F.Gürbüz Yılmaz:Bosna İntibaları

Bosna ve Aliya İzzetbegoviç. Bosna’nın kalbinde yatan Aliya İzzetbegoviç ve Aliya İzzetbegoviç’in kucağında yatan Bosna Şehitleri…

F.Gürbüz Yılmaz:Bosna İntibaları
11 Şubat 2014 - 22:38

F.Gürbüz Yılmaz

 

        Bosna ve Aliya İzzetbegoviç. Bosna’nın

kalbinde yatan Aliya İzzetbegoviç ve Aliya İzzetbegoviç’in kucağında yatan  Bosna Şehitleri…

 

         İster Saraybosna diyelim, ister Bosna

Hersek,İster Sarayova, istersek de Boşnakca Sarayevo diyelim; burası

Saraybosna’dır.Ecdadın büyük yatırımlar yaparak Avrupa’nın göbeğine oturttuğu

bir kültür  merkezi, bir kültür şehri

Bosna… Osmanlı’dan devraldığı mirası ellerinden geldiğince bozmadan,

zedelemeden, satmadan var güçleriyle koruyan Bosnalıları yürekten kutluyorum.

 

Ve özellikle Aydınlar Ocağı

ekibiyle bizleri Cumhuriyetimizin 85’inci yıldönümü kutlamaları çerçevesinde

dört günlüğüne Bosna’ya taşıyan, Aydınlar Ocağı Genel  Başkanı sayın Prof.Dr.Mustafa Erkal Hoca’ya

teşekkür ediyorum. Ecdat yadigarı bölgelerin hiç değilse önemli bir bölümünü

tanımamıza vesile oldu. Sanayisi olmadığı için havası, suyu da tertemiz.

Irmaklarından akan suyu ister bardağa koy, istersen eğil avuçlarınla iç.

Doyamazsın içmeye. Evlerde, otellerde musluktan akan suyu kana kana içersin.

Sokaklardaki bütün çeşmeler akarçeşme. İçme suyu. Tıpkı Anadolu’da olduğu gibi.

 

          Rüyalar kadar güzel olan bu şehirden

ayrılırken arkamızda bıraktığımız tercümanımız Fahreta (ben ona, Fahriye

diyorum) ve babası Rıdvan Bey, sıcak ilgileriyle ailemden biriymiş gibi geldi

bana. Öylesine sıcak ve öylesine candan.

 

          Ve arkada bıraktığımız Toroslar kadar

eski, Toroslar kadar güzel Dinaridi Dağları. Dağların arasında vadiyi  bölen Dinaridi Nehri… Nehrin bir yanında

uzayıp giden tren yolu, diğer yanında karayolu…

 

          Gazi Hüsrev Bey Külliyesi, Bosna

Hersek’teki Osmanlı eserleri arasında 

çok önemli bir yer tutar. Külliyenin ,Saraybosna Sancak Beyi, Gazi

Hüsrev Bey tarafından 1530-1543 yıllarında yaptırılmış olduğu biliniyor. Bir

cami, bir medrese, bir  hankah, han,

kütüphane ve  bezistandan ibaret olan bu

külliye, günümüze kadar önemini koruyarak gelebilmiş; Hasar görmüş  olsa da yaşayan en güzel örnektir. Hem

Osmanlı’nın, hem de  Gazi Hüsrev Bey’in

medeniyete  ve sosyal  gelişime verdiği önemin ölçüsünü

göstermektedir. Gazi Hüsrev Bey Camii’ne, Bey Camii de denir. Başkent

Saraybosna’da Başçarçı civarında bulumaktadır. Külliyenin hamam  binası, Belediye  Başkanlık binası olarak kullanılmakta. Osmanlı

döneminden kalma, antika eserler de orijinalliği bozulmadan korunmuş, aksesuar

olarak başkanlık odasını süslemekte.

 

          Gazi Hüsrev Bey’in babası  Ferhat Bey Bosnalı, annesi Üsküdar’lı ve

Sultan  Bayezit II’nin kızıdır. Eşi

Bosnalı. Çocuğu olmamış, Bosnalılar, ona yeniden evlenip çocuk sahibi olması

için adeta baskı yapmışlar fakat Hüsrev Bey kabul etmemiş ve “Çocuk için

evlenmem. Bosna’da doğan bütün çocuklar benim çocuklarım sayılır,” cevabını

vermiştir. Bu sebeple de Bosnalılar onu çok severler. Her bayram adına bir

kurban kesildiğini, çocuklara yemek  dağıtıldığını ve kendi adına yaptırdığı, Gazi

Hüsrev Bey Camii’inde hergün bir hatim indirildiğini öğreniyoruz. Hergün 30

imam gelir, her biri birer cüz okuyarak hatmi tamamlarlar. Bu  durum savaş sırasında dahi ara verilmeden

devam etmiş. Öyle ki, savaşta ancak 13 imam bulunur,  gelir, bombalar altında okumaya devam ederlerler.

Dışarıya çıktıklarında üzerlerine bomba yağdırılmasına rağmen imamlardan ölen ,

yaralanan  olmaz.  Buna karşılık 

yerde 13 ölü güvercin bulurlar... Bu çok önemli  ve düşündürürcü  bir hadisedir…

 

          Bosnalılar dinlerine bağlı, samimi

müslümanlar. Erkekler, camilere giderler ibadet için. Camiye gidenlerin

ekserisi gençler olduğunu öğreniyoruz.Ve camiler Osmanlı döneminden kalma. Yeni

cami yok. Bir tek yeni cami var o da Suudiler, savaş sonrası yaptırmışlar.

 

           Sosyalist rejim döneminde, erkeklerin

ibadet etmelerinin yasak olduğunu oğreniyoruz. Lakin kadınlar  camilerde ibadetlerini sürdürüyorlar o

dönemde..

 

 ü          Mostar, Osmanlının Avrupadaki en

önemli şehirlerinden biri olduğu bilinir. Mostar  Ovası ve Mostar Çayı, bizi Mostar Köprüsüne

götürdü. Ayrıca Mostar Köprüsü, Osmanlı’nın Avrupa’da vücuda getirdiği en

önemli sanat eserlerinden biri. Şehri iki yakaya ayıran Mostar Çayı üzerine

oturtulmuş bu nadide eser, son savaşta toz-duman olmuş. (Restore edilen bu

nadide eser, elbette eskisi gibi değil. Bunu eski fotoğraflardan anlıyoruz.)

İki başında camisi ve çarşısı ile bir abide görünümünde… Mostar Ovası. ..Ovayı

bölen karayolu, sağlı-sollu yerleşim merkezleri, üzüm bağları ve meyve

bahçeleri ile bezeli… Yolun bir tarafında Müslümanlar, diğer tarafında

Hırvatlar ve sırplar yaşıyor. Cami gördüğünüz yerde Müslümanlar, görmediğiniz

yerde Müslüman olamayanlar yaşıyordur.  Hırvatlar ve 

Sırplar…

 

           Bosna-Hersek’de Müslüman olmak zor,

İstanbul’da Türkiye’de Müslüman olmak çok kolay, ama Bosna’da zor, diyor Rıdvan

Haliloviç Bey ve ilave ediyor: Müslümanları diğerlerinden ayıran üç önemli

unsur var. Birincisi: Müslümanlar dürüsttürler. İkincisi: Müslümanlar  yalan söylemezler. Üçüncüsü: Müslümanlar

emanete ihanet etmezler. Bir bomba yağmuruna tutulmuş tarihi eserlere ve

yerlebir edilen Boşnak mahallelerine bakıyoruz, bir de  bu eserlerle birlikte ailelerini yurtlarını,

yuvalarını korumak uğruna  şehit düşmüş,

şehitlikte yatan binlerce Bosnalı’ya bakıyoruz. Gerçekten Bosna’da Müslüman

olmak çok zor. “Neden Bosna” diye düşündüm hep. Evet. Neden Bosna. Bunca  insanın, bunca tarihi eserin katledilmesi

neden? Çünkü burası Osmanlının  büyük

yatırımlar yaptığı, Avrupa’nın Kudüs’ü sayılan, 

üç semavi dini bir arada barındıran kanton… Bosna-Hersek kantonu…

 

         Savaşın yakıp yıktığı Bosna’yı yeniden

ayağa kaldırmak için kadın-erkek elele, omuz omuza yürekleri ile çalışıyorlar.

Erkekler devlet sektöründe, kadınlar ise her yerde. Dükkan açmış, Boşnak böreği

yapan- satan kadınlar, büfelerde garsonluk yapanlar. Otel-motel ve

pansiyonlarda çalışan kadınlar . Hepsi bakımlı, hepsi düzgün giyimli…

Tesettürlü  olanları  da modern giyinenleri de şık ve bakımlı…

 

         Travnik, çok özel bir yer.Burası,

sular ve minareler şehri olmalı. Her yanda topraktan fışkıran su sesleri

bestekarı bilinmeyen namelerle doluyor kulaklarımıza… Şehri baştan başa

gezemedik ama, minare sayısı hayli fazla idi. 

Travnik’te ilk tanıştığım, şehrin girişindeki Elçi İbrahim Paşa

Medresesi oldu. 1706 tarihli bu medrese, bugün İmam-Hatip Lisesi görevini

yapıyor. Bosna’da halen medreseler faaliyette ve o yüzden olsa gerek İslamiyet ve

Osmanlı kültürü değişime uğramamış…

 

           Medreseye girdiğim zaman dikkatimi

çeken şey, Fatih Sultan Mehmet Han’ın Bosnalı Hıristiyanlar için verdiği

koruyucu nitelikteki ferman oldu. Medreseden çıkınca karşı tepedeki  Osmanlı Türk  Kalesi bütün ihtişamı ile karşımdaydı. Şehri

bu kaleden koruduk, diyor tercümanımız Fahreta. Kaleye çıkma şansım olmadı…

 

            Bir başka önemli eser de, Alaca

Camisi idi. Balkanlarda dış cephelerinde 

ahşap süslemeler olan camilere Alaca Camisi denildiğini biliyoruz. Bu

caminin diğer adı da Süleyman Paşa Camisi’dir. 1757 yılında Bosna Veziri

Sopasalan Kamil Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.  Travnik şehrine Osmanlı - Türk mührünü vuran

üç büyük eserden biri olduğu bilinir. Ayrıca Travnik için dualı şehir, düşmiyen

tek şehir deniliyor. Son savaşta daha doğrusu katliamda Bosnalılar şehri

kaleden koruduklarını söylüyorlar.

 

             Buraları Anadolu’nun herhangi bir

şehri ile ne kadar da benzeşiyor. Yollar, göz alabildiğince yeşillikler

Karadeniz’de geziyormuşuz hissini uyandırıyor insanda.

 

             Blagay denilen yerde, Bujina

Nehri’nin kaynağının hemen yanında kurulmuş Alperenler Tekkesi. Muhteşem bir

kayanın üzerinde  yükselen dağın  altından çıkan suyun kenarında kurulmuş olan

bu tekkeyi, Türklerin en büyük, en önemli tarikat önderi, Yesevi Tarikatının

kurucusu, Hoca Ahmet Yesevi’nin öğrencisi, Sarı Saltuk kurmuştur. Bu tekke

sayesinde islamiyetin Avrupa’ya Omanlı’dan önce gittiği bilinir.  Tekkeler ortamı hazırlamış ve Türkler

Balkanları kolaylıkla almışlardır. Tekke’nin çok güzel bir mimarisi var. Tipik

Safranbulu evlerine benzeyen sade bir konak. Konağın alt ve üst katında çok

büyük olmayan iki balkon var. Alt kattaki balkondan merdivenle ırmağa iniliyor.

 

 Balkonun parmaklığına asılı duran bakır tası

suya daldırıp, doldurduğumuz buz gibi sudan kana kana içtik. Tekkenin tam

karşısındaki lokantada taze balık yemenin zevki bir başka idi. Lokantalarda ya

et yersiniz ya balık. Bir de hamur işleri. Öyle yeşil sebze, kıvırcık, marul

filan aramayın, bizim karışık mevsim salatası da uğramaz sofralara. Savaştan

çıkan bir millet… Muhtaç olduğu çok şey var ama onlar öncelikle bir alış-veriş

merkezi istiyorlar. Bir-iki bölgede var ama onlar dost  bilmedikleri bir ülkenin  açtığı müesseseden alış veriş  yapmak istemiyorlar.

 

          Blagay’daki Sarı Saltuk, Yesevi

Hazretlerinin yüzbine yakın öğrencilerinden biridir ve İslam dinini tebliğ için

buralarda bulunmaktadır.

 

          Buraya kadar, Bosna’da görüp

hissettiklerimden bir bölümü paylaşmak istedim. Dahasını yazmaya kalksam

ciltlere sığmaz. Burada gerçekleştirilen toplantılar, sempozyumlar, sunulan

tebliğler ve törenler erbabınca anlatılacaktır. O sebeple ben bu kadarla

yetineceğim.    

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum