Amaçsızca ilerlemeye devam etti. Birden aklına vapura binmek geldi. Ortalığı ısıtmaya çalışan cılız sabah güneşinin altında vapura bindi. İçeri geçip oturmak istemedi. Güvertede bir yer buldu kendine.

Sonsuza doğru uzanıyormuş gibi görünen denize baktı. Dalgalarında kaybolmak istedi. Dalgalar yutsa da bana ait olmayan benlikten kurtulsam diye düşündü. O sırada çay servisi yapan elemanın sesi böldü düşüncelerini. Bir çay aldı ve devam etti kendi düşüncelerinde boğulmaya. Her yudumda biraz daha ısındı, ısınırken de biraz daha içi eridi sanki.

Ağır ağır yükselen güneşe karşı yudumlarken çayını, maziye takıldı aklı. Çocukluğuna, silik hatıralarına gitti birden. İlginçtir, çocukken büyümek için sabırsızlanan insan, meğerse büyüdükçe çocukluğuna geri dönmek istiyormuş çaresizce. Çocukluğundaki saf masumiyeti arıyormuş insan büyüdükçe. Elinden ağır ağır kayıp giden masumiyetin değerini yıllar geçtikçe anlıyormuş.

Vapur yolculuğunun ardından bir sahafa uğradı. Binlerce, yaşanmışlıklarla dolu kitapların kokusunu içine çekmek, her birinin ayrı öyküsünün olduğu kitapları karıştırmak, en sevdiği, huzur bulduğu şeylerden biriydi. Mekandan ayrılırken birkaç kitap almayı da ihmal etmedi.

Eve gitmek için yola koyuldu. Ara sokakları tercih etti bilhassa. Kendini ölesiye yorgun hissediyordu.

Eve gider gitmez ilk işi biraz kestirmek oldu. Başını yastığa koyar koymaz uykuya daldı.

Bir rüyadaydı. Garip bir rüyadaydı. Etrafı sedir ağaçlarıyla çevrili bir yer. Nerede olduğuna dair bir fikri yoktu. Niçin orada olduğuna dair de bir fikri yoktu. Ama bu rüya bir kabus değildi. Farklıydı. İlk defa kendini huzurlu hissettiği bir rüya. Ardından birden o mekan kayboldu. Bu sefer her şey siyahtı. Yine karanlık vardı. Birden gözlerini açtı. Rüyaya bir anlam yükleyemedi.

Doğruldu ve saate baktı. Üç saat uyumuş olduğunu gördü.  Masanın üzerinden bir sigara aldı ve balkona yöneldi. Soğuk havayı içine çekti. Yaktı sigarasını. Uzaklara baktı, çok uzaklara gitti gözleri. Gördüğü rüyadaki, o kısacık huzuru bulduğu yerin nerede olduğunu düşündü. Sigarasından derin bir nefes daha çekti. Uzaklara gitti yine, özlediği uzaklara.

Sonra sildi nemli gözlerini ve lüzumsuz hayat hikayesini yaşamaya devam etti. İçinde bulunduğu anlamsız hikayenin kahramanı olmaya devam etti. 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum