Bu ülkenin kahrına senin sayende katlanıyoruz!

Kemal Sunal öleli 14 yıl oldu. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük komedyeniydi. 14 yıl oldu ve bu 14 yılda eşi Gül Sunal onu kimseyle paylaşmadı. Yaşadıklarını kimseye anlatmadı... Arkadaşlarıyla bile sadece ‘neşeli Gül' olabildiği zamanlarda görüştü... Onlar evlerinde çok mutluydu. O yüzden ne yaşandıysa o evde yaşandı. Ve bugün Gül Sunal, Kemal Sunal’ı o evden çıkardı, çok sevdiği seyircisiyle buluşturmak için bir kitap yazdı. Gül Sunal ile buluştuk. İpek ÖZBEY

Bu ülkenin kahrına senin sayende katlanıyoruz!
10 Kasım 2014 - 10:20 - Güncelleme: 11 Kasım 2014 - 10:41

Kitabın adı ‘Kemal, Hadi Gel Bi Kahve İçelim’, hep böyle mi derdiniz birbirinize?
Slogan gibi bir şey. Ben sürekli söylenirdim, Kemal sadece dinler, onunla kavga edilmezdi. Sonra dönüp, “Hadi bi kahve içelim” derdi. Ama benim içimi boşaltmamı beklerdi. Ya da “Bir daha seninle konuşmayacağım” diyerek kapıyı çarpar giderdim. Çarparım, açarım, “Kahve yapayım mı içelim mi?” derdim. Hatalıyım, özür dilerim değil de “Bir kahve yapayım içelim mi?” Birçok şeyin yerine geçen bir cümleydi bu. Bu arada kahveyle işimiz yok, söyleyemediklerimizin bahanesiydi o.

Kaç yaşındaydınız tanıştığınızda?
Ben 20, Kemal 29.

Nasıl tanıştınız?
O sahnedeydi, ben seyirciler arasında. Havuz sahnesi var. O havuza girmiş, bekçi geliyor, çamaşırları kucağında duruyor. Yani repliği yok, öylece durduğu bir sahne. Orada göz göze geldik.

Sonra...
2.5 sene mektuplaştık...

En çok nesinden etkilendiniz?
Gözlerinden. Kemal’in gözleri, birçok insana albenisi olmayan bir çift göz gibi gelebilir ama çok derin bakardı. Çok hüzünlüydü bir kere. Ona ne yaparsanız yapın ya da o size ne yaparsa yapsın en sonunda “Aman üzülmesin” dersiniz. Bebek gibi. Ezo bile ilkokuldayken ona bebek gibi bakıyordu. Hepimize merhamet duygusunu çok ağır yaşatıyordu.

Hüzünlü müydü?
Annesi de söylerdi, çocukluğundan beri bir mahzunluk vardı. Ama tabii çok eğlenceliydi de...

Filmlerinin dışında çok ciddi biri olduğu şehir efsanesi miydi yani?
Kemal utangaç biriydi. Çok mütevazıydı. Böyle Kemal Sunal falan dedikleri zaman ne yapacağını şaşırır, kabuğuna çekilirdi. Mesela siz buraya gelseniz, yine yadırgar ama sonra güvenirse çok keyifli olurdu. Bir çok arkadaşımız var, söyleyip gülüyorlar, söyleyip gülüyorlar, öyle değil. Ağzının içinden mır mır bir şey söyler, onu yakalarsanız günlerce gülersiniz. Çok güzel gözlem yapardı. Sabahları uyanır, ben salonda bir şeyle uğraşıyor olurdum. O Ciguli taklidi yapardı. Başka gün başka biri gibi girerdi.

Mutlu bir aile hayatınız varmış...
Şimdiki evliliklere bakıyorum. Daha net görüyorum. Biz çok mutlu yaşamışız.

Ama siz de çok önemli bir figürsünüz ilişkide. “Biz hayatı bize verdiği kadarıyla yaşadık” diyorsunuz...
Bunu bilinçli yapmadık. O zaman öyle yaşadık gittik, herkes öyle zannediyorduk. İlk farklı aileleri okul açtığım zaman gördüm. Çünkü biz daha önce akrabalarımızla, arkadaşlarımızla görüşüyorduk. Herkes memnun ama bizler farklıydık. Ben kendimi değiştirmedim. Kemal de sıradan bir ev erkeğiydi. Biz onun star olduğunun farkında bile değildik. Bazı arkadaşlarımız var -belki zamanın ruhundan kaynaklanıyor- menajerleri var, ulaşmak zor. Kemal telefonlarını kendi açardı, oynayacağı şeye kendi karar verirdi. Hiçbir zaman şoförü olmadı mesela.

POLİTİKA KONUŞMAYI SEVMEZDİ

“Bugün yaşasaydı ne olurdu?” diye düşünüyor musunuz?
Düşünüyorum zaman zaman. Bilemiyorum, yani iş hayatında iyi bir yerde olurdu. Yaşantısından da bir şey değiştirmezdi. Belki öyle denk geldi, ben de o da çok tutucuyduk.

Nasıl tutuculuklar?
Bu evde 25-30 senedir eşyalar aynı. Onun koltuğu belli, benimki belli. Hayat görüşümüz değişmez. Yenilik güzel ama bize göre değildi. Biz muhafaza etmeyi seviyorduk.

Hâlâ bu kadar izlenmesinin nedenini çözebildiniz mi?
Kemal gerçekti. Sadece Kemal’in hayranları değil, iki yaşında çocuk da onu izlerken kilitleniyor. Sosyologların incelemesi lazım. 14 yıl oldu. Geçen gün Stockholm’deydik. Sanki o da yanımızdaymış gibi karşılandık.

Sizce filmlerinde sistem eleştirisi var mıydı?
O, sisteme çok naif bir şekilde başkaldırdı. Politika konuşmayı sevmezdi. 36’ncı kata yürüyerek çıkan adam tanıyorum. “Bu ülkenin kahrına senin sayende katlanıyoruz” diyorlardı. Geçen gün Stockholm’de biri Ezo’ya, “Bana babanız baktı” dedi. Ezo da şaşırdı, “Nasıl yani” dedi. Cevap: “Ablam çalışmak zorundaydı, babamı kaybettik, annem çalışıyor. İki Kemal Sunal filmini arka arkaya koyar, giderlerdi. Bilirlerdi ki ben onları izlemeden oradan kalkmam.”

Nasıl geçirirdi bir gününü?
Sabah uyanır, kahvaltısını yapar, gazete okurdu. Seri ilanlara kadar, saatlerce... Bizde ağır bir öğle yemeği hazırlığı olurdu. Çalışmadığı günlerden bahsediyorum. Birçok insan bilirdi, bunlar öğlen 1’de yemek yer. Bu tarafa işi düşen veya alışverişe çıkıp, yolu düşen eş dost gelirdi. Yine televizyona bakar, kitabını okur, telefonla konuşmayı severdi. Haftanın 3-4 günü akşam üzeri Çiçek Bar’a giderdi.

Ama eve erken dönerdi...
Akşam 8.30’da eve gelirdi. Herkes benim yüzümden zannederdi ama hayır. Yemeği evde yemek istiyordu. O geldiğinde sofra hazırdır, akşam mutlaka bir misafirimiz olur. Sıradan bir Türk ailesi gibi.

BİRBİRİMİZİ HİÇ KISKANMADIK

Ev dışında yemek yemeyi sevmez miydi?
Hiç sevmezdi. Seyahate gidiyorsa arabanın bagajına pazartesi, salı, çarşamba yenecekler diye yemekleri koyduğumu hatırlarım. Tatlı bile koyardım. İlla evden olacak yemek.

Bugün Kemal Sunal’a benzettiğiniz bir komedyen var mı?
Hayır. O gözle bakmıyorum. Kıyaslamayı da sevmiyorum. Herkes özgün bir şey yapmaya çalışıyor. Kimsenin üzerine yük etmeye gerek yok. Kemal Sunal’a benzeyen de Cem Yılmaz’a benzeyen de çıkmayacak.

O kadar film çekiyor ama siz evinize bir buzdolabı alabildiğinizde bunu bir şenliğe çeviriyorsunuz. Çünkü paranız yok... Burada bir terslik yok mu?
Onu hiç anlayabilmiş değilim. 19 Ocak 1975’te evlenmeye karar verdiğimizde, Salak Milyoner, Köyden İndim Şehire, Hababam Sınıfı, Salako, Yalancı Yarim gibi birçok film çekmişti. Bir ev tuttuk. Orada iyiydik, hamileyken doktor nemden dolayı oturmamamı söyledi. Ezo ve Ali’yi ilk kez o eve götürdüm geçenlerde. İnanamadılar. O kadar nem kokusu vardı ki evde. Misafir geleceği zaman patates kızartırdık, kızartma kokusu rutubet kokusunu bastırsın diye. Ama biz mutluyduk, bugün yine gider otururum, Kemal’in olması şartıyla tabii.

Paranız yok ama neşeniz varmış. Bugün sanki paramız yoksa neşemiz de yok...
Neyi sevdiğinizi biliyorsanız mutlu oluyorsunuz. Şimdi mutlu olmamalarının nedeni doyumsuzluk.

Birbirinize benzer miydiniz?
Aslında beni bıraksan şu masanın üzerine çıkar oynarım. Kemal daha ağır bir adam. Ben onun tarzına ayak uydurabildim.

Birbirinizi kıskanır mıydınız?
Bunu geçen gün çocuklar da sordu. Vallahi hiç aklımıza gelmedi birbirimizi kıskanmak. Çok da güzel kadınlarla film çekti. Mesela ben hiç film setine gitmedim. Hiçbir arkadaşımın kulisine girmem. Kendilerine özel şakaları olur. Böyle bir şey varsa onu görmekten hoşlanmam. İkincisi kocana güvenmiyorsan bırakacaksın. Bana ağır gelir, yanında kim var diye sormak bile. O da sormazdı. Özgürdük aslında ama ikimiz de bir yere gitmiyorduk. Bodrum’a gidiyordu 10 günlüğüne, iki gün sonra geri dönüyordu. “Yetti bu kadar” diyordu, demek ki huzurluyduk evimizde. Çok da eğleniyorduk

 

 

.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum