İmparatorluğumuzun yeni asra hazin vedâsı
Yazar Taner Ay Osmanlı'nın hazin vedasını yazdı: "İmparatorluğumuzun yeni asra hazin vedâsı"
1. Dünya Savaşı’nda İngilizlere esir düşen Nurettin Artam’ın Zagazig kampındaki esaret anılarını yazdığı ‘Mısır Çöllerinde Türk Gençleri’ tefrikası Ötüken Neşriyât’tan çıktı. Eserde Suriye-Filistin topraklarında Arapların sayısız ihanetlerinden birinin daha nasıl yaşandığını Artam’dan okurken, biz Türklerin üç asır sonra bir gecede ‘hain’ ve ‘zalim’ millet oluvermesini pek manidar bulacaksınız. Okurken ağlamamak için kendimi zor tuttuğum bu ‘küçük’ kitap, aslında imparatorluğumuzun yeni bir asra
Okurken ağlamamak için kendimi zor tuttuğum bu ‘küçük’ kitap, aslında imparatorluğumuzun yeni bir asra vedâsının ‘büyük’ bir hikâyesi.
TANER AY
Nurettin Artam’ın babası Havuzbaşı Tekkesi’nin şeyhi Mehmed Velî Efendi’ydi. Ailenin ataları Buhâra’dan Belh’e, oradan da Türkiye’ye göç etmişti. Şeyh Nevruz Tekkesi ismiyle de bilinen bu tekke Beylerbeyi’nde, Havuzbaşı Dere Sokak, 768 adadadır. Tekkenin inşâ tarihi tartışmalıdır. İbrahim Hakkı Konyalı’nın ve Üsküdarlı Ahmet Münib Efendi’nin verdikleri listelerde tekkenin Kadirî tarikatına bağlı olduğu belirtilmektedir. Salim Bostancıoğlu ise, ayin günü Perşembe olan tekkenin kuruluşunda Nakşibendilik’e bağlı olduğunu, daha sonra Kadirîlik’e bağlandığını ve tekkenin Kadirîlik’in 19’uncu yüzyılda bu bölgede kurduğu son tekke olduğunu söylemektedir. İstiklâl Marşı’nın şairi Mehmed Âkif, tekkenin şeyhi Mehmed Veli Efendi’nin sohbetinden büyük zevk alır, tekkenin sessiz selâmlığında ise saatlerce şiir çalışırdı. Şeyh Mehmed Veli Efendi, münevver bir din adamıdır. Çocuklarının tahsiline büyük önem vermiştir. Oğlunu İstanbul Sultanîsi’ne gönderir. Nurettin Artam ‘18 yılında gönüllü olarak Suriye-Filistin cephesine gider. Ordunun ricatı sırasındaysa İngilizlere esir düşer. Mısır’daki Zagazig Kampı’nda iki yıl kadar esir kalır. Ancak ‘20 yılında İstanbul’a dönebilir ve birkaç gün sonra da terhis edilir. Hiç vakit kaybetmez ve hemen Millî Mücadele’ye katılmak amacıyla ’33 yılında temelli yerleşeceği Ankara’ya geçer.
Nurrettin Artam, Ankara’daki edebiyat mahfillerinin kurucu isimlerinden biri olmasına karşın, nedense hep gölgede kalmıştır. Ona önce Necati Tonga yayıma hazırladığı ‘Bir Edebi Muhit Olarak Ankara’da kitabında, ardından da ben ‘Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler’ kitabımın birinci cildinde dikkat çektik. Havuzbaşı Tekkkesi’nin son şeyhiydi ama, Aka Gündüz ile birlikte Resneli Dayko’nun dükkânında veya Efe Haydar’ın meyhânesinde demlenen, Cumhuriyet’ten sonra da Karpiç’in gediklisi olan oydu...
Aka Gündüz gibi çok sevenleri vardır, Niyazi Berkes gibi nefret edenleri de. Nurettin Artam’ın Ankara’daki evi Ahmet Ağaoğlu’nun Kızlar Pınarı mevkiindeki bağ evi veya Yaşar Nabi’nin Ufuk Apartmanı’ndaki dairesi gibi bir edebiyat mahfili hiç olmamıştır ama, Meşrutiyet Caddesi ile Olgunlar arasındaki evi âdeta bir ‘hatıralar müzesi’ gibiymiş. Mehmed Âkif’in kalemi, Ahmed Rasim’in gözlüğü, Recaizâde Ekrem’in saati, Hamit’in ağızlığı, Ferit Kam’ın kamış kalemi, Sâmih Rıfat’ın lâstiği, İbrahim Alaattin’in kalemi, Halit Ziya’nın çalışma masasında duran biblosu, Hüseyin Rahmi’nin ölümünden önce suç içtiği bardak, Ömer Rıza’nın gözlüğü ve Sâmih Rıfat’ın kalemtraşı ondaymış. Nurettin Artam’ın ölümünden sonra onlara ne olduğunu yıllardır merak ederim. Bir başka merak ettiğim konuysa, onun esaret anılarıydı. Birkaç bölümünü, bulabildiğim Vakit gazetesinin nüshalarında okumuştum ama, üslûbundaki lezzet mi desem yoksa hüzün mü desem, bilemiyorum, aklımdan hiç çıkmadı.
Ötüken Neşriyât’ın ‘tefrika’ dizisinden ‘Mısır Çöllerinde Türk Gençleri’nin çıktığını dizinin editörü Oğuzhan Murat Öztürk’ten duyunca, nasıl sevindiğimi tahmin edemezsiniz. Tefrikayı yayıma Serkan Erdal hazırlayıp notlandırmış. Erdal’ın tefrikanın diline müdahale etmeyip, kitabın sonuna bir ‘küçük sözlük’ koymasıysa, takdire şayandır. ‘Mısır Çöllerinde Türk Gençleri’ni okurken ağlamamak için kendimi zor tuttum. Ricat sırasında Cebel-i Dürûz ve Havran yakınlarından geçerken, ‘devletimizin son ordusu mağlup olarak buradan geçiyor, buraları orada şehit olan yavrularının hâtıralarıyla birlikte bırakıyordu,’ notunu düşüyor. Şam’dayken ise, ‘Daha beş gün evvel bir Türk şehri olan Şam, o gün kendisini fetheden düşman askerlerini bir halâskâr gibi alkışlıyordu’ gözleminde bulunuyor. Ne kadar acıdır ki, Suriye-Filistin topraklarında Arapların sayısız ihanetlerinden birinin daha nasıl yaşandığını Nurettin Artam’dan okurken, biz Türklerin üç asır kadar sonra bir gecede ‘hain millet’ve ‘zalim millet’ oluvermesiniyse pek manidar bulacaksınız. Nurettin Artam’ın ‘Mısır Çöllerinde Türk Gençleri’ni okuyun ve okutun. Bu ‘küçük’ kitap, aslında imparatorluğumuzun yeni bir asra vedâsının ‘büyük’ bir hikâyesidir. Nurettin Artam vesilesiyle, vatanımızı bize verenleri rahmetle ve minnetle anıyorum...
‘MUASIR’ MEDENİYETLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİNİN AHVALİ
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Ordusunda yedek subay olarak görev yapan ve Filistin-Suriye Cephesi’nde savaşırken İngilizlere esir düşen Nurettin Artam, esaret hayatının başında malarya hastalığına yakalanır. Kahire’de bulunan 2 numaralı Abbasiye Hastanesi’nde bir müddet tedavi görüp ardından Mısır’da bulunan Zekazik ve Kuveysna esir kamplarında tutulur ve 1920 yılında Türkiye’ye döner. Yurda dönüşünün üzerinden yaklaşık dört yıl geçtikten sonra 17 Mart-7 Temmuz 1924 tarihleri arasında Vakit gazetesinde ‘Mısır Çöllerinde Türk Gençleri’ başlığıyla tefrikalar hâlinde esaret hatıralarını yayınlar. Söz konusu hatıraları gün yüzüne çıkarmayı amaçlayan kitap, Osmanlı ordusunun umumi harp sırasındaki durumu, muhasım devletlere esir düşen Türk askerlerinin esir kamplarında yaşamış oldukları ahvali okurların dikkatine sunuyor.
ZAGAZİK BÖLÜMLERİNİ MUTLAKA OKUYUN
Nurettin Artam’in esaretinin büyük kısmı Mısır’daki Zagazik kampında geçmiştir. Bir serüven romanı kadar sürükleyici olan Zagazik bölümlerini benden değil kitaptan okumanızı isterim. Bundan kırk yıl önce, Çanakkale cephesinden Mısır’a götürülen Türk esirlerle ilgili olarak, Heliopolis, Maadi, Ras-el-tin, Seydibeşir, Bilbeis ve Kasr-ı Nil gibi kamplarını araştırırken, Zagazik karşıma Avustralya 9’uncu Hafif Süvari Alayı’nın talimgâhı olarak çıkmıştı. Zagazik’e ilişkin İngilizlerin ve Avustralyalıların pek çok belgesi var, o kadar fazla esirimizin orada yıllarca kalmasına karşın, bizim belgelerimizse yok gibidir. Bana sorarsanız, Makedonya’dan beri cepheden cepheye koşan Türk aydınının, ne yazmaya ne de aşka fırsat bulabildiğini, söylerim. Bir iki nesil sadece yazamadan tarihimizden geçmediler, onların entelektüel faaliyetlerinden daha zayıf yanlarıysa ‘tanımadıkları’ kadın cinsi oldu. İsterseniz, onların dramlarını bir de kadınlar üzerinden araştırın. İnanın, karşınıza çok acayip hikâyeler çıkacaktır.
İlk yayın yeri:https://www.karar.com/kultur-sanat-haberleri/imparatorlugumuzun-yeni-asra-hazin-vedasi-1747397
FACEBOOK YORUMLAR