Dr. Tevetoğlu: Politikada en büyük ahlâkîlik haddini bilmektir…

Dr. Tevetoğlu: Politikada en büyük ahlâkîlik haddini bilmektir…
02 Şubat 2021 - 14:46

Evvel gidenlerle sohbet maksatlı, bahsi geçen isimlerin değişik eser, gazete ve dergilerde yer alan “kendi” ifadeleri derlenerek hazırlanmıştır.

“Türkyorum” okuyucuları için hazırladığımız bu kurgu söyleşi, Dr. Fethi Tevetoğlu’nun, 1965 yılının Ocak ayından itibaren yazdığı “Yeni İstanbul” gazetesindeki bazı yazılarından oluşmaktadır. İstifadenize sunuyoruz…

Afşin Selim / [email protected] 

–          Politikanın bir sanat mı, yoksa bir ilim mi olduğu halen daha münakaşa edilirken, siz nasıl değerlendiriyorsunuz politikayı?

Bu araştırıcılar, gerçek bir politikanın ancak tarih, felsefe, hukuk ve ekonomi temelleri üzerine kurulabileceği; sosyoloji ve sosyal-psikoloji yardımı ile yükselip gelişeceği kanısında birleşmektedirler. Milletlerin idaresi, sanatı ve ilmi demek olan politika ile insanları ve cemiyetleri ayakta tutan, yaşatan ahlâk müesseseleri arasında derin ve kuvvetli bağlar mevcuttur. 

Geçmiş yüzyıllarda Doğu illerinde, özellikle Türk ve İslâm dünyasında “tedbir-i memleket”, “siyaset-i devlet” ve “umur-u siyasiye” diye adlandırılan politikanın o zaman henüz dinamitlenmemiş temeli, millî tarih ile dinî ahlâktan ibaretti.

Kadı Iyad tarafından “Şifa”da nakledilen ve Hazreti-i Peygamber(s.a)’e atfolunan bir hadise göre, Hazret-i Ali bir gün peygambere davranışlarına müessir olan prensipleri sorar ve o da şöyle buyurur:

“Bilgi sermayemdir, akıl dinimin esasıdır, arzu binek atımdır, Allah’ı anmak arkadaşımdır, gizlilik hazinemdir, korku yoldaşımdır, ilim silahımdır, sabır giyeceğimdir, kanaat ganimetimdir, alçak gönüllülük övüncümdür, zevkten feragat mesleğimdir, vuzuh gıdamdır, doğruluk şefaat edicimdir, itaat büyüklüğümdür, mücadele alışkanlığımdır ve kalbimin nuru namazdır.” (Bk. Prof. Muhammed Hamidullah, İslam’a Giriş, Kemal Kuşçu tercümesi, s.81, İstanbul 1961)

Hiç şüphe yok ki, bugün de kendilerini “hayr” yolunda, insanların, milletlerin, memleketlerin hizmetine adamışlar için bundan daha veciz ve daha ulvî bir örnek bulunamaz. Savaşın çıkmasında, barışın gelmesinde büyük önem taşıyan coğrafyadan nüfusa, ekonomiden inanış ve ideallere kadar, politikada rolü olan çeşitli faktörlerin başında millî tarih ve dinî ahlâk gelir.

Siyasi müesseselerde, parti ve devlet idarelerinde hata ve suç işleyenler kadar, onları düzeltmeyen, uyarmayan, doğru yola getirmeyen ve önlemeyenler de sorumludurlar… 

–          Pekiyi, sizce gerçek bir siyaset adamı nasıl olmalı?

Bilmediğini söylemeyen, herkesin bildiğini tekrarlamayan, daima nezaket ve alçak gönüllülükle sözlerini ayarlayan, ölçüleyen, müsamahayı adet edinen, çok cesur fakat inat ve ısrardan korkan, başkalarının onurunu kıracak sözlerden kaçınan bir ahlâk seviyesine yükselmiş insan…

Hiç şüphe yok ki, yalnız Hazret-i İsa müsamahasına değil, aynı zamanda Hazret-i Ömer adline ve Hazret-i Ali celâdetine de uyan bu vasıflara sahip çok nadir insanlar, en kavi kördüğümleri çözer, en güç meseleleri kolaylıkla halledebilirler.

İnsanları ve onların kurdukları, temsil ve idare ettikleri teşekkülleri başarıya götürecek yolun gerçeklere eğilen metod ve prensipler yolunun, ahlâk yolu olduğu şüphesizdir.

Siyasî müesseselerde, parti ve devlet idarelerinde hata ve suç işleyenler kadar, onları düzeltmeyen, uyarmayan, doğru yola getirmeyen ve önlemeyenler de sorumludurlar. Bu sebeple, teşekküllerde bir kişiye ait gibi görünen hata ve suçları toplum içinde paylaşmak, gerçeklere eğilme prensibinin bir uygulamasıdır. Çocukların işlediği hata ve suçlarda evlatlarını önlemeyen ana ve babaların payı büyüktür.

Zimmetine para geçiren bir veznedarın kasa açığını tamamlamakla ona iyilik değil, fenalık edilir. Başlangıçta yardım sanılan bu açık kapama, gelecekte kendisine, ailesine, mensup olduğu müesseseye ve topluma büyük bir felaket getirecek karabahtlıyı suça sürüklemektir.

Bir insana her şeyi vermek kabil olsa bile, onun bunlardan ne kadarını alıp kaldırabileceğini gözönünde bulundurmak sorumluluğu, ikramı yapanlarındır.

Fazilet ve ahlâktan nasipsiz şahsî çıkar ve sandalye düşkünü siyasiler, her türlü ilim ve ahlâk kurallarından uzaklaşarak politikayı hile, yalan, düzen bir nevi hokkabazlık mesleği haline getirmeye kalktılar mı, kendilerini idealist siyasi topluluk ve teşekküllerin dışında boşlukta bulurlar. Artık ruh hastalıklarının devasız kanserine müptelâdırlar. Maskeleri düşmüş, alın damarları çatlamıştır. Davranışları anlayışsızlıktan ahlâksızlığa, insafsızlıktan canavarlığa kadar bütün medeniyet ve insanlık ölçüleri dışındadır.

Gözlerini kin bürüyen, gönüllerini hırs dolduran siyasiler(tezvir, tertip, tahrik, teşvik, tehdit, tahrip) okları ile rakiplerini vurmağa, muhaliflerini yoketmeğe savaşırlar.

Samimiyet olmadan gerçek dostluk kurulamaz…

–          Politikacıların en çok muhtaç oldukları halde en az malik bulundukları şey nedir? 

Dostluktur. İnsan ahlâkının bir vecibesi sayılan dostluk, pek ulvî bir histir. Gerçek dostluk, zevklerden varlık, nüfuz ve mevkilerden çok değerli, çok üstündür. Felâketlerin paylaşılarak dağılmasını ve mutluluğun katılarak artmasını dost sağlar.

Dostluk, ahlâklı kimselerin his ve düşünceleri arasındaki uygunluk sebebiyle birbirlerini samimi olarak sevmeleri demektir. Gerçek dostluk, ancak yüksek ruhlu ve ruhları birbirlerine benzeyen insanlar arasında mümkündür. Menfaat alışverişi demek olmayan dostluğun başlıca şartı doğruluk ve samimiyettir. Samimiyet olmadan gerçek dostluk kurulamaz. Dostlukta yalan ve yapmacık yoktur. Her şey içten ve gerçekten gelir. Dostluğu doğuran ve sürdüren fazilettir. Fazilet yoksa dostluk da yoktur.

Dosttan acı sözler de işitilir. Acı sözlerden ötürü dosta minnettar kalınır. Ancak fazilet nasibi kıt kimselerdir ki, dostun doğrudan sözlerinden alınır, köpürür, hiddetlenirler. Fazilet fukaraları, doğru dost sözündeki acının tadına eremezler. Onların çevrelerini çıkarcı sahte dostlar kaplamışlardır. Artık onlara gerçek dostları da yaklaşamaz ve yardımda bulunamazlar. Sonunda hiç kimse onlara gerçekleri söylemez, söyleyemez olur. Bu, o karabahtlı şahsın ve savunduğu davanın batışı ve ölümüdür.

Dostlarını harcayarak nüfuz sahibi olanlar, dostluklarını unutturan bahane sebeplerin büyüklüğünü öne sürerek, suçlarını örtmeğe çalışırlar. Bu boş çabalar, suçlarını büsbütün ortaya koyar. Bir müstehcen Çin atasözü de, liyakatsız politikacıların hile ve düzenle yükselişlerini bir maymunun ağaca tırmanışına benzetir ve yükseldikçe altlarının göründüğüne dikkat çeker. Mutlu ve faziletli insan, dostu olan, dostluk bilen ve ona sadık kalandır.

–          Milletleri yaşatan, yücelten ve geleceğe yönelten siyasi ve sosyal ideallerin uzun bir geçmişleri olduğunu biliyoruz. İdealler de böylece nesillerden nesillere intikal ediyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Millî ve dinî ahlâkı bütün, millî tarih şuuru üstün milletlerin ve insanların ellerinde şerefle dalgalanan idealler, millî tarih ve ahlâk yoksunu istismarcılar tarafından kapılınca yere düşürülür, dejenere edilir ve onlarla birlikte harap olurlar.

Millî tarih, milletimizin yüzyıllar boyunca bıraktığı belgeler, yazıtlar, anıtlar, kitaplar ve kanunlar sayesinde, cemiyetimizi yönetmiş kurumların işleyişlerini de hemen hemen tam bir doğrulukla ortaya koyar. Böylece bizden öncekilerin yasalarını, törelerini ve düşüncelerini öğreniriz. Milletimizi idare etmiş siyasî teşekküllerin hangi sebeplerle yükseldiklerini, nasıl değiştiklerini, niçin çöktüklerini veya tamamen kaybolduklarını anlar ve örnek ediniriz. 

türkyorum - fethi tevetoğlu2Millî siyaseti, ancak millî tarih kavileştirir, pekleştirir…

–          “Millî tarih” başlıklı bir yazınızda da değinmiştiniz bu meseleye? 

O yazımızda şu lüzum ve gerçeği belirtmiştik: Dış düşmanlardan çok iç düşmanların bir millete çökme hazırladıkları tehlikeli günlerde, o milletin milliyetçi mütefekkirleri, hasta edilen, çürütülen millî terbiyenin, millî ahlâkın sağlamlaşması yolunu ararlar ve bunu millî tarihte bulurlar. Çünkü milletin en büyük ziyneti millî terbiye ve millî ahlâktır. Millî siyaseti, ancak millî tarih kavileştirir, pekleştirir. Millet, gelecekte başarılar sağlatacak örnek dersleri ancak geçmişin gerçeklerinden, millî tarihten alır.

Bir gün gelecek bu büyük milletin de, sağlam insan mantığından süzülmüş büyük tarihi yazılacaktır. Yüzlerce, yüzbinlerce kahraman, büyük asker, büyük bilgin, büyük şair, büyük sanat, siyaset ve inkilâp adamı bu tarafsız yazılmış büyük tarih içinde, yalnız gerçek vesikalara dayanan değerleriyle yer alacak ve gelecek nesillerin Türklük için oynayacak yüreklerinde birer ölmez anıt halinde yükseleceklerdir. Bu tarih, saçma metodlara, yapmacık teorilere, uydurma vesikalara, dostça medih veya düşmanca kin ifade eden yalan laflara dayanmayacak, parayla tutulmuş uşaklara, satın alınmış Yahudilere yazdırılmayacak, yalnız ve yalnız gerçeğin mahsulü, millî dehânın emeği olacaktır. Orada, şan aramayan, feragat timsali devler cüce, şeref hırsızları müstebid cüceler dev görülmeyecek, herkes boylu boyunca bulunacaktır.

Millî tarihini bilmeyen, ilim ve kültür fukarası, dinî ahlak ve terbiyeden mahrum, moral yoksunu tertip, düzen ve dolapçılıkta usta politikacılar, reisi bulundukları kayığı batırmağa mahkûmdurlar.

“Ağyar serçesini bülbül gösterirken biz bülbülümüze serçe diyoruz” diye hayıflanan ağaçkakan, kendini bilmediği gibi, bulunduğu dala konmuş kargaları da bülbül sanır.

Guicciardini’nin dediği gibi: “Kuş beyinlerdeki  bilgi bunları ya iyileştirmez, ya büsbütün bozar.”

Politikada şunu bilmek ve şuna inanmak şarttır. Okumayanlar okutamazlar; bilmeyenler bildiremezler; inanmayanlar inandırmazlar. Politikada en büyük ahlâkîlik haddini bilmektir.

–          Politikanın inşa sürecinde, antropoloji, psikoloji ve bilhassa sosyolojinin önemine dikkat çekiyorsunuz?–           

İnsanların acılarını dindirmeği amaç bilen sosyolojinin azgın politikaya ve zararlı politikacılara tesirli topluma yapacağı en büyük hizmet ancak şu olabilir. Toplumları kolektif, marazî cezbe ve istiğrak hallerinden kurtarmak, sosyal deliliklerinden iyileştirmek, insanları sosyal indifalardan ve bunların sebep oldukları yakıcı, yıkıcı, karartıcı, kömür edici sosyal lavların istilalarından korumak… Ancak, sosyolojinin bu hedef ve gayesi, bu yoldaki metod ve prensipleri dürüst politikacılar tarafından öğrenildiği, bilindiği, benimsendiği gündür ki, bu siyasîlerin yönettikleri kurul, gurup ve partilerde zaman zaman görülen azgınlık nöbetleri, siyasî sar’alar iyice seyrekleşir veya tamamen şifa bulurlar. İnsanlar ve cemiyetler yanlış politikanın ve kötü politikacıların getirdikleri büyük felaketler ve sonsuz ıstıraplardan kurtulurlar.

Politikada asıl maksat, halka hizmettir… 

–          Politikada iyiliği ve kötülüğü nasıl konumlandırıyorsunuz? 

Sigara içmekle akciğer kanseri arasındaki münasebet, başlangıçta ne düşünülür, ne bilinir, ne de hesaba katılır. Kanser belirtileri meydana çıktıktan sonra duman tüttürme keyfine koyulan yasak ise çok geç kalınmış, nafile ve lüzumsuz bir tedbirdir.

Millet ve memleketleri idare sanatı veya ilmi demek olan politikada asıl maksat, halka hizmet, insanlara iyilik etmektir. Fakat okuduğumuz koca tarih ve yaşadığımız kısa ömür çağı, insanlığa yapılan en büyük fenalıkların yüzde doksandokuzunun politika yolu ile politikacılar tarafından getirildiği örnekleri vermektedir. Millete ve vatana ihanet edenler de, “millete ve vatana yapılan fenalıkları görüp susanlar, ancak alçaklardır” diye haykıranlar da, başlangıçta bir ve beraber görünen politikacılardır.

Hercai ruhlu, yalancı, nankör, tehlike karşısında korkak ve kazanç hırsına susamış, kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan insanların da büyük yekûnla dahil bulunduğu politikacıların tümü, siyasete katılmadan önce, kadirbilir, fedakâr ve feragatli görünürler. Sahaya çıkarken on biri de Vefalı görünen takımın önde koşan bütün oyunları Galatasaray’a ve Fenerbahçe’ye girerek vefasızlıklarını ortaya koyunca, çok kere bir kaledeki kaleci kalır.

Kendisini başkalarına iyilik ve halka hizmet etmeğe alıştıranlar, kemâl mertebesine erenlerdir…

–          Bir nevi “politika cambazlığı” diyebilir miyiz buna? 

Politika cambazları ayaklarına ip üzerinde olsun bir yer bulmayı başardılar mı, ilk aşağı yuvarlayacakları kimse, kendilerine ipte numaralar yapmayı öğretmiş ustaları Machiavelli’dir.

Politika hayatında gerçeğin eksik olarak bilinmesi, hiç bilinmemesinden daha tehlikelidir. Büyük çekişmelere, iyilik yapacakken kötülük etmelere çok kere yarım bilgililerin sebep olduğu bir gerçektir.

Kendisini başkalarına iyilik ve halka hizmet etmeğe alıştıranlar, kemâl mertebesine erenlerdir. Yalnız “hayr” maksadıyla yapılan iyilikler makbuldür. Bir çıkar umarak yapılacak iyilik kötülüktür ve ahlâk ile ilgisi yoktur. Yapılan iyiliği gizlemek de en tabiî bir icaptır. İyilik edenin minnettarlık beklemesi kadar küçüklük yoktur. Politikada çok kere birisinden iyilik görenlerin ona ihanet ettikleri bir vakıadır. Bu bir cibilliyet meselesidir. En büyük fazilet, sırf iyilik etmek için iyilik etmektir ve iyilik edilenin de yapılan iyiliği bilmesidir. 

Onlara göre; siyasette yalan, sahtekârlık, döneklik, tahammülsüzlük gibi gayri ahlâkî sandığımız hareketler aslında vâzıh ve belirli davranış sisteminin tabiî neticeleridir…

–          “Kurt politikacı” olarak tanımlanan bir politikacı tipi de var? 

Kurt politikacı diye anılanların ustası Machiavelli “Prens” adlı eserinde, insan tabiatının yapabileceği iyilikleri, kötülükleri birbirlerine paralel olarak sıralar. Cömertliğin karşısına cimriliği koyar. İyiliğin karşısında kötülük, sofuluğun karşısında zındıklık, doğruluğun karşısında yalancılık vardır. Machiavelli’nin insanlara ve politikacılara verdiği kötü örnek, siyasette başarı için ahlâk dışı tatbikatı, ayıp ve yolsuz çarelerin kullanılmasını mübah ve zarurî görmesidir.

Dün böyle, bugün şöyle düşünen dünün sakat fikir ve kanaat sahipleri, eski düşüncelerini düzeltmiş değildir. Politikada yükselebilmek, gözlerini kestirdikleri siyasî mevkii ele geçirmek için, dün batırdıkları, vatan ihanetiyle suçladıkları kimselerin devirlerini bugün “Altun Devri” diye anarlar. Kasıt, gafil insanları, hassas kitleleri avlamaktır. Bu ilim ve fikir istismarcısı madrabazların “siyasette ahlâk” anlayışları, kendi ifadeleriyle tam bir Mekyavelizm’dir. Onlara göre, “Siyasette yalan, sahtekârlık, döneklik, tahammülsüzlük gibi gayri ahlâkî sandığımız hareketler aslında vâzıh ve belirli davranış sisteminin tabiî neticeleridir.”

Politika halka hizmet ve büyük iyilikler yapmak yolu iken, onu insanlara zulüm ve kötülük mesleği haline sokanlar, hep bu halktan yüz görmemiş, çok yüzlü veya yüzsüz; yalanı, sahtekârlığı, dönekliği kendilerine meslek edinen Machiavelli maymunlarıdır. Bunlardan gelecek iyiliklerin en büyük kötülükler olacağını görmek, sezmek ve önlemek lazımdır. Yolu, onlara kanmamak, maskelerini düşürüp gerçek yüzlerini halka tanıtmaktır. Aksi halde, politika yüzünden hapishanelerde çürüyenlerin, sehpalarda iple, duvar diplerinde kurşunla can verenlerin sayıları, yeryüzünde veremden ölenlerin miktarını daima geçecektir.

Ahlâklı bir politikacının en büyük meziyeti doğruluk ve samimiyettir…

–          Doğruluk ve samimiyet, politikada yeterince yer edinebiliyor mu? 

Politikacılar, doğruluk ve samimilikten ayrılmazlarsa politika, vatana, millete ve halka hizmetin en şerefli mesleği olur. Mevki ve iktidardaki bir kimsenin sözlerini, karşı inanışta iken kabul ve tasdik eder görünmek, doğruluk ve samimilikte bağdaşamaz âdî bir yalancılıktır. Mevki ve iktidar sahibinin görüşüne riyakârlıkla uymak, yalnız o zara gösterilmiş en büyük saygısızlık değil, aynı zamanda hıyanet sayılacak bir rezilliktir.

Kendi özel meslek ve ihtiraslarında, eski faaliyet alanlarında büyük başarı ve şöhret sağlamış kimselerin politikada bu başarı ve şöhretlerinden faydalanmaları ancak geçicidir. Politikanın aradıkları kendilerinde bulunmayan şöhretler, kısa zamanda bu yeni mesleğe adapte olamaz, bu çetin hizmetin lüzumlu ve zarurî gördüğü bilgi, metod ve tecrübeye sahip bulundukları ortaya koyamazlarsa, bozuk para gibi çabuk ve kolay harcanmaya mahkûmdurlar.

His ve hatıralardan, soyadı ve mezar taşlarından destek görerek politika merdiveninde yükselenler, ahlâk, fazilet, çalışma ve davranışları ile bu getirildikleri mevkie şahsen de layık olduklarını isbata mecburdurlar. Aksi halde, en kısa zamanda merdivenin çıkarıldıkları üst basamağından tepe üstü yere çakılmakla kalmaz, toprak altındakilerin de ruhlarını tâzip, kemiklerini tahrip ederek canlıyı inletir, cansızı sızlatırlar.

Ahlâklı bir politikacının en büyük meziyeti doğruluk ve samimiyettir. Sırf iyilik etmek için iyilik etmeğe kendisini alıştırmış, nefsindeki küçüklükleri oradan, güzel hislerini kuvvetlendirerek atabilmiş ve şuuraltı tabakalarına yüksek kanaat ve prensipler yerleştirebilmiş politikacının erişemeyeceği başarı ve mutluluk yoktur.

Politikacının yaptığı işlerde halkın beraberliğini ve desteğini yabana atılmayacak başlıca silah saydığı, bu yakınlığı menfaat karşılığı veya dalkavuklukla kazanmak küçüklüğünü düşmediği, böylece insana sevgi kazandıran faziletten asla ayrılmadığı ve yakışmadığı yeri yakışanına bırakmayı bildiği gün, politika, halk ve hak yolundaki ahlâk mesleği olur.

Politikacının sandalyesini korumak, siyasî hırsını sürdürmek gibi uşaklık, dalkavukluk ve dilenciliğe tenezzül, bir büyük meziyet olan tevazuun tam aksi bir zillettir…

–          Politikada hoşgörü sorunu yaşandığı da sıkça dile getiriliyor, sizce de politikacılarımız hoşgörü yoksunu mu? 

Hoşgörülük, müsamaha veya tolerans, başkalarının kendimizdekilere uymayan samimi düşünce ve davranışlarını saygı, sükunet ve anlayışla karşılamaktır. Hoşgörülüğün en büyük önem taşıdığı meslek politika, müsamahaya en çok muhtaç ve yer verecek olan insan da politikacıdır. Kendisini ıslah ederek hoşgörülüğü ruhuna işleyebilmiş bir politikacı, yersiz çekişmelerden, lüzumsuz münakaşa ve kızgın sözlerden gelecek fenalıkları bertaraf eder. Böylece şahsını geçici marazî hislerin esaretinden sıyrılabilen siyaset adamı, olayları salim, davaları olduğu gibi görür, değerlendirir ve gerçeğe daha kolaylıkla erişir.

Hoşgörülük de, kibirin aksine, tevâzu, alçakgönüllülük gibi asil bir meziyettir. Fakat politikada küstahlıkları ve şerefsizlikleri hoş görmek, haysiyet yoksunluğudur, yapan kadar hoşgöreni de küçültür. Şahsi çıkar sağlamak, kudretli şahsın teveccühünü elde etmek için kendini hakir göstermek de yalancılık ve haysiyetsizliktir. Politikacının sandalyesini korumak, siyasî hırsını sürdürmek gibi uşaklık, dalkavukluk ve dilenciliğe tenezzül, bir büyük meziyet olan tevazuun tam aksi bir zillettir. Kendisini solucan haline koyan bir politikacının, ayaklar altında ezilmekten şikâyete hakkı kalmaz. İyilerin de kötüleşebildikleri politikada, hata ve suç işleyenlere karşı hoşgörülülük, karşısındakinin bunu anlamadığı, takdir etmediği sınırda bitmeli, sona ermelidir. Milletlerin fertleri arasında olduğu gibi, politikacılar da çok iyiler, iyiler, fenalar ve çok fenalar vardır. Halk ve hak yolundaki siyasî teşekkülleri başarıya eriştirebilenler, çok fenaları ayırmış ve ayıklayabilmiş, zararsız duruma sokmuş, fenaları iyi, iyileri çok iyi hale getirmiş olanlardır.

–          Son olarak, okuyucularımıza bir tavsiyeniz olacak mı? 

Mesnevî’ye baş koyunuz. Onu yastık etmişlerin ruhlarını başucunuzda duyarak, onların başlarını nâra yakan karasevdanın çırasını içinizde alevleyiniz. Sonra, Hazret-i Mevlânâ’nın denizine dalıp, gönül gözünüzü açınız. Tevfik-i ilâhi’yi göreceksiniz. Aşağılık olsun, yukarılık olsun; bu denize her dalanın payına düşecek cömert hediyelerden, gerçeğin incilerinden siz de elinizi, gönlünüzü, kucağınızı dolduracak kadar bol alabileceksiniz. Çok fena iseniz de, fena iseniz de, çok iyi iseniz de, iyi iseniz de ruh ve mânâ âleminden armağansız dönmeyeceksiniz. Topsuz tüfeksiz gönül iklimlerini fetheden ruh ve mânâ, iman ve ideal âleminin yüce sultanı Hazret-i Mevlânâ, sizi dergâhına çağırıyor, geliniz.

_____________________________

Kaynak: Dr. Fethi Tevetoğlu, Komünizmle Mücadele Yayınları: 5, Açıklıyorum, ‘Politika Üzerine’, Ankara 1965

http://www.turkyorum.com/

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum