İnkılab Anlayışımızdaki Hatalar / Peyami Safa
İNKILÂB ANLAYIŞIMIZDAKİ HATALAR
İlim disiplininin dışında, keyfe göre yorumlanan kavramların başında “İnkılâb” gelir. Bu kelimeyi “inkılâb”, bilhassa “devrim” olarak kullananların kasdettikleri mâna tam bir anarşi içindedir, ilim ve mantık düzeninden mahrumdur. Kimi onu ıslahat, kimi bütün geleneklerin temelinden yıkılışı, kimi siyasî rejimin değişmesi, kimi de umumî zihniyet ve kültür değişmesi gibi anlar. Bunları birbirine karıştıranlar da az değildir.
Türk inkılâplarının tarih başlangıcı da çeşitlidir. Tanzimatı, Meşrutiyeti, Cumhuriyeti, hattâ 1950 seçimini başlangıç gösterenler vardır. Tarifi ve tarihi bu kadar belirsiz bir kavram üzerinde ne kadar fikir ve politika oyunu yapılabileceği ve yapıldığı görülüyor. Siyasî bir parti veya herhangi bir gazete yazarı, bir türlü tarif ve izah etmediği inkılâp veya devrim adına cayırtılar koparmakta, ortada belirli bir fikir, sistem, metod, düzen ve disiplin bırakmamaktadır. Bu bulanık havanın kızıl propaganda lehine en uygun telkin zeminini hazırladığı muhakkaktır. Oyunun farkında olmayan gafil devrimciler, bu ne idüğü belirsiz “devrim” mistiğinin cazibesine kapılmış gidiyorlar.
İnkılâb anlayışımıza musallat ettirilen hatalara birer birer göz attıktan sonra onun hakikî mânasını araştırabiliriz.
inkılâb, gelenek düşmanlığı değildir. — Gerçek bir sosyolog olarak, geleneği en iyi izah edenlerden biri Ziya Gökalp’imizdir. Ona göre
“An’ane (gelenek), çeşitli tarih anları birbiriyle kaynaşmış bir maziye (geçmişe), arkadan hareket ettiren bir kuvvet gibi ileriye doğru iten bir tarih cereyanına (akımına) maliktir ki daima yeni gelişmeler, yönelmeler doğurabilir.” İleri Avrupa medeniyeti geleneklerden doğmuştur. Gökalp “İngilizleri ileri götüren ana’neciliktir (gelenekçiliktir)” diyor ve bizi geri bırakan sebeplerden birinin de, canlı geleneklerimizi bir tarafa atarak her ülkeden, tarihsiz ve geleneksiz bir takım (kaideler) almamız olduğunu söylüyor. “Avrupa medeniyetinin de koca bir an’aneden doğduğunu anlamayarak onu bir takım (ilmi ve ameli) kaidelerden ibaret sanmışız. Kaideler, ister alışkanlık, ister taklit olsun yaratma ve ilerlemeden mahrumdur. Çünkü birbirinden ayrı alışkanlıklar ve taklitler hem kaynaşamazlar (imtizaç ve terekküp edemezler) hem de mazileri (geçmişleri) yoktur. Her biri bağımsız ve mutlak bir âlem olan kaideler, oturdukları yerlerde oldukları gibi kalırlar.”
İnkılâb kaidelere değil, birbiriyle tarihî bağları olan davranışlara ve geleneklere dayanır. Geriden ileriye doğru tarihî bir itişe sahiptir. Gerisi olmayan ileri yoktur.
İnkılâb taklid edilmez. — Tarihte hiç bir inkılâb ötekinin tıpkısı olmamıştır. Amerikan, İngiliz, Fransız, Rus inkılâbları birbirinin aynı değildir. Her inkılâb kendi tipini yaratır. Taklit halinde kaldıkça kitleye mal olmaz ve yaşamaz. Başta birinci ve ikinci Meşrutiyetin anayasaları ve yıllardan beri tadiline çalışılan ve birçok maddeleri tatbik olunamayan Medeni Kanun gibi tercüme mevzuatın yaşayamaması, milli ihtiyaçlara cevap vermediği içindir. Yani, tercüme inkılâb olmaz.
Hiç bir inkılâb tek adamın eseri olamaz.. — Büyük inkılâpçılarımız arasında Atatürk’ün müstesna bir yeri vardır. Fakat Türk inkılâb hareketleri Atatürk’den çok evvel başlamıştır. Hürriyet inkılâbı daha öncedir (1908), kadının resmen iş hayatına girişi daha öncedir (1905), üniversitede kız ve erkek talebenin birlikte okuması daha öncedir (1920), aydın zümrenin hayatından kaçgöçün, poligaminin görücülüğün kalkması da daha öncedir. Lâtin harfi ve şapka cereyanları da önceden vardı. Bu cereyanlardan bir kısmı Atatürk’ten önce, bir kısmı da onun zamanında kanunlaşmıştır.
Gerçek inkılâplar bir adamın değil, tarihin malıdır.
Lâiklik Batı medeniyetinin şartı ve esası değildir. — Başta İngiltere, Batı medeniyetinde ilerlemiş memleketlerden birçoğu lâik değildir. Lâikliği tenkit etmek Batı memleketlerinde, hattâ lâik olanlarında, irtica sayılmaz. Hıristiyan medeniyetinden süt emen Batı medeniyeti, hâlâ, Hıristiyan geleneklerine bağlıdır. Tarihi İsa’nın doğumundan başlatır. Papa her memlekete elçi gönderir ve Vatikan’ın Avrupa’nın manevî hayatı üzerinde tesirleri devam etmektedir.
Türkiye’de Millî Hâkimiyet 1923’de değil, 1908’de başlar. — Millî hâkimiyet icra kuvvetinin genel oya dayanması demektir. Türkiye’de serbest bir seçimle ve gerçek mânasıyle millî hâkimiyet idaresi 1908 Meşrutiyetinde kurulmuştur, icra salâhiyetleri elinden alınan saltanat, milletin kaderine hâkim olmaktano tarihte çıkmıştı. Bu millî hâkimiyet birçok tehlikeler geçirdi ve 1950’de yeniden teessüse başladı. Fakat, millî yapımıza uyma zorlukları geçirmeğe devam etmektedir.
★
înkılâb bir tekâmül hamlesidir. Ağır değil, hamleli bir tekâmüldür. Tarihsiz tekâmül olmaz. Geçmişe dayanmavan bir geleceğin temeli yoktur. Bu şartları inkâr eden bir inkılâb anlayışı, Batı medeniyetine değil, komünizme mahsustur.
Türk Düşüncesi, Haziran – Temmuz 1958
(Alıntılanan Eser: Peyami safa, Seçmeler, MEB yay. İst. 1970, s. 134)
FACEBOOK YORUMLAR