Kültür ve siyaset... - Ahmet SEVGİ

Kültür ve siyaset... - Ahmet SEVGİ
24 Ekim 2020 - 00:17

3. Millî Kültür Şûrâsı'nda konuşan Cumhurbaşkanı Sayın R. Tayyip Erdoğan şöyle dedi: "İrfandan yoksun bir kültür hamallıktan başka bir şey değildir. Aynı şekilde ahlâktan yoksun bir kültür anlayışı bizi ancak yozlaşmaya götürür." Burada anlatılmak istenen elbette doğrudur. Fakat ifade ve anlayış yanlıştır.

Öncelikle belirtelim ki irfan ve ahlâktan yoksun bir kültür olamaz. "Kültür" bizâtihi "irfan" ve "ahlâk"tan ibarettir. Söz gelimi "intihar kültürü", "hırsızlık kültürü", "cehâlet kültürü" diyemeyiz. Yani "kültür" müspeti temsil eder, menfiyi değil.

Ziya Gökalp'in "kültür" kavramını başlangıçta niye "hars" kelimesiyle karşıladığı unutulmamalıdır. Malum, "hars" toprağı sürüp ekme demektir. Bir milletin sürdüğü topraktan elde ettiği ürünlere hars (kültür) denir. Her halde kimse toprağa diken ekmez. Ekse bile gül (hars, kültür) deremez. Rüzgâr eken fırtına biçer. Fırtına ise hars (kültür) değil, hırstır.

Diğer taraftan kültür; kanunla, yönetmelikle, siyâsî talimatla vücut bulmaz. Kültür bir hava, bir atmosfer işidir. Tabiata bakın, dağların, ovaların yeşermesi, ağaçların çiçek açıp meyve vermesi nasıl havaya, güneşe, suya yani bahara/yaza bağlı ise kültür de öyledir. Hak, hukuk, merhamet, dayanışma, tevâzu, kadirşinaslık, millî şuur, dil sevgisi gibi sîne-i milleti sulayıp yeşertecek değerler aşınmışsa yani ülke hep kışı yaşıyorsa, yaza hasretse orada kültürden bahsetmek abesle iştigâl olur.

Kültürü en başta din besler. T. S. Eliot'un ifadesiyle: "Kültür, aslında herhangi bir toplumun dininin vücut bulmuş şeklidir." Hz. Peygamberimiz: "Din (Müslümanlık) güzel ahlâktan ibarettir" buyurduğuna göre kültürü İslâm ahlâkının toplumdaki tezahürleri olarak görebiliriz. Söz gelimi dün dedelerimizin, ninelerimizin dillerinden düşürmedikleri "Allahım, çok verip azdırma, az verip gezdirme" duaları, "Eğer Allah, rızkı kullarına iyice genişletip bol bol verseydi, her hâlde yeryüzünde azarlardı." (Şûrâ Sûresi: 42/27) âyetinin damıtılarak mümin gönüllerde mâkes bulmasından başka nedir? Halbuki onların okuma yazmaları bile yoktu. Aynı şekilde "Cennete gitmek istersen küllü muzurun katli vacip diyebilirsin, lakin cennet-i âlâya gitmek istersen cana kıymayacaksın" diyen rahmetli Sarı Mustafa amcam parayı bile bilmez, yolda bulduğu gazete parçalarını toplar ve bize para mı, değil mi diye gösterirdi.

Karıncayı bile incitmemek, kabı ayrı olanın tadı ayrı olur. Sık gitme komşuna kalksın ayak üstüne, sık gidersen komşuna yatır sırt üstüne (Zür gıbben tezdüd hubben=Ziyarete ara sıra git ki kıymetin artsın. Hadis-i şerif) gibi nice atasözü ve deyimlerimiz İslâm ahlâkından süzülüp gelen kültürel değerlerimiz değil midir?

Şunu da unutmayalım ki kültürün taşıyıcısı "dil"dir. Sağlam bir dil olmadan kültürel değerlerimizi nesilden nesle aktaramayız. Belki de bugün yaşadığımız kültür buhranının temelinde dil şuurunu kaybetmiş olmamız yatmaktadır. "Iskât-ı salatçı""ıskarta sanatçı" diye anlayan liberallerin, "karşı" (mukâbil) ile "karşın"ı (rağmen) birbirine karıştıran klavye mücahitlerinin ve nihayet "Câe Zeydün ve Amrun" ibaresini (bk. Muallim Nâcî: Istılâhât-ı Edebiyye, s. 258) "Cay-ı Zeyd ü Ömerü" okuyan üniversite profesörlerinin bulunduğu bir ülkede kültürün zenginleşeceğine inanmak saflık değilse ya nedir?

Sözün özü; kültür bir hava, bir atmosfer işidir. Hakkın, hukukun, dürüstlüğün hâkim olmadığı topraklarda kültür yeşermez, yeşerse bile bugünkü "dil"le onu geleceğe taşıyamayız. Mesele bu vahim noktalara ulaşmışken çözümü "kültür"le "turizm"i birbirinden ayıramayan "siyaset"ten beklemek "hümâ kuşu"ndan "devlet" ummaya benzer vesselam...

Kaynak Yeniçağ: Kültür ve siyaset... - Ahmet SEVGİ

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum