Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. ve Araştırmacı Yazar KENAN ERZURUMLU, KÜRTLER Ve ZAZALAR'ı Anlattı… - Oğuz ÇETİNOĞLU

Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. ve Araştırmacı Yazar KENAN ERZURUMLU, KÜRTLER Ve ZAZALAR'ı Anlattı… - Oğuz ÇETİNOĞLU
29 Ağustos 2022 - 17:58

Oğuz Çetinoğlu: Kürt varlığının nereden geldiğini, ne olduğunu belirlemekle röportajımıza başlayabilir miyiz?
 
Prof. Dr. Kenan Erzurumlu: Kürtler; Türkiye, Irak, İran ve Suriye başta olmak üzere yaygın bir coğrafyada birbirlerinden farklı sosyolojik gruplar hâlinde yaşayan feodal topluluklardır.

Çetinoğlu: Kürt denilen insanlar topluluğu mütecânis bir grup mudur?
 
Prof. Erzurumlu: Hayır! Gerek etnik, gerek sosyolojik ve gerekse dil olarak birbirinden çok farklı gruplardan oluşmaktadır.

Çetinoğlu: Târihî geçmişleri hakkında neler söylenebilir?
 
Prof. Erzurumlu: Bilinen en eski yazılı Kürt kaynağı, 1597'de Bitlisli Şeref Han tarafından kaleme alınan ‘Şerefnâme’ isimli esserdir. Şerefnâme'ye göre, Kürtler'in soyu Oğuz Han'a dayanmaktadır. Şerefnâme'de, ‘Kürtlerin Büğdüz soyundan gelen Asya kökenli bir halk’ olduğu iddiasına yer verilmektedir. Şöyle deniliyor: ‘O sırada, Türkistan'ın en büyük hükümdarlarından biri olan
Oğuz Han, Medine-i Münevvere'de -onun sâkinine en üstün selâm olsun- bulunan, Peygamberlerin övüncü ve yaradılmışların Efendisine, bir heyet gönderdi. Bu heyetin başında da Kürt büyüklerinden ve ileri gelenlerinden Buğduz adlı bir kişi vardı. Kendisi çirkin görünüşlü, kaba, ele avuca sığmaz bir kişiydi. Çirkin görünüşlü, iri yapılı bu elçi Peygamber'in –sâlât-ı selâm onun üzerine olsun- gözüne görününce, Peygamber'in canı sıkıldı ve ondan şiddetle nefret etti. Kürtler'e beddua ederek şöyle dedi: ‘Yüce Allah bu topluluğu, kendi arasında ittifaka ve birleşmeye muvaffak etmesin; yoksa birleştikleri takdirde, onların elleriyle dünya yok olur.’

Çetinoğlu: Şeref Han’ın ifâdeleri, eserinin târihî hakîkatlerden çok masalımsı efsâneleri yansıttığı intibaını uyandırıyor. Ayrıca Peygamber Efendimiz’in tab’ı, Cenab-ı Allah’ın yarattığı bir âdemoğlunu, çirkin görünüşü sebebiyle kınamaz. Ayrıca ‘nefret’ kirli bir duygudur. O’nun kalbinde kirli duygulara asla yer yoktur. Peygamber Efendimiz beddua da etmez. O, rahmet peygamberidir. Bütün bunlara zıt beyanlar, Şeref Han’ın güvenirliliğini yok ediyor. Peki efendim! Başka neler var?
 
Prof. Erzurumlu: Aynı kaynak, Kürtlerin cin olduğu; ayrıca insan ve cinin birleşmesinden ürediği efsâne ve masallarına da yer vermektedir. Şeref Han’a göre bazı düşünürler de, 'Kürtler, Allah'ın üzerlerinden perdeyi kaldırdığı bir cin topluluğudur.' demişlerdir. Bazı târihçiler de, cinlerin, Havva'nın kızlarıyla evlendiklerini, onlardan da Kürtlerin doğduğunu öne sürmüşlerdir.

Kürt ideologlarından Mûsâ Anter (Nusaybin 1920-Diyarbakır 1992), sırf bu ifâdeleri sebebiyle Şeref Han’ı, ‘Kürt milletinin yüz karası’ olarak göstermektedir.

Çetinoğlu: Mûsâ Anter haklı. Az bile söylemiş. Başka kaynaklarda Kürtler hakkında hangi bilgiler var?
 
Prof. Erzurumlu: Türkiye'de, Kürt meselesi ile ilgili ilk yayınlanan kitaplardan birisi M. Şerif Fırat'ın ‘Doğu İlleri ve Varto Târihi’dir. Yazar, Varto'nun Kasman (Köprücük) Köyü'ndendi. Kitabın yazım Târihi 1945, ilk yayımlanması 1949'dur. İlk yayımlanmasından bir hafta sonra, bilinmeyen kişilerce, yazarı öldürülmüş; kitaplar piyasadan toplattırılmıştır. İkinci baskısı, 1961 yılında, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in sunuşu ile Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yapılmıştır. Üçüncü baskı, 1970 târihli olup, daha sonra da baskıları yapılmıştır.

Kürt meselesini derli toplu olarak ele alan ve ayırtmaların faaliyetlerine ciddî mânâda karşı çıkan ilk çalışmadır. Şerif Fırat, söz konusu çalışmasında, Türkiye'deki Kürtleri, Kırmançolar. Zazalar, Babakürdiler olarak 3'e ayırmaktadır.

Çetinoğlu: Ümit ederim işe yarar bilgiler vardır…
 
Prof. Erzurumlu: Kırmançların Oğuz Türkleri (aşiretleri); Zazaların Horasan Türkmenleri, Babakürdiler'in, İslâm öncesinde bölgede bulunan eski Türklerin devamı olduğunu ileri sürmektedir. Şerif Fırat'a göre; Zazalar, milattan önce 5. yüzyılda İran üzerinden Doğu Anadolu'ya gelen Partlar’ınn torunlandır. Zazalar, Kürt kimliğini kabul etmemekte ve kendilerini ‘Horasan Türkmeni’ olarak tanımlamaktadır. Türkdoğan'ın araştırmalarına göre, Zazalar, Ahmet Yesevî Ocağı'na bağlıdır; Oğuz kökenli olduklarına inanmaktadır ve Zazaca, Çuvaşça'nın özelliklerine sâhiptir.
 
Fırat'a göre: Babakürdiler, Hitit-Hatti Türklerinden kopan Haltiler'in M.Ö. 2000 yıllarında Orarto havalisine yerleşenleridir ve Fars dilinin etkisinde kalmışlardır. ‘Kurtbaba’ ismini taşıyan bu grup, daha sonra Babakürdi olarak anılmaya başlanmıştır. Hatta Kurtbaba isminin 1514'te Yavuz Sultan Selim Han tarafından ‘Babakürdi’ye çevrildiği’ de ileri sürülmüştür. Öte yandan, Babakürdi lehçesi, % 40 oranında eski Asya Türkçesi'nden gelen kelimeler içermektedir. Kalanı ise, Farsça ve Arapçadır. Günümüz Kırmançları'nın kullandığı lehçe ise % 60 oranında eski Türkçe kelimelerden oluşmaktadır.

Kürtlerin menşei konusunda ilgi çekici bir tespit de Orta Doğu'daki çalışmaları ile tanıdığımız meşhur İngiliz casusu Lawrence'e aittir.

Lavvrence, hatıratında, ‘Doğudaki Türklerden olan bu Kürt aşiretleri Orta Asya geleneklerinin hüküm sürdüğü bu dağlı Türklerin birlik şuurlarına bizzat şâhit oldum.’ ifâdesini kullanmıştır.
Kürtçe'nin lehçeleri konusunda farklı yorumlar yapılmaktadır. İki temel lehçeden biri olan Kurmaçca, daha çok Türkiye ve Suriye'de kullanılmaktadır. İkincisi olan Soranice ise, daha çok İran ve Irak'ta kullanılmaktadır. Türkiye'de kullanılan Zazaca ile İran'da konuşulan Guranice birbirlerine yakın olmakla birlikte, Kurmanca ve Soranice'den tamamen farklı lehçelerdir.

Lehçe ve dil olarak da geçerli olan bu görüş; son zamanlarda yapılan araştırmalarda tespit edilen Şıhbızm (Şexbizin) dili (lehçesi) açısından eksiklik taşımaktadır. Türkiye dışındaki Kürtler ise, ‘Kurmanc’, ‘Soran’, ‘Goran’ veya ‘Lor’ olarak feodal kabile topluluklarından oluşmaktadır. Şerefnâmeye göre, Kürtler, dil gelenek ve sosyal durumları yönünden dört büyük kısma ayrılmaktadır: Kurmanç-Goran-Kelhur-Lor.

Kürtlerin kökenleri konusundaki tartışmalar devam etmektedir. Burada, Kürtler ile Kürtleşen grupları birbirinden ayırmak gerekmektedir. Sosyal antropoloji açısından farklılıklar gösteren bu ayrım, açık bir gerçektir. Nitekim, ülkemizde, ‘Gerçek Kürtler sarışın-renkli gözlü olurlar’ görüşü bu görüşü desteklemektedir. Öte yandan, fizik özellikleri itibârıyla, Kırmançların büyük kısmının ve Zazaların, Oğuzlara (Yörük-Türkmen) fizikî benzerlikleri dikkat çekicidir.

Çetinoğlu: İran, Irak ve Suriye'deki Kürtlerin durumu nedir?
 
Prof. Erzurumlu: İran, Irak ve Suriye'deki Kürtler söz konusu olduğunda, genel kabul görmüş görüş şöyledir: kökenleri İranî olsa da Kürt toplulukları homojen bir yapıdan uzaktırlar. Dil-lehçe farklılıklarının yanında, etnik köken anlamında da farklılıkları vardır. Atsız Hoca'nın da; ‘Hayır! Kürtler kardeş değildir. Türk değildir. Kürtler, Farstır.’ görüşünde olduğunu vurgulayalım.
Bununla birlikte, târihte, kökenlerinin Arabî olduğunu, Asurlular'a, Babilliler'e, Urartulara, Medler'e veya Persler'e dayandığını savunanlar da olmıştur. ‘Demirci Kaıva Efsanesi’nin ilk defa Firdevsi’nin Şehname'sinde geçmesi bu iddialara örnek gösterilmektedir.

En çok kabul gören iddia ise, Kürtlerin, Arabî-Farsî başta olmak üzere çeşitli etnik grupların (Ermeni, Çerkeş, Gürcü, diğer Sami grupların) birleşimiyle oluştuğudur. Ancak bu iddialar ülkemizdeki kürtler için, kesinlikle geçerli değildir.

Çetinoğlu: Bizim için önemli olan da bu husustur. Lütfeder misiniz?
 
Prof. Erzurumlu: Türkiye'deki Kürt Aşiretleri ve Kökenleri araştırıldığında değişik gruplarla karşılaşılır:

Abdallı (Abdalân) Aşireti: Afganistan'dan gelerek Anadolu'da muhtelif yerlere yerleşen Türkmen aşiretidir. Akdeniz ve Orta Anadolu bölgelerinde yaşayanlar Türkçe; Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşayanlar Kırmançi lehçesini konuşurlar.

Akkeçililer Aşireti: Osmanlı Tahrîr Defterleri'nde ‘Yörükân Tâifesi’nden gösterilmiştir...

Alank Aşireti: İran menşeli, Türkleşmiş ‘Alanlar’ın bir koludur... Çok geniş bir sahaya yayılan kadim Alanların, Anadolu'da bıraktıklan izler bilinmektedir... Anadolu'da, Türkçe konuşan Alanlardan başka, bugün Kürtler arasında Kurmançça konuşan bir Alanlı aşiretinin Tunceli'de yaşadığı bilinmektedir...

Çetinoğlu: Kürtlerin inanç dünyâlarına da bakabilir miyiz?
 
Prof. Erzurumlu: Türkiye'deki Kürtlerin tamamı Müslüman olup, büyük kısmı Sünnî (Şafî,-Hanefî), bir kısmı da Alev'îdir. Şiî Kürtlerin sayısı yok denecek seviyededir. İnanç açısından değerlendirmeler yapılırken, göz önünde tutulması gereken grup, Alevî Kürtlerdir.
Alevî Kürtler konusunda, Türk Târih Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun ifâdesi çok tartışıldı. Art niyetli bazı gruplar, bu açıklamayı çarpıtarak bir bardak suda fırtına koparmaya çalıştılar.

Çetinoğlu: Kısaca özetlemeniz mümkün mü?
 
Prof. Erzurumlu: Yusuf Halaçoğlu'nun görüşüne katılıyorum. Şöyle ki, bugün Alevî Kürt kimliğini ileri sürenler, 2 gruptan oluşmaktadır. Büyük çoğunluğu 1400-1700 yılları arasında, Orta ve Batı Anadolu'dan doğuya iskân edilen Alevî Türkmen aşîretleridir. Alevî Zazalar da bu gruptandır. Alevîlik anlayış ve kabulleri, aynen Alevî Türkmenler gibidir. Dahası, Köktanrıya inanan ve Şamanlıktan gelen kültür kalıntıları, aynen Alevî Türkmenlerdeki gibi devam etmektedir.

İkinci grup mensupları ise, 1915 yılında, Türklerin katledilmesi olaylarına karışan Ermeniler, kendilerini gizlemek isteyen Türk olmayanlar ve gayri Müslim gurupların, dağlarda saklanıp, daha somaki dönemlerde, -kirnliklerini saklayarak- kendilerini Alevî Kürt olarak gösterenlerdir. Prof. Dr. Halaçoğlu'nun kastettiği grup bunlardır. Bu grubun Alevîliği, Türkmen Alevîliğinden çok farklıdır.


Çetinoğlu: Şimdi de Efendim, geçmişte ve günümüzdeki Kürtlerin sosyal yapısına bakabilir miyiz?
 
Prof. Erzurumlu: Kürt (veya Kurdeşen) aşiretlerde, feodal yapı sosyal hayata hâkimdir. Şıhların veya aşiret ağalarının mutlak hâkim oldukları, kültür seviyenin alt düzeyde bulunduğu, genç nüfusun fazla olduğu bir topluluktur. Bir diğer özellik de, aşirete âidiyet duygusunun çok kuvvetli olmasıdır. Geçmişten gelen bu özellik, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki hâtıralarını anlatan, Osmanlı’nın çeşitli devlet kademelerinde önemli vazifeler üstlenen ve eseler veren Mehmet Ârif Bey'in (Erzurum 1845-İstanbul 18979) ‘Başımıza Gelenler’ isimli kitabında acı bir şekilde anlatılmıştır: “Halbuki bunlar, ne emir ne kumanda dinliyorlar, başına buyruk hareket ediyorlar. Bunun sebebi Mûsâ Paşa'dan sorulunca: ‘Kumanda ettiğim süvariler muntazam, askerî bir topluluk olmadığı gibi emir dahi dinlemiyorlar. Hemen her ferdi kendi başına buyruk. Ayrı ayrı çeşitli kabilelere mensupturlar. Her kabile kendisini diğerinden üstün bilir ve başka kabileden olan bir âmirin, kumandanın veya subayın emrini dinlemezler.”

Osmanlı döneminde, Kürtlere, bir çeşit özerk beylikler verilmişti. Osmanlı, Sünnî (Şafiî-Hanefî) Kürtlerle ilişkileri iyi tutmaya gayret etmiştir. Feodal yapının son derecede etken olduğu bölgeye, devletin ve askerin girmesi mümkün olmamıştır. O kadar ki, imar işleri istenmemiş (önlenmiş), silâhlarına dokunulmamış ve devlete vergilerini pazarlık usûlü ile vermişlerdir. Cumhuriyet döneminde de, aynı durumun devamı istenmiştir.

Şeyhler, Beyler ve Ağaların elinde kalan bölge halkı, devlet ve feodalite arasında sıkışmış; bu yüzden de devletle çatışır olmuşlardır.

1937 isyanı üzerine girişilen askerî harekâtı yöneten Genel Vâli Abdullah Akdoğan Paşa, harekâtın yapılmaması için ‘on beş elebaşının teslimini’ istemiştir. İsyancılar, on iki kişiyi vermeyi kabul etmiş, ancak, aralannda Seyit Rıza'nın da olduğu üç kişiyi teslim etmeyeceklerini bildirmişlerdir. Paşa'nın ‘olmaz’ demesi üzerine; ‘Paşam, nidek, olmazsa olmaz’ demişlerdir. Paşa, sebebini sorduğunda, çaresiz kalan Dersimli, bölgenin esas problemini açıkça ortaya koyan şu cevabı vermiştir: ‘Bir kadının tek kocası olur. Şimdi siz hükümetsiniz. Askeriniz var. Bugün buradasınız. Bunları size veririz, alır gidersiniz. Biz yarın yine onların elinde kalırız. Bunlar, bu ağalar bizim külümüzü attırırlar. Siz, Dersime giremiyorsunuz. Jandarmanızı sokamıyorsunuz. Biz, onlara mecburuz…’

Feodal yapının korunması maksadıyla, 1806'da, Babanzâde ayaklanması ile başlayan isyanlar, zamanla dış devletlerin desteği ve güdümüyle Osmanlı'yı sırtından vuran ihânetler hâline gelmiştir. Acıdır ki, aynı hareketler günümüze kadar devam etmiştir.

İngiltere'nin 1919 Haziran’ında Kürt ayaklanması çıkarmak için görevlendirdiği Binbaşı Noel, bu iş için Bedirhanî ailesini seçmişti. İngilizler ile Bedirhanîleriin ilişkisi, Fransız istihbaratının 1920'deki bir raporunda şu şekilde geçiyor:

Botan aşiretinden Bedirhan ailesi, İngiliz ajanları ile anlaşmış ve İngiliz mandasını kabul etmiştir.’
Nasturî (Süryânî) isyanında (1924), ayaklanmayı bastırmak üzere görevlendirilen Cafer Tayyar Bey'e Süvari Alayı'na, Musul'dan kalkan üç İngiliz uçağı ateş açmıştır.

Çetinoğlu: Verdiğiniz bilgilere çok teşekkür ederim. Bu noktada ve röportajın son bölümünde, bazı çevrelerce, zaman zaman gündeme getirilen Dersim İsyanı'na değinmemiz faydalı  olacaktır.
 
Prof. Erzurumlu: Benden bir yaş büyüktü. Çocukluğumuz berâber geçti. Oyunlarımız ortaktı. Zaman zaman, ‘Bizim aslımız Dersim kürdü’ derdi. Hiç umursamazdık bile...

Zaman geçti. Büyümeye başladık. Yeni gençlik, delikanlılık çağlarımızda da beraberdik. Yaşlıların bir sohbetinde bizim arkadaşın nenesinin Dersim’den geldiğini (sürgün edildiğini) öğrendim. Yine de önemsemedim. Üniversite çağlarında iken ‘Kürt isyanlarını’ duyduğumda kafama takıldı. Eskilere sordum. Aldığım cevap beni şok etmişti: ‘O'nun nenesi Dersim isyanında 4 Türk askerini öldürdüğünü övüne övüne anlatırdı.’

O arkadaşımın kardeşlerinden biri, daha sonradan silâh kuvvetlere girdi. Astsubay olarak görev yaptı.

Esasında haksız da sayılmazlar (?). Onlara göre; Dersimlilere haksızlık yapılmıştır. Seyit Rıza'nın etrafında toplanan, ellerinde çiçek ve kalemden başka hiçbir şeyleri olmayan bir sürü insan, ordumuz tarafından itlaf edilmiştir. Dersimli mâsûm çocuklar-gençler, askerlere vermek üzere dağlara çiçek toplamaya çıkmışken, Atatürk'ün manevî kızının da aralarında bulunduğu uçaklar tarafından bombalanarak vahşice öldürülmüşlerdir (!). İsyan söylemleri de, resmî makamların uydurduğu bir hikâyedir. Dersimliler, asla isyan etmemişlerdir. Türk askerlerine kurşun sıkmamışlardır. Hattâ onları, çiçekle karşılamışlardır. Seyit Rıza ve yandaşları, günahsız masumlardır. (?)

Dersim, (Malatya-Elazığ-Erzincan üçgeninde kalan bölge, bugünkü Tunceli); Osmanlı'dan beri feodal yapının hüküm sürdüğü; kontrol edilemez bir bölge olmuştur.  Bu olay, çocukluk çağımızın hâtırasıdır.

Gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet döneminde Dersimliler sayısız isyana ev sâhipliği yapmıştır. İlk isyan, 1847'de gerçekleşmiştir. Bölge; vergi, askerlik ve merkezi idareye itaat hususlarında problemlidir. Bununla beraber, bütün isyanların dış güçler tarafından desteklendiği de bir gerçektir.

1935 yılına gelindiğinde, Türkiye, Hatay meselesi ile uğraşmakta iken, İngiliz ve Fransız destekli hareketler tekrar başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk 1936 yılındaki TBMM açılışındaki konuşmasında konuyu şöyle özetlemiştir:

Dâhili işlerimizde mühim bir safha varsa o da Dersim meselesidir. Dâhilde bulunan iş bu yarayı, bu korkunç çıbanı ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi, ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam ve geniş salahiyetler verilmelidir.’

Çetinoğlu: Dersim İsyanı’nın dış bağlantıları hakkında söyleyecekleriniz vardır mutlaka…
 
Prof. Erzurumlu: Dersim İsyanı’nın zamanlama olarak, Türkiye'nin Hatay meselesi ile uğraştığı döneme denk gelmesi dikkat çekicidir. Nitekim, Dersim isyanının elebaşısı Seyid Rıza, ‘Dersim Generali’ imzasıyla 30 Temmuz 1937 târihinde İngiliz Dışişleri Bakanı'na yazdığı mektupta şöyle diyordu:

‘Sayın Bakan,
Yıllardan beri Türkiye Hükümeti Kürt halkını asimle etmeye çalışmakta, gazete ve yayınlarını yasaklamakta, anadillerini konuşanlara eziyet ederek, Kürdistan'ın bereketli topraklarından gidenlerden büyük bir bölümünün telef olduğu Anadolu'nun çorak topraklarına mecbûrî göçler düzenleyerek bu insanlara zulmetmektedir. Son olarak Türkiye hükümeti kendisiyle yapılan bir antlaşma sonucu bu baskılardan arındırılmış Dersim bölgesine de girmeye kalkışmıştır.
Bu olay karşısında Kürtler göçün uzak yollarında can vermek yerine kendilerini korumak için 1930'da Ararat Tepesi'nde, Zilan ve Beyazıt Ovası'nda olduğu gibi silâhlara sarıldılar.

Üç milyon Kürt, sesimden ekselanslarına sesleniyor ve hükümetinizin mânevi etkisinden Kürt halkını yararlandırmanızı sizden istirham ediyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımın kabulünü rica ederim.’

Çetinoğlu: … Ve sonra isyan başladı. Devamını başka bir röportajda konuşuruz. Efendim, çok teşekkür ederim.
 

Prof. Dr. KENAN ERZURUMLU:
     Amasya İli'nin Suluova İlçesi'nde 1952 yılında doğdu. 1962 yılında Merzifon'da Cumhuriyet İlkokulu'ndan, 1968 yılında Merzifon Lisesi'nden, 1974 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden diploma aldı. 1981 yılında Genel Cerrahi Uzmanı, 1991 yılında Doçent, 1996 yılında Profesör oldu.
     1976'dan 1981 yılına kadar ABD'de Genel Cerrahi alanında çalıştı. Tokat'ın Turhal İlçesi Devlet Hastahânesi'nde Başhekim olarak tâyin edildi. 1991 yılında Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Genel Cerahi Uzmanı olarak göreve başladı. 1996 yılında aynı üniversitenin Uygulama Hastahânesi Baştabibi oldu. 2011 yılında Cerrahî bölüm başkanlığına terfi etti. 2019 yılında yaş haddidinden emekli oldu. Hâlen Samsun’da serbest hekim olarak faaliyet göstermekte, kitaplar yazmaya devam etmektedir.
     Prof. Erzurumlu, evli, 2 evlat babasıdır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.
Yayınlanmış kitapları:
     Koca Reis Fahri Uzun, Mustafa Kafalı, Devlet, 21. Yüzyılda Türk Cihan Hâkimiyetinin Jeopolitiği, Geçmişten Günümüze Mistisizm ve Tasavvuf, Türklüğe Bakış, El Neştere Değince, Gerçeğe Hu diyelim / Alevilik ve Bektâşiliğe Farklı Bir Bakış, Ne Amerika, Ne Rusya, Ne Çin / Her Şey Türklük İçin.   
 

 

Kocaeli Aydınlar Ocağı: KAO

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum