Erol Güngör'den bir hatıra - Mehmed Niyazi Özdemir

Erol Güngör'den bir hatıra - Mehmed Niyazi Özdemir
00 0000 - 00:00 - Güncelleme: 24 Nisan 2020 - 12:20

Türkiye'de çok fazla tanınmayan Erol Güngör gerçek bir ilim adamıdır. Kırşehir'de doğmuş, ilk ve orta öğrenimini memleketinde yapmıştır. Bu dönemde dedesi Hacı Osman Efendi ve Kütüphane Müdürü Lütfü İkiz Bey'den dersler almış, eski yazıyı öğrenmişti. Yüksek tahsil için İstanbul'a gelen Erol Güngör'ün, Marmara Kıraathanesi'nde dedesine eski harflerle yazdığı mektubunu, masasına oturan Fethi Gemuhğluoğlu görür. İnci gibi yazdığı mektubunu hayran hayran seyreden Gemuhğluoğlu, Erol Güngör ile tahsil durumunu ele alıp biraz sohbet eder; onu gözüne kestirir. Necip Fazıl'ın 'Fikir Sakası' dediği Gemuhğluoğlu'nun kulağı deliktir. Prof. Dr. Mümtaz Turhan'ın asistan alacağını biliyordur. Erol Güngör'e, 'kalk seninle bir yere gidelim' der. Tabi Erol Güngör büyüğüne saygısından dolayı hemen ayağa kalkar. Marmara Kıraathanesi'nden çıkarak az aşağıdaki Edebiyat Fakültesi'ndeki Mümtaz Turhan'ın odasına girerler; 'İşte aradığın ilim adamını getirdim' müjdesini verir. Fethi Gemuhğluoğlu'nun söylediği laf ciddiye alınır; Erol Güngör'ün derslerindeki başarısı Mümtaz Turhan'ın takdirini kazanır. 1961 yılında 'Tecrübî Psikoloji' konusunda onu asistan olarak alır. Mümtaz Turhan'ın hayatta bıraktığı çok güzel eserleri vardır; bunların en birincisi Erol Güngör'ü Türk milletine hediye etmesidir. Erol Güngör, hayatında daima seviyeli adamlarla oturup kalkardı; bunlardan biri de Ziya Nur Aksun'du. Ziya Nur Aksun'un olduğu bir yerde malayani konulardan söz edilmez, vatan ve millete lüzumlu konulardan konuşulurdu. Bayram ziyaretlerinde Erol Güngör; Necip Fazıl'a, Nurettin Topçu'ya, Ekrem Hakkı Ayverdi ve onun gibilerine gider, o güzel sohbetlerden istifade ederdi.

Akademik hayatına başladıktan iki yıl sonra Erol Güngör, 'Erol Kırşehirlioğlu' müstear ismi ile 'Türkiye'de Misyoner Faaliyetleri'ni yayınladı. Ardından; 'Türk Kültürü ve Milliyetçilik', 'Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik', 'İslam'ın Bugünkü Meseleleri', 'Dünden Bugünden Tarih', 'Kültür, Milliyetçilik, İslam Tasavvufunun Meseleleri', 'Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak' gibi büyük eserleri yazdı. Bu değerli kitaplardan başka tercümeleri de bulunmaktadır; 'Yirminci Asrın Manası', 'İktisadi Gelişmelerin Merhaleleri', 'Sanayileşmenin Kültür Temelleri' gibi milletçe ihtiyacımız olan eserleri dilimize kazandırmıştır.

Bir gün Erol Güngör ile beraber bazı arkadaşlarımız Marmara Kıraathanesi'nde oturuyorduk. O eski harflerle yazılı bir kitabı açmış okuyor, izah edilmesi gereken yerleri de açıklıyordu. Bu arada Necip Fazıl Bey içeriye girdi; doğruca bizim masamıza geldi, hepimiz ayağa kalktık.

'Erol neredesin? Ben de seni arıyorum' dedi. Erol Güngör 'hayrola üstadım' mukabelesinde bulundu. 'Bugün bir konferansım var; Cracchus Babeuf hakkında. Buna fazla hazırlanamadım, Babeuf'a dair on cümle söyle; onun bütün fikirlerini ihtiva etsin, dışarıda da hiç bir şey kalmasın.'

Necip Fazıl büyük bir şair ve memleketin fikir adamıydı. Arada biz evine giderdik; İmam-ı Rabbani'nin Mektubat'ı ve üç beş kitap vardı. Çünkü polisler gelip Necip Fazıl'ın evinden kitapları topluyor, suç unsuru var mı, yok mu diye savcılığa götürüyordu. Oradan geri gelmesi de kısmet meselesi idi. Babeuf hakkında kitap bulması için kütüphaneye gitmesi gerekirdi; belki buna vakti de yoktu. Erol Güngör Babeuf'a dair cümleleri sıraladı. Necip Fazıl onları kaleme alırken 'işte bu güzel' diyerek tasdik ediyordu. Cümleler bittiğinde Necip Fazıl Bey 'haydi ben gidiyorum' deyince içimizden birisi 'bizde gelelim mi üstadım?' dedi. Necip Fazıl Bey de 'buyurun gelin' diye işaret etti. Hepimiz gittik. Konferans salonunda alkışlarla kürsüye çıktı; dinleyicilerin çoğu sosyolojiye mensup insanlardı. Necip Fazıl Bey iki saat süre ile elindeki notlara göz atıp konuşuyor, herkes pür dikkat dinliyordu. Bunun üzerine bir arkadaşımız sessizce Erol Güngör'e sordu 'konuşmasında bir yanlışlık var mı?' O da tebessüm ederek 'söylediklerinin hepsi doğru' dedi.

Necip Fazıl'ı aldık hep beraber Marmara Kıraathanesi'ne geldik. Üstad, Napolyon'dan anlatmaya başladı. “Almanlar'la savaşta tutuşmuştu. Akşam karanlığı basarken Almanlar karanlık dağlarına doğru çekilmeye başladı. Napolyon onları sıkı takip ediyordu. Bir yere geldiler, Almanlar Fransızlar'a karşı pusu kurdular. Almanlar atışa başlayınca Fransızlar tam siper halinde yere yattı. Napolyon baktı; sönük bir ateşti. Yanında bulunan tercümana şunu söyledi 'Almanya artık yok, teslim olun!'. Tercümanın sesi karanlık dağları inletti. Bunun üzerine Alman kumandanı cevap verdi; 'Mademki ben varım, o halde Almanya vardır, ateş!' diyerek tercümanın sesinden daha gür bir sesle ortalığı velveleye verdi. Bunun üzerine Fransız topçusu Almanlar'ı perişan etti. Daha sonra bir değirmene pusu kuran, bir manga ile bir teğmen olduğu anlaşılmıştı. Rivayet edilir ki Napolyon o Alman teğmene hayatında en önemli madalyayı takdim etti.”

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum