Azerbaycan'lı yazardan Türkiye yorumu
Türkiye, dünyanın 185 ülkesine 230 çeşit askeri malzeme satıyor. Türkiye bu konuda dünyada 11. sırada yer alıyor. Kardeş ülkemizdeki 3 bin 500 askeri bölüğün bin 600'ü dış ülkelere malzeme gönderiyor. Türkiye'de şu anda 1.100 askeri proje üzerinde çalışılıyor. Bu çalışmaların öncüleri arasında ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN ve Türk Havacılık ve Uzay Sanayii yer alıyor. 2010 yılında dünyanın en büyük 100 silah üreticisi arasında sadece 1 Türk şirketi bulunuyordu. Şu anda sayıları 8'e ulaştı.

Türkiye Yeniden Silahlanıyor - İmparatorun Arzuladığı Ordunun Ayak İzleri
Elbegi Hasanlı
Daha önce askeri malzemelerini üçüncü dünya ülkelerine satan Türkiye'nin, bugün ihracatının en az yarısının Avrupa ülkelerine alıcı konumunda olması da ilginçtir.
Türkiye geçen yıl 7 milyar 154 milyon dolar ihracat yaptı, 2023'e göre yüzde 29 artış yaşandı. Ancak 2024 hedefi 6,5 milyar dolardı.
Ayrıca Türkiye'nin çok sayıda silahının test aşamasında olduğu da var. Bu silahların seri üretimine 1-2 yıl içinde başlanacak. Ürünler üretilmezken, müşterilerin uzun kuyruklar oluşturması dikkat çekti. Nedenmiş? Çünkü Türkiye ucuz ve kaliteli mal üretiyor. Bu da rekabette büyük bir avantaj elde etmesini sağlıyor. Üstelik bu ürünler, Bayraktar İHA'lar gibi, dünya askeri tarihinin seyrini değiştirecek güce sahip.
Türkiye, 2024 yılında silah ithalatını önemli ölçüde azaltarak askeri ihtiyacının yüzde 70'ini yurt içi imkânlarıyla karşıladı. Bu rakamın 2025'te yüzde 80'e çıkması bekleniyor. Karşılaştırmak gerekirse, Türkiye 2003 yılında askeri ihtiyacının yüzde 80'ini yurt dışından ithal ediyordu. Bu ne anlama gelir?
Türkiye askeri açıdan özerk olarak var olmayı tercih ediyor. Yurt dışından ithal edilen silahlar için de mühimmat gerekiyor. Silah ithalatı bağımlılık yaratıyor. Ancak birçok Batılı ülke çeşitli bahanelerle Türkiye'nin istediği silahları vermedi. Ya da verdiği silahın kontrolünü elinde tutuyordu. Bu ne anlama gelir? Diyelim ki Amerika'dan F-35 savaş uçağı aldınız. Ama diyelim ki bu muhripleri Yunanistan'a karşı kullanamazsınız. Bu hiç mümkün değil, zira uçak ABD'nin kontrolünde. Ancak Amerika izin verdikten sonra F-35'in kabiliyetlerini kendi lehinize kullanabilirsiniz. Bu nedenle Türkiye yerli ve milli askeri teknolojiyi tercih ediyor. Bu durum Türk mallarını satın alan ülkeler için de geçerli. Batı'nın kontrolündeki silahları satın almaktan çekiniyorlar. Türkiye müşterilerine böyle bir şart koymuyor. Bu son derece cazip bir teklif.
Batı'nın Türkiye'ye ilk silah ambargosunu 1974 yılında uyguladığını da belirtmeliyim. Neden? Zira Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs'taki Türk soykırımını önlemek amacıyla adaya asker konuşlandırdı. İşte bu ambargodan sonra Türkiye'de yerli askeri-endüstriyel kompleks oluşturma konusu gündeme geldi.
Son dönemde Batı'nın kolektif olarak Türkiye'ye yönelik çeşitli askeri yaptırımları bulunmaktadır. Söz konusu yaptırımlar Türkiye'yi de yerli ve milli silah üretimine yöneltti. Şu anda Batılı ülkeler bu yaptırımların çoğunu kaldırmış durumda. Neden? Çünkü bu yaptırımlar Türkiye'nin aleyhine değil lehine işledi. Sonuç olarak Batılı askeri sanayi beklenmedik bir şekilde Türkiye gibi bir rakiple karşılaştı. Evet, bir zamanlar Batı ülkelerinde çalışmış Türk mühendisler geri dönüyor ve mucizeler yaratıyor.
Türkiye, 2010-2024 yılları arasında 9 farklı askeri uçağı uzaya gönderdi. Bunların arasında yapay zekaya bağlı "uçan bilgisayar" olarak sunulan KAAN ve Kamankesh de yer alıyor. Bir önemli noktaya da değineyim. Türkiye'nin çağdaş teknolojileri birbiriyle başarıyla entegre edilmiştir. Diyelim ki bir uçak vurması gereken hedefi daha uygun bir lokasyondaki başka bir uçağa transfer edebiliyor. Tek bir uçağın aynı anda birden fazla hedefi hedef alıp vurması artık olağan bir operasyon haline geldi.
2014-2024 yılları arasında Türkiye'nin en zayıf noktası olan motor sorunu ciddi oranda giderildi. Yani yıllar içinde 13 yeni motor tanıtıldı. Dokuz uçağın yedisi Türk yapımı motorlarla havalandı. Bu 7 motordan 6 tanesi şu anda seri üretimde. Türkiye'nin askeri-endüstriyel kompleksinde 110 bin yüksek vasıflı uzman çalışıyor. Türkiye askeri hava teknolojisinde altın çağını yaşıyor. Batılı pek çok şirketin Türk şirketleriyle çalışmayı tercih etmesi tesadüf değil ve bu eğilim giderek güçleniyor.
Türkiye ayrıca Uydudan Bağımsız Yerel Navigasyon Sistemi üzerinde de çalışıyor. Bunlar arasında ABD'nin Küresel Konumlandırma Sistemi (GPS), Rusya'nın Küresel Navigasyon Uydu Sistemi (GLONASS), Çin'in BeiDou Navigasyon Uydu Sistemi (BDS) ve Avrupa Birliği'nin Galileo sistemleri yer alıyor. Yani dünyada sadece 4 güç merkezinde navigasyon sistemi var. Japonya ve Hindistan da bu yönde önemli mesafe kat etti. Peki, ulusal navigasyon sistemi Türkiye için neden önemli? Çünkü havadaki herhangi bir uçak veya füze uçuş sırasında bir navigasyon sistemi tarafından izlenir. Bu, havadaki Türk uçaklarının kaçınılmaz olarak yabancı navigasyon sistemlerini kullanmak zorunda kalacağı anlamına geliyor. Bu aynı zamanda yabancı seyrüsefer merkezinin havadaki Türk uçaklarından haberdar olduğu anlamına geliyor. Bu nedenle Türkiye bu sorunu en kısa sürede çözmeye çalışmaktadır.
Türkiye, 2025 yılında yeni teknoloji elde etmek amacıyla araştırmaya 3 milyar dolar ayırdı. Elbette bu kadar değil. Karşılaştırmak gerekirse, aynı amaç için ABD 660 milyar dolar, Çin 556 milyar dolar, Japonya 194 milyar dolar, Almanya 148 milyar dolar, Güney Kore 105 milyar dolar ve Fransa 68,3 milyar dolar harcıyor.
Silah konusu özel statüde bir konudur. Türkler bu konuya her zaman duyarlı olmuştur. Örneğin, 15. yüzyılda Orban adında bir Macar mühendisin, Konstantinopolis'i korumak için büyük yıkım gücüne sahip bir top yapma amacıyla Bizans İmparatorluğu yönetimine başvurduğu tarihten bilinmektedir. Ancak mühendisin önerisini kimse dikkate almadı. Orban aynı öneriyle Osmanlı tarafına yaklaşmaya karar verdi. Fatih Sultan Mehmed'in (1444-1446) emriyle Orban'ın önderliğinde top inşa edildi ve onun yardımıyla 1453 yılında Konstantinopolis fethedildi. O top tarihe Bazilika veya Osmanlı topu olarak geçti.
Türkiye'nin askeri özerkliğe kavuşması ve giderek güçlenmesinin, diğer devletlerin kardeş ülkeye yönelik tutumlarını yeniden şekillendirdiği kuşkusuzdur. Örneğin, daha önce Türkiye ile ambargo ve tehdit diliyle konuşan ABD, şimdi en yakın müttefiki İsrail'den Ankara ile resmen hesaplaşmasını istiyor. Ve gösterişli bir şekilde. Rusya, Çin, Hindistan, Avrupa Birliği ve hatta İran'ın Türkiye'nin askeri, siyasi ve ekonomik çıkarlarını hesaba katması gerekiyor. Ayrıca şunu da belirtmeliyim ki, diğer Türk devletlerinin varlığı, özellikle Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin "tek millet, iki devlet" perspektifinden "tek millet, tek devlet" zihniyetine geçişi, resmi Ankara'nın gücüne güç katıyor...
En önemlisi, Türkiye'nin askeri sanayisi sadece uçaklarla sınırlı değil; savaş uçakları, uçaklar, insansız hava araçları ve helikopterler. Zırhlı araçlara da dikkat çekiliyor. Örneğin bu yıldan itibaren Altay tankları Türk Silahlı Kuvvetleri'ne teslim edilecek. Türkiye'nin yüzlerce Altay tankına ihtiyacı var. Katar ayrıca 100 adet Altay tankı sipariş etti. 1 milyar dolar ödedi. Altay tankının Katar ve Türkiye'nin ortak üretimi olması bekleniyor. Yeni hava savunma sistemleri (örneğin Çelik Kubbe ve diğerleri) modern savaş alanlarının zorluklarına karşı koyabilecek kapasitededir. Türk Deniz Kuvvetleri, Türkiye'yi denizden gelebilecek her türlü tehditten koruyabilecek kabiliyete sahiptir. Çünkü yerli ve milli üretimin en modern savaş gemileriyle donatılmış durumda.
Askeri gücünü gösteren Türkiye'nin 12 ülkede askeri üssü bulunuyor. Bu ülkeler arasında Azerbaycan da yer alıyor. Türkiye'nin Azerbaycan'da resmi olarak bir askeri üssünün olmadığı doğrudur. Ancak askeri açıdan Türkiye'nin Azerbaycan'da farklı şekillerde varlığı bulunmaktadır. İşte bu nedenle uzmanlar Azerbaycan'ı da listeye dahil etti. Karşılaştırmak gerekirse, Rusya'nın 13 ülkede askeri üssü bulunuyor.
Türkiye askeri açıdan dünyanın en güçlü 8., bazı kaynaklara göre ise 9. ülkesidir. Türkiye aynı zamanda ABD'den sonra NATO'nun en güçlü ordusuna sahip ülkesi konumunda. Unutmayalım ki, askeri gücün varlığı bile, diğer ülkeleri "yumuşak güç" biçiminde etkileme mekanizması yaratır.
Elbette silahlar son derece önemli bir faktör. Ancak Türk askerinin mücadele ruhu da tarihte silinmez izler bırakmıştır. Napolyon Bonapart'ın Türk ordusu için "Bana Türk ordusunu verin, dünyayı rehin alayım" demesi tesadüf değildir.
Avrupa'nın en savaşçı ordusu olan Prusya ordusunu 30 yıl boyunca yöneten Helmut Karl Bernhard von Moltke (1800-1891) da Türk ordusundan hayranlıkla söz etmiştir: "Türk ruhu yeniden parlayacak. Silah kullanmak için doğmuş bu kahraman halk, eski ihtişamıyla tarihte yeniden doğacaktır." Şu anda Mareşal'in haber verdiği dönemin eşiğindeyiz...
Elbegi Hasanlı. Zürih
İlk yayın yeri: 14 Nisan 2025, https://www.turkustan.az/news/politics/112780
FACEBOOK YORUMLAR