ERMENİ İDDİALARI KARŞISINDA TÜRKİYE'NİN BİRİKİMİ

Prof. Dr. Hikmet Özdemir'in " ERMENİ İDDİALARI KARŞISINDA TÜRKİYE'NİN BİRİKİMİ" kitabının "Önsöz" yazısını yayınlıyoruz.

 ERMENİ İDDİALARI KARŞISINDA TÜRKİYE'NİN BİRİKİMİ
25 Nisan 2022 - 10:16


Prpf. Dr. Hikmet Özdemir

 ERMENİ İDDİALARI KARŞISINDA TÜRKİYE'NİN BİRİKİMİ
ÖNSÖZ

2002 yılı biterken Londra'da İngiliz Devlet Arşivinde çalışmalarımı henüz tamamlamıştım ve planımdan biraz ilerdeydim. Yeni yılın ilk günlerinde Cenevre'de Milletler Cemiyeti Arşivi'ne gidecektim. Yılın bitmesine birkaç hafta kalmıştı. Acaba The British Library'rim hazine değerindeki kataloglarını da bu arada gözden geçirmek yararlı olmaz mıydı? Zaman yitirmeksizin bu muhteşem kütüphaneye gerekli başvuruyu yaptım ve giriş kartımı alarak mesaime başladım.

The British Library''de Ermeni meselesiyle ilgili birbirinden ilginç kitapların ve dergilerin arasında, 1919 yılında, New York'ta basılan 79 sayfalık bir katalog listesi ilgimi uyandırmıştı. Bu listeye göre, 1919 yılında New York Halk Kütüphanesinde, Ermeniler açısından olayları anlatan, "Ermenistan ve Ermeniler" başlığı altında kayıtlı periyodiklerin sayısı 19'du. Bu periyodiklerden ayrı, "Katliamlar" başlığında 92 ve "Ermeni Sorunu" başlığı altında 193 olmak üzere yaklaşık 2000 kitap okuyucuların hizmetine sunulmuştu.1

2003 yılı Şubat ayında Cenevre'deki çalışmalarımı da tamamladıktan sonra Türkiye'ye döndüğümde kafamda Türk-Ermeni ihtilafı ile ilgili pek çok soru vardı ve elbette onların yanıtlarını aramaya devam etmek zorundaydım (öyle yaptım ve halen de yapıyorum). Fakat, Londra'dan fotokopisini aldığım 1919 yılına ait bu katalog listesinin bende ciddi bir merak oluşturduğunu; buradaki periyodiklerin ve kitapların beynimde biteviye döndüklerini itiraf etmeliyim.

Acaba o kanlı savaş yıllarından beri aynı konuda biz neler yayınlamıştık?
 

Londra'da arşivde çalışırken zamanını ve enerjisini bundan böyle bu alanda orijinal eserler yazmak için yemin etmiş bir akademisyen olarak bizden önceki kuşakların neler yazdıkları hakkında yeterli bilgiye sahip değildim.

1981 yılında Prof. Türkkaya Ataöv'ün, Ermeni Sorunu: Bibliyografya adlı el-kitabı; 1997 yılında Dr. Erdal İlter'in, Türk-Ermeni İlişkileri Bibliyografyası adlı kapsamlı çalışması ve 2001 yılında da US A K Başkanı Sedat Laçiner'in, Turkey and the World, A Complete English Bibliography of Turkey and Turks adlı kaynaklar kitabında yer verilen seçilmiş liste benim sorularımı önemli ölçüde karşılıyordu.

Fakat daha farklı bilgiler de arıyordum. Örnek olarak, en azından başlıca yayınların hazırlanma öyküleri nelerdi? Acaba yıllara göre basılan eserlerin dağılımı nasıl bir eğri çiziyordu? Daha önemlisi, Türkiye'nin bu alanda bir politikası (söylendiği gibi) gerçekten yok muydu? Var ise, bu yayınlar üzerine bir akademik çalışma, söz konusu devlet politikasını ne ölçüde yansıtabilirdi?

İstanbul'da, Ankara'da ve Anadolu'daki konferanslarımda karşılaştığım konuyla son derece ilgili yurttaşlarımızla ve birikimlerine her zaman değer verdiğim meslektaşlarımla yaptığım konuşmalarda şöyle bir izlenim edinmiştim:

Bizim yayınlar konusunda üniversitelerde üç akademik efsane vardı. Bunlardan birincisi, yayınlarımızın sayısı azdır, şeklindeki yaygın görüştü. Hatta bu alanda "1980'lere kadar yayınımız yoktu" diyen meslektaşlarımız vardı. Bizim yayınlarımız son 30-40 yıla kadar gerçekten yok muydu? Kaldı ki, yayın olmaması veya yayınların azlığı başkadır; üniversitelerin bu alana ilgi göstermemesi bambaşka bir konudur. Kendileriyle tek tek randevu alıp görüştüğüm bazı şahsiyetler İmparatorluktan Cumhuriyet dönemine geçişin hemen başında ve sonrasında bu konudaki politika ne idi türünden sorularıma "tatminkâr" yanıtlar vermiyorlardı.

Yapılması gereken şu idi veya ben öyle bir kitap, bilgi notu arıyordum:

Türklerle Ermenilerin ihtilâfını anlatan eserlerin katalogu -ki bu tür bir kaynaklar listesi aynı zamanda bu alandaki Türk devlet politikasının da tarihidir.- Türklerin birikimini yansıtan bu tür bir kaynak eser, bu alandaki bilim politikasımn ne olduğunu da anlatmak zorundadır. Eğer Osmanlı İmparatorluğu'ndan bugün Türklere ve Ermenilere müzmin bir ihtilaf kalmış ise bunun mutlaka anılarla, yerel tarihlerle, akademik eserlerle iki tarafın da literatürüne yansıması gerekir.

İkinci akademik efsane; sayıca azlıktan yola çıkarak, yayınlar yetersizdir tezi.

(Bu da tuhaf bir yaklaşım: Çünkü yayınlar hiçbir zaman yarışmadı ki!)
 

Yarışan, bütün maddî ve manevî imkânlarını bu kirli savaşa seferber eden Ermeni intikamcılığı ve onları destekleyen güçlü bir lobi ile bu şer çetesinin karşısında tarihî belgelerden yola çıkarak, 1915'te savaş koşullarında olupbiteni açıklamak için çırpman birkısım cesur Türkler!

Kütüphanelerde Türklerin tezini anlatan eserlerin sayıca azlığı, söz konusu literatürün yetersizliğinin bir kanıtı olmaz.

Tam tersine, bir kitap vardır ki Ermeni iddialarını yerle bir etmiştir. Nitekim, Türk tezini anlatan böyle eserlerin olduğunu da biliyoruz. Nihayet üçüncü akademik efsane; bu alanın "çok tehlikeli" olduğu ve

esasen bu konuda "aklı başında" kişiler tarafından bilimsel çalışma yapılmasının imkânsızlığıdır...

Kapalı kapılar ardında bu iddiayı ortaya atanlar şunu da ekliyorlardı:

Yerli ve yabancı arşivlerde öyle belgeler var ki, bunların yayınlanması durumunda kişinin başı devletle belaya düşer!

Okur-yazar çevrede bu anlatılanları dinlerken açık söyleyeyim, bir parça kuşkulanmıyor da değildim.

Bir gün çalışma ofisimde, Ankara'da, 17 Mart 1984 günü yapılan bir oturumun tutanaklannı okuyordum. Avukat Önder Sav'm başkanlığında yapılan bu toplantıya Prof. Muammer Aksoy, Büyükelçi Kâmuran Gürün, Prof. Türkkaya Ataöv ve Uğur Mumcu katılmışlardı. Ankara Barosu'nun "Bütün Yönleriyle Ermeni Sorunu" başlıklı oturumunda Prof. Muammer Aksoy, konuya bakış açısını şöyle anlatıyordu:

"(...) Size bütün şerefimle söyleyeyim ki, biz Ermenilere karşı çok kötü davranmış olsaydık ve Ermenilerin bugün o işleri yapanları değil, hiç alâkası olmayan kişileri öldürmesinde haklı bir tarafı olsaydı ben huzurunuzda gelip bu millî davayı savunmazdım. Çünkü yalanı ve yanlışı söylemek bana düşmez derdim, hiç olmazsa susardım. Ama sorun objektif olarak incelendiği zaman görülüyor ki, bir, Türklerin Ermenilere karşı böyle bir davranışı yoktur. İki, [Ermeniler] hem suçlu hem güçlüdürler. Üç, onların bugünkü davranışı esas soykırımıdır ve insanlıkla bağdaşmazdır. Dört, Fransa ve benzeri memleketlerin davranışını hiçbir ölçütle bağdaştırabilmeye imkân yoktur.(...)"

Prof. Muammer Aksoy'un bu açıklamasında dikkatimi çeken husus şu idi; sonradan bir suikasta kurban verdiğimiz bu saygıdeğer insan diyordu ki; "(...) Ermenilere karşı çok kötü davranmış olsaydık (...) yalanı ve yanlışı söylemek bana düşmez derdim, hiç olmazsa susardım (...)"
 

Kendi kendime dedim ki; "Ben susmazdım! Bizim yanlışımızı da söylerdim!"

Çok iyi hatırlıyorum; 20 Aralık 2005 günü, Konya Selçuk Üniversitesi'nde, mülki ve askeri protokolün ve kalabalık bir halk ve öğrenci topluluğunun önünde, Prof. Muammer Aksoy'un bu sözlerini aktardıktan sonra, benim böyle düşünmediğimi; bu tutumun belki kuşak farkından ileri gelmiş olabileceğini söylemiştim.

Çünkü, daha 2002 yılında bu ihtilâfla ilgili Türk Tarih Kurumu (TTK)'nda akademik çalışmalarımıza başlarken yetkililer tarafından söylenen ve benim de yapmak istediğim, "1915'te Ne Oldu?" sorusunun yanıtını aramaktı...

Yabancı ve yerli arşivlerdeki belgelerin, kitapların incelenmesi sonucunda ortaya çıkan sonucu kabullenecektik!

2002-2007 arasında TTK Ermeni Masası böyle çalıştı.

2008 yılı başındayız ve "1915'te Ne Oldu?" sorusunun yanıtını -pek çok meslektaşım gibi- yabancı ve yerli arşiv kayıtlarına göre bütün delilleriyle ve çıplak olarak biliyorum (biliyoruz).

"Türkiye'nin birikimi" başlığı altında bu çalışmada topladığım Türk tezini açıklayan veya destekleyen eserlerin yaklaşık sayısı (600) üzerine elbette bir değerlendirme yapmak isterim.

Aynı dönemdeki Ermeni yayınları ile kıyaslandığında bu sayının çok az oluşu sır değildir. Fakat bunun psiko-sosyal gerekçeleri olduğu unutulmamalıdır; bu sayı, Türk milletinin tarihî gelenekleri ve duruşuyla doğrudan ilgilidir.

2006 yılında basılan bir eserde Türk milleti açısından bu tarihî duruşu açıklayan en seçkin manifesto yer almıştır: 'Ermeni Soykırımı' İddiaları: Yanlış hesap Talat'dan ve 'Tehcir'den dönünce... (Ankara, Cedit Neşriyat, 2006) başlıklı eserin altı sayfalık önsözü, yazarının herkesçe takdir olunan veciz üslubuyla başka konular yanında yine Türk milletine has bir eksikliğin de işaret edildiği nadir belgelerimiz arasına girmiştir.

Bu seçkin manifestoyu kaleme alan kişi (Mustafa Çalık) şöyle demiştir:

"Köklü ve büyük milletler, 'ağlayıp sızlama'yı pek beceremezler. Kendilerine acıma ve acındırmayı küçüklük sayarlar. Bu sebeptendir ki, 'ağlama ve sızlama edebiyatları' ya gelişmemiştir ya da yok gibidir. Tarihin toplumsal hafızaya intikalinde veya toplumsal zâtiyetin tarihi algılamasmdaki en ciddî meselelerden biri budur."
 

Evet! Türk milletinin büyüklüğüdür ki, başka milletlerde örnekleri iyi bilinen ağlayıp-sızlamaya tarihin hiçbir döneminde imkân tanımamıştır.

Esasen bilmemiz gereken bir şey daha vardır; Türklerin uzun ve meşakkatli tarihinde böyle bir lüksleri hiçbir zaman olmamıştır (ve olmayacaktır)!

1952 yılında, bir müstesna hariciyecimiz (İnayetullah Cemal Özkaya) tarafından, Türk milletinin belirgin özelliklerinden birinin, "uğradığı en haksız hücumlara cevap vermemek" olduğu ve kendisine yapılan kötülükleri "çabuk unuttuğu" kaydedilmiştir.4

1935'te, Büyük Savaş'm başlamasının yirminci yılında, Türk milletinin bu ilginç özelliği, yani uğradığı haksız hücumlara karşılık vermeyişi bir "suç" olarak değerlendirilmiştir:

"Irkımızın ferdi suçlanndan birisi de; dünyayı velveleye veren sayısız hadiselerini bile, müstakbel nesillerine, şahsî hatıra yazılarıyla bildirmekte gösterdikleri ihmal ve istiğnadır. Mesela bundan 250 sene evvel bir Kara Mustafa Paşa ordumuz Viyana'yı muhasara etmiş velvelesi, iki buçuk asır geçtiği halde nesilden nesile intikal etmiş, Paşa'nm âdemi muvaffakiyetine şükran olarak muhtelif milletlerin iştiraki ile bu sene Viyana'da dini merasim yapılmış. Bizim hayret ve dikkatlerimizi celbeden bu memul edilmez merasim külfetlerini yaptırtan büyük hadisenin iç yüzünü anlatır hatıra yazıları olsa idi; kimbilir ne kadar meraklı okur ve kimbilir ne kadar duygulamrdık ve herhalde birçok da ders alırdık."5

Türkler, yüzyıllar boyu bazı Anadolu ve Kafkasya şehirlerinde yan yana yaşadıkları Ermenilerle, İmparatorluğun parçalanma sürecindeki kanlı ihtilaflarının yazıya aktarılmasında komşularının ki türden özel bir çaba içinde bulunmamışlardır. Dolayısıyla Türkiye'de tarihin toplumsal hafızaya intikalinde bir temel zaaf olduğu genel bir eğilim ve yerleşik alışkanlık olarak kabul edilebilir.

Tam burada ilginç bir anektodu nakletmek isterim:

27 Mart 1982 günü, Paris'te, Türk Dışişleri Genel Sekreteri Büyükelçi Kâmuran Gürün başkanlığında bir Türk Heyeti muhataplarıyla görüşmektedir. Büyükelçi Gürün ve beraberindekiler önce Televizyon

1.Kanal Genel Müdürü M. Boutet ve Le Monde Gazetesi yazarlarından Jacques Amalric ile konuşmuşlardır. İkinci görüşmelerindeki muhatapları, heyetten pek çoğunun Galatasaray Lisesi'nden hocası M. Monach'tır.
 

Büyükelçi Gürün, eski hocasına hitaben konuşurken, Cumhuriyetin banş politikasının ders kitaplarına yansımasını da anlatmıştır:

"(•••) Savaş döneminde ölenler sadece Ermeniler değil, daha da fazla Türk ölmüştür, bunlar hep üzüntü konusudur. Bir ayaklanma olmuş, sonra da tehcir yapılmıştır. Ama bundan neden hiç bahsetmediniz denebilir. Bunun sebebi Atatürk'ün acılan, ıstıraplan unutturma politikasıdır. Toynbee,

Western Question'da, Rumların vahşetini açık açık yazar. Bristol Raporu'nun basılmayış sebeplerini açıklar. Atatürk bunları unutturmak istedi. Biz okul çağmdayken, İstiklal Harbi'nden bahsederken bile, Yunan demeyip, düşman kuvvetleri derdik. (...)"6

Türkiye'nin Ermeni araştırmalannda önde gelen isimlerinden Millî Eğitim (E) Bakanı Şinasi Orel, 1923 Lozan Banş Antlaşması ile başlayan süreçte Türk yetkililerin tutumunu şöyle anlatmıştır:

"Biz böylece bu meselenin artık kapandığını farz ederek bu konuyla ilgilenmemiştik. [Kimi] zaman Ermeni faaliyetleri kulağımıza geliyor idiyse de bunları ciddiye almıyorduk, çünkü artık tarih karar verecekti. Propaganda ve politik manevralarla tarihin Ermenilerin iddiaları doğrultusunda çarpıtılamayacağmı farz ediyorduk."

2006 yılında 27 Mart günü, Ankara'da Genelkurmay karargâhında yabancı askeri ataşelere hitaben konuşurken ben de görüşümü şöyle açıklamıştım:

"1918'de Mondros Ateşkesi'nde dört yıl süren kanlı savaş biterken, Türkiye'ye dayatılan model adaletsizdir."

"Atatürk'ün liderliğinde Türkler, bunun üzerine Ankara'da, yeni bir meclis ve ordu kurmuşlar ve 'zorunlu' olarak savaşmışlardır."

"Komutan, askeri zaferi kazandığı o tarihi anda, ordusuna ve ulusuna bu defa yeni ve ebediyen sürecek bir hedef göstermiştir: Yurtta barış, dünyada barış!"

"Bu hedef, Türkiye Cumhuriyeti'nin değişmez devlet politikası olarak bugün de sürdürülmektedir."

"Bu evre, 'savaştan barış yaratmak' olarak adlandırılmaktadır."

"Komutan Atatürk, bu yeni evrede, Türk milletini Balkan Savaşı, Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı'nm dayanılması imkânsız trajedileri ile ebediyen baş başa bırakmak istememiştir."

"Muzaffer Komutan, milletinin bu felâketler döneminden hayatta kalabilen kadın ve erkek bireylerine çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak ve aşmak hedefini göstermiştir."
 

"Kadın ve erkek bütün Türklerden, insanlığın ortak hazinesine katkılar yaparak bölge ve dünya barışma hizmet etmelerini istemiştir."

"Kahraman Komutan ve milleti bu yolda ilk somut adımı, Lozan Barış Antlaşması ile atmıştır."

"Lozan'da, ilk olarak, 1919-1922 Savaşı'nda Batı Anadolu'da göğüs göğüse çarpıştığı ülkenin evlatlarıyla barışmıştır.(...)"

"Bu anlayışla yetişen genç Türkiye'nin cumhuriyetçi kuşakları, komşularıyla ve öteki dünya milletleriyle ve ordularıyla geçmişte kalan ihtilâflardan beslenmemişlerdir."

"Yeni kuşaklar, kin, öfke ve intikam duygularına dayalı, sürekli saldırganlık peşinde koşan bireyler olarak eğitilmemişlerdir."

"Ancak, derin bir acı ile dünyamızda her millet, her devlet ve her liderin, Büyük Savaş sonrası ilişkilere ve barışa Atatürk gibi bakmadığını gözlemlemekteyim."

"O nedenledir ki; bugün Türk milleti, 90 yıl önce, bütün insanlığı mahveden inanılmaz bir felâketin, Birinci Dünya Savaşı'nm asker ve sivil ölülerini milliyetlerine göre ayıran çağdışı bir anlayışın intikamcı tahrik ve kışkırtmaları ile yüz yüzedir."

"Dünya tarihinde gerçeklerin engizisyon kararlarıyla çarpıtılması olarak tanımladığım bu yeni tür saldırganlık, Ortaçağ zihniyetini bir kez daha hortlatmıştır."

"Uygar dünyanın değerlerine gönülden inanmış bir akademisyen olarak, bazı Müttefik ülkelerin parlamentolarında, '1915 olayları' üzerine alınan 'soykırım' kararları karşısında, milletimizin bütün bireyleri gibi ben de çok şiddetli bir insanî tepki duymaktayım."

"Bununla beraber, bir Türk olarak, bu kararlara karşı haklı insanî tepkimi dizginlemek zorundayım."

"Şimdi huzurlarınızda, Türk milletine ve onun güvenilir dostlarına karşı saldırgan bir üslupla sürdürülen, tarih, akıl, bilim ve hukuk-dışı bir engizisyonun değerlendirmesini yapmak istiyorum."8

Kanımca, Modern Türkiye tarihinin toplumsal hafızaya intikalinde Cumhuriyet liderliğinin yani Atatürk ve arkadaşlarının barışçı ve insan sevgisiyle dolu yaklaşımları hayli etkili olmuştur.

Burada bir gözlemimi daha aktarmak isterim:

Akademik ve anı türü yayınların azlığı ile ilgili bir başka önemli etken; Türkiye üniversitelerinde, "insan merkezli bir bilim dalı" olarak sosyoloji 

disiplininin çalışma konulan veya alt disiplinleri arasında "1915 ihtilâfı" veya "Türk-Ermeni ilişkileri" gibi konulann yer almayışıdır.

Doğrusu bu durumu açıklamak benim için zor.

Aynı şekilde, "Ordu-Siyaset İlişkileri" veya "Askerî Müdahaleler" konusu da bizim sosyoloji bölümlerinde birkaç yıl öncesine kadar inceleme konusu olarak kimsenin ilgi alanında değildi...

Bir diğer önemli etken, tarih bölümlerimizdeki içe kapanıklıktır...

Türk tarihçiliğinin bu olumsuz özelliğini Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Mehmet Öz, şu şekilde açıklamaktadır:

"Tarihçiliğimizin belki en önemli eksiklik veya kusurlanndan birisi de Türk veya Türkiye merkezli oluşudur. Hiç şüphesiz Cumhuriyetin ilk yıllannda millî devletin inşası sürecinde Türk tarihinin özellikle vurgulanması anlaşılabilir bir durumdur. Ancak zaman içerisinde tarihçiliğimizin en azından yakın çevremizden başlayarak dışımızdaki ülke ve kültürlere yönelmesi gerekirdi ve esasen DTCF'nin [Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi] kurulmasında dünyadaki dil ve kültürleri tanıma saiki etkili olmuştur. Ne var ki, ülkemizde gelişmiş ülkelerde rastladığımız biçimiyle başka ülkelerin dil, tarih ve kültürlerini bir bütün olarak inceleyip uzmanlaşma geleneği maalesef oluşmamıştır. (...)"9

1923'te Lozan'dan sonra 1980'li yıllann başına kadar, Türkiye'nin izlediği tek yanlı banşçılık siyasetini geçersizleştiren ve öteki saydığım bütün etkenleri de değiştirten bir gelişme olmuştur:

Ermeni diasporasmın düşmanca faaliyetleri, intikamcılığı ve kitlesel cinnetin bir biçimi olarak yurtdışında Ermeni katiller tarafından öldürülen Türk diplomatları ve elçilik görevlilerinin kutsal vatan toprağına getirilen cenazeleri!

Bu şehitlerin cenazelerinin her biri, kalanlar için, tarihte eşine rastlanmayan bir kalemli başkaldında, vakur fakat inatçı bir meydan okumanın sarsılmaz silâhlanna dönüşmüşlerdir.

1973-1984 arasında hain pusularda Ermeni katillerin kurşunlanyla can veren meslektaşlanmn yürek dağlayan açılarıyla görevlerini sürdüren Türk dışişlerinin seçkin diplomatlan; Ankara'nın tezini anlatmak için Türkçe ve yabancı dillerde çok ciddi bir yayın faaliyetinin meşalesini taşımak onuruna sahip olmuşlardır.

2008 Türkiyesinde; Türklerin Ermenilerle 1915 ihtilafı üzerine kendi tezlerini savunan kitap yaymlannı listeleyen bir kronolojik envanter 

çalışması bile Türklerin kalemli başkaldırısının -kısa sürede- gösterdiği büyük atılımı kanıtlamaktadır.

İnanıyorum ki, Türkiye'nin kalemli başkaldırısının ve akademik anlamda dünyaya meydan okumasının daha güçlenerek sürdürülmesi ve milli stratejik bir hedef olarak bu başkaldırının sivil toplum ve devlet kurumları tarafından daha aktif desteklenmesi ile mümkündür.

Bu çalışma, Türkiye'de Ermeni araştırmalarının kısa tarihidir ve alana yeni başlayacaklara yararlı olacaktır. Fakat, Türk milletinin bugün karşı karşıya bulunduğu bir uluslararası tuzağı boşa çıkarmak yolunda daha dinamik ve daha etkin bir millî planın uygulanması gerekliliğine "inananlar" için bir el kitabı ( = stock taking) olabilirse asıl o zaman amacıma ulaşırım.

Ocak-Şubat 2008, Ankara.
Kaynak: Özdemir, Hikmet ( 2008) ERMENİ İDDİALARI KARŞISINDA TÜRKİYE'NİN BİRİKİMİ, TBMM KÜL TÜR, SANA T V E Y A YIN KURULU BAŞKANLIĞI, Ana Bina 1 No'lu Kapı B l Kat Bakanlıklar - ANKARA Tel: 0312 420 66 13-15
Faks: 0312 420 66 16, TBMM Basime vi-ANKARA


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum