Reklam
Reklam

DAĞ…

Prof. Dr. Öcal OĞUZ'un Türk Kültüründe dağ kavramı ve dağ etrafında gelişen kültürü ele aldığı yazısını yayınlıyoruz. "Türk kültüründe dağlar kutsaldır, gizemlidir, saklayıcıdır, engeldir, çaredir, gurbet kapısıdır ve nihayet ardı son umuttur."

DAĞ…
23 Eylül 2025 - 09:27

DAĞ…

Öcal OĞUZ

Sözlükler, “yer kabuğunun çıkıntılı, eğimli veya dik yamaçlarıyla çevresindeki ova veya yayla gibi düzlüklere hâkim; ağaçlı, çıplak veya kayalık yüksek rakımlı yerler” olarak tanımlıyor.
Türk kültüründe dağlar kutsaldır, gizemlidir, saklayıcıdır, engeldir, çaredir, gurbet kapısıdır ve nihayet ardı son umuttur. Hâsılı kelam bütün bu özellikleriyle halkın inanç ve sanat dünyasında mittir, efsanedir, destandır, masaldır, türküdür, ağıttır, şiirdir.
Dağlar, Altay mitlerine göre Akene’nin “yarat” öğüdünü dinleyerek sudan çıkardığı toprakla dümdüz bir dünya yaratan Ülgen’e öykünen beceriksiz Erlik’in dünyanın düzlüğünü bozan “dağlardan büyük” ihtirasının neden olduğu yükseltilerdir. Ergenekon mitlerine göre gizlenilen son sığınak; bir anlamda yeniden doğuşun yükünü yüklenen ana rahmidir. Bir başka türeyiş mitine göre ise Tanrı donmak üzere olan çocuğa ateşi ve Türk adını Altay dağlarında vermiş; Türkler böylece ortaya çıkmıştır.
Halk inanışlarında dereler, çukurlar, kuytu yerler üç harflilere aitken; Tanrı Dağları veya Demirkazık adlandırmalarında olduğu gibi ulu dağlar, karlı zirveler göksel ve Tanrısal mekânlardır. Belki de Samsun’da söylenen “dağ deyip dangırama, onun da sahibi var” atasözü bu inancın günümüze taşınmasıdır. Atsız, "dağda niçin bağırılır/feleğe çatmak için" derken aynı inancı mısralara dökmüştür. Nitekim yakın dönemin “Tanrı Dağı kadar Türk; Hira Dağı kadar Müslümanız” sloganına dağların bu kutsallığı ve yüceliği ilham vermiş olmalıdır.
Dedem Korkut’ta dağlar; Oğuz yiğitlerini baştan çıkaran av alanları olarak tasvir edilir. Av avlayıp kuş kuşlarken kendinden geçen “dağ gibi” yiğitler, düşmanın hile ve tuzaklarına buralarda düşerler. Dedem Korkut “dağlara taşlara” diyerek ava gidip av olanların ibretlik hikâyelerini söyler.
Dedem Korkut’un bu hikâyelerinin içinde kırk namerdin dedikodularına inanan Dirse Han’ın Kazılık Dağında oklayıp ölüme terk ettiği oğlu Boğaç Han’ınki belki de en dramatik olanıdır. Boğaç’ı ararken “dağın ardında olsun yerin altında olmasın” duasıyla “dağlara düşen” annesinin “akar senin suların akar iken akmaz olsun, biter senin otların biter iken bitmez olsun” diye kargış söylediği Kazılık Dağı, yüreği yanan bu annenin feryadından incinmez; göğsünde büyütüp sakladığı dağ çiçekleriyle Boğaç’ın yarasına merhem olur.
Sabahat Akkiraz’ın “ses verin sesime dağlar/benim guzum orda mıdır/ hiç haberin alamadım/yoksa başı darda mıdır/dağlar dağlar uzun dağlar/yüreğimde tozun dağlar/kurdu kuşu sen sakladın/ nerde benim kuzum dağlar” dediği ağıt, sanki Boğaç’ın annesinden derlenmiş gibidir.
Dağlar, her çağda avcıyı av peşine düşürmüş, her çağda “ben de gittim bir geyiğin avına/geyik çekti beni kendi dağına” diyen “alageyik” hikâyelerine konu olmuştur. Toroslarda geyik peşinden gittiğini sanan genç beyzade Alaettin’in Abdal Musa dergâhında Kaygusuz Abdal’a dönüşümü de böyle bir geyik avı hikâyesi değil midir?
Dağ, semboller dünyasında ulu ve güçlü bir şahsiyet, insan ise onun görkemi karşısında aciz bir varlık olarak da gösterilir. Mevlana’nın “dağa bir kuş kondu sonra uçup gitti. Gör ne fazlalık oldu ne de eksilme” sözü, halk arasında “tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış” şeklinde karşılık bulmuştur.
Eskiden kamlarda, şamanlarda gördüğü olağanüstülükleri, yenilerde de görmek isteyen kültür, inandığına inanmış, inanmadığına “kerameti kendinden menkul” veya “şeyh uçmaz mürit uçurur” demiştir. “Ben keramet sahibiyim” diyen birine “hadi şu dağı yürüt” demişler. O da “yürü ey dağ” diye seslenmiş ve birkaç kere emrini tekrarlamış. Bakmış dağda bir hareket yok “dervişte kibir olmaz; dağ yürümezse abdal yürür” diyerek oradan uzaklaşmış. Halk “dağ fare doğurdu” sözünü umulanla bulunan arasında büyük uçurum olan böylesi durumlar için söylemiş olmalıdır.
Sonunda “güvendiği dağlara karlar yağsa” da, âşığın başaracağına inandığı ağır imtihanların mekânı da dağlardır. Aşkın ilanı ve kanıtı, Ferhat olup Şirin için klasik edebiyata göre Bisütun; halk anlatısına göre Amasya’daki Harşena Dağını delmek veya Ahmet olup Gülbahar aşkına Ağrı Dağının zirvesinde ateş yakmaktır. Atalar, “Allah dağına göre kar verir” diyor, demek ki aşkına göre de engeller koyuyor.
“Yüce dağ başında duran güzeller/ne parlaşırsınız kar gibi gibi/sizin sevdanıza düştüm düşeli/yanıyor yüreğim kor gibi gibi” mısralarına yansıyan şair ruhuyla sarıp sarmalayamadığı ve tabii haydut, harami olup “dağa kaldıramadığı” güzeller konusunda dostları belki de Karacaoğlan’ı “dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur” atasözüyle teselli etmiştir.
Dağ; aynı zamanda masalların esrarengiz Kafdağı’dır. Oraya gidebilmek, gidip de dönebilmek için ölümü göze alacak kadar aşka düşmek ve şehzade iken Keloğlan olup erginleme süreci yaşamak gerekir. Nitekim masalcının tatlı dilinde uzayıp giden bu yolculuk “burnu Kafdağı’nda” olan ve “alçak dağları ben yarattım” diyen kibirliler için acı derslerle doludur.
Dağlar haksızlığa uğrayana kucak açan kimsesizler kimsesidir. Nitekim Çamlıbel’i yurt tutan Köroğlu “yoktur senden gayri kolum kanadım/arkam sensin kalam sensin dağlar hey”; Gevheri, “başına bir hâl gelirse/dağlara gel dağlara gel/seni saklar vermez ellere/dağlara gel dağlara gel”; Dadaloğlu, “ferman padişahın dağlar bizimdir” diyerek “dağa çıkarlar” veya dağa çıkana arka çıkarlar. Eric Hobsbawm’ın ifadesiyle “soylu eşkıyânın” hikâyesinde “dağa çıkmak” ile “dağdan inmek” zulümle adalet arasında yürünen ince bir yolun hikâyesidir.
“Aksak eşekle yüce dağlara çıkılmaz” deyip çifte kanatlı Kıratın sırtında dağları mesken tutan Köroğlu’nun “uca dağların başında/tek atlı gezdiğin var mı” mısralarıyla birilerine meydan okuduğu açıktır. Kan Turalı’nın yiğitliğini anlatmak için “geceleyin ormanda at koşturdum” demesi de dağ ve orman gibi tekinsiz olduğuna inanılan yerleri geçmenin kahramanlık sayıldığını gösterir.
Nitekim Sabahattin Ali’nin “başım dağ saçlarım kardır/deli rüzgârlarım vardır/ovalar bana çok dardır/benim meskenim dağlardır” mısraları veya Faruk Nafiz’in “incinir düz ovada dağda gezen ayaklar” söyleyişi ilhamını dağlardaki yiğitliklerden alıyor olmalıdır.
Dağlar bazen yitik topraklardır. Yahya Kemal, kaybedilmiş vatan topraklarını anlatırken “bir Türk’ün gönlünde dağ varsa Balkan’dır; nehir varsa Tuna’dır” diyor. Onun “eğil dağlar eğil üstünden aşam/yeni talim çıkmış varam alışam” türküsünden adını alan “Eğil Dağlar” kitabında İstiklal Harbinin “dağları deviren” kahramanlarının destanlaşan hayatları vardır.
“Dağ başında duman eksik olmaz” atasözü Sümmani Baba'da “bir dağ ben yüceyim dese ne fayda/Ağustos ayında kar olmayınca”; Âşık Veysel'de ise “ey gönül derdinden etme şikâyet/yüce dağlar gurur duyar karından” mısralarında karşılık bulur. Nitekim Karacaoğlan’ın “ben güzele güzel demem/güzel benim olmayınca” çıkışı gibi bir Erzincan türküsü de “ben bu yaylalara yayla mı derim/başı bölük bölük kar olmayınca” seslenişiyle Sümmani ve Veysel çizgisinden yürürken; “yüce dağ başında bir top kar idim/yağdı yağmur güneş vurdu eridim” mısraları acaba hangi hüznün türküleşmesidir?
Pir Sultan Abdal’a “bu yıl bu dağların karı erimez” dedirten ümitsizlik, anonim türkülerin “yüce dağ başından indiremedim/yönünü yönüme döndüremedim” veya “yüce dağ başından aşırdın beni/tükenmez dertlere düşürdün beni” mısralarında da karşımıza çıkar. Dileriz ki bu ümitsizlik “Mayıs ayı gelende dağlarda kar olur mu” seslenişiyle bahara erişir ve “ver elini karlı dağlar aşalım, bayramlaşalım” türkülerinde coşkuya dönüşür. Lâkin Türk’te ve türküde hüzün biter mi şairin “dağlar çiçek açar Veysel dert açar” dediği gibi?
Adaletsizliğin, eşitsizliğin bir tür ifadesi olan “zengin arabasını dağdan aşırır; fakir düz ovada yolunu şaşırır” atasözüne yansıyan çaresizliğin “dağ ne kadar yüce olsa yol üstünden aşar” sözündeki ümide yenilmesi, dileriz sadece Kafdağı masallarında karşımıza çıkan anlatı konusu olarak kalmaz.
Yunus Emre, “harami gibi arkıru duran karlı dağ” mısraıyla dağın engel oluşunu, eşkıyanın yol kesmesine benzetir ki vaktiyle halk “burası dağ başı mı” sözüyle, dağdaki haramiliği kabullenirken “eşkıyanın şehre inmesi”ni hayretle karşılardı. Günümüz metropollerindeki bunca terör ve mafya olayı, kültürümüzdeki bu hayreti ortadan kaldırmadı mı hâlâ?
Yunus’un dağı engel görmesi “dağ başına kış gelir, insan başına iş gelir” atasözüne uyarak fakir fukaranın, garip gurebanın yanında durmasındandır. Yunus; Barış Manço’nun ses verdiği “dağlar dağlar/ kurban olam yol ver geçem/sevdiğimi son bir olsun/yakından görem” yalvarışına, sözleri Rıza Tevfik'e, bestesi Feryadi Hafız Hakkı'ya ait olan ve TRT repertuvarına Erzincan türküsü olarak alınan “şu yüce dağları duman kaplamış/yine mi gurbetten kara haber var” veya “dağlar seni delik delik delerim/kalbur alır toprağını elerim” feryadına kulak verir.
Ataların “bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur” sözünü kendine dayanak yapan kentli kültür; bağı medeniyetin, dağı yabanlığın sembolü sayarak “dağlı”ya yabani anlamı yüklerken, ne ilginçtir ki yeni dönemlerde çıktığı her zirveye bayrak diken “dağcı”yı "fatih" gibi görerek derin hayranlık duymaktadır.
Her nedense halk arasında “dağdan gelip bağdakini kovmak” eleştirilse de günümüzde “bağdan gidip dağdakini kovmak” olağan sayılmıştır. Eskilerin yakasına küsen ve “darıldığı dağın odununu yakmayan” alınganlığının yerini; kızdığı vakit dağı, ormanı ateşe veren çılgınlıklar alırken kimilerinde görülen “ne dağda bağım var, ne çakaldan davam” duyarsızlığına ne demeli?
Tüketim toplumu; kıyıdan, ovadan, yayladan sonra “hangi dağda kurt öldü” dedirten bir merakla ve ataların “hazıra dağ dayanmaz” sözündeki kaygıyı haklı çıkaran bir ilgiyle yönünü dağlara çevirmiştir. Sezilen bu tehlike nedeniyle olsa gerektir ki, BM Sürdürülebilir Kalkınma 2030 Amaçlarından biri olan “Karasal Yaşam”, ovasıyla yaylasıyla, dağıyla tepesiyle, florası faunasıyla karaların korunmasını hedeflemektedir.
Tarih; şehirleri elde tutanlar dağlara sahip olanlardır diyor. Nitekim yüzlerce medeniyete mezar olan Anadolu topraklarının bin yıldır Türklerin vatanı oluşunda karlı dağların zirvelerinde Köroğlu gibi at koşturanların, Ahmet gibi ateş yakanların, Yörük Ali gibi efelenip dağa çıkanların, Kolonizatör dervişler gibi tekke kuranların, yaylalardaki isimsiz çobanların, ormandaki tahtacıların, dağdaki arıcıların yani dağları yurt ve mesken tutanların payı az değildir.
Dağlarınız "dağ gibi" görkemli; bağlarınız "bağ gibi" bakımlı olsun!
------
Not: Sözleri Rıza Tevfik'e ait olan ve Feryadi Hafız Hakkı tarafından bestelenen "Şu yüce dağları duman kaplamış" türküsünü TRT repertuvarı Erzincan türküsü olarak gösteriyor. Ben de bilgiyi TRT Repertuvar kayıtlarından almıştım. Değerli türkü araştırmacısı Salih Turhan üstadımız konuyu dikkatime getirdi ve Feryadi Hafız Hakkı'nın ses kaydını yolladı. Günümüzde Ali Ekber Çiçek ve Aysun Gültekin gibi güçlü sanatçıların yorumu yanında Feryadi Hafız Hakkı'yı da mutlaka dinlemek ve unutmamak lazım. Hassasiyeti ve yazıya katkısı için kendisine teşekkür ederim.

NOT: Yazı ilk olarak 17 Ağustos 2025 tarihinde 
https://www.facebook.com/ocal.oguz.3 yayınlanmış ve yazarının izni ile alınmıştır.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum