KUŞ EVLERİ

KUŞ EVLERİ

KUŞ EVLERİ
30 Eylül 2011 - 21:32

Sanırdım ki insan, ‘nohut oda bakla sofa’ya tav olup dünyalık her birşeyini şükür niyazıyla Kadir Mevla’ya sunar. Sunar ki, klozet kapakları dahi altın kaplama otellerin aynasında asılı kalmış sureti, dünya tellallığı arasında kararmasın. Karnı tok sırtı pek ve de salla başı al maaşı enstrümanına gözü kapalı oh çekenlerden değilseniz sizinle bir meselemiz olduğu kesin Allah kesindir. Takdim etmeliyim ki bu ruhu bedeninde taşıyan Şarlo hayranı Reşit Güngör Kalkan nam âdemoğlu, memurîn muhakematına tabi, altıyüzelliyedilikler familyasından olup korkak bir kentsoylu asla değildir. Zira Şarlo, ‘modern times’ta üstüpüden bile sayılamayacak günlerin ağırlığı altında, fabrika çarkları arasında umutları sönen insanın robot tavrını sanayi devrimine kapılanan altın boynuz sahiplerine asıl suretinde iade etmişti. Bayım, buna inanamazsınız siz. Çarka dahil olmadıkça ev sahibi olamayacağını bilen asrî insan, faiz dünyasının renkli atmosferi arasında sunulan ‘sabit seçenek garantisi’ ile kukuletalar, konfetiler eşliğinde çarka davet edilir! Bayılırım bu seyirlik sahneye; çok bilmiş suratsız bir herifin peşi sıra yol alan evin ‘dişi kuşu’, kataloglar arasında göz zevkini tastamam ruhuna kadar zerkeder ve fakat bizim biti yakasından düşen ‘kılıbık’tan ses soluk çıkmaz!.. Çok bilmiş suratsız herif için malzeme hazır beklerken, hedef ‘dişi kuş’un dilinin altında saklı duran ‘bunu beğendim’ isimli sihirli cümlenin artık lambadan çıkmasına kalmıştır. Biti yakasından düşen ‘kılıbık’ hemcinsim için ise ‘dişi kuş’un mutluluğudur asıl kayıt altına alınması gereken. İyi, güzel; ev alınır, tokalar havada uçuşur, mutluluk fotoğrafları çektirilir, evli evine yazar kalemine… De, -her zaman de’si vardır bu işin, bilmelisin sevgili okur- o dağ gibi faiz üstüne faiz doğuran kurban olduğum kredi borcu nasıl ödenir, aman köse sakalım, hadi deyiver bana!..

Kuş yuvası kokan günlerkuş evi

Cevrine naz ettiğimiz ‘iki kapılı han’, Adem’(a.s.) den beri, silinmez bir tek izin rızasına düşürmüştür cümle başları; kırmızı panjurundan, silinmez rujundan vazgeçtik, hepi topu şöyle iki başın sığışabileceği bir yeryüzü mekânı; dört duvar, bir pencerecik… Namahremi olan sakınır elbet, sakınsın hem de billahi. Lakin arabesk ergenliğin deli sayfalarında duran Ferdi Tayfur’un icra makamı hanidir dilime bulaştı yeniden: ‘Yuvasız kuşlar gibi / Ben de kaldım yuvasız.’ Merakım mazur görüle, tevellüdü yetmişlerin başı ile ortasına denk düşenlerin avuçları bir dönem kuş yuvası kokmuş ve dahi ‘hayatları hergün kazandıkları yalnızlıklarla zenginleşmiş’ ise sözüm ruberu onlaradır. Onlar ki, zenginlik kattıkları yalnızlıklarını bir kuş yuvası görmenin, ona dokunmanın anlatılmaz gönencini modern dünyanın demode anılarına asla değişmeyenlerdir. Zira Aziz Mahmut Hüdai hazretlerinde arzular kevsere doğrudur ve ‘günler gelip geçmektedir / kuşlar gibi uçmaktadır’ hep.    

Çiniler, yazıtlar, kuş evleri...

Günlerin gelip geçtiği elhak doğrudur. Ancak kuşların uçtuğu, daha doğrusu fiili olarak değilse bile manaya nispetle uçtuklarına pek inanasım gelmez. ‘Betondan tanrılara kulluğun zırhı’ giydirilen seküler hayat, şehirleri mamur kılmakla kul hakkını komedi filmlerinde ana tema halinde biz fanilere seyrettirirken diğer canlılar figüran olarak kuş evidahi yer etmemiş dünyamızda. Buna acımalıyız. Buna acımalıyız çünkü, kuş evinin aynı zamanda düş evi olduğunu unutturan bir aymazlığın içinde sürüyor yolculuğumuz. Taşranın yüzü aydın olsun, Türk Mimarlığı’nın bugün yüzüstü bırakılan bir yanının kuş evleri veya köşkleri olduğu söylenir. Öyle ki, “tarihi yapıtlarımızın çiniler ve yazıtlardan sonra akla gelen bir süsünün de bunlar olduğu, tek kabartma süsün kuşlara iyilik etmek, sevap kazanmak için yapıldığı ifade edilir. Bu düşünce bu eserlerde açıkça belirdiği gibi, bu zarif, fakat o nispette dayanıksız bu minyatür köşkler, evcikler, bu yapılarda her şeyden önce yıpranmaktadır. Eski ahşap evlerin bütünü kuşlar için barınak halini aldığı kadar insanlarla bütün yaratıklar, adeta akraba idiler. Evlerin üst kısımlarında güvercin, serçe, kumru, leylek, alt kısımlarında ise büyükbaş veya küçükbaş hayvanlar... Bu tıpkı Süleyman Peygamber’in resimlerine bakıldığı zaman üstte ‘ervah-ı latife’nin, uçan meleklerin; altta ‘ervah-ı sakile’nin, dev ifrit ve zebanilerin göründüğü gibidir.”

Dev ifrit ve zebaniler yerinde ağırmış, biliriz ki kuşun dişisi de erkeği de makbuldür elbet. Sözü tam da bu kavşaktan kıvıracağım malumdur hâldan bilene. Kuşun ve yuvanın varlığı, irad eylediğim birkaç cümleden mürekkep olsa zil takıp oynarım ya, Osmanlı mevsiminde bu iş, dişinin yapacağı ulvi sıfatın dışında bekler olmuş. Zira yuvanın imarına memur kılınan paşaların iki dudağı arasında durmaktadır mutluluk: “Tiz, bu sarayın şimaline ve de cenubuna onar aded tayr hane kondurula!..”

Hacı leylekleri severdikkuş evi

Dünyayı imarla mükellef kılındığına inanan Sultan, yalnız insanların değil, can taşıyan her varlığın umurunu da vazife bilmiş. Bilhassa kuşların. Öyle ki, hanların, şadırvanların, hamamların, sarayların, köşklerin, camiilerin, kasırların, mescidlerin hayatla bağ kuracağına inandığı bir veya birkaç köşeciğine hayra karışsın diye kuş evleri kondurmuş. Nihavend bir özlem tadını maveradan önce merak edenler, Osmanlı mevsimine karışan estetik sadeliği bu evlerde seyre dalabilirler. Sadece bu toprağın erenleri, kızları kızanları değil, insan olmanın kahrıyla birlikte, aynı zamanda insanlığın ulvi yüceliğini insana has betimlemeler eşliğinde bu küçümen hayat bağları arasında yeniden tefekkür edebilmeyi bir ‘elkızı’nın, Lady Montagu’ın kaleminden okumak, hayatı daha bir manalı kılıyor. Türkiye Mektupları nam eserinde Montagu demekte ki: “Burada (İstanbul) masumiyetlerinden dolayı güvercinlere dindarca bir hürmet besliyorlar. Bu yüzden adetleri gün geçtikçe artıyor. Leyleklere de aynı saygı gösteriliyor. Çünkü bunların her kış Mekke’yi ziyarete gittiklerine inanıyorlar. Velhasıl bunlar Türk İmparatorluğunun en bahtiyar teb’ası. Zaten onlar da imtiyazlarını fark ettikleri için sokakta rahatça dolaşıyor, evlerin üst katlarına yuva yapıyorlar. Evlerine yuva yapılan halk kendilerini şanslı sayıyorlar. Bütün sene ne yangına ne de vebaya uğramayacaklarına inanıyorlar. Odanın penceresinde bu uğurlu yuvalardan bir tane bulunduğu için ben de bahtiyarım.”

Şarlo’nun ‘modern zamanlar’ı daha çok tüketim kültürü ile sokulduğu hayatımızda, kuşun dişisinin dahi dişlerini birer birer sökerken yuvanın tarumar olması kimin umurunda hem?!.. Kiracıların muhabbeti kavi olsun, aslanlar gibi her ayın başında ev sahibinin eline tıkır tıkır saydıkları paralar analarının ak sütü gibi helal hoş olsun. Oysa kuş evi düş evi diye başladığımız yazı, pek insicamsız bir hanede durdu ki, kirası verilmeyen evin mutluluğu mu olurmuş diye yüreğimi sızlatmakta. Demekteyim ki, insanoğlu kuş misali ise, konan göçüyor ve dahi gelen gidiyor epigrafına acizane katkımız olmalıdır ki, kuş ürkekliğince cenneti tahayyül edenler kuş beyinlilerden asla korkmamalıdırlar!..   

 

Reşit Güngör Kalkan

DUNYABİZİM.COM

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum