Dr. Sait Başer yazdı: "Ene'l-hakk şehîdi"!

Dr. Sait Başer, Kanuni Sultan Süleyman döneminde idam edilen mutasavvıf İsmail Maşuki’den yola çıkarak, bu coğrafyanın Maturidi gelenekten savrulması ve tekfirci akımlara kapıyı açması olarak nitelediği durumu ele alıyor.

Dr. Sait Başer yazdı: "Ene'l-hakk şehîdi"!
21 Haziran 2017 - 16:29

Bir gazelinde:

“…

Bu gün ey dil temâşâ kıl cemâl-i vech-i cânânı

Şu kim görmez anı bugün yarın olur ol a’mâdan

Kamû eşyâ eğerçi kim haber virür cemâlinden

Velî insan olan ismin nişân virür müsemmâdan

Düşübdür derbeder âşık taleb eyler dilârâyı

Dilârâdur gönül içre haber ister dilârâdan

…”

diyen İsmâil Mâşukî Hz. için anlatılan menâkıp çok. Onun bir Vahdet-i Vücud serdengeçtisi olduğu ise menkıbeler üstü bir gerçek.

Kanunî devri mutasavvıfı.

İsmail Maşûkî, Hacı bayram çizgisinde, Ayaşlı Bünyamin müritlerinden. Doğumu 1508, öldürülüşü 1539.  31 yaşındayken idam edilerek öldürülmüş. Babası Aksaraylı Pir Ali Dede. İsmail’e Maşûkî adını veren Ayaşlı Bünyamin.

Devrin ulemâ ve mollaları tarafından tekfir edilerek, oniki öğrencisiyle birlikte idam edilmiş.

Bugün, uzmanları indinde, Türk düşünce ve inanç geleneğinin en önde gelen akımı olan tasavvufun taa Hoca Ahmed Yesevî Hz.’nden beri kuvvetle toplumu motive ettiği, fütuhat devirlerinin yüksek voltajlı enerjisini bu cereyandan aldığı hususu her türlü tartışmanın üzerinde. İsmâil Mâşukî de hem mensubu bulunduğu Bayramiye ekolü bakımından hem de âilesinden tevârüsü sebebiyle o çizginin tarihe mal olan isimlerinden.

Safeviler’le girişilen siyasî hâkimiyet mücâdelesinin Osmanlı idâresini sıkıştırdığı, Şah İsmail’den oğluna da intikal eden Erdebil Tekkesi şeyhlik otoritesinin kırılamadığı yıllar o yıllar. İran’da gayet kuvvetli bir Vahdet-i Vücud rüzgârı esiyor, o rüzgâra hiç de yabancı olmayan Anadolu halkı da İran’dan gelen dâvete tabiatıyle olumlu cevap veriyordu.

Esefle kaydedelim ki, Osmanlı yönetimi ise kendisinin de varlık sebebi olan geleneğe karşı endişeyle bakmak zorunda kalıyordu.

Gerçi siyâsetin hakimiyet kavgası başka, tasavvuf bağlılarının “Hakikat” addettikleri bir kutlu yolu sürdürme gayreti başkaydı.

İdareciler ne kadar saltanatlarını tehlikeye atan bir tehdit olarak görürlerse görsünler! Siyasetin hatırı için itikadından vaz geçilir miydi? Öldürüldüğü sırada 31 yaşında, son derece inanmış, muhakkik birisi olan genç ve cezbeli Şeyh İsmail Mâşukî’ye bu “lüzum” anlatılabilir miydi?

Belki can korkusuyla Safevîler’le iş birliği ithamlarından ürkenler vardı. İnsan bu. Can tatlı!

İsmail Mâşukî, canını dâvâsından esirgeyecek birisi değil. Hele o tarihlerde henüz dergâhlarda sâhici şeyhler önemli ölçüde görev başındadırlar ve Mâşukî  onlardan birinin oğlu ve o da onlardan biri... “Şehâdet ehli” birisi olduğunu şiirlerindeki yanık ifadeler apaçık haber veriyor:

Ey gönül, bir derde düş kim, anda dermân gizlidür

Gel eriş bir katreye kim, anda ummân gizlidür

Terkedüp nâm ü nişânı, giy melâmet hırkasın

Bu melâmet hırkasında nice sultân gizlidür

Tut Hakk’ı bilmek dilersen ehl-i irşâd eteğin

Niceler bilmediler kim böyle erkân gizlidür

Değme bir hor ü hakîre hor deyû kılma nazar

Kalbinin bir kûşesinde arş-ı Rahmân gizlidür

Bu cihân dervîş nâm oldu hicâb-ender-hicab

Sen hicâb altında kaldın sanma sultân gizlidür

Belli ki Kanunî Sultan Süleyman’ın taksirat hânesine bunu da eklemek gerekiyor. Siyaseten, Safevî Şahı Tahmasb ile mücadelesi uğruna, milletinin kudret sırrı bir hikmet geleneğine sırt dönmekten pervâ göstermemiş ve bu hâlis, genç ve olağanüstü sâdık  iman erinin canını almaktan geri durmamış!

17-06/19/dewrt.jpgİbrahim Maşuki’nin mezarı Beşiktaş’ta bulunuyor.

Üstelik bir sefer dönüşü Aksaray’dan geçerken, onu babası Aksaraylı Pir Ali Dede’den talep edip İstanbul’a getiren, bizzat Sultan Süleyman!

Halvetîlik ise, uzun ve tesirli tarihi boyunca şeksiz şüphesiz bir Vahdet-i Vucut okulu! Kimse “bilmiyordum” deme mevkiinde değil.

Hikâyenin detayı çok. Meraklıları için Google’da küçük bir sörf kâfî...

Burada bizi ilgilendiren şey, tarihteki bir anekdota dalma zevki sanılmasın.

Bizi fitilleyen Yahyâ Kemal!

Üstâd Yahyâ Kemal’le alışverişimiz seneler geçtikçe daha köklü ve daha emniyetli bir hal aldı.

Y. Kemal, bilindiği üzere derinlikleri, renkleri, ustalığı, yaratıcılığı, fikrî terkibinin emrine verdiği şâirliğiyle, dikkatleriyle tüketilemeyen bir mâden.

Bâzı şâirler bir okumalıktır.

Bâzıları bir mevsimlik, bazıları ömrümüzün bir faslında can bulurlar…

Oysa Yahyâ Kemal, seneler geçtikçe gönüllerdeki yerini kalıcı hale getiren bir tarih, kültür, dil, psikoloji, dâüssilâ, hasretler, vuslatlar, kemal yürüyüşleri etrafında kendisini açarken, okuyucusunun ruh ve fikir dünyasını da inşa sırrına ulaşmış bir sihirbazdır. Şiirlerinde olağanüstü incelikler, mütâlâalar, işâretler ve bilmeceler bulunur.

Tabiî  kendi  dünyasına yaklaşabilenlere söyler!

Çâresiz.

Bir müddetten beri, onun Mâverâda Söyleniş şiirindeki bir mısrâına takılıyorum.

İsterseniz önce şiiri hatırlatayım:

Mâverâda Söyleniş

Geldikti bir zaman Sarı Saltık’la Asya’dan.

Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan.

Seyrindeyiz atıldığı sâhilsiz enginin,

At Meydanı’nda ölmüş “Ene’l - Hak” şehîdinin.

Merhûm Edirne şeyhi Neşâtî diyor ki: “Biz

Sâf aynalarda sırroluruz öyle gãibiz.”

Zâhid hayâl eder bizi meyhâne zındığı,

Bilmez ki sen ve ben hepimizdir tapındığı.

Gãibde bir muhâvere geçmiş de pek hafî,

Gaybî’ye söylemiş bunu İdris-i Muhtefî.

Şiirde birçok dikkate değer yön var. Sakarya boylarından Rumeli’nin fethini mümkün kılan mânâ önderlerini ilk işâret eden şiir bu. Üzerinde uzun uzun durulmayı hak ediyor, ancak konuşulsa konu dağılacak. Bu yazıya sebep olan ilgili beytimiz:

Seyrindeyiz atıldığı sâhilsiz enginin,

At Meydanı’nda ölmüş “Ene’l - Hak” şehîdinin.

beyti…

Mısrâ ise ikinci mısrâ!

“At Meydanı’nda ölmüş “Ene’l - Hak” şehîdi…”

Ölmüş” ve “şehid”!

Üstad’ın: “Mısra benim haysiyetimdir” sözünü hatırlayarak bakmalı bu mısraya. Yahyâ Kemal gibi birisi, ölüm olayını şehadetle bir tutmaz. Ölümsüzlük sırrı taşıyan bir irtihale aynı zamanda ölüm demez!

Bu “ölüş” bir “öldürülüş”tür! Bunu bilerek konuştuğu muhakkak Yahya Kemal’in.

“Şehid” olmaklığını ayrıca vurgulamaktadır.

Üstelik bu “şehâdet”, “Ene’l-Hakk şehidliği”dir.

Yahyâ Kemal, Kanûnî zamanında “Ene’l-Hak” sözünde sembolleşen inanma üslubunun artık bir “idamlık suç” haline getirilişine dikkat çekmektedir.

Yoksa Türk tasavvufunda sayısız mutasavvıfta sayısız örneği bulunan bu “ontolojik/îtikadî tercih”, o vakte kadar bizim kültürümüzde hiç de suç olmamıştı. Biz erenlerimizle yaşardık. Onların ölümsüzlük sırlarını “Hak ile Hak oluş” kemâline ulaşmışlıklarında görürdük… Bilakis; Şam, Bağdad veya diğer Eş’arî-Arap coğrafyalarında, gerek Hallac-ı Mansur gerek Şıhabüddin Şühreverdî ve gerek Seyyid Nesimî gibi örnekler o coğrafya yobazlarınca tahammülsüzce öldürülürlerken, bizim Mâturidî-Yesevî coğrafyamızda İsmail Maşukî’nin selefleri serâzat Tevhid divanları yazıyorlardı. Bakın bütün edebiyatımız onlarla doludur.

Yani Maşukî yukarıya aldığımız şiirlerindeki fikirlerin ilk temsilcisi değildi. Taa Hoca Ahmed Yesevî’den beri sayısız Türkmen kocası hep bunu terennüm ettiler. Mevlanalar, Hacı Bektaşlar, Hacı Bayramlar, M. Arabîler… Bütün fikir ve edebiyatımızın en temel mektebi budur çünki!

Mâşukî’ye uygulanan “siyâset”, tamamen konjonktürel bir tercihin, itikat güzergâhımızdaki rota değişikliğine sebep oluşunu haber vermektedir.

O ana damarın dâvâsını terk ettiği söylenemez tabiî…

Ancak yıldırıldığı, sindirildiği muhakkaktır. Mâturidî/Yesevî gelenege son derece sıdk ile bağlı halkın tepkisini frenlemek için “medrese-tekke çatışması”  adıyla resmî Eş’arî yöneliş kamufle edilmiş de olsa, artık hüküm onlara geçmektedir!

Bizim: “Mâturidîlik Yavuz’dan sonra, resmen olmasa da fiilen terk edilmiş ve bizim büyük medeniyet krizimiz başlamıştır… Duraklama ve gerilemenin temel sebebi budur.” deyişimize Yahyâ Kemal’den (bir başka) destek gibi göründü gözüme.

“Ene’l-Hakk şehîdi”!..

Kanûnî Sultan Süleyman zamanında!

Bugün câmilere çocuk girmesine itiraz eden, tasavvuf ve musıkîsi başta, medeniyetimizi red anlamına gelen ve dini, çağlar öncesindeki inşasında donmuş bir fıkha indirgeyenler, bu ekolü hâlâ tekfirde yarışanlar aramızdalar…

“Biz nerede düşmüştük ki? Oradan kalkalım” merakında olanlara bir şeyler der belki…

kaynak:http://www.karar.com/gorusler/dr-sait-baser-yazdi-enel-hakk-sehidi-518642

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları