Gezgin gazetecilerin gözünden Türkiye

Minaresi Allah'a ulaşan şehir
Yazan: Subhan Mahmudov
Dünyayı gezmek istiyorsanız Türkiye'yi ziyaret etmeniz yeterli.
Evliya Çelebi
"Bütün yolculuklar insanın kendine yaptığı yolculuktur." Aslında fiziksel olarak dağlara tırmanırken, deniz kıyısına giderken, ağaçların kardeş olduğu sık ormanlarda yürürken aynı zamanda içimizdeki dünyayı da geziyoruz. Bu yüzden gittiğiniz her yer aslında sizinle başlar.
Türkiye'ye gittiğimde bu duyguları yaşadım. Tarih kitaplarından ve dizilerden gördüğüm ülkeyi ilk kez tanıyacaktım. Bu yüzden heyecanlı ve mutluydum.
Yolun kendisi vatandır...
Türkiye dünya kültürünün beşiğidir. Türkiye bizim ikinci vatanımızdır. Azerbaycan'dan Türkiye'ye giden yol da vatandır. O yol bizim evimizdir. Belki de bu nedenle Türkiye'ye gittiğimde kendi kendime burası bizim memleketimiz diye düşündüm.
19 Haziran'da bir grup gazeteci İstanbul gezisine çıktı. Gönüllerin sultanı İstanbul Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildi. İki kıtayı birbirine bağlayan, Kız Kulesi Ayasofya'yla ünlü bir şehir. İstanbul aslında bir şiir mısrasıdır. Belki başlı başına bir şiirdir. Gökyüzü, deniz ve martılar bu şiirin sözleridir.
Her gazeteci farklı bir ülkedendi: Kosova, Sırbistan, Azerbaycan, Özbekistan ve Bulgaristan. Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Türkiye'nin Azerbaycan Büyükelçiliği ile birlikte düzenlediği gezinin amacı Memar Sinan'ın anıtlarını tanımaktı. Türkiye'yi kültürel ve dini eserlerine bakarak keşfettik.
Türkiye'de İstanbul havalimanına vardığımızda bizi aslen Moldovalı olan tur rehberimiz Paulina karşıladı. Otelimize gitmek üzere ayrıldığımız yerden bize otobüslere kadar eşlik etti. İstanbul'un merkezinde bulunan bu güzel otelde dinlendik, çay içtik, ekmek yedik, orada burada konuştuk ve ardından tur rehberimiz bizi ilk gideceğimiz yere götürdü...
Rüstem Paşa Koleji
16. yüzyılda inşa edilen İstanbul camisinden bahsediyoruz. Rüstem Paşa Camii, İstanbul'un Fatih ilçesinin Tahtakale mevkiinde Hasırcılar çarşısının önünde bulunan bir Osmanlı camisidir. Osmanlı padişahı I. Süleyman'ın damadı Sadrezam Rüstem Paşa tarafından yaptırılan külliye, cami, 2 kervansaray, çeşme ve altında yer alan dükkânlardan oluşuyor.
Rüstem Paşa, Kanuni Sultan Süleyman'ın damadıydı. Cesur ve savaşçı bir general olarak birçok savaşa katılan Rüstem Paşa, aynı zamanda Sultan Süleyman'ın en sevdiği damatlarından biriydi. Rüstem Paşa, Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultan'dan (Rokselena) kızı Mihrimah Sultan ile evlendi.
Rüstem Paşa, Temmuz 1561'de 61 yaşında aniden öldü. Rüstem Paşa'nın zamansız ölümü pek çok kişiyi üzdü. Bu adalet için Osmanlı sarayında taziye toplantıları düzenlendi. Mimar Sinan, sevdiği komutan için muhteşem bir cami yaptırmaya karar verir. Cami 1561-1563 yılları arasında inşa edilmiş ve tamamlanmıştır. Cami kompleksinin içinde şu anda bir medrese bulunmaktadır.
Hacı Halil Ağa Camii, Memar Sanan tarafından yaptırılan külliyenin bulunduğu alanda yer almış, bu caminin bulunduğu yere ve çevresindeki bazı binalara yeni külliye inşa edilmiştir. 1555-1561 yıllarında kompleksin inşa edildiği bu bölge, ticaret açısından o yıllarda oldukça hareketli bir noktaydı.
Caminin içinde dolaşırken tur rehberi bize caminin tarihini anlattı. Cami, görünüşüyle de söylediklerini doğruluyor gibiydi: "Cami dikdörtgen planlı ve tek kubbelidir. Konumu ve 2 katlı yapısı nedeniyle ayrı bir önem taşıyan bu külli, aynı zamanda porselen süslemeleriyle de ünlü. İkisi caminin yanlarından, diğer ikisi ise doğu ve batı köşelerinden olmak üzere, caminin kuzey cephesinde yer alan nispeten yüksek avluya dört kapı açılmaktadır. Avlunun büyük bir kısmı ahşap tavanla kaplıdır. Tek şerefli minare caminin kuzeybatı köşesinde yer almaktadır.
Caminin dış manzarası da muhteşem. Özellikle geceleri İstanbul gökyüzüne parlak bir renk katıyor. Bana öyle geldi ki caminin minaresi İstanbul'un gizemli semalarına doğru uzanıyor ve orada kalemle şöyle yazıyordu: "Buradayım Allah'ım!"
Caminin kuzey cephesindeki avlunun altında 2 depo ve 8 dükkan bulunmaktadır. Cami avlusu 15 taş sütun üzerinde durmaktadır. Bu meydanın altında iki sıra dükkânın ortasında oldukça sade görünümlü bir çeşme yer alıyor. Ayrıca caminin İstanbul Boğazı'na bakan cephesinde iki kervansaray ve bunların çevresinde yer alan çok sayıda dükkân da bu külliyenin içinde yer alıyor.
Mağazaları gezerken satıcıların hoş sesleriyle kulaklarımız doluyor. Bağırıyor ve birbirlerinin sözünü kesmeden eşyalarını satmaya çalışıyorlardı. İstanbul'un bu kadim mekanı bizi yüzyılın başlarına, o zamanların sıcak günlerine götürdü. Belki sadece ben değil, hepimiz 21. yüzyılda olduğumuzu unuttuk ve sanki Osmanlı'nın ilk zamanlarında olduğumuzu hissettik.
Kapalıçarşı
Tur rehberimiz bizi başka bir gizemli, büyülü, kadim yere götürdü. Burası Kapalıçarşıydı. Adını sık sık duymama rağmen hiç görememiştim. Sadece mekanın kendisi değil, adı bile bende tuhaf duygular uyandırdı.
Kapalıçarşı tek kelimeyle muhteşem bir sanat eserini andırıyordu. Tur liderimize göre burası Türk kültürünün ve folklorunun izlerini taşıyor. Dünyanın en eski, en bağlantılı bölgesi. Aynı zamanda en büyük çarşılardan biri olan Kapalıçarşı, İstanbul'un Eminönü ilçesinde yer almaktadır.
Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Kapalıçarşı, etrafı çatılarla ve kubbelerle örtülü dükkanlarla çevrili tarihi bir alışveriş meydanıdır. Tarihte "Çarsu-y Kabir" olarak adlandırılan geniş bir bölgenin çekirdeğini oluşturur. 1461 yılında inşa edilen ilk kapalı çarşıya Cevahir adı verilmiş ve bu kapalı çarşının geliri Ayasofya'ya verilmek üzere Fatih Mehmet'e bağışlanmıştır. Daha sonra padişah buraya çeşitli dükkân ve tezgâhlar yaptırarak bu çarşıyı dünya ticaretinin merkezi haline getirdi.
Tur rehberimiz çarşıyı gezdirirken ekliyor: "1461 yılında kurulan Kapalıçarşı, estetik tasarımıyla devasa labirentleri andırıyor. 60'a yakın cadde ve 3.600'den fazla mağazanın yer aldığı tarihi alışveriş alanı toplam 30.700 metrekare alana sahip. Hem turizm hem de ticaret açısından İstanbul'un çekim noktası olarak ifade edilebilir."
Mimari bir eser görünümündeki kapalı çarşı 15 ayrı bölüme ayrılıyor. Her bölüm kubbeli bir görünüme sahiptir. Duvarlarının iç kısmında küçük hücreler fark edilir. Çarşı 50 kubbeyle çevrilidir. Bu dekoratif kapalı çarşı, kubbe tasarımı olarak Türk mimarisinin önde gelen örneklerinden biridir. Bu iki önemli bedesten çarşının iç burçları olarak nitelendirilmektedir. İlginç olan bu pazarın aynı zamanda depo veya banka rolünü de oynamasıydı. Tarihçiler, bu pazarın kurulduğu ilk yıllarda tüccarların paralarını, değerli eşyalarını ve belgelerini korumak için pazarın içindeki tahıl ve demir kasalarını kullandıklarını belirtiyor.
Günün her saatinde ziyaretçi akınına uğrayan Kapalıçarşı'da değerli mücevherlerden silahlara, antikalardan yeme-içmeye kadar pek çok farklı alanda dükkânlar bulunuyor. Çarşıdaki isimler mekanın daha önce ne amaçla kullanıldığını belirtmeye yetiyor.
Tur rehberimiz burada konuşmayı bırakıp bize bakıyor ve sanki bu noktayı vurguluyormuş gibi şöyle diyor: "İlginç olan şu ki bu çarşıdaki kapıların hepsinin kendi isimleri var: Zargarler, Nuruosmaniye, Sepetçihan, Takkeciler, Tavukpazarı , Zenneciler, Beyazıt, Çarşıkapı, Çuhacihan ve Mahmutpaşa. Ayrıca çarşıdaki sokaklar çalışma prensiplerine göre isimler almaktadır: Ağa, Altuncular, Acıçeşme, Aynakılar, Basmacılar, Chuhacihanı, Fesçiler, Hacihasan, Hacihusnü, İplikçiler, Kalpakcılar, Karakol, Kavaflar, Kazaz, Kolancılar, Kürkçüler, Lütfullahafendi, Merjançıkmazı , Parçacılaral, Taççigmazı, Parçacılaral, Taççularka, , Yüncühasan, Zenneciler. Pazar alanında çok sayıda taverna vardı. Bugün bu meyhanelerden bazıları faaliyetlerini sürdürüyor: Aga, Astarcı, Bodrum, Cebeci, Chuhacı, İçcebeci, Kapılar, Kaşıkçı, Kebapçi, Kızlaragası, Sarnıç, Sorguçlu, Yolgechen, Chainirli ve Evliya. Pazarda sağlık ocağı, polis karakolu, tüm bankaların şubeleri ve postaneler de faaliyet gösteriyor.
Tur rehberimiz bize buranın tarihini anlatmaktan hiç bıkmıyor. O konuşurken biz piyasaya farklı gözlerle bakıyoruz. Ona göre Kapalıçarşı kompleksi aslında büyük bir ticaret ve iş merkezidir. Pazarın girişinde Ağa Caddesi ile Aynacılar Caddesi arasındaki bölgede seyyar satıcılar faaliyet gösteriyor. Zargarlar Caddesi boyunca ilerlerken sizi mücevher atölyesi olarak da bilinen Zincirli Han karşılıyor. İki katlı olarak inşa edilen Zincirli Han, tarihin izlerine tanıklık eden birçok unsuru bünyesinde barındırıyor. Büyüleyici büyüklüğüyle Cevahir Bedesten'de küçük esnafın ve sanatsal dekorasyonla uğraşanların uğraştığı küçük dükkânlar var. Özellikle Zenneciler caddesinin çıkışından devam ederseniz hattatların ve antikacıların muhteşem manzarasını göreceksiniz.
Tur rehberimiz gülümseyerek şöyle diyor: “Bir diğer ilginç nokta da çarşının aslında bir şehir olması. Çalışan ve misafir ziyareti için tüm altyapıya sahiptir. Çarşıda 5 cami, 1 okul, 7 çeşme, 10 kuyu bulunmaktadır. Pazara girmek için farklı yerlerde 21 kapı bulunmaktadır. Aynı zamanda çarşı içerisinde 17 adet han bulunmaktadır. Osmanlı döneminde Kapalıçarşı'da yaşayanların dışarıya çıkamadığı bir konuyu hatırladım. O zamanlar yabancı ülkelerden gelen değerli eşyalar burada satılırdı. Aynı zamanda savaşlardan elde edilen ganimetler de burada satılıyordu. Kapalıçarşı aynı zamanda İstanbul zenginlerinin alışveriş yaptığı en ünlü yerdi.
Tur rehberimiz de buranın adeta altın değerinde bir yer olduğunu söylüyor. Kapalıçarşı, Türkiye altın piyasasında önemli bir yere sahiptir. Kapalıçarşı aynı zamanda kültürlerin bir araya geldiği bir alandır. Burada ticaretle uğraşan onlarca halkın temsilcileriyle tanışabilirsiniz.
Bu çarşıya yaptığımız ziyaret kapsamında 1920 yılından itibaren Azerbaycan'dan göç eden bir ailenin oğluyla tanıştık. Serdar Bey, Türk tatlılarının ünlü ustası olarak tanınır. Serdar Bey, bu pazarın daha çok bir kültür merkezi olduğunu belirtiyor. Çarşıda dolaşırken Serdar Bey'in sözlerinin çok doğru olduğunu görüyoruz.
Buradaki bazı eski evlerin kapalı olduğunu sanıyordum. Tarihi eser sayılıyor ve giriş ücretli. Burada ayrıca nadir ve eski tarz değerli el yapımı kilimlerin satıldığını da görebilirsiniz.
Tur liderimiz şunları söylüyor: "Kapalıçarşı aynı zamanda tarihi filmlerin de çekildiği bir yerdir. 24 saat açık olan çarşıda dilediğiniz her şeyi bulabilirsiniz. "Kapalıçarşı'ya her yıl 150 milyondan fazla ziyaretçi geldiğini söylersek buranın büyüklüğünü doğru anlatmış oluruz."
Şehzade Mehmet Camii
Öncelikle şunu belirteyim ki bu caminin çok muhteşem bir manzarası var. Özellikle yukarıdan - kuşbakışı baktığınızda caminin ihtişamını daha net görebilirsiniz. Yani İstanbul'daki 16. yüzyıl camisinden bahsediyoruz. Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan külliye, cami, medrese, saray, subyan mektebi ve kervansaraydan oluşuyor.
Mimar Sanan'a yaptırılan Şehzade Külliyesi, Kanuni Sultan Süleyman'ın Manisa Sancakbeyi iken vefat eden oğlu Şehzade Mehmed adına yaptırılmıştır. Yapımına 1543 yılı Haziran ayında başlanmış ve ilk olarak Şehzade Mehmed'in defnedildiği türbe tamamlanmıştır. Daha sonra 23 Mayıs 1544'te temeli atılan cami, 1548 Ağustos'unda ibadete açıldı. Bu dönemde üniversiteye ait medrese, bina, subyan mektebi ve kervansaray inşaatları tamamlandı. Külliye'ye nispeten uzakta bulunan konak ve subyan okulu Dadaefandi caddesi üzerinde yer almaktadır. 1613 ve 1633 yıllarında çıkan şiddetli yangından sonra IV. Murad tarafından manastırın binaları onarılmış, aynı zamanda çeşmenin kubbesi de yenilenmiştir. 1718 ve 1782 yangınlarında minarenin ahşap yapısının tamamı yanmış, 1916 ve 1953 yıllarında bazı türbeler ve camide kısmi restorasyon çalışmaları yapılmış, 1994-1999 yılları arasında ise büyük onarım çalışmaları yapılmıştır.
Boza
Cami ziyaretlerimize ara verdik. Tur liderimiz turumuza renk katalım dedi. Bize hiçbir şey söylemeden, beni takip etmek için elini salladı.
Bizi antik, tarihi bir restoran olan Vafa Bozacı'ya götürdü. Yine de bazılarımız konuşmanın ne hakkında olduğunu bilmiyordu. Ama anladım. Tur rehberimiz bizi boza içmeye davet etti. Evet gri. Boza, buğday, su ve şekerden yapılan özel bir içecek türüdür. Bu içecekle ilk kez Orhan Pamuk'un "Kafamda Bir Tuhaf Şeyler Var" romanında karşılaşmam çok tuhaf. Nobel ödüllü Türk yazar Orkhan Pamuk, bu romandan sonra ülkede boza satışının arttığını söyledi. Romanın baş kahramanı Mavlud gecesini gündüze tercih eder ve aynı zamanda Türkiye'nin çalkantılı dönemine de tanıklık eder. O günden beri bozanın ne olduğunu merak ediyorum. Bir gün o bozadı içeceğime, o zaman Türkiye'yi daha iyi anlayacağıma inanıyordum. Bozanın Türkiye'ye öğreten kadim bir içecek olduğunu düşünüyorum.
Türkiye'nin ve Osmanlı İmparatorluğu'nun kadim tarihinden bahsettik. Dışarıdaki antik çağ ile içimizdeki yeni çağ birbirine karışıyor, bize alışılmışın dışında duygular yaşatıyordu.
Süleymaniye Camii
Belki de bugüne kadar gördüğüm en büyük medreseydi. Uçları görünmüyordu. Bana öyle geliyordu ki bu medrese uzayıp uzayabilir ve bulutların ötesine, Tanrı'ya ulaşabilirdi.
Deniz kenarında bulunan cami, antikliğini korumuştur. Oldukça yüksek bir seviyede inşa edilmiş bir camiydi. Genel olarak ziyaret ettiğimiz tüm camilerde havalandırma sistemi çok iyi kurulmuştu. Dışarısı ne kadar sıcak olsa da caminin içerisinde herhangi bir sıcaklık belirtisi yok, sıcaklığı hiç hissetmiyorsunuz. Dışarısı yaz, içi sonbahar gibi.
Tur rehberimiz camiden bahsediyor ve biz bu tarihi yapıya bakarak sarhoş oluyoruz.
Cami, Sultan Süleyman Kanuni onuruna Mimar Sina'nın projesine göre 1550-1558 yıllarında İstanbul'da inşa edilmiştir.
Mimar Sina'nın çıraklık eseri olarak kabul edilen Süleymaniye Camii, medrese, kütüphane, şifahane, hamam, konak, salon ve dükkânlardan oluşan Süleymaniye Külliyesi'nin bir parçası olarak inşa edilmiştir.
Tur rehberimiz önümüzde tarih sayfalarını geziniyordu: "Süleymaniye Camii, klasik Osmanlı mimarisinin en önemli örneklerinden biridir. Yapımından bu yana İstanbul'da 100'ün üzerinde deprem yaşanmasına rağmen caminin duvarlarında en ufak bir çatlak bile yok. 4 fil ayağı üzerine oturan caminin kubbesi 53 metre yüksekliğinde ve 27,5 metre seviyesindedir. Bu ana kubbe, Ayasofya'da olduğu gibi iki yarım kubbeyle desteklenmektedir. Kubbe kasnağında 32 adet pencere bulunmaktadır. Cami avlusunun dört köşesinde birer minare bulunmaktadır. Bu minarelerden camiye bitişik olan ikisi üç şerefeli ve 76 metre yüksekliğinde, diğer iki minare ise cami avlusunun kuzey köşesindeki son umumi mekanın girişindeki duvar köşesinde iki şerefli ve 56 metre yüksekliğindedir. metre yüksekliğinde. Caminin içi kandil dumanını temizleyecek hava akışına göre inşa edilmiştir. Yani caminin içi kandillerin isini tek bir odada toplayacak şekilde inşa edilmiştir. Fenerin isi ana giriş kapısının üstündeki odada toplanıp mürekkep yapımında kullanılıyordu."
Caminin kıble tarafında Kanuni Sultan Süleyman ve eşi Hurrem Sultan'ın türbesi bulunmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesinin kubbesi, yıldızlı bir gökyüzü gibi görünmesi için içerideki metal plakaların arasına baklavalarla süslenmiştir.
Cami süsleme açısından sade bir yapıya sahiptir. Mihrabın duvarındaki pencereler vitraylarla süslenmiştir. Mihrabın her iki yanındaki pencerelerde porselen madalyonlar üzerinde Fetih Suresi, caminin ana kubbesinin ortasında ise Nur Suresi yazılıdır. Caminin hattatı Hasan Çelebi'dir.
Süleymaniye Camii'nin 4 minaresi vardır. Çünkü Kanunin, İstanbul'un fethinden sonra dördüncü kral olmuştur; bu dört minaredeki on şerefe aynı zamanda onun Osmanlı'nın 10. kralı olduğunun da göstergesidir.
En ilginç nokta ise yapımında devekuşu yumurtasının kullanılmış olmasıdır. Bu, içerideki zararlı böcekleri ve böcekleri önlemek için tasarlanmıştır. Özellikle tur liderimizin söylediği bu nokta çok ilgimi çekti. O dönemde böylesine akıllıca bir fikir sadece o dönemi değil tüm çağları kapsayacaktır.
Kılıç Ali Paşa Külliyesi
Medreseler, tarihin derinliklerinden bilimi ve buluşları gelecek sayfalara aktaran İslam medeniyeti için çok önemli merkezlerdir. Bu nedenle Osmanlılar hemen hemen her caminin yanına bir medrese inşa ettirmişlerdir. Bu bilinçle yüzlerce eşsiz eserle İstanbul'u yeniden inşa eden Mimar Sinan, Tophane'deki Kılıç Ali Paşa Külliyesi'nde bir de medrese tasarladı.
Kılıç Ali Paşa Külliyesi İstanbul'un Tophane ilçesinin merkezinde yer almaktadır. Tophane ilçesinin İstanbul'da özel bir konumu vardır: Galata ile Beyoğlu'nu ayıran bir bölgedir. Kılıç Ali Paşa Külliyesi'nde cami, hamam, türbe ve medrese bulunmaktadır. Kılıç Ali Paşa Külliyesi'nin bulunduğu bölgede pek çok anıtsal eser, bölgenin köklü tarihini bölge sakinlerine hissettiriyor.
Bunu gösteren bir diğer özellik ise sur duvarının külliyenin hemen önünde yer alan ve günümüze kadar ulaşan kısmıdır. Kompleksin güneyinde liman ve çevresi, limanı besleyen ünitelerin konumu ve caddeler bulunmaktadır.
Tur liderine göre külliyenin en önemli yapısı olan Kılıç Ali Paşa Camii, Memar Sina'nın önemli eserlerinden biri olup, yerleşim planı açısından sıklıkla Ayasofya'ya benzetilmektedir.
Cami avlusu insanların boş zamanlarında sohbet ettiği, namaz sonrası huzur ve hoş sözlerin paylaşıldığı yerdir.
Kare planlı medrese, revaklı bir avluyu çevreleyen, biri girişte olmak üzere on sekiz kubbeyle örtülü on yedi hücreden oluşuyor. Ortada büyük kubbeli bir dershane bulunmaktadır.
Hamam ve medrese ucuz olsun diye, tuğla kirişli ve taş örgülü, karma teknikte inşa edilmiştir.
"Galata Limanı"
Yürüdük, yürüdük, tur rehberimizin tarihi sohbetlerini dinledik ve ne oldu? Tabii ki açtık. Tur liderimiz bile şaka yollu şöyle dedi: "Aç ayılar oynamaz." Yani insan açken hiçbir şey ilgisini çekmez. Sanatın ve tarihin açlık zamanında değil, boş zamanlarında, yani tok olduktan sonra yaratılmış olması tesadüf değildir. Bu açıdan bakıldığında İstanbul'u tam anlamıyla keşfetmek, o tarihi tam olarak sindirmek için önce midemizdeki yangını söndürmemiz gerekiyordu.
Tur rehberimiz bizi Galata Limanı'na getirdi. Bu bölge 1900'lü yıllardan bu yana İstanbul'un en önemli endüstriyel ulaşım merkezi olmuştur. Burada Sedat Hakkı Eldem tarafından tasarlanan depolar 1958 yılında inşa edilmiştir. 1982 yılında ilçe turizm merkezi ilan edilmiştir. 1987 yılında yük gemilerinin, 1988 yılında ise kamyon girişlerinin kapatılmasıyla depolar ve gümrük limanları işlevlerini kaybetmeye başlamıştır.
Yani burası gemilerin liman alanıydı. Tüm kargo gemileri burada yolculuklarını tamamlıyor ve rahat bir nefes alıyor. Tarihi mekanların bulunduğu bir cadde üzerinde yer almaktadır. Birçok tasarımcının bu mekana ilgisi vardı ve bunun sonucunda artık eskisinden çok daha güzel bir yer haline geldi. Artık farklı mağazalar, oteller ve restoranlar var. Tur liderimiz belki de İstanbul'un kalbinin burada olduğunu söyledi. Burayı görmeden ve buradaki leziz yemeklerden yemeden Azerbaycan'a dönmenin imkanı yok. Hepimiz yorgunduk ve biraz açtık. Bir süre sonra bu yorgunluk, bu açlık, İstanbul'un yemekleri ve mekânlarıyla birlikte yok olacak...
Edirne. Kırklareli
Yolculuğumuzun üçüncü gününde yol yeniden önümüze çıktı; bu kez İstanbul'dan ayrılıp daha güzel bir yere gidiyorduk. Edirne'ye! Tarihi Edirne!
İlk durağımız Kırklareli!
Kırklareli antik çağların kalıntılarını barındıran bir il! Efsaneye göre Buzul Çağı'nda sular altında kaldı. İlk insan izlerinin Neolitik dönemde burada keşfedildiği biliniyor. Geçiş bölgesi olması nedeniyle Roma ve Bizans dönemlerinde birçok istilaya maruz kalan Kırklareli, ilk kez 1363 yılında I. Murad döneminde Osmanlıların eline geçmiştir. Bu tarihten itibaren uzun bir barış süreci yaşayan Kırklareli, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Bulgarlar ve Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Büyük baskılara maruz kalan Kırklareli nihayet 10 Kasım 1922'de özgürlüğüne kavuştu.
O tarihi geçiş yerini kendi gözlerimizle gördük. Yöre halkının "Taş Köprü" dediği bir yer. Bu çok muhteşem bir köprü. O köprü Kırklareli'yi sıkıntıya soktu. Sayısız savaş, yaralı, ölü, işgal ve ardından özgürlük! Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü diyorum. Lüleburgaz Nehri üzerinde, İstanbul-Edirne asfalt yolu üzerinde, Lüleburgaz'ın Edirne çıkışının kenarında yer alır ve 1569-1570 yıllarında Sokullu tarafından Lüleburgaz Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi ile birlikte Mimar Koca Sinan'a yaptırılmıştır.
Bu küçük yerleşim yeri olan Kırklareli'yi herhangi bir Avrupa şehrine benzettim. Kompakt, küçük evler, az insan, antik çağ! Bütün bunlar insanın manevi dünyasına rahatlık verdi. Yerel sakinlerin çoğu Bulgaristan ve Yunanistan'dan gelen Türklerdi. Efsaneye göre "kırk flama" buraları düşmanlardan kurtarmıştır. Bundan sonra burada yaşayan kurtarıcıların nesilleri çoğaldı. Şu anda yaşayan aileler kendi işleriyle meşguller. Evler, "misafirhaneler" şeklinde bir restoran zinciri! İçeri girersiniz ve restorandaki personelle tanışırsınız. Sen kimsin Baba. Sen kimsin Oğlum. Daha sonra anne, kız ve diğer aile bireyleri sizi gülümseyerek selamlıyor. Genel olarak burada yaşayan insanların yüzlerinde yorgun ama mutlu bir gülümseme gördüm.
Selimiye Camii
Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk başkentlerinden Edirne'yi ziyaret ettik. Edirne sadece tarihin kendisidir. Çok sayıda antik anıt ve cami ile dünya tarihine katkıda bulunmuştur. Bir şehrin başlı başına bir tarih olduğunu söylemek yanlış olmaz. Burada tarihin izlerini ve Türk toplumunun muhteşem eserlerini görmek için Selimiye Camii'ni ziyaret edip görmek yeterlidir. Edirne'deki Selimiye Camii, Osmanlı padişahı II. Selim'in talimatıyla Türk dünyasının ünlü mimarı Sinan'a yaptırıldı.
Mimar Sinan bu camiyi inşa ettiğinde 90 yaşındaydı. Bu yüzden bu camiye "benim şaheserim" adını verdi. Selimiye Camii hem Memar Sina'nın hem de Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biridir.
Caminin kapısındaki kitabeye göre yapımına Hicri 976 (Hıristiyan takvimine göre 1568) yılında başlanmıştır. Caminin 27 Kasım 1574 Cuma günü açılması planlanmışsa da II. Selim'in vefatından sonra ancak 14 Mart 1575 tarihinde ibadete açılmıştır.
Edirne'nin ilk sarayı (Saray-i Çeld) ve Baltacı Muhafız Sarayı, bugün şehir merkezinde bulunan caminin bulunduğu yerde bulunuyordu. Evliya Çelebi eserlerinde burayı Kavak Meydanı olarak anmıştır. Cami, Rodop Dağları'ndan ve Uzunkorpu'nun Süleymaniye Köyü'nden açık havada görülebilmektedir.
2000 yılında UNESCO'nun Dünya Mirası geçici aday listesine alınan Selimiye Camii ve Külliyesi, 2011 yılında Dünya Mirası listesine alınmıştır. Salim'in caminin inşası için neden Edirne'yi seçtiği tam olarak bilinmiyor. Avliya Çelebi "Seyahatname" adlı eserinde kralın rüyasında Hz. Muhammed'i gördüğünü ve ondan Kıbrıs'ın fethi anısına bir cami inşa etmesini istediğini yazar. Ancak Kıbrıs'ın caminin inşasından üç yıl sonra, yani 1571'de fethedildiği bilindiğinden bu iddia asılsız görünmektedir. Konuyla ilgili daha doğru bilgilerde o dönemde İstanbul'da yeni bir büyük camiye ihtiyaç duyulmadığı, Edirne'nin Rumeli'de Osmanlı yönetiminin merkezi konumunda olduğu ve Selim'in şehre özel bir sevgisi olduğu belirtiliyor. gençliğinden beri.
Tepede yer alan Selimiye'de daha önce hiçbir cami veya antik tapınakta görülmeyen bir teknik kullanılmış. Daha önceki kubbeli yapılarda ana kubbe basamaklı yarım kubbelerin üzerinde yükselse de Selimiye Camii 43,25 metre yüksekliğinde ve 31,25 metre çapında tek bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe 8 sütun üzerine oturan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak, millerine 6 metre genişliğinde kayışlarla bağlanmıştır. Mimar Sinan bu şekilde kapladığı iç mekana verdiği genişlik ve konforun yanı sıra mekanın kolay anlaşılmasını da sağlamıştır. Kubbe aynı zamanda caminin dış cephesinin ana hatlarını da belirliyor.
Caminin dört yanında yer alan, her biri üç şerefeli olan 380 santimetrelik minarelerin yüksekliği 70,89 metredir. Minarelerin külahla birlikte yüksekliği bazı kaynaklara göre 84 metre, bazılarına göre ise 85 metredir. Cumla kapısının her iki yanındaki minarelerin şerefelerine üç ayrı merdivenle çıkılmaktadır. Diğer iki minare tek merdivenlidir. Öndeki iki minarenin taş oymaları oyuk, ortadaki minarelerin oymaları ise dışbükeydir. Minarelerin kubbeye yakın olması caminin göğe doğru uzandığı izlenimini yaratıyor. Bu caminin en önemli özelliği Edirne'nin her taraftan görülebilmesidir.
Caminin mermer, porselen ve hat eserleri de önemlidir. Binanın içi İznik çinileriyle süslenmiştir. Büyük kubbenin hemen altındaki hükümdarın ibadethanesi 12 mermer sütunlu olup 2 metre yüksekliğindedir. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında çinilerin bir kısmı Rus general Skobeliev tarafından sökülerek Moskova'ya götürüldü.
Binanın kuzeye, güneye ve avluya açılan 3 kapısı vardır. İç avlu revaklar ve kubbelerle süslenmiştir. Avlunun ortasında mermerden özenle yapılmış bir çeşme bulunmaktadır. Dış avlusunda medrese, darü'l-kurra, darü'l-hadis, medrese ve köşk bulunmaktadır. Medrese şu anda çocuk kütüphanesi, medrese ise müze olarak kullanılmaktadır. Geçmişte cami meşalelerle aydınlatılırdı. Meşalelerden çıkan kurum, hava akışı yaratan özel bir delikten dışarı çıktı.
Efsaneye göre caminin yapılacağı alanda bir lale bahçesi varmış. Bu arsanın sahibi ilk başta burayı satmak istemedi. Son olarak arazinin sahibi Memar Sinan'dan lale motifini camiye yansıtmasını ister ve ardından araziyi satar. Mimar Sinan da lale motifini tersten yansıtmış. Lale motifi bu arazideki lale bahçesini temsil eder, ters yansıma ise arazi sahibinin ters bir insan olduğunu gösterir.
Tarih yaşıyor. Bugün Edirne'de bulunan sayısız eser arasında en şaheserinin Sultaniyye Camii olduğunu söylemeliyiz. Cami şu anda yenileniyor. Cami ziyaretimizin arifesinde buradaki müzeyle tanıştık. Osmanlı ve Türk tarihinin tüm inceliklerini özel maketlerle anlatan bu müzeye konuşan tarih denilebilir.
Son
Yolculuğumuzun sonuna ulaştık. Edirne'nin eşsiz ciğerini yemeden otelden ayrılık hikayesi geçilmezdi. Bu harika yemeğin tadı bambaşka bir dünyaydı. Güzel anıları geride bırakarak havalimanına gidiyor ve kardeş ülkemizden güzel anılarla Anavatan'a dönüyoruz.
Subhan Mahmudov
Türkiye / İstanbul / Edirne
Kaynak: adalet.az,24 Haziran 2023
FACEBOOK YORUMLAR