Buhara

Buhara, Orta Asya'nın en eski yerleşim bölgelerinden olan ve günümüzde Özbekistan sınırları içinde bulunan tarihîşehir.

Buhara
00 0000 - 00:00 - Güncelleme: 28 Temmuz 2019 - 00:03

 

Buhara, Orta Asya'nın en eski yerleşim bölgelerinden olan ve günümüzde Özbekistan sınırları içinde bulunan tarihîşehir. Arkeolojik bulgular şehrin tarihinin en az 2500 yıl civarında olduğunu göstermiştir. Şehirde yapılan Arkeolojik kesit çalışmalarında yaklaşık 20 m kadar derinlikteki alt katmanda; kamusal binalar, askeri tahkim yapıları ve çanak-çömlek ve madeni paralar gibi çeşitli arkeolojik buluntulara rastlanılmıştır. Buhara tarih boyunca bölgenin önemli kültür ve ticaret merkezlerinden bir olmuştur.Zerefşan Irmağının aşağı havzasındaki büyük vahada yer alan Buhara şehrinin denizden yüksekliği 220 metredir. Mâmur olduğu devirlerde belli başlı ilim merkezlerinden biri olan Buhâra'da yetişen binlerce âlimden bâzıları şunlardır: Imâm Al Buhârî, Hakîm Al Tirmizî, Muhammed bin Selâm Al-Bîkendî, Abdullah bin Muhammed Al-Müsnedî, Muhammed bin Yûsuf Al-Bîkendî, Ibrahim bin Al-Eş'as, Imâm Al Muhammed Seybânî, Yûsüf-i Hemedânî, Abdülhâlık-i Goncdüvânî, Hazreti Bahouddin Nakşibendi, Hâce Muhammed Pârisâ, Seyyid  Emîr Külâl, Mahmûd Buhârî. Buhârâ, verimli ve bereketli bir araziye sahipti. Ticarî faaliyetler çok gelişmişti. Müslümanlar Buhârâ'yı fethettikten sonra, pekçok cami, medrese ve kütüphane gibi mîmârî eserler yaptılar. Ayrıca Uluğ Bey tarafından yaptırılan Uluğ Bey Medresesi, on beşinci asır mîmârîsinin güzel bir örneğidir. 1536 senesinde yapılan MîrArab Medresesi 1652 senesinde yapılan Abdülazîz Han Medresesi, on altinci  asir mimarısini çok güzel temsil eder. Buhâra'da son medrese, 1807 senesinde Niyazi Kul tarafından yaptırılan “Çor Minor” Dört Kuleli Medresedir.

ARK KALESİ

Ark Kalesinde, Mah-ı Rûz çarşısında Mecusî mabedinin yerine Kuteybe bin Müslim'in yaptırdığı cami, bugün yok ama yine de bir cami var burada. üstelik ön defalarca yıkılmış, defalarca yeniden yapılmış eserlerinin değişmiş görüntüleriyle bile bir sürü şeyi anlatabiliyor Buhara. Diğer birçok mimarı eser gibi Ark Kalesi yahut iç kalenin küçük küçük pişmiş tuğlalardan inşa edilmiş olması, insanı Buhara'nın sabrına, azmine, titizliğine, estetik yetkinliğine hayran bırakmakla kalmıyor, bir medeniyetin arka planındaki hasletlere de işaret ediyor.

İsmail Samani  Türbesi:

Samani Türbesi, tarihi Buhara şehrinin kalbinde eski kabristanda yeralmıştır. Samani hanedanlığının kurucusu ve Orta Asya'yı yöneten son Pers hanedanı olan İsmail Samani'nin dinlenme yeri olarak 892 ve 943 yılları arasında inşa edilmiş olan türbe Moğol istilası esnasısnda kumların altında kalmış olduğundan tahrip edilmemiştir. Bu anıt Arap istilasından sonra, Orta Asya'nın gelişmesi açısından yeni bir döneme ışık tutmuştur. Mimarlar inşada eski ısıtılmış tuğla yöntemini kullanmaya devam etmişlerdir.

Çaşme-i Eyüp Türbesi:

Samani türbesinin yanında olan bir türbedir. Çok kompleks bir türbedir. XIV. yy'dan XIX. yy'a kadar sürekli inşa edilmiştir. Çift konili kubbe binanın siluetini oluşturmaktadır. Efsaneye göre, anıt Peygamber Eyüp ile bağlantırılmaktadır. Çünkü Buhara'ya vaaz vermek için gelmiştir. Kuraklık döneminde, yerli insanlar ondan su istemişlerdir. Değneğiyle toprağa vurduğunda, kaynak suyu çıkmıştır, ki halen günümüzde su içilebilmektedir.

Çor (dört)-Minare Medresesi:

Çar-Minare "4  minare"  anlamına gelmektedir.  Kuzeydoğu'daki Labi-Hauz bölgesinden aşağıya doğru uzanmaktadır. Medrese, zengin Türkmen Khalif Niyaz-kul tarafından yapılmış tek bozulmamış parçadır.

Poi Kalon Camii:

Kalon bölgesinin en önemli camilerinden biridir. Buhara'da 3 tip camiye raslıyoruz. Birinci grup camilerde 5 vakit namaz kılınıyor. İkinci grup camilerde Cuma günleri namaz kılınıyor. Üçüncü grup camilerde ise bayram namazları kılınıyor. Bu cami üçüncü gruba girmektedir. Aynı anda 10000 kişinin namaz kılabileceği büyüklüktedir. Caminin hemen dışındaki minare 1127 yılında Karahanılar tarafından yapılmıştır. Bu minarelerde o dönemlerde kervanların şehir yolunu bulabilmesi için ateş yakılırdı. Aynı zamanda gözetleme kulesi olarakta kullaniliyordu. Cengiz Han'ın yağmasından kurtulan nadir yapılardandır. Rivayete göre minarenin önüne gelen Cengiz Han'ın şapkası başından düşer. Şapkasını eğilerek alan Cengiz Han askerlerine "Bu minare şimdiye kadar önünde eğildiğim tek şey, bırakın kalsın" demiştir.

Kukeldaş Medresesi:

130 hücreden fazla olan Kukeldash medresesi, Orta Asya'nın en büyük (80x60 metre) ve en anıtsal bir yapı olup, Lyabi-hauz'a sınırdır. Giriş kapısı özellikle ilgi odağıdır, çünkü yapışma ve çivilerle yapılmamıştır, hanedan süslemeleriyle yapılmıştır. Kulbala Kukeltaş, bu yapıyı inşa eden Han'ın büyüttüğü kardeşinin adıdır.

Leb-i Havuz Meydani:

Liyabi-Hauz, "havuzda" anlamındadır. En büyük havuz, Buhara'nın merkezinde en büyük element haline gelmiştir. Göl, kuzeyde Kukeltaş medresesi, batıda Khanaka ve doğuda Nadir Divan-Beyi medresesini kapsar. Büyük gölün etrafındaki merkez kare, bugün hala geçmişin sihirini tutar.

Nadir Divanbeyi Medresesi:

Aslında Nadir Divanbeyi medresesi (1622-1623) kervansaray olarak inşa edilmiştir. Imankuli Han kervansarayın medrese olması gerektiğini duyurmuştur. Nadir Divanbeyi kervansarayın önüne ana kapı ve köşeli kuleler yapmıştır. Bu ek olarak bir kat daha çıkmıştır. Buhara'da çok güçlü olan Nadir Divanbeyi imam Kuli Han'ın amcasıydı ve önemli bir vezirdi.

Uluğ Bey Medresesi:

Ulubey tarafından inşa edilmiştir ve Orta Asya'daki mimari açıdan ilgi çeken yerlerden bir tanesidir.

Abbulaziz Han Medresesi (1652):

Ulubey Medrese ile birlikte mimari bir birleşim oluşturmaktadır, yalnız Abdul Aziz medresesi dekor olarak daha lükstür. Ana kapısı yüksekliği ve zengin görüntüsüyle ayırt ediliyor.

MİR ARAB MEDRESESİ:

Ubeydullah Han'ın yaptırdığı medrese, Mir-i Arab Medresesi diye anılıyor. Mir-ı Arab, rivayete göre Abdullah isimli bir Yemen şehzadesi ve Hz. Peygamberin onbirinci kuşaktan torunu. Rüyasında Peygamberimizi görüyor ve O'nun işareti üzerine tacı tahtı bırakıp tasavvuf yoluna girmek üzere buralara geliyor. Mir-i Arab'a büyük hürmet gösteren Buhara emirleri, arzusu üzerine onun adına, bu medreseyi yaptırıyorlar. Ubeydullah Han, külliye içindeki türbesinde Mir-i Arab'ın ayak ucunda yatıyor. Buhara, Mir-i Arab Medresesini işaret ederken daha bir gülümsüyor. Çünkü bu medrese, yüzelliyi aşkın talebesıyle faaliyetini sürdürmekte. Kur'an-ı kerîmdeki sûre sayısından mülhem yüzondört hücrede ders yapılıyor. Dört yıl süren yatılı eğitjmıyie lise muadili bir medrese burası. Bütün Özbekistan'ın en büyük imamlan Mir-î Arap kökenli.

BUHARANIN PİRLERİ

ABDÜLHÂLIK GONCDÜVÂNÎ;

Evliyanın önderlerinden, islâm âlimlerinin büyüklerindendir. Silsile-i aliyyenin dokuzuncusudur. Babası Abdülcemîl Malatyalı idi. imâm-ı Mâlik hazretlerinin neslinden olup âlim ve arif idi. Zahirî ve batInî ilimlerde çok yüksekti. Hızır aleyhisselâm ile görüşüp sohbet ederlerdi. Bir gün Hızır aleyhisselâm kendisine: "Ey Abdülcemîl! Senin sâlih bir erkek evladIn olacak, ismini Abdülhâlık koyarsın buyurdulâr. Abdülcemîl bu konuşmadan kısa bir zaman  sonra Buhara ya göçtü ve Goncdüvân kasabaslna yerleşti. Cok geçmeden Hızır aleyhisselâmın buyurduğu gibi bir erkek evlâda sâhib olduisminl Abdulhâlik koydu. O ilm öğrenmesı ıçin Buhârâ'ya gönderildi. Büyük âlim Hâce Sadreddîn hazretlerinden Kur'ân-ı kerîm ve tefsîrini öğrenmeye başladı. Bu sıralarda Yûsüf-ı Hemedânî hazretleri Buhârâ'ya geldi. Abdülhâlık Goncdüvânî onun hizmetine girdi ve bu hizmette bir süre kaldı. Bu hususta kendileri şöyle anlatırlar: On iki yaşında idim. Hızır aleyhisselâm bana Yûsüf-ı Hemedânî hazretlerinden ilim öğrenmemi tavsiye buyurdular. Bu sırada onun Buhârâ'ya geldiğini işiterek derhâl yanına gittim. Ondan pekçok istifâde ettim. Böylece Aûdülhâük Goncduvânî hazretlernin sohbette üstadı yusüf-i Hemedânî, zikir tâlim hocası da Hızır aleyhlsselâm oldu. Abdülhâlık Goncduvânî gerek Hızır aleyhisselâm ve gerekse büyük islâm âlimlerinin tahsil ve terbiyesi altında zamanının bir tanesi oldu. Insanlar dünyânın dört bir yanından kafileler hâlinde ondan istifâde etmek için gelmeye başladılar. Abdülhâlık Goncduvânî hazretleri beş vakit namazını Kâbe-i muazzamada kılar, tekrar Buhârâ'ya dönerdi.

Goncdüvânî hazretleri bugün Nakşibendiliğin prensipleri diye bilinen on bir temel düstûru da ortaya koydu. Bu prensiplerin esası "kalbe gelip onu meşgul eden her şeyi oradan çıkarıp atmak ve onu dâima Allahü teâlâ ile meşgul hâle getirmek'tır.

ÂRİF-İ RİVEGERÎ

Paygamber efendimizden sonra insanlara dogru yolu gosteren alimler silsilesinin onuncusu.

Buhârâ'ya 30 km uzaklikta bulunan Rivger köyünde dünyâya geldi. Doğum târihi 1067 olarak rivayet edilmekte ise de kesin bilinmemektedir. 1219 târihinde vefat etti.

Küçük yaşta medrese tahsîline başladı. Zekâ ve kavrayışının parlaklığı sebebi ile ilmî mertebeleri hızla geçti. Bu esnada ilim ve hikmet sahibi, ibâdet şartlarını harf harf yerine getiren, insanlara doğru yolu göstermede zamanın kutbu Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri ile tanıştı ve bütün dünyâsı değişti. Daha ilk günde ebedî saadet tacının başına konduğunu hissetti. Derhâl kendisine bağlandı, vefatına kadar hiç ayrılmadı.

Arif-i Rıvegerî, Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin hayatlarında yüksek hizmet ve huzuruna devam ile meşhur olup pekçok feyz ve bereketlere kavuştu. Yüksek üstadının vefatından sonra onun yerine Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunu insanlara öğretme isme memur oldu. Pekçoğunun hidâyete ve evliyalık makamlarında yüksek derecelere kavuşmalarlna vasile oldu. Zamanlnln bir tânesi idi. Herkese çok iyi ve yumusak davranır, kimsenin kalbini klrrmazdı. Uzun bir ömür yaşadı 1315 senesinde Rıvger'de vefat etti. Kabri oradadır. Ziyaret edenler, onun feyz ve bereketlerine  kavuşmaktadır. Onu vesîle ederek Allahü teâlâya yapılan dualar kabul olmaktadır.

MAHMÛD - İ İNCİRFAGNEVÎ

Büyük velîlerden, insanları Hakk'a davet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saadete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin on birincisidir.

Bir gün Hâce Ali Râmitenî, Hâce Mahmûd-i incirfagnevî'nın bağlıları ile Râmıten sahrasında zikr ile meşgul iken, havada uçan büyük beyaz bir kuş gördüler. Onların başlarının üzerine.gelince, açık bir dille; "Ey Ali, kâmil er ol! Sözüne bağlı kal, yapıştığın eteğe sımsıkı sarıl, ahdini bozma!" sözlerini söyledi. Bu kuşu görmek, söylediklerini duymakla, arkadaşlarını bir hâl kapladı, kendilerinden geçtiler. Kendilerine geldiklerinde, kuştan ve konuşmasından sordular. Alı Râmitenî; "O, Hâce Mahmûd-i İncırfagnevî idi. Allahü teâlâ ona bu kerameti ihsan eyledi. Velîiık yolundaki çok yüksek makamında, binlerce söz ve kelâm ile dâima uçmaktadır. Simdi Hace Dlhkân hazretleri hastadır, son anlarını yaşamaktadır. Onu ziyarete, yoklamağa gidiyor. Çünkü o, Allahü teâlâdan son nefeste, kendisine yardımcı olması için evliyasından birini göndermesini istemişti. Hâce Mahmûd, bu sebeble onun yanına gidiyor." buyurdu.

ALİ RÂMİTENÎ

Islâm âlimlerinin ve evliyanın büyüklerinden. Buharâ yakınlarındaki Râmiten kasabasında doğdu. 1328 yılında Harezm şehrinde vefat etti. Râmıten'de küçük yaştan îtibâren ilim tahsîlıne başladı. Akıl ve zekâsının parlaklığı, kavrayış kabiliyetinin yüksekliği dolayısıyla kısa zamanda ilim yolunda yükseldi. Sonunda herkese ilim saçan, yol gösteren, kalbinden nûrve hikmet kaynakları fışkıran Hazreti Şeyh Mahmûd-ı incirfagnevî'ye kavuştu. Ali , Ramitani, O'ndan manevî yönden çok üstün makamlar elde etti. Ardı arkası gelmeyen vilâyet, evliyalık derecelerine kavuştu. Manevî ve maddî ilimlerde kemâl buldu. Öyle ki, şaşırmışların sığınağı, doğru yoldan ayrılanların rehberi, hakka davet edenlerin büyüklerinden oldu. Böylece, silsile-i aliyye denilen büyüklerin teşkil ettiği, altın halkalar diye isimlendirilen Hak yolu zincirinin on ikinci halkası olma şerefine kavuştu.

MUHAMMED BÂBÂ SEMMÂSÎ

Hâce Ali Râmîtenî hazretlerinin yetiştirdiği büyük velîlerden. Kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük İslâm âlimlerinin on üçüncüsüdür. Râmîten ile Buhârâ arasında bulunan ve Râmîten'e iki kilometre, Buhârâ'ya ise altı kilometre uzaklıkta bulunan Semmâs köyünde doğdu. 1354'te orada vefat etti.Tasavvuf ilmini büyük âlim Ali Râmîtenî'den öğrendi. Onun derslerinde ve sohbetlerinde yetişip, tasavvufta yüksek dereceye ulaştı. Hocası, kendisinden sonra irşâd makamına, Muhammed Bâbâ Semmâsî'yı vekil bıraktı. Diğer talebelerine de, ona tâbi olmalarını vasiyet etti.

Hocasının vefatından sonra irşâd makamına geçen Muhammed Bâbâ Semmâsî, çok talebe yetiştirdi ve içlerinden bir kısmını tasavvufta yüksek makamlara kavuşturdu.

Ehl-i sünnet âlimlerinin ve evliyanın en büyüklerinden olan Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretlerinin yetiştirdiği, tasavvufta yüksek derecelere kavuşmalarına vesîle olduğu yüzlerce velî olup, bunlar icinde dördünü kendisine halîfe seçmiştir. Bunlardan birincisi Hâce Sûfi Suhârî, ikincisi kendi oğlu Hâce Muhammed  Semmâsî, üçüncüsü Mevlânâ Dânişmend Alı, dördüncüsü ve en büyükleri Seyyid Emîr Külâl hazretleridir.

SEYYİD EMÎR KÜLÂL

Büyük velîlerden, insanları Hakka davet eden, doğru yolu göstererek saâadete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin onından olup, Doğum târihi bilinmemektedir. 1370 senesinde Sûhârî'de vefat etti. Kabri oradadır. Büyük bir âlim ve mürşıd-ı kâmil olup, her ânını islâmiyete uygun olarak geçirdi. Pekçok kimse onun sohbet ve derslerinde kemâle gelmiştir. Ottun üstün hâllerini gösteren çok menkıbesi vardır. Annesi şöyle anlatmıştır: "Emîr Kulâl'e hâmile iken, supheli bir lokma yesem, karın ağrısına tutulurdum. O lokmayı mîdemden geri çıkarmadıkça, karın agrlslndan kurtulamazdım. Bu hâl başımdan uç defa geçti. Sonra çok temiz ve hayırlı bir çocuğa hâmile olduğumu anladım. Bunun üzerine yediğim lokmaların helâlden olmasına çok dikkat edip, ihtiyatlı davrandım." Salih bir zât olan babası Seyyid Hamza, Medîne'den gelip, Buhârâ'nın Efşene köyüne yerleşmişti. Bir defasında, devrinin en meşhur velîsi Seyyid Ata beraberinde zamanın en meşhur zâtlarıyla, büyük bir cemâat hâlinde, Emîr Külâl hazretlerinin babası Seyyid Hamza'nın bulunduğu köyden geçiyordu. Bu yolculuğu sırasında tanışıp dost oldular. Bundan sonra Seyyid Atâ'nın her ne zaman oraya yolu düşse, evvelâ dosdoğru Seyyid Hamza'nın evine gider, başkalarıyla daha sonra görüşürdü.

 

BEHÂEDDÎN NAKŞBENDİ

Evliyanın büyüklerinden ve müslümanların gözbebeği olan yuksek  âlimlerden. Seyyid olup insanları Hakka davet eden, doğru yolu göstererek saadete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i alıyye" denilen büyük âlim ve velîlerin on beşincisidır. Muhammed Bâbâ Semmâsî ile Emîr Külâl'in talebesidir. İsmi, Muhammed bin Muhammed'dir. Behâeddîn ve Şâh-ı Nakşibend gibi lakabları vardır. Allahü teâlânın sevgisini kalplere nakşettiği için, "Nakşibend" denilmiştir. 1318 senesinde Buhârâ'ya altı kilometre kadar uzakta bulunan Kasr-ı Ârifân'da doğdu. 1389 'da Kasr-ı Ârıfân'da Rebî'ul-evvel ayının üçünde Pazartesi günü vefat etti. Kabri oradadır, islâm âlimlerinin en meşhurlarından olup, tasavvufta en yüksek derecelere ulaşmıştır. Zamanında ve kendinden sonraki asırlarda onun sebebi ile pekçok insan, hidâyete, doğru yola kavuşmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum