Atların İçimdeki Öyküsü

Atların İçimdeki Öyküsü
20 Ekim 2024 - 09:19

Atların İçimdeki Öyküsü

İrem UZUN

Hayatım boyunca hep kapıya yakın oturmaya alışmış biriyim ben. Mutlu olduğum anlarda bile kalbimin derinliklerine sinsice işleyen bir korkuyla var oldum. Hep acaba dedim. Acaba ne zaman bitecek diye bekledim. Her umutlanmamda bir ceset gömdüm içime. Çok gülüp herkesi mutlu etmeye çalışırken, içtenlikle insanların derdine koşarken kendimi iyileştirmeye çalıştığımı kimse farketmezdi. Güçlü görünmeye çalışırken güçlendiğimi sandım hep. Belki insan kendi can kırıklarına basıp yürürken ayağını kanatan şeyin ne olduğunun farkına varamıyordur. Beden yorgunluğunu zihin yorgunluğuna tercih etmeye başladığımda farkettim sandığım kadar güçlü olmadığımı. Ne zaman kendimi toparladığımı sanıp kalbimi açsam avuçlarımda kalbimi toplayıp döndüm eve. Eve dönmenin fiziki bir eylemin çok daha ötesinde olduğunu gördüm. Ev ne demek bunu düşündüm uzunca süre. Ev her döndüğünde içine sığınmak için tamir etmen gereken bir yer miydi? Pencereler açıkken evin soğuk olmasından kendini sorumlu tutman gereken bir yer miydi? Bir köşede sessizce hep yazdım. Başkalarının hayatlarını kendimce yorumladım. Küçük kalbime büyük duygular bastırmama yardım eden tek şey buydu. İçerden ne kadar çok şey eksilirse yenilerine yer açılır sandım. Sonunda ise bir tek bana yer yoktu. Çöküp oturabileceğim tek bir metrekare bile…

Fazlalık hissetmenin ne demek olduğunu ilk hissettiğimde eksiklerini tamamlamak için kendimden verdiklerimin aynasından yansıdım kendi gözlerime. Uzunca baktım kendime, bana yansıyan gözlerden kendi içime. Eksilte eksilte kanattığım bir başkasının ezip geçmeye korkmadığıymış meğer. Ellerimin arasında bir kelebek tutar gibi tuttuğum, yerde kalana bir tekme vuranmış meğer. Sığamadıkça büyüyen ben değil korkummuş meğer. İnanmışla ikna edilmişin ayrımını yapamazken kendimi taşın altında ezilirken bulan benmişim meğer. 

Düşün dediler, sen bunu bir düşün. Hesaba katmadığım yüzler, kendi cehenneminden seslendi her defasında bana. Bıraksam tutardım esasında. Elimi kesen ipleri parmaklarım kopana kadar tutma cesaretini gösterdim sadece fakat anladım ki cesaret seçtiklerin değil vazgeçtiklerinmiş. Bazen bir bırakmak on tutmaktan fazlaymış. Sonra düşün dediler düşündüm. Kendi yazgısını değiştirmeye talip olmayanla yol yürünmez dedim. Dediklerimle yaptıklarım yine tutmadı tabi. Ne zaman uçan balon görse gözleri parlayan o küçük kız geldi aklıma ama ulaşsa bile bileğine bağlanan…

Kaderim olduğunu düşünmeye başladım kaybetmekten korkmanın, uçup gitmenin korkusunu işlettiler hep içime. Ya hep ya hiç demeyi öğrendim sonra. Küçükken bende herkes gibi ayın bizi takip ettiğini zannederdim ama bir zaman sonra umutlarım gibi o da gözden kaybolurdu. Aslında kaybetmeden bulamazsın ama bunu öğrenmek en zoru. Düşmeden kalkmayı öğrenemeyecek olmaktan daha zor. Eline bağladığın balonların ipi bileklerini kesene kadar herşey. Yaşamak da böyle geliyor artık. Sevdiğim bir şey canımı acıtmayana kadar kıymetli. 

Başlarda ihsan edilenin çokluğu zamanla azına isyan doğuruyor ama kimse o sessiz çığlıklara kulak vermiyor. Başka yerlerde okuyup üzülürdüm bazen bunu neden ben yazmadım diye ama artık görüyorum ki ben yazmanın ötesinde yaşıyorum. Korkak oynamaktan korktuğum kadar ölmekten korkmadım hiç mesela. Hayatımın bitmesi ihtimali beni bir an bile rahatsız etmedi. Cesaret edemeden ölmek, yapabilecekken yapmadan bu hayattan göçüp gitmek çok daha ağır bastı. Küçük kız çocuğuna sarılmayı öğrendim, aslında bu yaşama umudu hep onun bir gün olmak istediği kadın içindi. Bir şeyi nefes almak kadar istediğim gün o kıza bir söz verdim. Bir gün biri gelip hem benim hemde o küçük kızın ellerinden sıkıca tutana kadar durmak yok. Çok güzel bir söz okudum sonra aklıma kazınan… ‘’Koşmak zorundasın devrilen atı vururlar.’’


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • Arzu Kureyşi
    3 ay önce
    "Sevdiğim bir şey canımı acıtmayana kadar kıymetli." sözüne içten katılıyorum. Kalemine kuvvet, eline sağlık...