F.Gürbüz Yılmaz:Bosna İntibaları
Bosna ve Aliya İzzetbegoviç. Bosna’nın kalbinde yatan Aliya İzzetbegoviç ve Aliya İzzetbegoviç’in kucağında yatan Bosna Şehitleri…
F.Gürbüz Yılmaz
Bosna ve Aliya İzzetbegoviç. Bosna’nın
kalbinde yatan Aliya İzzetbegoviç ve Aliya İzzetbegoviç’in kucağında yatan Bosna Şehitleri…
İster Saraybosna diyelim, ister Bosna
Hersek,İster Sarayova, istersek de Boşnakca Sarayevo diyelim; burası
Saraybosna’dır.Ecdadın büyük yatırımlar yaparak Avrupa’nın göbeğine oturttuğu
bir kültür merkezi, bir kültür şehri
Bosna… Osmanlı’dan devraldığı mirası ellerinden geldiğince bozmadan,
zedelemeden, satmadan var güçleriyle koruyan Bosnalıları yürekten kutluyorum.
Ve özellikle Aydınlar Ocağı
ekibiyle bizleri Cumhuriyetimizin 85’inci yıldönümü kutlamaları çerçevesinde
dört günlüğüne Bosna’ya taşıyan, Aydınlar Ocağı Genel Başkanı sayın Prof.Dr.Mustafa Erkal Hoca’ya
teşekkür ediyorum. Ecdat yadigarı bölgelerin hiç değilse önemli bir bölümünü
tanımamıza vesile oldu. Sanayisi olmadığı için havası, suyu da tertemiz.
Irmaklarından akan suyu ister bardağa koy, istersen eğil avuçlarınla iç.
Doyamazsın içmeye. Evlerde, otellerde musluktan akan suyu kana kana içersin.
Sokaklardaki bütün çeşmeler akarçeşme. İçme suyu. Tıpkı Anadolu’da olduğu gibi.
Rüyalar kadar güzel olan bu şehirden
ayrılırken arkamızda bıraktığımız tercümanımız Fahreta (ben ona, Fahriye
diyorum) ve babası Rıdvan Bey, sıcak ilgileriyle ailemden biriymiş gibi geldi
bana. Öylesine sıcak ve öylesine candan.
Ve arkada bıraktığımız Toroslar kadar
eski, Toroslar kadar güzel Dinaridi Dağları. Dağların arasında vadiyi bölen Dinaridi Nehri… Nehrin bir yanında
uzayıp giden tren yolu, diğer yanında karayolu…
Gazi Hüsrev Bey Külliyesi, Bosna
Hersek’teki Osmanlı eserleri arasında
çok önemli bir yer tutar. Külliyenin ,Saraybosna Sancak Beyi, Gazi
Hüsrev Bey tarafından 1530-1543 yıllarında yaptırılmış olduğu biliniyor. Bir
cami, bir medrese, bir hankah, han,
kütüphane ve bezistandan ibaret olan bu
külliye, günümüze kadar önemini koruyarak gelebilmiş; Hasar görmüş olsa da yaşayan en güzel örnektir. Hem
Osmanlı’nın, hem de Gazi Hüsrev Bey’in
medeniyete ve sosyal gelişime verdiği önemin ölçüsünü
göstermektedir. Gazi Hüsrev Bey Camii’ne, Bey Camii de denir. Başkent
Saraybosna’da Başçarçı civarında bulumaktadır. Külliyenin hamam binası, Belediye Başkanlık binası olarak kullanılmakta. Osmanlı
döneminden kalma, antika eserler de orijinalliği bozulmadan korunmuş, aksesuar
olarak başkanlık odasını süslemekte.
Gazi Hüsrev Bey’in babası Ferhat Bey Bosnalı, annesi Üsküdar’lı ve
Sultan Bayezit II’nin kızıdır. Eşi
Bosnalı. Çocuğu olmamış, Bosnalılar, ona yeniden evlenip çocuk sahibi olması
için adeta baskı yapmışlar fakat Hüsrev Bey kabul etmemiş ve “Çocuk için
evlenmem. Bosna’da doğan bütün çocuklar benim çocuklarım sayılır,” cevabını
vermiştir. Bu sebeple de Bosnalılar onu çok severler. Her bayram adına bir
kurban kesildiğini, çocuklara yemek dağıtıldığını ve kendi adına yaptırdığı, Gazi
Hüsrev Bey Camii’inde hergün bir hatim indirildiğini öğreniyoruz. Hergün 30
imam gelir, her biri birer cüz okuyarak hatmi tamamlarlar. Bu durum savaş sırasında dahi ara verilmeden
devam etmiş. Öyle ki, savaşta ancak 13 imam bulunur, gelir, bombalar altında okumaya devam ederlerler.
Dışarıya çıktıklarında üzerlerine bomba yağdırılmasına rağmen imamlardan ölen ,
yaralanan olmaz. Buna karşılık
yerde 13 ölü güvercin bulurlar... Bu çok önemli ve düşündürürcü bir hadisedir…
Bosnalılar dinlerine bağlı, samimi
müslümanlar. Erkekler, camilere giderler ibadet için. Camiye gidenlerin
ekserisi gençler olduğunu öğreniyoruz.Ve camiler Osmanlı döneminden kalma. Yeni
cami yok. Bir tek yeni cami var o da Suudiler, savaş sonrası yaptırmışlar.
Sosyalist rejim döneminde, erkeklerin
ibadet etmelerinin yasak olduğunu oğreniyoruz. Lakin kadınlar camilerde ibadetlerini sürdürüyorlar o
dönemde..
ü Mostar, Osmanlının Avrupadaki en
önemli şehirlerinden biri olduğu bilinir. Mostar Ovası ve Mostar Çayı, bizi Mostar Köprüsüne
götürdü. Ayrıca Mostar Köprüsü, Osmanlı’nın Avrupa’da vücuda getirdiği en
önemli sanat eserlerinden biri. Şehri iki yakaya ayıran Mostar Çayı üzerine
oturtulmuş bu nadide eser, son savaşta toz-duman olmuş. (Restore edilen bu
nadide eser, elbette eskisi gibi değil. Bunu eski fotoğraflardan anlıyoruz.)
İki başında camisi ve çarşısı ile bir abide görünümünde… Mostar Ovası. ..Ovayı
bölen karayolu, sağlı-sollu yerleşim merkezleri, üzüm bağları ve meyve
bahçeleri ile bezeli… Yolun bir tarafında Müslümanlar, diğer tarafında
Hırvatlar ve sırplar yaşıyor. Cami gördüğünüz yerde Müslümanlar, görmediğiniz
yerde Müslüman olamayanlar yaşıyordur. Hırvatlar ve
Sırplar…
Bosna-Hersek’de Müslüman olmak zor,
İstanbul’da Türkiye’de Müslüman olmak çok kolay, ama Bosna’da zor, diyor Rıdvan
Haliloviç Bey ve ilave ediyor: Müslümanları diğerlerinden ayıran üç önemli
unsur var. Birincisi: Müslümanlar dürüsttürler. İkincisi: Müslümanlar yalan söylemezler. Üçüncüsü: Müslümanlar
emanete ihanet etmezler. Bir bomba yağmuruna tutulmuş tarihi eserlere ve
yerlebir edilen Boşnak mahallelerine bakıyoruz, bir de bu eserlerle birlikte ailelerini yurtlarını,
yuvalarını korumak uğruna şehit düşmüş,
şehitlikte yatan binlerce Bosnalı’ya bakıyoruz. Gerçekten Bosna’da Müslüman
olmak çok zor. “Neden Bosna” diye düşündüm hep. Evet. Neden Bosna. Bunca insanın, bunca tarihi eserin katledilmesi
neden? Çünkü burası Osmanlının büyük
yatırımlar yaptığı, Avrupa’nın Kudüs’ü sayılan,
üç semavi dini bir arada barındıran kanton… Bosna-Hersek kantonu…
Savaşın yakıp yıktığı Bosna’yı yeniden
ayağa kaldırmak için kadın-erkek elele, omuz omuza yürekleri ile çalışıyorlar.
Erkekler devlet sektöründe, kadınlar ise her yerde. Dükkan açmış, Boşnak böreği
yapan- satan kadınlar, büfelerde garsonluk yapanlar. Otel-motel ve
pansiyonlarda çalışan kadınlar . Hepsi bakımlı, hepsi düzgün giyimli…
Tesettürlü olanları da modern giyinenleri de şık ve bakımlı…
Travnik, çok özel bir yer.Burası,
sular ve minareler şehri olmalı. Her yanda topraktan fışkıran su sesleri
bestekarı bilinmeyen namelerle doluyor kulaklarımıza… Şehri baştan başa
gezemedik ama, minare sayısı hayli fazla idi.
Travnik’te ilk tanıştığım, şehrin girişindeki Elçi İbrahim Paşa
Medresesi oldu. 1706 tarihli bu medrese, bugün İmam-Hatip Lisesi görevini
yapıyor. Bosna’da halen medreseler faaliyette ve o yüzden olsa gerek İslamiyet ve
Osmanlı kültürü değişime uğramamış…
Medreseye girdiğim zaman dikkatimi
çeken şey, Fatih Sultan Mehmet Han’ın Bosnalı Hıristiyanlar için verdiği
koruyucu nitelikteki ferman oldu. Medreseden çıkınca karşı tepedeki Osmanlı Türk Kalesi bütün ihtişamı ile karşımdaydı. Şehri
bu kaleden koruduk, diyor tercümanımız Fahreta. Kaleye çıkma şansım olmadı…
Bir başka önemli eser de, Alaca
Camisi idi. Balkanlarda dış cephelerinde
ahşap süslemeler olan camilere Alaca Camisi denildiğini biliyoruz. Bu
caminin diğer adı da Süleyman Paşa Camisi’dir. 1757 yılında Bosna Veziri
Sopasalan Kamil Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Travnik şehrine Osmanlı - Türk mührünü vuran
üç büyük eserden biri olduğu bilinir. Ayrıca Travnik için dualı şehir, düşmiyen
tek şehir deniliyor. Son savaşta daha doğrusu katliamda Bosnalılar şehri
kaleden koruduklarını söylüyorlar.
Buraları Anadolu’nun herhangi bir
şehri ile ne kadar da benzeşiyor. Yollar, göz alabildiğince yeşillikler
Karadeniz’de geziyormuşuz hissini uyandırıyor insanda.
Blagay denilen yerde, Bujina
Nehri’nin kaynağının hemen yanında kurulmuş Alperenler Tekkesi. Muhteşem bir
kayanın üzerinde yükselen dağın altından çıkan suyun kenarında kurulmuş olan
bu tekkeyi, Türklerin en büyük, en önemli tarikat önderi, Yesevi Tarikatının
kurucusu, Hoca Ahmet Yesevi’nin öğrencisi, Sarı Saltuk kurmuştur. Bu tekke
sayesinde islamiyetin Avrupa’ya Omanlı’dan önce gittiği bilinir. Tekkeler ortamı hazırlamış ve Türkler
Balkanları kolaylıkla almışlardır. Tekke’nin çok güzel bir mimarisi var. Tipik
Safranbulu evlerine benzeyen sade bir konak. Konağın alt ve üst katında çok
büyük olmayan iki balkon var. Alt kattaki balkondan merdivenle ırmağa iniliyor.
Balkonun parmaklığına asılı duran bakır tası
suya daldırıp, doldurduğumuz buz gibi sudan kana kana içtik. Tekkenin tam
karşısındaki lokantada taze balık yemenin zevki bir başka idi. Lokantalarda ya
et yersiniz ya balık. Bir de hamur işleri. Öyle yeşil sebze, kıvırcık, marul
filan aramayın, bizim karışık mevsim salatası da uğramaz sofralara. Savaştan
çıkan bir millet… Muhtaç olduğu çok şey var ama onlar öncelikle bir alış-veriş
merkezi istiyorlar. Bir-iki bölgede var ama onlar dost bilmedikleri bir ülkenin açtığı müesseseden alış veriş yapmak istemiyorlar.
Blagay’daki Sarı Saltuk, Yesevi
Hazretlerinin yüzbine yakın öğrencilerinden biridir ve İslam dinini tebliğ için
buralarda bulunmaktadır.
Buraya kadar, Bosna’da görüp
hissettiklerimden bir bölümü paylaşmak istedim. Dahasını yazmaya kalksam
ciltlere sığmaz. Burada gerçekleştirilen toplantılar, sempozyumlar, sunulan
tebliğler ve törenler erbabınca anlatılacaktır. O sebeple ben bu kadarla
yetineceğim.
FACEBOOK YORUMLAR