AYLA KUTLU'NUN DERE DÖNDÜ ÖYKÜSÜNDE ANTAKYA VE DEPREM

AYLA KUTLU'NUN DERE DÖNDÜ ÖYKÜSÜNDE ANTAKYA VE DEPREM
20 Eylül 2024 - 08:59
AYLA KUTLU’NUN DERE DÖNDÜ ÖYKÜSÜNDE ANTAKYA VE DEPREM

Abbas BİLGİLİ
 
Antakya doğumlu ünlü öykü ve roman yazarı Ayla Kutlu yapıtlarında Antakya ve çevresine yer vermeyi hiç ihmal etmemiştir. Yazarın Dere Döndü isimli öyküsünde Antakya’yı yerle bir eden bir depremden ayrıntılı biçimde bahsedildiğini görüyoruz. Öyküde “İsa’dan beş yüz yıl sonralarıydı” dendiğine göre ve depremin büyüklüğü de dikkate alınacak olursa, 526 (veya 528) depremi olduğu sonucu çıkarılabilir. Bu öyküde mitolojik ve antik dönem kaynaklarından yararlanıldığı anlaşılıyor. Antik dönem tarih kitaplarında dönemin depremlerinden bahsedilirken, bazı su kaynaklarının kaybolduğu ve bazı yeni su kaynaklarının çıktığı belirtilir. Öykünün adının da bu sebepten Dere Döndü olarak konulduğu anlaşılıyor. Öyküde Habib Neccar Dağı’ndan (Silpius) çıkan Parmenius isimli derenin deprem sonrası kaybolması ve yeniden doğmasına yer veriliyor. Öyküden çok deprem üzerinde durmak amacındayız, ancak kısaca öyküyü de özetlemekte yarar var.
Antakya, sırtını Silpius Dağı’na yaslamış ve Orontes (Asi) Nehri’ne yamaçtan bakan bir kent. Helenler (Selevkoslar) zamanında kurulmuş ve büyümüş, Roma İmparatorluğu zamanında ise dünyanın sayılı büyüklükteki görkemli bir kenti olmuştu. Orontes, “doğudan gelen” anlamına geliyordu ve Antakya ise “Doğunun Kraliçesi” olarak anılıyordu. Parmenius Deresi dağdan doğup Asi’ye kavuşarak kayboluyordu. Öyküde kentin doğal güzellikleri ve imarından övgü ile bahsedilirken, nehrin kollara ayrılıp birleşerek kentte ada oluşturduğu ve adada kentin valisi için saray ve gösteriler için stadyum yapıldığına da değiniliyor. İsa’dan 500 yıl kadar sonra kentin kapısına yorgun bir genç adam geldi. Nöbetçilerin sorgusuna dayanacak kadar gücü olmadığı için kendini toprağa bırakarak doğanın güzel kokusunu içine çekti. Büyük deprem o esnada gerçekleşti. İşte bu öyküde depremi anlatan satırlar:
Şehir savaş meydanı olsa bu kadar korkunç görülmezdi. Dağlar dut silkelenir gibi silkelenirken ay kayboldu. Şehrin tapınak yetkilileri ile baht bakıcıları; depremi tanrıların insanları cezalandırması olarak nitelendirdiler. Kendilerini tanrıların Antioch’taki temsilcileri olarak sunmasalar, nasıl saygınlık kazanır, sıkıntısız yaşayabilirlerdi?
Halkı en çok korkutan, tepeleri çerçeveleyen upuzun surlar yer yer yıkılırken taşların dört bir yana savrulmasıydı. Irmağa yakın olanlar ise daha büyük korku ve acılar yaşadı. Irmak kabardı, kabardı; yeraltından yükselen ürkütücü homurtularla adeta ters döndü. Bu sırada köprüler ile yıkılan yapılardan arta kalan cüruf, güzeller güzeli Orontes’in yatağını tıkadı. Böylece su, binlerce yıllık yatağını bırakarak yolunu değiştirdi. Pek çok ev, tapınak, yüz binlerce insan, alabora olan zemin ile çarpışan suyun içinde yitip gitti. Irmağın yolu değişince, şehrin haritası da değişti.”1
Kent kapısının hemen yakınındaki bir kulübede yaşayan su bekçisi yuvarlanan kayalar altında can verdi. Bekçinin Bybilon pazarından satın aldığı Fenike kökenli körpe bir kız ise ahırdayken gelen kayalardan dolayı aşağılara kaydı ve ineğin altında kaldı. Genç köle kız yaşlı bekçi ile de uyum sağlayamamıştı. Kimsesizdi ve kurtarılmayı bekliyordu. Bu arada dere yok olmuştu. Yazarın ifadesiyle: “Dere gitmişti. Yatağı, kurumaya durmuş bir çıplak kumluktu artık.” O esnada kent kapısı yakınındaki yabancı genç adam imdada yetişti ve ölü mü sağ mı olduğunu bilmediği kızı ağırlıkların altından çıkardı. Toprak titriyor, kulaklar uğultuya maruz kalıyordu. Kutsanmış kent genç adama mı uğursuz gelmişti, genç adam kente mi? Yüzbinlerin yaşadığı Antakya mezarlığa dönmüştü. Kız ölmemiş, baygındı. Ayıldığında derenin kurumuş olduğunu hayretle gördü. Uzaklardan ağıtlar yükseliyordu. Salgın hastalık ve çürüyen cesetler… Genç adamla kız kentten ve insanlardan uzak durmaya çalıştılar. Acıkmışlardı. “Belini saran kuşağa sokulu ince, sert, kupkuru bir parça pide çıkardı. Simsiyah kesilmiş iki baharatlı çökelek topağıyla birlikte kıza uzattı. Kız bunları “hayatım boyunca seni aradım” bakışıyla” aldı.” (..) Genç adamın gözleri ıslandı. Mutluluğun minnetle yakınlığı var mıydı, bilmiyordu.”
Genç adam yıllardan beri rüyalarına giren ve “Doğu’nun Kraliçesi” olarak adlandırılan kentin kapısına geldiği gün bu felaket yaşanmıştı.
Güzellik ve özgün güç taşıyan doğa içinde ve güzel insanlar arasında, onların dillerini, bilgilerini, felsefelerini paylaşmak, kendisini Daphne yolundaki Felsefe Okulu’nda öğrenci olmasa bile bir hizmetli olarak bulmak, dünyanın gizemlerini, var olan farklı yaşam ve değerleri öğrenmek, kuş yollarını, yıldız çevrenlerini, kervan yolculuklarıyla dünyanın uzak ülkelerine gidip şaşırtıcı yaşamları sorgulamak, bu diyarlara özgü, cam, deri, ipek, dokuma, ağaç işlemeciliği ve sabun ustalarının yaşamlarına girmek, gündelik hayatın çekiciliğine sırt çevirmiş rahiplerin, simyacıların, icat peşinde koşan araştırmacıların, Historya okuyanların hangisine önce yaklaşabilirse onun bilgilerinden yararlanmak… İçin… Bunları düşlemiş, çöllerin ötesindeki yurdundan kopup gelmişti.”
Uzaklardan gelen genç adamla Fenikeli kız arasında yakınlaşma ve aşkın başlangıcına paralel olarak kaybolan derede de değişiklikler olmaya başladı. “Önce kız, sonra erkek dere yatağının ıslanmakta olduğunu fark ettiler. Su çoğaldıkça çağıltısını da duydular. Şehrin damarları oluşuyordu yeniden. Birbirlerinden kopup sevinçle fırladılar. Depremden beri ilk kez yaşamın gücü kaynamaya başlamıştı.”
Sağ kalan kent halkı bu sevince ortak oldu ve “Dere döndü… Müjdeler olsun! Dere döndü. Hayat da bize dönecek” diye birbirlerine muştuladılar. Ve öykümüz burada bitti.
Bu güzel öyküde antik Roma dönemi Antakyası mitoloji ile de harmanlanarak, deprem felaketi ile birlikte aşkın arka fonunu oluşturuyor.
Antakya’dan bahseden yazarlar, bu kenti yerle bir eden tarihsel depremlere değinmeyi de genellikle ihmal etmezler. Marguerite Yourcenar (Hükümdar; Adam Yayınları, 1984), Refik Halit Karay (Sakın Aldanma İnanma Kanma, İnlılâp Kitabevi) hatırlayabildiklerim. Ayla Kutlu da Dere Döndü isimli öyküsü ile bu literatüre önemli ve anlamlı bir katkı yapmış görünüyor. Belirtelim ki, yazar daha önce bir başka yapıtında, Asi… Asi isimli romanında da “Bu şehir, tarih boyunca defalar ve defalarca yıkılmış, sonra küllerinden doğmuş Anka’dır” diyerek ümit verdikten sonra Çağımızda eski Anka’lar da küçülüyor artık” cümlesiyle eski görkemi yakalayamayacağımızı da anımsatıyor.2
Eski görkemli kenti yakalamak zor olsa da, “derenin dönmesi” metaforu üzerinden Antakya’nın yeniden dirilişi konusunda ümidimizi diri tutuyoruz.
Not: Ayla Kutlu’nun diğer yapıtlarındaki Antakya, başka bir yazımızın konusunu oluşturacak.



1 Ayla Kutlu, Dere Döndü, Kitap-lık Dergisi, Aralık 2022, Sayı: 224, s. 28-38
2 Ayla kutlu, Asi… Asi, Bilgi Yayınevi, 3. Baskı, Ankara 2017, s. 446

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum