Faruk Nafiz Çamlıbel ve Han Duvarları / Nihad Sami BANARLI
Faruk Nafiz, 1898 Mayısının 18. Cuma günü, İstanbul’da doğmuştur. Babası, eski Orman ve Maâdin Nezâreti başkâtiplerinden Süleyman Nafiz Bey’dir. Annesi Rûhiye Hanım, tüccardan İbrûhim Necâti Bey in kızıdır.
Faruk Nafiz, ilk tahsilini Bakırköy Rüşdiyesi’nde yapmış, orta tahsilini Hadıka-i Meşveret îdâdîsi’nde tamamlamıştır. Yüksek tahsil için de bir müddet Tıb Fakültesi’ne devâm etmiştir.
Daha Tıb Fakültesi’nde talebe iken neşrettiği şiirleriyle dikkati çeken şâir, kısa zamanda şiir ve sanat çevrelerinde tanınmış; büyük takdir ve alâka görmüştür. Onun ilk şiirleri Peyâm-ı Edebî’de (1913- 1914), Edebîyat-ı Umûmiye Mecmûası’nda (1916- 1919), Yeni Mecmûa’da (1918), Ümîd Mecmûası’nda (1919-1921), Şâir (1918-1919), Büyük Mecmûa (1919), Nedîm (1919) mecmûalannda; Birinci Kitap, İkinci Kitap gibi İsimlerle, sekiz kitap hâlinde çıkan, şiir-nesir ve hikâye kitaplarında (1920-1921) ve Yarın (1921-1922) mecmûası’nda neşrolunmuştur.
1917-1918 de îleri Gazetesi yazı heyetine katılan Faruk Nafiz, 1922’de bu gazetenin temsilcisi olarak Ankara’ya gitmiş, aynı yıl, Kayseri Lisesi edebiyat muallimliğine gönderilmiştir. 1924 de Ankara Erkek Muallim Mektebi, 1925’te Ankara Kız Lisesi edebiyat muallimi olmuş, ayrıca Ankara Lisesi’nde edebiyat okutmuştur. 1932’de İstanbul’da Kabataş Lisesi edebiyat muallimliğine nakledilen şâir, bu lisedeki muallimliği sırasında ayrıca Amerikan Kız Koleji’nde yıllarca, edebiyat dersi vermiştir.
Faruk Nafiz, 1946 da Demokrat Parti’den, İstanbul Milletvekili seçilmiş ve onun mebusluk hayâtı 27 Mayıs 1960 ihtilâline kadar devâm etmiştir. Bu ihtilâlde, bütün milletvekili arkadaşlarıyle birlikte tevkif edilerek Yassıada’ya gönderilen şâir, Haziran 1960’tan Eylül 1961’e kadar burada kalmış ve meşhur Yassıada Mahkemesi sonunda suçsuz görülerek berâat etmiştir. Bu hâdiseden sonra siyâsi hayâta devâm etmek istemeyen şâir, sâdece Yassıada’da arkadaşlarıyle birlikte mâruz kaldığı acı baskı’yı, çok kuvvetli ve çok mânâlı, satirik dörtlükler hâilinde nazmederek, vaktiyle yazdığı Han Duvarları şiirine mukabil, Zindan Duvarları adiyle, yassı bir kitap hâlinde neşretmiştir.
Ankara ve İstanbul’da edebiyat muallimliği yaptığı yıllarda Güneş, Tavus, Hayat, Yedigün ve bizzat çıkardığı Anayurd mecmualarından başka Ankara ve İstanbul’un muhtelif mecmûa ve gazetelerinde şiirler, fıkralar, makale ve musâhabeler neşreden Faruk Nafis, yine İstanbul’da Akbaba ve Karikatür gibi mizah mecmûalanna Deli Ozan ve Çamdeviren takma adlanyle mizâhî ve satirik manzûmeler yazmıştır.
★
Faruk Nafiz, şiire, bir gönül iklimi olan memleketinin mahalli ve târihî atmosferine uygun, bir aşk fâiri olarak başlamıştır: Onun ilk şiirleri, İstanbul’da Balkan Savaşı’nın, ve Birinci Dünyâ Harbi’nin kaybedildiği, üzgün ve ümitsiz yıllardaki romantik duygular içindedir: Böyle devirlerde insanların her şeyden çok, ya Allah’a, ya aşka, yâhud da her ikisine sarıldığı görülür. Devrin marazı hassâsıyeti, genç insan gönüllerini aşk ürperişlerine daha kuvvetle sürükler.
1918’lerden 1930’lara kadar olan zaman içinde edebiyâtımızın yegâne kudretli aşk şâiri şöhretiyle tanınan ve şiirleri o zamânın genç kız ve genç erkek defterlerine ihtimamla yazılan Faruk Nafiz’in bu başarısında Türkçe’yi güzel kullanışının te’siri çok büyüktür. O kadar ki Faruk Nafiz, meselâ, aruz’la söylediği şiirlerde bu vezni bir Türk arûzu haline koyan Muallim Nâci, Tevfik Fikret, Mehmed Âkif, Ahmed Hâşim ve Yahya Kemal serisinin son usta şâiridir.
Onun şiiri, bilhassa bu meziyeti bakımından, üstad şâir Yahya Kemal tarafından takdir edilmiş ve:
Bir lübbüdür cihanda elezz-î lezâizin,
Her mısra-ı güzidesi Fârûk Nâfiz’in.
gibi, Yahya Kemal’in her şâir için kolay söyleyemeyeceği bir iltifatla değerlendirilmiştir.
Yıllar ilerledikçe, aşk şairliği esas vasfını kaybetmemekle berâber; Faruk Nafiz’in şiire daha başka duygu ve düşünceleri getirdiği de olmuştur: Fakirlerin ve muztariplerin derd ortağı olmak; yeni şiire eski şiirden bâzı asil çizgiler aksettirmek; ilhamını Kısas-ı Enbiyâ’dan alan, yeni duygu ve düşünce şiirleri söylemek; şiire, ince, İstanbul peyzajları işlemek v.b. gibi türlü ilhamlar, teessürler; duygular, düşünceler, bu şiirlere dikkate değer bir çeşitlilik vermiştir.
Fakat Faruk Nafiz’in bir de memleket şâirliği devresi vardır:
Şâir, çocukluk ve gençlik hayâtını yaşadığı Balkan Harbi, Birinci Dünya Harbi ve İstiklâl Savaşı yıllarında, çeşitli yurd felâket ve ıztırapları içinde büyümüştü. 1922’de İleri Gazetesi muharriri olarak Anadolu’ya geçmiş, bir müddet Ankara’da kaldıktan sonra, edebiyat muallimi olarak, Ulukışla yoluyla, Kayseri’ye gitmişti. Faruk Nafiz’in Anadolu’yu içinden tanımasına fırsat veren bu yolculuk, 1928’de daha geniş bir imkânla tamamlanmıştı: Devrin Maârif Vekili Mustafa Necati’nin riyâsetindeki Şark Vilâyetlerini Tedkik Heyeti’nde bulunan şâir, bu heyetle Sivas, Erzincan, Gümüşhâne, Trabzon, Erzurum illerimizi görmüş ve dönüşte Kastamonu’yu tanımak fırsatını bulmuştu. O târihlerde bir İstanbul şâiri için çok mühim ve çok yeni olan bu çeşit vatan içi seyahatleri, Faruk Nafiz’in edebi hayâtında dönüm noktası olmuştu: Bu devirde, şâirin sanatında bir memleket edebiyâtı vücûda getirme ideali yer tutar.
Faruk Nafiz, bu idealin ilk şâhesarini Han Duvarları adlı büyük şiiriyle vermiştir. Han Duvarları’ndan başka Kızıl Saçlar gibi ve mühim bir kısmı Hayat Mecmûası’nda (1926-1928) çıkan Çoban Çeşmesi, Sanat, Yolcu ile Arabacı, Çankaya, Kız Hüseyin’i Vurdular, Memleket Türküleri, Dağlar, Ayşe Sana, Ali, , Allaha Ismarladık, Bugün Yoldan Geçenler v.b. gibi manzûmeleri, hep bu idealin ve bu yurd intıbâlarının şiirleridir[1].
Bu şiirlerin bir kısmı da vezin, sekil, dil ve söyleyiş bakımından, Türk halk şiirinin lezzetini tattırır. Memleket şiirler söylemek, Faruk Nafiz için, Anadolu’yu birçok cepheleriyle içinden tanımış olmaktan doğan bir anlayıştır. Şâir, bu arada, Türk şiirinin, umûmiyetle, Türk edebiyâtının o devirde nasıl bir yol tâkip etmesi lâzım geldiğini, sağlam bir görüşle, düşünür. Onun Sanat isimli şiirinde, bizzat yapmaya çalıştığı bu memleket edebiyatı’nın bir felsefesi vardır. Bu manzûmede egzotik veyâ kozmopolit sanat zevkiyle yerli ve millî sanat anlayışı ustalıkla karşılaştırılır ve şâir, sebebini de belirterek bu, ikinci sanatı tercih eder:
Başka san’at bilmeyiz, önümüzde dururken,
Söylenmemiş bir masal gibi Anadolu’muz.
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken,
Sana uğurlar olsun, ayrılıyor yalumuz!
Ancak Memleket Edebiyatı yapmak, Faruk Nafız için, o yıllarda üzerinden geçen fırtınalarla sarsılmış, fakirleşmiş, muztarip Anadolu’nun bu hâlinden istifâde eden bir gösteriş yapmak’tan ve her türlü siyâsi maksatlarla yabancı ideolojilerden uzak, samimi bir harekettir. Bunun içindir ki şâir, Anadolu’nun ıztırabına yerinde ve kuvvetli çizgilerle temas etmekle beraber, daha çok, o perişan hâliyle bile güzel ve sevimli bir vatanda yasayan halkımızın incelik ve üstünlüklerini gösteren, iyi ruhlu bir edebiyat meydana getirmiştir. Yine bunun içindir ki Faruk Nafiz’ in bu tarz şiirlerinde dört asır evvelki saz şâiri Karaca Oğlan’ın şiirlerini besleyen, yurd güzellerine ve yurd güzelliklerine âit, yerli çizgiler görülür:
Yağ kandillerinin ve türlü bakımsızlıkların isleri ile kararmış han duvarları’ nda birer âyet gibi ışıldayan âşık tarzı şiirler; fidan veya söğüd boylu köy kızları; toprağa diz vuruşları içimizi kımıldatan, dağ gibi Türk zeybekleri bunlar arasındadır. Bu şiirlerde, tekerleklerinde memleketin inlediği duyulan, emekdar kağnılar’la kuş uçmaz yollardan pervasız akıp giden, kızıl saçlı köy kızları da vardır; bir yerden bir yere durmaksızın yolcu taşıyan ve ömürleri yollarda geçen arabacıların duyguları da…
Kısaca, bu şiirlerde görülen, o zaman için yeni dünyâ büyük romancı Reşad Nuri’nin Anadolu sahneleri’yle süslü romanlarında olduğu gibi, yalnız zekâlarında, tecrübe, tevâzu’ ve irfanlarında değil, iztıraplarında da bir incelik ve sevimlilik bulunan, sıcak ve asil bir milletin dünyâsıdır.
★
Han Duvarları kitabı, Faruk Nafiz’in şiirde Memleket Edebiyatı yapmak istediği yıllarda söylenmiş şiirleriyle tertiplenmiştir. Bu kitaba, şâirin daha başka zamanlarda, hece ile ve aruz’la söylediği daha başka şiirler de alınmıştır. Fakat bu şiirleri okuyanlar, onlarda yine bir memleket şâiri’nin hususiyetlerini bulacaklardır. Esasen, Faruk Nafiz’in san’atında çok mühim bir vasıf, onun şiirlerinin ne Doğu ne de Batı edebiyatlarının özentisinde olmayan yerliliğidir.
Aynı şiirlerde, okuyucu, sâde, temiz ve âhenkli bir Türkçe’nin zevkini duyacaktır. Asrımız Türkçesini çok iyi kullanan, ve Türk milletinin meydana getirdiği dile şuurla sâdık kalan Faruk Nafiz, kendi çağının şiir Türkçesine:
Hangi sözlerle ninem gönlünü açmışsa bana,
Ben o sözlerle gönül vermedeyim sevgilime.
Sözlerim ninni kadar duygulu olmak yaraşır,
Bağlıdır çünkü dilim gönlüme, gönlüm dilime.
kıt’asında belirttiği gibi, gönül dili vermeğe muvaffak olan şâirlerdendir.
★
Eserleri:
Faruk Nafiz’in bellibaşlı eserleri, şiir kitapları ile, manzum ve mensur tiyatrolardır. Şâirin, ayrıca roman ve mizah vâdisinde yazılmış ve kitap hâlinde neşrolunmuş eserleri de vardır:
Şiir Kitapları: Şarkın Sultanlan (1918), Gönülden Gönüle (1919), Dinle Neyden (1919), Çoban Çeşmesi (1926), Suda Halkalar (1928), Bir ömür Böyle Geçti (seçme şiirler, 1933, 4 defa basılmıştır.), Elimle Seçtiklerim (1934), Akarsu (1936, 1940), Tatlı Sert (mizâhî şiirler, 1938), Akıncı Türküleri (1938, 1939), Heyecan ve Sükûn (seçilmiş şiirler, 1959), Zindan Duvarlan (Yassıada şiirleri, 1967), Han Duvarlan (1969).
Tiyatro Eserleri: Canavar (Manzum piyes, 1925, 1965), Akın (Manzum piyes, 1932, 1965), öz- yurt (Manzum piyes, 1932, 1965), Kahraman (Manzum piyes, 1933, 1965), Yaylâ Kartalı (1945), Dev Aynası (Henüz neşrolunmamıştır). Şâirin bundan başka İlk Göz Ağrısı isimli, bir piyes adaptasyonu vardır.
Mektep Temsilleri: Bir Demette Beş Çiçek (1933), Yangın (1933).
Roman: Yıldız Yağmuru (1936).
Nihad Sami BANARLI
[1] Şâirin, Kayseri’de yazmaya başladığı ve yağmur duâsı gibi yerli ve şiirli parçalarla süslü, manzum, Canavar piyesi de aynı memleket edebiyatı eserlerindendir.
(Han Duvarları, Faruk Nafiz Çamlıbel, Meb Yay. Ankara, 2001, Önsöz)
FACEBOOK YORUMLAR