İndim Filibe yoluna
Özcan ÜNLÜ
“Şu karşıki dağda lambalar yanar /Lambanın şavkına da (Fadimem) sevgilim yazar /Ayletme beni, söyletme beni /Alçak yüksek tepede (Fadimem) bekletme beni.”
Öteden beri yanık Rumeli/Balkan türkülerini dinlerken -oyun havaları dâhil- , Evlâd-ı Fâtihan topraklarından görkemli, bir o kadar da acı dolu geri çekilişimizi hatırlarım. Bir Filibe türküsü olan ve zorunlu göçler nedeniyle ayrılan sevgililerin trajedisini anlatan “Ayletme Beni” de böylesine içli ve yaralayıcı bir türküdür.
Osmanlı, 550 yıl boyunca Balkanlar’da hüküm sürmüştür. Hatta Osmanlı aslen bir Balkan devleti sayılabilir. 1354’ten 1913’e kadar süren Balkanlar’daki Osmanlı hâkimiyeti süresince varlığını nakış nakış bu topraklara işlemiştir. Balkanlar’ın neredeyse tamamında Osmanlı izine rast gelmek mümkündür. Filibe de Osmanlı bakiyesi topraklar arasındadır.
Evliya Çelebi, Filibe’yi 16. yüzyılda ziyaret etmiş ve “Türk şehirleri içinde Filibe, imparatorluğun Avrupa’daki rânâ ve müstesna on şehrinden biridir, unutulmaya” demiştir. Seyahatnamesinin 3. cildinde dönemin Filibe’sini mimari, ticari, sosyal ve dini yönleriyle aktaran Evliya Çelebi, o tarihte, “şehirdeki 53 cami, 70 mektep, 7 dâru’l-kurra, birkaç medrese, 11 tekke, 8 hamam, 9 han, 880 dükkân ihtiva eden çarşı”yı kayda almıştır.
Filibe, Üsküp doğumlu büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın da dikkatinde olan bir Türk şehridir. Hatıralarında şöyle dile getirir izlenimlerini: “Filibe, yüz sene evveline kadar, Bursa ve Eyüp gibi iliklerine kadar Türklük sinmiş bir şehirdi. Filibe’yi görmeyi özlerdim. 1921’de görmek kısmet oldu. Sofya’dan tirene bindim. (…) Tiren durdu. Plovdiv! Plovdiv! sesi geliyor. İstasyonda bir çorbacı ve köylü kalabalığı kaynaşıyor. Rengi solmuş setre pantolonla mintan giyen ve kalıpsız fes taşıyan Türkler dolaşıyorlar. Tirenden çıktım: “Otel Mole’ye götür!” dedim. Otel Mole, Filibe’nin Perapalas’ı, altı lokanta üstü otel, odaları şöyle böyle, az çok temiz, koridorları koğuş sisteminde bir oteldi; lakin adı Filibe’ye mezcedilmiş bir addır. Sokak üstünde bir oda tuttum. Karşımda küçük bir cami vardı. İlk Osmanlı devirlerinden kalma, yekpare, metin, ferahlı bir yapı idi; o köşede tek başına Çelebi Sultan Mehmed’i hatırlatıyordu. Filibe’ye seyahat eden vatan Türklerinden son gören galiba ben oldum; çünkü İstanbul’a avdet ettikten biraz sonra, yolu genişletmek için, yıkıldığını gazetede okudum.”
Divan edebiyatımıza büyük katkılar sunan Filibeli şairlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Hatta Bulgaristan’da ilk, bütün Osmanlı şehirleri içinde ise 20’inci sıradadır.
Eski ile yeni iç içe
Günümüzde yarım milyonu aşan nüfusuyla Bulgaristan’ın ikinci büyük şehri olan Filibe, Osmanlı döneminde de nüfus yoğunluğu açısından Niğbolu’dan sonra ikinci büyük şehir idi. Bulgarlar (diğer Balkan ülkeleri gibi) Türk isimlerini, eserleriyle birlikte tarihten kazımak için büyük çaba göstermişler. Bunu Filibe’de de görmek mümkün. Eski ile yeninin birlikte korunduğu şehirde ne kadar yok edilmeye çalışılmış olsa da Türk izlerini görmek mümkün. Bulgarlar Filibe ismini hiçbir zaman benimsemedikleri için Osmanlı hâkimiyetinden sonra şehre tarihi adlarından biri olan Plovdiv’i uygun görmüşler. Aslında Filibe adı, Makedonya Kralı II. Philip (Filip)’ten gelir. M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender’in babası II. Philip tarafından kurulmuştur. Trakya seferi sırasında bölge halkı kendisine çok yardımcı olmuş. O da sefer dönüşü bir teşekkür/ödül nişanesi olarak bu şehri kurdurmuştur. İlk kurulduğu dönemde Philippoupolis (Philip’in kenti) yani Filipolis adını almış. Sonrasında ise bu isim Plovdiv’e evrilmiştir. Traklar döneminde Pulpudeva ve Evmolpiya, Roma döneminde “üç tepeli şehir” anlamında Trimantium adıyla anılan şehir Osmanlı’nın fethinden sonra Filibe olarak anılmıştır. Bugün şehirde yaşayan 20 bine yakın Türk Filibe ismini kullansa da Bulgarlar Plovdiv adını kullanmaktadır.
Filibe’ye Türk mührü
Filibe’nin Osmanlı hâkimiyetine girişi erken döneme, 1363’e tarihlenir. Lalâ Şahin Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri tarafından fethedilene kadar Bulgar, Bizans ve Haçlılar arasında birçok defa el değiştiren şehir istilalar sırasında her seferinde harabeye çevrilmiştir. Osmanlı’dan sonra istikrarı yakalayan ve bölgenin en büyük ticaret merkezlerinden biri haline gelmiş olan Filibe, iman ve iskân faaliyetleri ile öne çıkmıştır. Edirne, Bursa ne ise Filibe de klasik Osmanlı şehirleri gibi kurgulanmıştır. Medreseleri, köprüleri, camileri, bedestenleri, imaretleri ve camileri ile merkezî bir şehir haline getirilen Filibe, sadece Anadolu’dan (İzmir, Aydın, Manisa, Konya, Karaman) götürülen Yörük-Türkmen aileleri için değil bu topraklarda yaşayan Ortodoks Hristiyanlar, Ermeniler, Yahudiler, Pomaklar ve az sayıda da olan Pavlikenler için bir huzur beldesi olmuştur. Osmanlı’nın son dönemine kadar da bu özelliğini korumuştur. 1367 yılında inşa edildiği kayıtlara geçen Hüdavendigar Camii (Ulu Camii, Cuma Camii adıyla da bilinir), şehrin en tarihi eserlerinden biri olarak ziyaretçilerini beklemektedir. Sultan I. Murad tarafından yaptırıldığı belirtilen cami günümüzde, az sayıda Müslüman nüfusun bir araya geldiği, kimliklerini yaşatmaya çalıştığı bir mekân olmasının yanı sıra Bulgaristan üzerinden Avrupa’ya gitmeye çalışan mülteciler tarafından da bir sığınak olarak kullanılmakta (ya da bizim ziyaret ettiğimiz esnada karşılaştığımız manzara ve bize aktarılan bilgiler böyle idi). Filibe’yi ziyaret edenler görecektir; mimari açıdan ilk dönem Osmanlı camileri özellikleri taşıyan bu muhteşem eser, kesme taş ve tuğla tekniğiyle inşa edilmiştir.
Yeri gelmişken belirtelim: Filibe’de bulunan bir diğer Osmanlı mührü Sultan II. Murad döneminde yapılan ve hâlâ ibadete açık olan Şehabettin İmaret Camii (1444 yılında Şehabettin Paşa tarafından yaptırılmıştır)’dir. 1410 yılında yapılan Filibe Mevlevihanesi (bugün lokanta olarak kullanılıyor) ve 16. yüzyılda inşa edilen Saat Kulesi de nakletmemiz gereken önemli Türk eserleri arasındadır. Minareye benzer mimarisi ile saat kulesi Doğu Avrupa’nın da en eski kuleleri arasında anılır.
Adeta Cumalıkız…
Meriç Nehri kıyısında bulunan ve Filibe Ovası’nın güneyine yayılmış olan Filibe, 2004’ten bu yana UNESCO korumasında bir dünya şehridir. Başkent Sofya’nın güneydoğusunda yer alır. Türkiye’den kara yoluyla 4 saatte ulaşılabilen Filibe’nin ilk kurulduğu yer üç tepe olarak bilinir; Nebet Tepe, Diambaz Tepe ve Taksim Tepe. Bu eski şehri gezerken kendimizi Bursa Cumalıkızık veya Safranbolu’da hissedebiliyoruz. Bulgarların “Türk kaldırımı” dedikleri Arnavut kaldırımlı sokaklarından Filibe Kalesi’ne çıkarken tıpkı Safranbolu veya Cumalıkızık’ta yürüyor hissine kapılıyoruz. Klasik bir Osmanlı mahallesinde var olan her detay bizleri kucaklıyor.
“2019 Avrupa Kültür Başkenti” seçilen Filibe’nin, tarihi boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapması, verimli toprakları, zengin yeraltı kaynakları, tarihî ve kültürel zenginlikleri ile bu unvanı alması tesadüf sayılmaz.
Plevne tavuğu, Bulgar kebabı, tikvenik, pritnisa, funuyki, Filibe köftesi, tavuklu mantısı, biber dolması ile ziyaretçilerine harika bir ziyafet sunan Filibe’nin Klianti Evi Müzesi, Hindliyan Evi Müzesi, Balabanov Evi, Asen Kalesi, Çifte Hamam, Hipokrat Müzesi, Ulusal Arkeoloji Müzesi’nin de aralarında bulunduğu görülmesi gereken birkaç tarihî ve kültürel mekânı hakkında kısa notlar aktaralım:
- Filibe Antik Roma Tiyatrosu
Şehrin günümüze ulaşan en eski mimari eserlerinden biridir. Roma Kralı Trajan tarafından 2. yüzyılda yapıldığı belirtilen bu eserin büyük bir kısmı hâlâ görkemini korumaktadır. Şehrin ortasında bulunan 7 bin kişilik tiyatro günümüzde de birçok kültür ve sanat faaliyetine ev sahipliği yapmaktadır.
- Knez Alexander Caddesi
Birçok tarihi ve modern şehirde olduğu gibi Filibe’de bir ‘İstiklâl Caddesi’ yer alıyor. Trafiğe kapalı olan caddede alışveriş ve eğlence mekânları kadar gece hayatı da renkli ve hareketli… Cadde boyunca Eski Şehir’e yürürken pek çok tarihî eseri görmek mümkün…
- Muradiye Camii-Cuma Camii
Osmanlı’nın Filibe’ye bir mühür olarak vurduğu cami bugün da ibadete açıktır. Osmanlı mimarisinin bütün özelliklerini taşıyan Cuma-Muradiye Camii, 9 kubbesi ile şehrin Türk kimliğini muhafaza ediyor.
- Etnografya Müzesi
Mimarisi ile de dikkat çeken müzede Bulgaristan’ın en önemli eserleri ile Filibe bölgesine ait 40 bin etnografik eser izlenime sunuluyor.
- Nebet (Nöbet) Tepe
Bir rivayete göre 9, başka bir söylenceye göre ise 7 tepe üzerine kurulmuş olan Filibe, bu tepelerden, özellikle Nebet Tepe’den izlendiğinde gündüz farklı, gece farklı bir görsel şölen sunuyor. Tepelerden biri (Markovo) bugün yok. Tepelerin isimleri hayli ilginç: Nebet (Nöbet), Cehennem, Saat, Taksim, Bunarcık, Cambaz.
- Hisar Kapı
Bir zamanlar Nebet Tepe’nin giriş kapısı olarak da kullanılan Hisar Kapı, üzerinde yer alan cumbalı evleriyle göz kamaştırıcı.
- 7. Kamenitsa Su Merdivenleri
Knez Alexander Caddesi’nde yürürken sağ tarafta bulunan “Kamenitsa Su Merdivenleri” mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Merdivenin yanı başında duran ve ziyaretçilerine kulak kabartan “Milyo” heykeli ile Filibe’nin Avrupa Kültür Başkentliği yaptığı 2019 yılında yapılan “Together” panosu mutlaka görülmeli… Hemen bu merdivenleri çıkıp Nayden Gerov Caddesi’nde de bir tur atılmalı…
- Filibe Mevlevihanesi
- yüzyıl Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden olan mevlevihane binası günümüzde lüks bir lokanta olarak kullanılıyor. Her ne kadar Mevlana’nın bu binayı ziyaret ettiği iddia edilse de binanın inşa tarihiyle büyük mutasavvıfın yaşadığı tarihler arasında bir bağlantı olmadığı için bu bilginin sahihliği ortadan kalkmaktadır.
- Alyoşa Anıtı
Yazımızda belirtmiştik, Filibe tarihi boyunca pek çok istilaya uğramış bir şehirdir. Alyoşa Anıtı da böyle bir işgali hatırlamak ve hatırlatmak için dikkat çekicidir. Filibe manzarasının en iyi izlenebildiği tepede bulunan anıt, II. Dünya Savaşı sırasında Ruslar tarafından dikilmiş. İşgal sırasında ölen Rus askerler anısına inşa edilmiş.
- Bachkovo Manastırı
Filibe’nin merkezine yarım saatlik mesafede bulunan bu dinî yapı, ülkenin Rila Manastırı’ndan sonraki en önemli miraslarından biri. 1083 yılında inşa edilen ve bugün bile ayakta duran bina doğayla bütünleşmiş yapısıyla ziyaretçilerini bekliyor.
FİLİBELİ AHMED HİLMİ
Filibe deyince ilk akla gelen, II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı felsefecisi, şairi, romancısı, yazarı Ahmed Hilmi ismidir. 1279 (1862) yılında Filibe’de doğması ve eğitim hayatına burada başlaması nedeniyle Filibe’ye nispet edilerek tanınmıştır. Aynı zamanda babasının (Süleyman Bey) şehbender (konsolos) olması dolayısıyla “Şehbenderzade” olarak da anılmaktadır. İlk tahsilini Filibe müftüsünden alan Ahmed Hilmi, 93 Harbi’nden sonraki ‘Rumeli muhâceratı’ sırasında babası ile birlikte önce Edirne sonra İstanbul’a gelmiştir. Eğitimini İstanbul’da Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nde tamamlayan Ahmed Hilmi, Posta ve Talgraf Nezarethanesi’nde meslek hayatına başlamıştır. Beyrut’ta bulunduğu sırada Jön Türkler’le tanışmış ve onların yönlendirmesiyle Mısır’a kaçmış, burada Terakk-î Osmanî Cemiyeti’ne girerek “Çaylak” isimli bir dergi yayınlamıştır. Arapça, Farsça ve Fransızcayı çok iyi derecede bilen ve hiç evlenmeyen Ahmed Hilmi, yedisi mükerrer isimlerde olmak üzere 12 dergi ve gazete yayımlamıştır. Hiç evlenmeyen yazar 16 Ekim 1914 tarihinde vefat etmiş ve İstanbul Fatih Camii haziresine defnedilmiştir. En ünlü eseri “A’mak-ı Hayal”dir. Türk edebiyatının ilk felsefî ve gerçeküstü romanı kabul edilir. Yazarın felsefî ve tasavvufî görüşlerini içermektedir.
Kaynak: Yazı ilk olarak 16 AĞUSTOS 2024 tarihindehttps://www.litrossanat.com/indim-filibe-yoluna/ sitesinde yayınlanmıştır.
FACEBOOK YORUMLAR