Doç Dr. Rasih ERKUL: "ÜÇ NOKTA" YANYANA ( . . . )

Doç Dr. Rasih ERKUL: "ÜÇ NOKTA" YANYANA ( . . . )
31 Aralık 2020 - 19:32
“ÜÇ NOKTA” YANYANA ( . . . )

Anlatabildim mi?”, “Beni yanlış anladınız galiba” gibi ifadeleri duymuşuzdur. “Anlatamama”nın yalın hali… Aynı dili konuşan insanlar arasındaki bu garip hal,  dilin anlam özelliğine dikkat etmemekten kaynaklanmış olmalı. “Ben, öyle demek istememiştim.”  “Ya ne demek istemiştin!” denilmese de zor bir pozisyon…
Sözümüz eleştirilince de, biraz daha ileri giderek kendimizi savunmaya kalkar ve faturayı hemen dile yani “Türkçe”ye çıkarırız. “Efendim Türkçe bu, nereye çeksen oraya gidiyor.”
Vaziyet böyle olsa da, işin erbabı olanlar, öyle düşünmüyor. Erbabınca Türkçe, sanki birçok dil bilgininin birlikte oluşturdukları bir dildir. Türkçe’nin bir mantığı vardır, Türkçe, bir matematik dilidir.
                                                 
Konuşurken sesimizin rengi, edası, vurgusuyla meramımızı aktarabiliriz. Bazı yörelerimizdeki “Anladın” ifadesinin “Anladın mı?” demek olduğunu konuşmanın ses tonu, rengi sezdirir. Ancak yazarken “Anladın mı?” şeklinde yazarız. Çünkü “yazı”da, “Anladın” ile “Anladın mı?”nın aynı anlama gelmediği mâlumdur.
Bu arada yazmaya çizmeye pek ihtiyacı olmayan insanlar bir yana, bazı şair, yazar veya düşünürün yazarken büyük harfe, küçük harfe önem vermediği, hatta büyük harf, küçük harf, nokta, virgül vesaire hiç önemsemediği söylenir, görülür.
 “Noktalama işaretleri için “yazının trafik işaretleri” dense, yanlış olmaz. Böylece duygular, düşünceler doğru ve net iletebilir. Okuyan da, aynı şekilde yazıdaki duyguyu, düşünceyi doğru ve de net algılayabilir.
İzinsiz inşaata girilmez” derken; “İzin alınmamış inşaat”tan mı söz ediliyor yoksa “İzin alınmadan” inşaata girilmeyeceğinden mi? Bu türden bozuk anlatım durumları, daha uzun, daha karmaşık ifadeler için düşününce meramımızın önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Denildiği üzere “Türkçe bu efendim, nereye çeksen oraya gidiyor”. Lakin iş o kadar basit ve de sıradan değil.
                                                 
          İfadeler, “maksad”ı aşmamalı. "Ne düşündüğünüzü, her zaman, her yerde açıkça söylemek hoş olmaz” dense demaksatlar, niyetler”, açık ve net olarak ifade edilmeyi bekler. Öncelikle kendimizi karşımızdakine doğru anlatmak daha sonra da birbirimizi doğru anlamak zorundayız.
Olup bitenin gerçeği, çok daha acı. Görülen, bilinen, hissedilen şeyler, ifade edilmeyi, anlatılmayı bekler. Niyetlerin ardındakiler, bir gün mutlaka su yüzüne çıkar.

Tamamlanmış bir ifadenin sonu, “nokta”yı bekler. Çoğu zaman dönmek istemediğimiz bir işe, noktayı koyarız. Artık bitmiştir. Yahya Kemal’in ifadesiyle “dönülmez akşamın ufkunda vakit,  artık çok geçtir.”
 Gidenin arkasından nokta koymak lâzım ki, gelecek olanın adı “büyük harf”le başlasın...    
            Nokta kadar menfaat için zerre kadar eğilmem.
“Hayatımın hesabını Rabbimden başkasına vermem” diyen adam, noktayı koymuş, işi bitirmiştir.
“Son” dediklerimde hep bir nokta eksik oldu.
“Devam eder” dediklerim, benden önce nokta koydu.
 Her yaptığına hayran iken her yaptığına kulp takmaya başladığınızı fark ettiğiniz anda, o ilişki bitmiştir. Nokta!

Noktayı koymak ne kadar zor olsa da, tamamlanmış cümleler eksik kalmışlara göre daha az acı verir.
Ne bir nokta koyup kesip atacak gücüm var, ne de üç nokta koyup umut edecek halim...
Herkes bir şeyler söyledi. Nokta sustu...
Bazı şeyler hep yarım kalmalı, bazen "son nokta" hiç konmamalı.

Bir işi yapanı, öne çıkanı öncelikle belirtmek istendiğinde kullanılan “virgül”ün üstüne bir nokta konunca oluşan “noktalı virgül” ile de öncelikle belirtilenler, diğerlerinden ayrılır. Yahya Kemal, “Yeni usul şiirimiz; zevksiz, köksüz, acemice görünüyordu” diyerek yeni şiirden söz ederken durumu “noktalı virgül”le açıklama gereği duymuş.

Bunların dışında, “üç nokta” yan yana, bana hep daha farklı gelir.
Herhangi bir sebepten dolayı bitirilmemiş ifadelerin sonuna konulan; “üç nokta”  ( …) işareti.
Üç nokta şu veya bu sebeple yazamadığımız, çaresiz kaldığımız durumlarda imdada yetişir gibi.
Koy “üç nokta”,yı hem de yan yana…  iş bitsin; okuyucu da istediğini istediği gibi anlasın, istediği gibi hayal etsin…
Bu öyle bir duygu ki 
Gelmez kaleme, dile…   (E. B. Koryürek)

Duygudan duyguya geçtiğimiz şu fani âlemde, cevaplayamadığımız, şaşkına döndüğümüz; “iyi, kötü, güzel, çirkin, hoş, nâhoş, şahane, muhteşem, önemli, değersiz, nevinsiz, inanılmaz(!), acayip, berbat, korkunç, beyhûde, gereksiz…” o kadar çok şey, o kadar çok soru var ki… “Allah’a havale etmek”ten başka elden ne gelir…
Kendime küsüp hayatın sahteliğine noktalarca ünlem bıraktım...
                                           
Yazının “trafik işaretleri” bile,  galiba yetmedi insanoğluna. İnternet üzerinden karşılıklı yazışmalarda, bir takım işaretler kullanılır oldu.
Sanal dünyaya yansıyan anlık duygular, beğeniler… yüz ifadelerini yansıtan işaretlerde kendini buluyor.       
“Gülümseme, şaşkınlık, kızgınlık, üzgün olma, mahcubiyet, düşünceli veya alaycı gülümseme,  ağlayan surat, kırık kalp”… 
Yan yana konulmuş “üç nokta”nın alabildiğine sonsuz dünyasını sınırlayan bu işaretlerle yüzyıllar öncesindeki ifade biçimlerine dönmüş gibiyiz.
Ben “üç nokta”yı kullanmaya devam edeceğim.

Gönlünüzce, sağlıklı bir yıl dileğiyle…
 
Doç Dr. Rasih ERKUL

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum