DİLİMİZİ DEĞİŞELİM Mİ?

Azerbaycan'da Türk dünyasının "Türk Dünyası Dil Birliği" tartışmaları devam ediyor. Orkhan Aras'ın 525. Gazetede yayınlanan makalesi

DİLİMİZİ DEĞİŞELİM Mİ?
02 Mart 2023 - 09:52 - Güncelleme: 16 Aralık 2023 - 15:25

 

DİLİMİZİ DEĞİŞELİM Mİ?

Orhan Aras


Şahbaz Huduoğlu “Dilimizi Türkiye Türkçesi yapalım” fikrini ortaya atınca sanki kurbağa gölüne taş atıldı. Fikir beyanın özgür oluşu, meselenin ilmi yönü, gelecek kuşakların ana dilleriyle problemleri, okullardaki tahsil sistemi, Targov veya Bulvar’da gezenlerin yarıya yakının Rusça konuşması bir kenara itildi ve Şahbaz’ın bana göre, yaptığı ironiye küfürlerle cevap verilmeye başlandı. Hatta sözle ona “şapalaq” atanlar, onu hain ilan edenler bile oldu. Keşke bu kavgacı anadil gönüllüleri anadilimiz okullarda, sokakta, toplantılarda dövülürken ortaya çıksalardı da bu anadil savunucusu yiğitleri oralarda da görseydik!
Önce ne olursa olsun bir dilin, hatta lehçenin bile ortada kalkamayacağını birkaç örnekle ortaya koymak istiyorum. 1850’li yıllarda bütün Almanların konuşacakları ve tahsil sisteminde de kullanılacakları resmi Almanca (Yüksek Almanca) belirlendi. Bütün Almanlar bu yüksek Almanca dedikleri Hamburg Almancasıyla eğitim gördüler. Bütün kitaplar, gazeteler, dergiler de bu dilde yazıldı. Hergün 24 saat radyolar, televizyonlar bu dilde yayın yapıyorlar. Buna rağmen Almanya’da nereye gittiysem orada Almanların aralarında kendi lehçelerinde konuştuklarına şahit oldum. İkinci örnek de Türkiye’den…. Herkesin bildiği gibi, Memmed Aslan’ının deyimi ile desem, Erzurum’un gediğine varana kadar, hatta Malatya’da bile bizim Azerbaycan Türkçesi konuşulur. Bizim hepimiz Türkiye’de büyümemize ve tahsil almamıza rağmen nerede bir araya gelsek hemen anamızdan öğrendiğimiz lehçe ile konuşmaya başlarız. Kars’ın içinde ve köylerindeki Terekemelerle konuşun, sanki yeni Kazak’dan gelmişler gibi bir duyguya kapılırsınız. Demek ki hiçbir dil öbür dili istila edip öldürmüyor. Sadece sen onu geliştirmezsen, hep bildiğim birkaç yüz kelime bana yeter dersen, gençler seni dinlemez ve yeni çıkan kelimeleri başka dilden alarak kullanırlar. Bu da çok tabiidir.
Bence Azerbaycan’da “Bizim dilimiz daha güzeldir, Türkiye Türkçesi berbattır, bizim dilimizi mahvedecek” diyenlerin maksatları elbette başkadır ve biz bunu çok iyi anlıyoruz. Aynen Türkiye’de bazı kendini bilmezlerin Azerbaycan düşmanlığı yaptığı gibi Azerbaycan’da da Türkiye ve Türkçe düşmanları vardır. Onların derdi dilimizin korunması, gelişmesi de değildir. Onlara göre, gençler Rusça veya başka bir dilde konuşurlarsa önemli değildir. Ama Türk dizilerinden ezberledikleri birkaç kelimeyi telaffuz ederlerse o zaman kıyamet kopmuştur.
Bir dilin güzelliği bir güzellik yarışması gibi değildir. Herkesin anasından öğrendiği dil, melodi, ninni kendisine güzel gelir. Onun için “bizim dilimiz daha güzeldir ortak Türkçe olsun” demek de boş bir iddiadır. Dilin zenginliği hem o ülkede yaşayan insanların hem de ülkenin geleceğinin birinci problemidir.
Azerbaycan ve diğer Türk bölgelerinde aynen Almanya’da olduğu gibi ortak veya resmi Türkçe ortaya çıkması için İsmail Qaspıralı, Zerdabi, Sabir, Celil Memmedquluzade, Ali Bey Hüsyenzade gibi aydınlar çaba gösterdiler. 1950’li yılların ortalarına kadar hemen hemen ortak edebi bir dil ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunu eski kitapları okuduğumuzda hemen görüyoruz. Ama Stalin’in Türkolog Prof. Miller’i görevlendirmesiyle Türk ülkelerinde dil meselesi tamamen başka bir yöne kaydı. Azerbaycanlı aydınlar Stalin ve onun bilim adamlarının(!) maksatlarının ne olduğunu elbette biliyorlardı ve bu yüzden de çok muhafazakâr bir şekilde anadili koruma içgüdüsüyle hareket ettiler. Anadil için yüzlerce şiir yazdılar ve onu gözleri gibi korumaya çalıştılar. Ama bütün bu çabalar Azerbaycan dili’nin Rus dilinin istilasına uğramasını önleyemedi. Dil stabil kaldı ve gelişmedi. Oysa dil canlı bir organizmadır. Kaşgarlı Mahmud 1000’li yıllarda 8300 kelime ile Divan’ı Lügat it Türk’ü yazarken İngiltere’deki İngilizce beş bin kelimeye bile varmıyordu. Şimdi ise İngilizce bir milyon kelimeyi geçmiş veya geçmek üzeredir. Azerbaycan’da ise bilim adamları, aydınlar, 90-100 bin sınırında olan kelime sayısına bakıp “Ne yapabiliriz?” diye sormak yerine “dovşan” a ile mi yoksa o ile mi yazılsın kavgasını yapıyorlar. Siz kavga edin de gençler sizin gelişmesine izin vermediğiniz dilin yerine İngilizce sözleri ezberliyorlar. Çünkü siz hala “Şah İsmail’in, Molla Penah’ın dili bize yeter,” diye ortalığı velveleye veriyorsunuz. Veya çaresizlikten bir fikir ortaya atan Şahbaz Huduoğlu’nu bir günahkâr gibi toplumda recm ettiriyorsunuz. İçinizde Hz.İsa gibi “kim günahsızsa ilk taşı atsın,” diyen cesur biri de yok.
Türkiye Türkçesindeki değişim ve gelişme bazı Türkçe düşmanlarının iddia ettikleri gibi Agop’la başlamadı. Türk dilinin gelişimi, değişimi, saflaştırılmasının aynen Alman dilinde olduğu gibi 150 yıllık bir hikâyesi vardır. Atatürk siyasette ve askeri alanda ne kadar başarılıydıysa bilimde de o kadar hassastı. Almanya’dan getirdiği Yahudi kökenli bilim adamlarıyla Türk eğitim sistemini geliştirdi. Asıl adı Hagop Martayan olan Agop Dilaçar bir Türk vatandaşı bilim adamıydı. Tam sekiz dil biliyordu ve Atatürk’le çalışmasından daha çok önceleri Sofya’da Eski Türkçe ve Uygur Türkçesi üzerine dersler vermişti. Yani dil konusunda uzman biriydi. O sadece Türkçenin gelişimi üzerine “neler yapılabilir” çalışmalarına katıldı. Ne kadar yararlı olup olmadığı tartışılır. Ermeni kökenli olduğu için nefretle “Türk dilini o değiştirmiştir” gibi boş dedikoduları dile getirmeye bile değmez. Daha Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1860’lı yıllarda gazeteler yayınlanmaya başladığında halkın anlayacağı bir dile dönmenin zarureti ortaya çıkmıştı. Yani Türkiye Türkçesinin saflaştırılaması ve gelişmesinin 150 yıllık bir geçmişi vardır. Zamanla dil geliştirilmiş ve Atatürk’ten sonra da zenginleşmeye başlamıştır. Bugün Türk Dil Kurumu’nun son sözlüğüne göre Türkçe ’de 616 bin 767 kelime vardır. Atatürk’ün Türkçeye en büyük katkısı ona bir dinamizm getirmesidir. Şimdi bile yeni buluşların hemen Türkçe karşılığı bulunmakta ve halkın diline yerleşmektedir. Örneğin, Bilgisayar, ileti, yazıcı, yapay zekâ gibi yeni kelimeler artık her gencin kullandığı temiz Türkçe kelimelerdir.
Sadece ilmi olarak değil, kendi gözlemlerimi de bu yazıda aktarmak ve ne kadar önemli bir tartışmanın içinde olduğumuzu hatırlatmak istiyorum. Bütün tanıdıklarım, Azerbaycan’dan Türkiye’ye gelen bilim adamlarının şiirden, edebiyattan konuştuklarında onları anladıklarını ama bilimsel bir dil kullandıklarında anlamadıklarını belirtmişlerdir. Çünkü Azerbaycan’ın edebi dili Türkçe, bilim dili ise Rusçadır. Bunu niye inkâr ediyoruz ki? Hatta resmî belgeler de Rusçadır. Basit bir örnek vereyim. Yusuf Gedikli Azerbaycan’da doktora yaparken bana bir kâğıt uzattı. “Bunları tercümede bana yardım eder misin” dedi. Kâğıtta şunlar yazılmıştı: “Kadrların uçotunun şexsi veregesi, Dissertasiyanın mövzusu, Stenogram, Resmi opponentlerin reyi, Avtoreferata verilen reyler…” Şimdi bunların Türkçesine bakalım: İşyerindeki kişisel kayıt, Savunulacak tezin mevzusu veya konusu, Kayda alan, Karşıt görüşlerin oyu veya reyi, tezin özeti…”
Şimdi hepimiz elimizi vicdanımıza koyup düşünelim. Birisi, “bunları değiştirelim ve Türkçesi dilimize uygunsa bunları alalım,” dese, ana diline ihanet mi etmiş olacaktır? Aklı başında herkesin iddiası ve arzusu budur. Otuz yıldır bu konuda yazmaktan, söylemekten dilimizde tüy bitti. “Arada büyük engeller doğuran bu Rusça sözlerin yerine Türkçesi varsa onları alalım ve dil gittikçe birbirine yaklaşsın, tahsiller arasındaki büyük farklılıklar ortadan kalksın, kitaplar da iki ülkede okunabilsin” dedik ve diyoruz. Türkçe düşmanlarının derdi üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Bu bilgisiz ve önyargılı insanların yazdıklarını okuduğumda gözlerime inanamıyorum. Türkçenin qobutluğundan tutun akla gelen her saçmalığı ortalığa atıyorlar. Bugünkü Türkçenin zenginliğini ve matematiksel yapısını görmek isteyenler, kırktan fazla dil bilen Hollandalı filolog Johan Vandewalle’nın internetten vidolarını izleyebilir. Kavga etmek, birbirini suçlamak yerine uzak gören atalarımızın 1900’li yıllardan başlattıkları ortak Türkçe meselesini gençlerimize iletmeli ve onların dillerine yatkın, yeni Türkçe kelimeleri ezberleyerek bu ortaklığı geliştirmelerini teşvik etmeliyiz. Bence bu bizim hem anadilimize hem de atalarımıza olan en büyük borcumuzdur. Böylece hem okuma hem de gönül dünyamız daha da genişleyecektir.

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları