Edebiyat eserlerinde ölümsüzleşen aşklar
Bin türlü aşk var; tutkulu aşk (eros), arkadaşça aşk (storge), oyun gibi aşk (ludus), sahiplenici aşk (mania), mantıklı aşk (pragma) ve özgeci aşk (agape)… Yazlık ve kışlık yahut uzun ve kısaları bir kenara koyup, edebi metinlerde aşk nasıl işlenmiş, nasıl ölümsüzleşmiş, bir bakalım mı? Hülya Soyşekerci yazdı.
Edebiyat eserlerinde ölümsüzleşen aşklar
Hülya SOYŞEKERCİ
Aşk, binlerce yıldan beri edebiyat eserlerine esin kaynağı olan, insanlığın yeryüzünde varoluşuyla birlikte, onun en doğal, en derin, en coşkulu duygusunu temsil eden, güzel ve anlamlı bir sözcüktür. Arkaik zamanların mitos ve destanlarında dile getirilen aşk, insana özgü birçok duygunun; tutkunun, kıskançlığın, öfkenin, kin ve intikamın, özgürlüğün, sadakatin içinde yeni boyutlar kazanır, büyük olaylar ve kahramanlarla insanlığın kuşaklar boyunca aktarılan anonim kültürel mirasının temelini oluşturur.
Edebiyat eserlerinde ölümsüzleşen aşkların bende iz bırakanlarını anarak tamamen öznel bir yaklaşımla bu edebi aşklara dair düşünce, duygu ve yorumlarımı dile getirmek istiyorum.
Romeo ve Juliette – Shakespeare
Aşk konusunda akla gelen ilk isim William Shakespeare’dir bence. O, bütün eserlerinde insan doğasına özgü birçok duyguya yer vermiş; insan ruhunu çözümlemeye çalışmış, aşkı incelikle, derinlikle işlemiştir. Coşkulu romantik soneleri yüzyıllar boyunca unutulmayan Shakespeare’in, aşkı, ayrılığı, ölümü en çarpıcı şekilde işlediği Romeo ve Juliette’ini tiyatro oyunu, film, radyo oyunu ve kitap olarak birçok kez ilgiyle izledim, dinledim, okudum ve üzerinde düşündüm.
Sonuçta anladım ki aşk, iki insanı ruhen bütün haline getirir; âşık olanlar, birbirleri için “öteki” değildir artık. Romeo ile Juliette, ailelerinin düşmanlığına, geleneğin getirdiği yoğun baskıya rağmen, birbirlerinin aşkla bütünleşen varlığında, düşmanlığı, kötülüğü, şiddet ve intikamı yok etmeyi başarırlar.
Harp ve Sulh – Tolstoy
İlk gençlik çağındayken babamın kitaplığında keşfettiğim Tolstoy’un 1950’lerde Harp ve Sulh adıyla çevrilmiş olan muhteşem romanındaki olayları ve kişileri, yıllarca içimde taşıdığımı belirtmek istiyorum. Nataşa ile Andrey’in aşklarının trajik biçimde sona ermesi beni derinden üzmüştü.
Madam Bovary – Flaubert
Flaubert’in, roman kahramanı Madame Bovary, aşkı, tutkuları ve hayalleri yüzünden kendi hayatını mahveden aykırı bir kadın olarak belleğimde yaşıyor.
Tolstoy’un, yasak aşkı yüzünden büyük acılar çeken, çelişkiler yaşayan roman kişisi Anna Karenina’nın trajedisi de unutamadıklarım arasında yer alıyor.
Stendhal’in Kırmızı ve Siyah’ında Julien Sorel’i ölüme götüren büyük ihtiraslarının kaynağının aşk olduğunu belirtebiliriz.
Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi ve Büyük Umutlar adlı eserlerinin “dönem romanı” olmasının yanı sıra tutkulu aşkların dile getirildiği metinler olduğunu söylemek mümkün.
İlk Aşk – Turgenyev
Turgenyev’in İlk Aşk’ında ise Vladimir Petroviç, kendinden yaşça büyük, güzel Zinaida’ya âşık olur; aynı anda birçok çelişkili ve karmaşık duyguyu da iç yaşantı olarak hisseder. İlk aşkın yoğun heyecanlarının ve düş kırıklığının işlendiği bu eser, aşk konulu anlatıların en önemlilerindendir.
Karşılıksız aşk meselesine dair ilk hatırlanan roman, Goethe’nin eseri Genç Werther’in Acıları’dır. Werther, nişanlı genç kız Lotte’ye derin bir aşkla bağlanır; ancak bu aşk, çaresiz Werther’in intiharıyla sona erecektir. Mektup şeklinde yazıldığı için duygu yönü güçlü olan Genç Werther’in Acıları, ilk yayımlandığı dönemde birçok genci derinden etkilemiştir.
Charlotte Bronte’nin Jane Eyre romanındaki aşk da dikkate değer; burada Jane Eyre ve Edward Rochester arasında, içten, saf ve güçlü bir aşk söz konusudur.
Uğultulu Tepeler – Emily Bronte
Emily Bronte’nin Uğultulu Tepeler (Rüzgârlı Bayır) romanında Heathcliff’in Catherine’e yönelik, tutkulu, marazi, karşılık görmeyen ama inanılmaz derecede güçlü aşkı ve nefreti; salt bu nedenle Catherine ve ailesinden intikam alması, kara bir anlatı şeklinde işlenir. Jane Austen’ın Aşk ve Gurur romanında Darcy adlı zengin, yüksek sınıftan bir adam ile orta halli bir ailenin kızı olan Elizabeth’in arasında, gurur ve önyargı yüzünden sürekli gölgelenen, inişli çıkışlı bir aşk dile getirilir.
Stefan Zweig’ın Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, platonik bir aşkın anlatıldığı hüzünlü bir novelladır. Adı bilinmeyen bir kadının, yıllarca içten içe sevdiği adama yazdığı bir mektup şeklinde oluşturulmuştur.
Ömrü boyunca sevdiğine sadakatle bağlı karakterlerden biri de F. Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby romanındaki Gatsby’dir. Hayattaki tek amacı, savaş öncesinde büyük bir aşkla bağlandığı sevgilisi Daisy ile yeniden bir araya gelmektir Gatsby’nin. Muhteşem Gatsby sadece aşk romanı değil, 1920’lerin ABD toplumunu ve “Amerikan rüyasını” eleştiren, toplumsal boyutlar taşıyan bir eserdir.
Rüzgâr Gibi Geçti – Margaret Mitchell
Margaret Mitchell’in, arka planında Amerikan iç savaşının, köleliğin, ölümlerin, acıların yer aldığı, Rüzgâr Gibi Geçti romanında, unutulmaz kadın karakter Scarlett O’hara’nın hırsları anlatılır, Scarlett’in Ashley’e duyduğu büyük aşkın uzun hikâyesi incelikle işlenir.
Pasternak’ın Doktor Jivago romanının arka planında 1917 İhtilal dönemi Rusya’sının toplumsal çalkantıları yer alırken, karısı ve sevgilisi arasında bocalayan, sadakat ve tutkunun çelişkilerini yaşayan, savaş yüzünden yokluklar çeken, kendi ülkesinde bir yerden başka bir yere savrulan şair bir doktorun acıları anlatılır.
Kazuo Ishiguro’nun Günden Kalanlar’ına, roman kişisi Stevens’ın, çok önem verdiği, adeta kutsallaştırdığı kahyalık görevi ile yüreğinde gizli aşkı yüzünden yaşadığı büyük içsel çelişki damgasını vurur. Stevens, saygınlığını yitirmek istemez, profesyonelliği bırakmaz, Bayan Kenton’a aşkını söyleyemez. Ona göre, emrindeki bir çalışana tutulmak, uygunsuz bir davranış olacaktır. Stevens, duygularını dışa vurmadan, sevdiği kadına, yıllar boyunca sadece dostluk, arkadaşlık davranışlarıyla yaklaşır.
Kolera Günlerinde Aşk – Marquez
Marquez’in büyülü gerçekçilik tarzında kurguladığı Kolera Günlerinde Aşk, Florentino adlı genç adamın, Lorenzo adlı genç kıza karşı aniden başlayan, sonu gelmeyen, zamana yayılan aşkını konu alır. John Fowles’un Fransız Teğmenin Kadını romanında, varlıklı kadın Ernestina ile nişanlı Charles’ın hayatı, toplumun dedikodularla dışladığı, güzel ve gizemli Sarah ile tanışınca alt üst olur.
Kerem ile Aslı – Tahir ile Zühre
Türk edebiyatında da aşklar incelikle işlenmiştir. Efsanelerimiz ve halk hikâyelerimiz, yüzyıllar öncesindeki aşkların, acıların, ayrılıkların ve ölümlerin düşsel anlatımlarıyla oluşturulmuş anonim edebiyat eserleri arasındadır. Kerem ile Aslı’dan, Tahir ile Zühre’den, Arzu ile Kamber’den Âşık Garip’e ilerleyen anlatı serüvenimizde, trajik aşklar, birbirine kavuşamayan sevgililerin acıları ve ölümde buluşmaları yer alır. Kaynaklarda, sadece Âşık Garip’in, sevdiğine kavuşabildiği belirtilir.
Divan edebiyatında işlenen aşkların çoğu kavuşulamayan aşklardır; Leylâ ile Mecnun, Ferhat ile Şirin mesnevileri, edebiyatımızın en eski, en trajik aşk hikâyeleri arasında yer alır. Bu eserler, modern çağlarda bazı yazar ve şairlerimiz tarafından yeniden yazılıp yorumlanarak veya metinler arası göndermelerde bulunularak ayrı bir anlam zenginliğine kavuşturulmuş; hikâyelere toplumsal boyutlar kazandırılmıştır. Nâzım Hikmet’in Ferhat ile Şirin’i bu konuda dikkate değer bir örnektir.
Hüsn ü Aşk – Şeyh Galib
19. yüzyılda Şeyh Galib’in yazdığı Hüsn ü Aşk mesnevisi, Mevlevilik etkisindeki sembollerle, mecazlarla örülmüş, masalsı, fantastik ve alegorik bir aşk hikâyesidir. Hüsn adlı kızla Aşk adlı gencin arasındaki aşka, mecazlar, simgeler yoluyla tasavvufi aşk niteliği kazandırılmış; böylece sıra dışı, katmanlı bir metin oluşturulmuştur.
Tanzimat döneminde, Batı kültürüne yönelen aydınlarımızdan Nâmık Kemal’in, edebiyatımızda “ilk edebi değer taşıyan” roman olarak kabul edilen 1876 tarihli eseri İntibah’ta işlediği karakterler ve olaylar hayli ilgi çekicidir. Özellikle birbirine zıt iki kadın olan Mahpeyker ve Dilâşûb, romanda önemli işlevlere sahiptir. Romantizm etkisindeki eserde, kurgu, bir aşk üçgeni etrafında şekillenir. Olaylar, toy, tecrübesiz, saf ve kırılgan Âli Bey adlı genç ile onu seven iki kadın; Mahpeyker ve Dilâşûb arasında gelişir.
Eylül – Mehmet Rauf
Mehmet Rauf’un yazdığı Eylül, edebiyatımızın ilk psikolojik romanıdır. Kadın karakter Suad’ın, kocası Süreyya’nın arkadaşı olan Necip’le yaşadığı yasak aşkın yarattığı sarsıntıların, çıkmazların anlatımı üzerine kurulan, oldukça kasvetli bir metindir Eylül.
Mütareke ve Cumhuriyet dönemi yazarlarımız arasında Halide Edip Adıvar’ın yeri önemlidir. İlk döneminde duygusal romanlar kaleme alan yazar, kadınların dünyasını ve aşktaki çelişkilerini başarıyla çözümleyen, duyguların anlatımına odaklanan Handan, Kalp Ağrısı gibi romanlarıyla ilgi uyandırır. Handan’da, yanlış bir evlilikle hayatı altüst olan Handan’ın iç dünyasını mektuplar yoluyla dile getirir. Kalp Ağrısı, iki genç kızın aynı erkeğe âşık olmalarının dramını işler.
Çalıkuşu – Reşat Nuri Güntekin
Eserleri kuşaklar boyunca ilgiyle okunan Reşat Nuri Güntekin’in birçok romanında duygusallıkla gerçekçilik yan yanadır. Çalıkuşu ve Dudaktan Kalbe romanlarında zorlu, inişli çıkışlı aşk hikâyeleri yer alır. Çalıkuşu’nda Kâmran ile Feride’nin, Dudaktan Kalbe’de Kenan ile Lamia’nın aşkları, edebiyatımızın unutulmaz aşkları arasındadır. Refik Halit Karay’ın Nilgün, Bugünün Saraylısı, Karlı Dağdaki Ateş gibi birçok romanında büyüleyici bir atmosferde yaşanan tutkulu aşklar dile getirilir. Kerime Nâdir’in Hıçkırık’ı, melodramatik aşk hikâyesiyle döneminin popüler romanlarındandır. Suad Derviş’in Kara Kitap’ında marazi bir aşk hikâyesi anlatılır. Suad Derviş’in Fosforlu Cevriye romanı bence kadın, aşk, sadakat, fedakârlık konusunda yazılmış en güzel romanlarımızdan biridir.
Kürk Mantolu Madonna – Sabahattin Ali
Tanpınar’ın Huzur romanının başlıca temalarından biri Mümtaz’la Nuran arasındaki aşktır. Kültür, felsefe, uygarlık gibi konular incelikle metne dâhil olur ve roman farklı boyutlar kazanarak ilerler. Orhan Kemal, Cemile’de işçi kız Cemile ile yoksul kâtip Necati arasındaki aşkı dillendirir; yoksulluğa, kötülüğe, adaletsizliğe rağmen dayanışmanın gücünü ve önemini gösterir.
Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna romanında, sevmediği bir kadın ile evlenmiş, silik, sessiz karakter Raif Efendi’nin hayatının, Maria Puder’e duyduğu büyük aşkla derinden sarsılması işlenir. Yaşar Kemal, Ağrı Dağı Efsanesi’nde dağ köylüsü Ahmet ile Han kızı Gülbahar arasındaki aşkı ve iki gencin birbirlerine kavuşma mücadelesini anlatır.
Bir Gün Tek Başına – Vedat Türkali
Necati Cumalı’nın Zeliş romanında Zeliş, alışılmışın dışında bir kadın karakter olarak ilgi uyandırır. Zeliş, kasaba ortamının feodal baskılarına, kadın ve kızlara uyguladığı sınırlandırmalara ve engellemelere itiraz eden güçlü bir kızdır. Cemal’e aşkı nedeniyle karşısına çıkarılan engellerle savaşan; cesur, dirayetli ve kararlı bir genç kız olarak sayfalarda ölümsüzleşmiş bir roman kahramanıdır.
Vedat Türkali’nin Bir Gün Tek Başına adlı romanı, Kenan ile Günsel arasındaki büyük ve tutkulu aşkı dillendirirken, 1960 darbesi öncesinin toplumsal arka planını başarıyla işler.
Masumiyet Müzesi – Orhan Pamuk
Murathan Mungan’ın, halk hikâyeleri geleneğinden beslenerek yazdığı Lal Masallar içindeki Âzer ile Yâdigâr, Muradhan ile Selvihan, güçlü aşk hikâyeleri olarak dikkatimizi çeker.
Oya Baydar’ın Sıcak Külleri Kaldı romanında 1970’li yılların öğrenci hareketleri, siyasal yapı, farklı sınıftan iki gencin umutsuz aşkı bağlamında ifade edilir.
Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’nde de sınıfsal farklar sezdirilir; varlıklı aileden gelen Kemal ile yoksul uzak akrabası Füsun’un aşkları dile getirilir.
Şiirlerimizde aşk
Edebiyatın özünü oluşturan şiir sanatında, aşklar, şairlerin içtenlikle yazdıkları dizelerde ölümsüzleşmiştir. Nâzım Hikmet’in aşk şiirleri günümüzde de büyük bir ilgiyle okunmaktadır. Ahmet Muhip Dıranas’ın Olvido ve Seranad şiirlerinin, edebiyatımızın en incelikli aşklarını dile getirdiği kanısındayım. Attilâ İlhan’ın sıra dışı imgeleriyle zenginleştirdiği Ben Sana Mecburum, Ayrılık Sevdaya Dâhil gibi şiirleri, aşkı ifade etme biçimi bakımından değerlidir. Cemal Süreya’nın Sevda Sözleri’ndeki şiirler de unutulmayacak nitelikte eserlerdir.
Görüldüğü üzere, edebiyat eserlerinin sayfalarındaki aşklar, sanatın güzelliğine ve ölümsüzlüğüne eşlik ederek yıllarca, yüzyıllarca yaşamaya, var olmaya ve insan ruhunun derinliklerine inmeye devam etmektedir. Bir bakıma, aşk edebiyattır, edebiyat da aşk. Yazınsal güzellikler, bu diyalektik bütünlüğün içinde oluşarak sonsuzluğa ulaşır ve ölümsüzlüğe kavuşur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve https://www.tarihistan.org/ editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk olarak 1 Kasım 2024’te fikirturu.com sitesinde yayımlanmıştır.
HÜLYA SOYŞEKERCİ KMDİR?
-Eleştirmen, editör, öğretmen ve öykücü. 21 Ekim 1957’de Aydın’da doğdu. İzmit- Darıca ve İstanbul’da büyüdü. 1975’te Üsküdar Kız Lisesi’ni bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi, Bilgisayar Programcılığında okudu. 1982’de Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Bir süre Doğu Anadolu Bölgesinde çalıştıktan sonra İzmir'de çeşitli liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı. 2007 yılında, İzmir Kız Lisesinde çalışmakta iken emekliye ayrıldı. İlk yazısı 1983'te Yazko Edebiyat dergisinde yayımlandı. O zamandan beri gazete ve dergilerde deneme, kitap tanıtımı, inceleme, eleştiri, günce ve öykü türlerinde yazılar yazmayı sürdürüyor. Başlıca eserleri: Okuma Yolculukları, Bornova’dan Gün Rengi Sayfalar, Mavi Harfler Atölyesi, Hayaller ve Harfler…
FACEBOOK YORUMLAR