Kur'ân'a göre inanç, düşünce ve ifade özgürlüğü / Prof. Dr. İsmail Yakıt

Kur'ân'a göre inanç, düşünce ve ifade özgürlüğü / Prof. Dr. İsmail Yakıt
08 Mayıs 2020 - 03:59 - Güncelleme: 08 Mayıs 2020 - 04:12

İnsanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik şüphesiz akıldır. Akıl, aslında insana bir silah olarak verilmiştir. O akıl silahıyla tabiatta kendini koruyacak ve hayatını idame ettirecektir. Akıl aynı zamanda inancı tayin etme melekesidir. Çünkü insan akılla neye inanıp neye inanmayacağını bulmak zorundadır. Zaten bir şeye inanabilmesi için önce aklının onu teyit etmesi gerekir. Bunun için de düşünmek en vazgeçilmez şarttır. İnsanın gerçek kimliğini bulabilmesi ve kendi özüyle uyumlu olabilmesi için, inanç, düşünce ve bunları ifadede hür olmak zorundadır. Bu onun en doğal hakkıdır.

Charles Maurras “Mutlu olduğumuz nispette hürüz” (Maurras, C. F., 383) derken mutluluk ile hürriyet arasında bir ilişki kuruyordu. Albert Camus insanın başarısını iki kavramı bir arada bulundurabilme yeteneğine bağlıyor ve “Şayet insan, adaletle hürriyeti bir araya getirmekte başarısızsa o her şeyde başarısızdır” (Camus, C. F., 105) diyordu. Demek ki mutlulukla hürriyet, hürriyetle adalet arasında vazgeçilmez bir ilişki mevcuttur. O halde beşeriyet bu ilişkiyi her zaman kurmuş ve korumuş mudur? Bugün teknolojinin baş döndürücü bir hızla ilerlemesi bu kavramların ne kadar lehine ve ne kadar aleyhine olmuştur. Bugün insanlık teknolojiyle mutluluğu, adaleti ve hürriyeti daha iyi tesis etmekte mi, yoksa teknolojinin esiri olarak bu kavramlardan uzaklaşmakta mıdır? Georges Bernanos’un şu fikrine katılmamak elde değildir: “Teknoloji lehine kazanılmış bir dünya maalesef hürriyet lehine kaybedilmiştir” (Bernanos, C. F., 68)

Bugün “Hürriyet” kavramı genelde iki anlamda kullanılmaktadır. Birisi köleliğin zıttı, diğeri de irade serbestliği veya tercih hakkıdır. Köleliğin zıddı anlamı, esaretten kurtuluş veya bir yere veya otoriteye bağımlı yaşamamaya verilen addır. Onun için siyasi, sosyal, ekonomik ve hukukî anlamlarda kurtuluş hareketinin adıdır. (Rozentall, s. 9, Lalande, s. 558)

Bir insanın iç dünyasındaki fikirleri, kabul ve kanaatleri sözlü veya fiilî olarak dış dünyaya yansıtmasına fikir ve ifade hürriyeti denmektedir. Bu hürriyet o kişi için bir haktır. Kişi bu hakkını kullanır veya kullanmaz. Bu, ona ait bir keyfiyettir. Ancak insandaki akıl irâde ve karar yeteneğinin bir fonksiyonu olan bu hürriyet için o kişiye içten ve dıştan herhangi bir baskının olmaması gerekir. (Dağcı, s. 99)

İnanç ve fikir hürriyeti bazılarınca manevî hürriyet veya vicdan hürriyeti şeklinde ifade edilmektedir. Merhum A. F. Başgil bunu, “Kişinin benimsediği dinin veya siyasi, felsefî veya iktisadî bir doktrinin akide veya esaslarına serbestçe inanma ve bunları hiçbir korku ve endişeye düşmeksizin açıklama hakkıdır” demektedir. (Başgil, s. 58)

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin IV. maddesinde: “Hürriyet başkalarını rahatsız etmeyecek her şeyi yapabilmektir.” diye tanımlanmaktadır. Buna göre kişi, hürriyet hakkını kullanırken veya dilediği gibi davranırken başkalarına zarar vermemeli, onların da haklarını zencide etmemelidir. İşte bu özellik aynı zamanda hürriyete bir sınır tayin etme zaruretini doğurur. Hürriyeti engellemek başkadır. Ona bir sınır tayin etmek başkadır. Sınırsız bir hürriyet hakkı düşünülemeyeceği gibi, uygulanması da mümkün değildir. Zira hürriyet bir başıboşluk değildir. Hürriyet bir sorumluluktur ve o sorumluluğun kişi tarafından bilinçli kullanılmasıdır. Joseph Proudhon’un dediği gibi: “En hür insan, başıboş olan değil, kendi hemcinsleriyle en fazla irtibat halinde olan insandır.” (Proudhon, C. F ., 462).

Pierre Gaxotte: “Hürriyet başlangıç değil sondur. Hürriyet iyi düzenin, iyi yönetimin meyvesidir.” (Gaxotte, C. F., 230) derken fertle toplum, toplumla devlet arasındaki münasebeti hürriyet kavramında temerküz ettirmiştir. Nitekim kişinin temel haklarından olan inanç ve düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde, baskıcılık, kuralcılık ve aşırı gelenekçilik ön planda olur ve o nevi toplumlarda sosyal ve fikrî alanda bir gelişme kaydedilemez. Ancak hür yönetimlerin yarattığı hür ortamlarda kişinin ferdî ve hür iradesiyle tercihini kullandığı zamanki inancı ve fikirleri kendisine özgür bir kimlik kazandırabilir.

Ünlü filozof Eflatun (M. Ö. 427-347) “İnsanı içinde yaşadığı cemiyet ve devlet yapısında ele almalıdır.” derken, kişilik yapısı ve kimliğinin toplum ve devlete göre şekilleneceğini ifade etmişti. Zira ona göre baskıcı rejimlerde ve toplumlarda insanlar inanmadıkları şeylere inanıyormuş, hatta benimsemedikleri düşünceleri benimsiyormuş gibi davranırlar. Bu nevi toplumların fertlerinde çift kişilik sendromu ortaya çıkar. İkiyüzlü insanlar çoğalır. Kişiler köle ruhlu olup korkan, kendine güveni olmayan, dalkavuk bir kişilik defosu ortak kimlik haline gelir. (Aktan, s. 73). Toplumda güven bunalımı oluşur, kimsenin doğru inanç ve düşüncesi tam olarak bilinemez.

Hürriyet herkesin hakkıdır. İnsan bu hakkını dünyaya gelirken getirir. Zira İslam’da her çocuk anasından hür olarak doğar. Ancak insan doğuştan getirdiği bu hakkını hiçbir zaman kötüye kullanmamalıdır. Ayrıca kimse, bir başkasının hürriyetini yok etme gibi bir hürriyete sahip değildir. Şayet böyle bir durum ortaya çıkarsa hürriyetler kanunlarla sınırlandırılabilir. O zaman Montesquieu’nün dediği ortaya çıkar: “Hürriyet kanunların izin verdikleri şeyleri yapma hakkıdır.” (Montesquieu, C. F ., 409)

Devletler ülke insanlarının her türlü hak ve hürriyetlerini kanun güvencesi altına almak zorundadırlar. Bu itibarla yeryüzünde hiçbir devlet kendini yok etme veya parçalama hürriyetini kimseye tanımaz. Özellikle Kur’ân açısından toplumları yönetenler veya devlet, ülke fertlerinin hak ve hürriyetlerini koruma yetkisini üzerine aldığından, siyasi otoritenin yıkılmasıyla o ülke insanlarının felakete sürükleneceğini kabul ettiğin-den, sorumluluk içindedirler. Aksi takdirde kendi kuyusunu kendisi kazmış olur. Zaten hiçbir siyasi otorite bu hakkı tanımaz.

İslamiyet, aslında bir hürriyet dinidir. Müslüman hürdür ve hür olmak zorundadır. Hür olmak hem hak hem de vazifedir. Kur’ân bu hakkı ve vazifeyi bize sıkça hatırlatmaktadır.

Kur’ân her türlü fikre açıktır

Kur’ân’ın dışında yeryüzünde hiçbir dinin hiçbir kitabında şöyle bir ayet yoktur.

 “Sözü dinleyip de en güzeline uyanları müjdele. İşte Allah’ın doğru yola eriştirdikleri onlardır ve onlar akıl sahipleridir.” (Zümer, 39/18)

Sözün dinlenebilmesi için ifade edilmesi şarttır. Sözün ifade edilebilmesi için daha önce düşünce bazında ele alınması gerekir. Dolayısıyla kişi hem düşünce hem de onu ifade bakımından tam olarak hürdür. Dinleyen ise hepsini dinleyebilme ve mukayese edebilme ve sonunda da en güzelini bulup ona uyabilme konusunda tam bir hürriyete sahiptir. Bu ayetten Kur’ân’ın her türlü düşünceye açık olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu âyete göre hiçbir düşünce peşinen mahkûm edilemez. Her düşünce serbestçe ifade edilebilmelidir. Ancak bu düşüncelerin içinde en doğrusu ve en faydalı olanı tercih edilmelidir. Mensuplarını böyle bir serbestlik içinde bırakan bir Kitap, ancak Kur’ân-ı Kerim’dir. Bir diğer ayet “Sözünüzde doğru iseniz delillerinizi getiriniz.” demektedir. (Bakara 2/111, Enbiya 21/24, Neml 27/64, Kasas 28/32)

Bu ayet, müslim, gayri müslim, inançlı inançsız herkese hitap ediyor, yani ben haklıyım, ben doğruyum diyen herkes bu ayetin hitap menzili içindedir. Kişiyi inancı, düşüncesi ve ifadesinin haklılığını ispatlayacak delillerin ortaya konmasını ve tartışılmasını istemektedir. Zira Kur’ân sağlam bir kanıta dayanmayan hiçbir inancı ve düşünceyi doğru kabul etmez.

 “De ki: “Hak Rabbindendir. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin.” (Kehf 18/29)

 “Biz insana yolu gösterdik, ister şükreder, ister küfreder.” (İnsan, 76/3)

Burada anlatılmak istenen: Biz insana hangi yolun en doğru olduğunu gösterdik; insan araştırır, inceler, düşünür, sonuçta dilerse benimser ve kabul eder, dilerse inkâr da eder. Yani insan inanıp inanmama, benimseyip benimsememe konusunda muhayyerdir. Bu demektir ki Kur’ân’a göre insan inanma hürriyetine sahip olduğu kadar inanmama hürriyetine de sahiptir. Yani Kur’ân’a göre insan, bu temel konuda bile tam bir hürriyet içindedir.

Kur’ân bir hürriyetler kitabıdır. İnsanın kendine karşı, topluma karşı, Tanrı’ya karşı, tabiata karşı, diğer insanlara ve canlılara karşı her türlü hak ve hürriyetlerini tanıyan bir kitaptır. Kur’ân aynı zamanda sorgulayan bir kitaptır. İnsanı, bütün bu hak ve hürriyetler içinde sorumluluğunu bildiren ve onu her hürriyetinden dolayı da sorumlu tutan bir kitaptır. Yani inanan inancından sorumlu, inanmayan inkârından sorumlu, aklını kullanan, aklını kullanma hürriyetinden sorumlu, aklını kullanmayan da yine aklını kullanmama hürriyetinden sorumludur.

Görüldüğü gibi, Kur’ân inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünü açık bir şekilde ortaya koymaktadır. O, nâzil olduğu dönemdeki toplumların inançları ve düşüncelerini ele alıyor, onları eleştiriyor, asıl gerçeği kendisinin gösterdiğini söyleyerek alternatif inanç ve fikirler serdediyor.

Kur’ân ile alternatif inanç ve düşünceler

Kur’ân farklı ve aykırı inançları ve düşüncelerin ifadesini bizzat kendisi uyguluyor. Şöyle ki, farklı inançta ve fikirde olanlar, kendileri inançlarını ve düşüncelerini nasıl ifade ediyorlarsa onları aynen “Şöyle diyorlar, onlar şöyle inanıyor.” gibi ifadelerle tekrarlıyor hatta onların açıklamadıkları, içlerinde gizli tuttukları fikirleri bile Kur’ân açıkça “Şöyle diyorlar, şöyle düşünüyorlar.” şeklinde söyleyiveriyor. Buradan anlaşılıyor ki Kur’ân her türlü inancı ve fikri, söyleme, ifade etme hürriyetini herkes için uyguluyor.

Kur’ân sadece muarızlarının farklı ve aykırı inanç ve düşüncelerini söylemekle kalmıyor, onları eleştiriyor. “Onlara de ki, şöyle cevap ver, de.” vs. ifadelerle alternatif inanç ve düşünceyi teklif ediyor. Bunun için muhatabların muhakemesini zorluyor. Onları düşünce ve araştırma zeminine çekiyor. Doğruyu öyle bulmalarını istiyor ve hatta o şekilde hareket ederlerse o zaman Tanrı’nın tebliğ ettiği ilkenin doğruluğunu göreceklerini beyan ediyor. Bu açıdan Kur’ân doğrusuyla eğrisiyle, hak ve bâtıl oluşlarıyla inançları, fikirleri ve yolları gösteriyor. Bunlar arasında tercih etme yetkisi ve özgürlüğünü insana bırakıyor.

Kaynakça

Aktan (H.), “Kur’ân ve Sünnet Işığında Düşünce ve İnanç Öz­gürlüğü”, Uluslararası Avrupa Birliği Şurası (Tebliğ ve Müzakereler), 3-7 Mayıs 2000, II, s. 7  2-89, Anka­ra, 2000.

Başgil (A. F.), “Demokrasi Yolunda”, İstanbul, 1961.

Bernanos (G.), La France Contre les Robots, (Citations Fran­çaises (C. F.) içinde), Paris, 1977.

Camus (A.), Carnets, Gallimard, (C. F. içinde), Paris, 1977.

Dağcı (Ş.), “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması”, Ulus­lararası Avrupa Birliği Şurası (Tebliğ ve Müzake­reler), 3/7 Mayıs 2000 II, s. 96-111, Ankara, 2000.

Gaxotte (P.), Theimen et rariatious, Fayard, (C. F. içinde), Paris, 1977.

Lalande (A.), Vocabulaire Technique et critique de la Philo­sophie, P. U. F ., 17. Baskı, Paris, 1991.

Montesquieu, L’esprit des Lois, (C. F. içinde), Paris, 1977.

Maurras (C.), Au Signe de Flore, Grasset, (C. F. içinde), Paris, 1977.

Proudhon (P. J .), De la Justice dans la revolution et dans l’Eglise, (C. F. içinde), Paris, 1977.

Rozenthall (F.), The Muslim Concept of Freedom, Prior to the Nineteeth Century, Leiden, 1960.

Kaynak: https://millidusunce.com/misak/author/Ismail-Yakit/

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum