ATATÜRK'ÜN YOLUNDA: CUMHURİYET TÜRKİYESİNDE TERİM ÇALIŞMALARINA GENEL BİR BAKIŞ
07 Eylül 2024 - 20:08 - Güncelleme: 07 Eylül 2024 - 20:27
ATATÜRK’ÜN YOLUNDA:CUMHURİYET TÜRKİYESİNDE TERİM ÇALIŞMALARINA GENEL BİR BAKIŞ
Ayşe İLKER
1.Cihan Savaşının sonunda Dünya coğrafyası yeniden şekillendi ve altı yüz yıllık büyük bir Türk Devleti, siyaseten sonlanıp coğrafi olarak küçüldü. Bin bir zorlukla ortaya çıkan yeni siyasi şekillenme ise 1923’te ete kemiğe bürünerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti oldu. Sayfalarca, kitaplarca anlatılanları tekrar etmeye gerek yok elbette; ama “yeni” kavramının kapsamında geçmişle geleceği bağlamak, millȋ kimliği inşa etmek, teknoloji üretmek, maarif işlerini düzenlemek gibi her biri başlı başına büyük meseleler olduğu görülmekteydi. Bu meselelerin üstesinden gelebilmek için kararlı bir duruş ve açık bir akıl, ayrıca da bilgi ve tecrübe gerekliydi. Cumhuriyetin kurucusu, dönemin Türk aydınlarının yanında Orta Asya’dan gelen tarihçiler ve Avrupa’dan gelmiş filologlarla uzun istişareler ve mütalaalar yaptı. Demir yolu ve uçak sanayinin gelişmesine harcanan mesaiye koşut olarak, zihinleri de bilgiyle örmek, Türk çocuklarının ve gençlerinin hayal ufuklarını açmak gerekiyordu. Zihinlerin kolayca açılacağı, okunanın anlaşılacağı ve bilgiye ulaşmanın hızlanacağı yeni yöntemlere ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacın temelinde ise alfabe değişikliği yatıyordu. 1928 yılının temmuz ayında Dil Encümeni kurulmuştu; Cumhuriyetin kuruluşundan beş yıl sonra 1 Kasım 1928’de “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun”un kabul edilmesiyle Latin alfabesine geçilmesi, Dil Encümeninin çabalarıyla gerçekleşmişti. Bu kararla Tanzimattan itibaren farklı biçimlerde pek çok aydın tarafından dile getirilen “Arap alfabesinin Türkçenin seslerini ve özellikle ünlülerini ifade etmekte yetersiz kalışı” hakkındaki fiilȋ gerçek sonlanmış oluyordu. Latin alfabesine geçmek, okullaşmayı ve okuma yazma oranını artıracak, bilgiye ulaşma, değerlendirme ve teknolojik bilgi üretimi hızlanacaktı. Bunu gerçekleştirmek için yeni kurumlara ve bu kurumlarda bilimsel olarak işleyecek kollara ihtiyaç vardı. Böylece Latin alfabesine geçilmesinden dört yıl sonra 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu. Cemiyet, Devlet teşkilatında Türkçe konusunda ilk resmî kurum hüviyetiyle yer aldı. Kuruluş ayından Eylül’e kadar bazı planlamalar ve görüşmelerle geçirilen zamanın sonunda 26 Eylül’de 1. Türk Dili Kurultayı toplandı. 26 Eylül’den itibaren bir hafta süren bu toplantıda, bugünün çizgisinin de tayin edildiği çalışma grupları ve kollar belirlendi. Burada iki ana çalışma yolu işaretlenmiştir: Filoloji ve Lengüistik ile Türk Dili Tarihi. İşte Türkçenin, terim konusunu ilk olarak bilimsel ortamlarda ele alan yapılanması böyle başlar ve Filoloji ve Lengüistik yolu altında Atatürk’ün bizatihi yaptığı adlandırmayla “Lȗgat ve Istılah” kolu tesis edilir. Sözlük yazıcılığının ve Türkçe terim yapmanın ehemmiyetini gösteren bu kollar, Cumhuriyetin kuruluşundaki dil, kültür ve tarih çalışmalarının temelini oluşturmuştur. Birinci Türk Dili Kurultayının ve Atatürk sağken gerçekleşen kurultayların hepsinde Türkçenin bilimsel anlamda gelişmesini sağlayacak kollar ve çalışma programları tesis edilmiş ve dönemin bilim insanları, aydınlar ve yazarları bu kollarda fikirlerini beyan etmişlerdir. Terimler yani ıstılahların Türkçeleştirilmesi konusuna ise her zaman büyük ehemmiyet verilmiştir.
Istılahların Türkçeleştirilmesi mevzuu, Cumhuriyet döneminden önce Türk aydınlarının gündeminde yer almıştı. Osmanlı Devleti’nin son dönem aydınları da en az iki dilliydiler, dünyada ve özellikle Batıda meyan gelen gelişmeleri takip ediyorlar ve teknoloji ile giren yeni kavramların nasıl kullanılacağı, telaffuz edileceği ve yazılacağı konusunda kayda değer görüşler beyan ediyorlardı. Tanzimat döneminde Türk aydınları genellikle Arapça köklerden ve yabancı dildeki örneklerden de ıstılahların türetilip yenileştirilebileceğini düşünmüşlerdi. Cumhuriyet kurulmadan önce Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Şemsettin Sami gibi aydınlar ve yazarlar, ıstılahlar konusundaki görüşlerini ayrıntılı olarak açıklamışlardı. Aslında Cumhuriyete gelinceye değin Tanzimat ve Servet- i Fünȗn aydınlarının içinde bulundukları şartlar dahilinde ıstılahlar/terimler konusunda yeni çözümler bulmak istedikleri ve hangi görüşü benimserlerse benimsesinler Türkçenin geleceği ve Türkçe terimler üzerinde düşünce gücü ve emek sarfetmiş oldukları anlaşılmaktadır. Burada “hangi görüşü benimserlerse benimsemiş olsunlar” ifadesini biraz açmak gerekir. Osmanlı Devleti yıkılırken ve Batıdan fennȋ ve teknolojik ıstılahlar girerken dönemin Türk aydınlarından bazıları bu Batılı ıstılahlar için yüzlerce yıldır Türkçe kelimeler ve cümlelerle ünsiyet kurmuş Arapça sözlerden ve yapısal unsurlardan yararlanmak istemişlerdi. Bazıları ise Batıdan geçen kavramları ve ıstılahları olduğu gibi kullanmaktan yanaydı. Bunun yanında Türkçe köklerden yeni türetmeler yapılabileceğini ifade eden aydınlar da vardı.
İşte böyle bir süreç sonunda Türkçeleşmenin temeli olarak kabul edilmesi gereken alfabe değişikliği meydana geldi. Bu değişikliğin ardından zamanın şartları göz önüne alındığında oldukça hızlı ve etkili bir terim yapma, türetme faaliyetine girişildiği görülür. Bu türetme faaliyetinin kuramsal temelleri olduğunu da söylemek gerekir. 1928’den 1938’e kadar özellikle Hakimiyeti Milliye, Cumhuriyet ve Ulus gazetelerinde; Talebe, Öz Dilimize Doğru ve Tıp Dünyası dergilerinde, Atatürk’ün yanında terimler konusunda etkin olarak yer almış aydınların terimlerin türetilmesi, türetme yolları, Türkçenin yabancı kavramlar karşısındaki durumu hakkında yazdıkları yazılar mühim bir yer tutar.
Görüldüğü üzere 1928’den itibaren başlayan ve 1938’e kadar devam eden bu gazete, dergi ve kitaplardaki yazılarda Türk aydınlarının terim konusuna büyük bir ciddiyet, bilinç ve benimseyiş ile eğildiklerine tanık olunmaktadır. Cumhuriyetin kurulmasıyla dil, kültür, tarih ve maarif konularında yeşeren umutlar, atılan somut adımlarla filiz vermiş ve Türkçenin bilim, sanat, edebiyat ve matbuat gibi alanlarda gelişmesine ivme kazandırmıştır. Bu noktada Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937’de söylediği şu cümleleri anmadan geçmeyelim: “Dil Kurumumuz en güzel ve feyizli bir iş olarak türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tesbit etmiş ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. Bu yıl okullarımızda tedrisatın Türkçe terimlerle basılmış kitaplarla başlamış olmasını, kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim.” Bu cümleler, bir Devlet Başkanının anadilinin gelişmesi için sarfettiği çabanın somut bir göstergesidir. Onun, özellikle ilk ve orta mekteplerin ders kitaplarında Türkçe terim ve kavramlara ağırlık verilmesini istemesi bir temel olmuş, ilköğretimde Türk çocuklarının derslerde okuduklarını anlayabilmeleri için Türkçe terimlerin hızlı bir şekilde kullanıma girme çabaları sonuç vermiş ve pek çok terim yerleşmeye başlamıştır. Sonraki yıllarda yapılan çalışmalar neticesinde 1937 yılında ilk terim listeleri yayımlanmış, böylece Türkçede terimler konusundaki önemli bilimsel çalışmaların temeli atılmıştır.
Cumhuriyete gelinceye kadar “ıstılah” meselesi Türk aydınları için yabancı bir mesele değil bilakis üzerinde epeyi kafa yorulmuş bir konuydu. Atatürk’ün ıstılahların Türkçeleştirilmesine yönelik gayretleri özellikle maarifte ilk ve orta mekteplerde kullanılmak üzere, ilk elde terim kitapları ve terim sözlükleri yazılmasını getirdi. Bu, üzerine kafa yorulmuş konunun bir noktada ilk meyvelerini vermesi gibiydi. Atataürk’ün doğrudan terim türetmesi ve bu konuya olan ilgisinin somut göstergesi hiç şüphesiz ki yazdığı Geometri kitabıdır. Bir devlet adamının sosyal, siyasi ve askeri konularla ilgilenmesinin yanında dil ve kültür konularında doğrudan sorumluluk alması pek çok olayla çalkalanan o günlerin dünyasında son derece örnek bir duruştur. Bu noktada şu tarihȋ olayı hatırlamadan geçmeyelim: 1938 yılında Meclisin açılışında okunan yazısında Atatürk, o yıl okullarda Türkçe terimlerle yazılmış ders kitaplarının okutulacak olmasını kültür tarihimiz için önemli bir olay olarak kaydetmiştir. Burada tarih boyunca Türklerin başka dillerden yaptıkları tercümelerde, anadilde bulunmayan kelime ve kavramlara yeni terimler üretme çabasının genetik bir eğilim olarak Cumhuriyet kurucularında da ortaya çıktığı söylenebilir. Özellikle Uygur Türkçesi döneminde Sanskritçe, Çince ve Soğdakça’da kullanılan kavramlara Türkçe karşılıklar üretildiğini, “bilig köngül” (bilgili gönül), “kiçig münüglüg” (küçük taşıt), “ulug sü urunutu”(üst düzey general) gibi yeni söz gruplarının yerleştiğini biliyoruz. Karahanlılar döneminde yapılan ilk Kuran tercümelerinde ise “Kuran” karşılığında “okıgu”, “ayet” karşılığında “belgü”, rahim karşılığında “yarlıgakan”, “kadir” karşılığında “ugan”, resul karşılığında “yalavaç”, “hamd” karşılığında “ögdi” sözlerinin türetilmiş olduğu görülmektedir. İşte bu genetik eğilim iledir ki Cumhuriyetin kurucuları ve aydınları, ilk mekteplerden başlamak üzere yabancı terimlere Türkçe karşılık bulmak üzere bir seferberlik başlattılar. Atatürk’ün özellikle Matematik ve Geometride kullanılan Arapça kökenli terimlere bulduğu karşılıklar bugün yaşamaktadır.
Atatürk 1938’e kadar Türk Dili konusundaki mesaisini Ahmet Cevat Emre, Celal Sahir Erozan, Ruşen Eşref, Ragıp Hulusi, Mehmet Ali Ağakay, Hamit Zübeyr Koşay, Ahmet Caferoğlu, Falih Rıfkı gibi hepsinin adlarını burada sayamadığımız pek çok aydın, yazar ve dilciyle sürdürmüş, dil meselelerinde liyakat sahibi kişilerin fikirlerini önemsemiştir. Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki Latin harflerinin kabulünden sonra Türk aydınları dönemin gazete ve dergilerinde Türk Dili ile ilgili pek çok yazı yazmışlar ve özellikle da yabancı kavram ve terimlere hangi usullerle karşılık bulunacağı konusunu ele almışlardır. Bunlara örnek olarak Abdullah Battal Taymas, İbrahim Necmi Dilmen, Ahmet Caferoğlu, M. Mermi, Mustafa Namık, Falih Rıfkı, B. Delilbaşı, Süheyl Ünver gibi aydınların adları verilebilir. Bu da bize Atatürk’ün ölümüne kadar hatta sonrasında da terimlerle ilgili hem kuramsal hem de uygulamalı çalışmaların hızlı ve ciddi bir şekilde devam ettiğini göstermektedir. Türetilen terimlerin tanıtılması da Türk Dil Kurumu yayın organı olan Belleten dergilerinde hemen o yıllarda art arda üç dört sayıda yayımlanmıştır.
Cumhuriyet kurucularının ileri bir sorumluluk ve dil hassasiyeti ile meydana getirdikleri bilimsel kollar ve çalışmalar kısa zamanda meyvesini vermiş ve hem okullar için hem de bilim alanları için terim sözlükleri yazılmaya başlanmıştır. Bu ilk dönem çalışmalardan ve Atatürk’ün vefatından sonra 1940’lı yıllara kadar okullar için terim sözlükleri ve cep kılavuzları basılmıştır. 1940’lı yıllardan itibaren de Millî Eğitimde ve üniversitelerde eğitim ve bilim alanında Türkçe terimlerin yaygınlaşması için yeni terim sözlükleri hazırlanmıştır. Bu süreçte 1945 yılında Anayasa terimlerinin tamamen Türkçe sözlerden oluşması konusunda ısrarcı çalışmalar da yapılmıştır. Cumhuriyetin kuruluş tarihi 1923’ten 1940’lı yılların ortalarına kadar terim konusunun doğrudan Devlet adamları eliyle yönetildiği, yönlendirildiği ve somut veriler ortaya konduğu görülmektedir. Burada Hasan Ali Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığı yaptığı dönemde bilim dilinin Türkçeleştirilmesi ve ortak bir bilim dili oluşturulması gayretlerini de anmak gerekir. Neşriyat Kongresi ve Birinci Milli Eğitim Şurasında Türkçenin bir bilim dili olması için gramer, lȗgat ve terim çalışmalarına ağırlık verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Hasan Ali Yücel’in dikkate değer bir görüşü de özellikle gramer tetkiki, terim ve tercüme gibi konuların aceleye getirilmeden ciddiyet ve titizlik içinde yapılması gerekliliğini ifade etmesidir. 1950’li yıllarda özleşmecilik hareketine karşı yazarlar tarafından itirazlar olmuş dönemin yazarlarından bir bölümü de itirazlara katılmıştır. Türkçe ve terimlerin Türkçeleşmesi, dilimize girmiş alınma kelimelerin özleştirilmesi konuları Türk aydınlarınca uzun bir zaman tartışılmış, fikirler gazete ve dergilerde beyan edilmiş, köşe yazılarında yeni bulunan Türkçe karşılıkların doğru ve yanlış oluşu, Türkçenin yapısına uygun olmadığı hep gündemde tutulmuştur. Bu fikri mülahazalar, Türkçenin aleyhine gibi görünse de netice olarak karşı çıkılan pek çok kavram ve terim, kullanım alanı bulunca dile yerleşmeye başlamış ve tutunmuşlardır. Sözgelişi 1960’lı yıllarda yazılan Orta Öğretim Terimleri Kılavuzunda yer alan terimlerin büyük bir bölümü dil içi kullanıma girmiştir.
Ancak bundan sonra özellikle 1945’ten sonra 1970’li yılların ortalarına kadar tasfiyecilik olarak adlandırılabilecek, dildeki yabancı unsurların tamamen temizlenmesi anlayışına dayalı bir dönem geçirildiği malumdur. Bu dönemde Türk aydınları gerek gazete ve dergi yazılarıyla gerek kitaplar vasıtasıyla bir fikir çatışması olarak adlandırılabilecek süreçten geçmişlerdir. Bu çatışmada iki ana fikir yer almaktaydı. Birincisi, Arapçadan Farsçadan geçen ve Osmanlı Türkçesi dönemi olarak adlandırılan dönemde kullanımları zirveye ulaşan kelime ve tamlamalardan tamamen kurtulmak, bunların yerine yalnızca Türkçe köklerden Türkçe eklerle yeni kelimeler ve terimler türetmek; ikincisi ise Türkçeye yerleşmiş olan Arapça Farsça kelimelerin kullanımları devam ediyorsa dilden atmamak; ihtiyaç halinde özellikle Batı’dan giren kavramlara yeni karşılıklar bulmak. İşte bu iki fikir cephesi neredeyse yarım asrı bulan bir zaman boyunca yazıp çizdi. Ancak, dil canlı bir varlık olduğu ve zoraki bir müdahaleye imkân vermediği için özellikle 1980 sonrasında doğal bir akışa doğru yönlendi. İtiraz edilen, yapısı hakkında doğru-yanlış denilen sözlerden bir bölümü dil içinde dolaşıma girdi ve tutundu. Bu arada artık sadece eski tarihsel metinlerde kalmış bazı Türkçe sözler de canlandırıldı ve bunlar da dil içinde yeniden hayat buldu.
Burada şöyle bir noktaya değinmekte yarar olacak: Türkçe kadar geniş bir alanda yayılmış ve yüzyıllar boyu o coğrafyadan bu coğrafyaya akmış olan bir dil; doğu medeniyetinin dillerinden aldığı kelime ve kavramlarla neredeyse bin yılını geçirmiş; daha sonra da batı medeniyetiyle tanıştığında yaklaşık üç yüzyıl boyunca Batı kökenli kelimelerin kendi bünyesine girmesine mâni olamamıştı. Bu kadar geniş coğrafya ve bu kadar derin bir tarihsel arka plan, ister istemez yabancı kelime ve kavramları zorunlu kılmıştı. Bilim ve teknolojinin dilinin Türkçeleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni muasır devletler seviyesinde tutacaktı ve bu dönemdeki hassasiyetin temelinde bu düşünce yatmaktaydı. Bugünden o günlere baktığımızda Türkçe konusundaki türetmelerin ve yeni kavramların ne kadar değerli olduğu daha iyi görülmektedir.
1970’li yılların sonunda fen bilimleri alanındaki Türkçe terimleşme çalışmalarının önemli örnek kişilerinden biri de şüphesiz Oktay Sinanoğlu’dur. Sinanoğlu, Türkçe konusunda son derece titiz bir bilim insanıdır. Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğuna girmesini istemediği için Türkçe terimleşme çalışmalarına Kimya, Matematik ve Fizik alanında yeni terimler türeterek büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Eserleri de 1978 yılında Türk Dil Kurumu yayınları içinde basılır.
Bu noktada 1980’den sonraki dönemde Türk Dil Kurumunun yeni bir hüviyete büründürüldüğünü söylemek gerekecektir. Askerȋ yönetim ve sonrasında Devletin önemli kurumlarındaki görevlendirmelerde liyakate önem verdiği görülmektedir. Bazı bakımlardan bu kurumlarda aşırı özleşmecilik taraftarı olan aydınların dışarıda bırakıldıkları da olmuştur. Bu dönemlerde alanındaki yetkin dilcilerin Kurumda görev aldıkları ve özellikle terim konularında çalışma gruplarının oluşturulduğu, bilim alanlarında hazırlanan terim sözlüklerinin artmaya başladığı gözlenir. Terim Hazırlama Kılavuzu, Terim Yapma Yolları gibi kitaplar hazırlanmış ve ortaya önemli bir külliyat konmuştur. Günümüzde tıptan hukuka, coğrafyadan sanat tarihine, kimyadan biyolojiye, fizikten felsefeye, dilbilimden sosyolojiye, matematikten uzay bilimlerine kadar hemen bütün bilim alanlarının, kendi bilim adamlarınca yazılmış terim sözlükleri vardır. Terim sözlüklerinin çokluğu ile bu sözlüklerde madde başı olarak yer almış terimlerin kullanılma ve bilimsel yazıya geçirilme oranı arasında tam bir orantı olmasa bile, terim konusunun ciddi bir biçimde ele alındığı, bilim dilinin Türkçeleşmesine önem veren bilim insanlarınca bu terimlerin kullanıldığı görülmektedir.
Cumhuriyet Türkiye’sinde tür olarak da terim sözlüklerinin çeşitlendiği görülmektedir. Özellikle 2000’li yıllardan 2010’a ve günümüze kadar hemen hemen bütün fen ve sosyal alanların terim sözlükleri yazılmıştır. Bunların büyük bir bölümü Türk Dil Kurumu yayını olarak basılmıştır. Özellikle de bilim alanlarının önde gelen uzmanları çalışma grupları halinde bu terim sözlüklerini uzun yıllara yayılan çaba ve emekle ortaya çıkarmışlardır. Bilgisayar, Otomotiv, Dilbilgisi, Gramer Terimleri, Dilbilim, Fizik, Kimya, Biyoloji, Su Ürünleri, Astronomi, Sanat Tarihi, Edebiyat, Bilgisayar, İktisat, İlaç ve Eczacılık, Veterinerlik, Diş Hekimliği, Malzeme Mühendisliği, Makine Mühendisliği, Kütüphanecilik, Hukuk ve Tıp terimlerine kadar yayımlanmış terim sözlükleri, Türk Terim Bilimi alanının yüz akı eserleridir. Bugün Türk Dil Kurumunun yayımladığı Terim Sözlüklerinin sayısı yüze yaklaşmaktadır. Bu da bilim alanlarındaki terimleşmede ne kadar mesafe alındığını göstermesi bakımından önemlidir. Bu noktada da şunu söylemek gerekir: Türetilen terimlerin hepsi kullanılmakta mıdır? Bu soruya verilecek olumlu veya olumsuz cevap önemli değildir. Önemli olan, yabancı terimlere bir Türkçe terim önerilmiş olmasıdır. O alanın uzmanları ihtiyaç duydukları anda bu terimleri kullanacaklardır. Bu bakımdan türetilen terimlerin hepsi kullanılıyor veya kullanılmıyor açısından meseleye bakılmamalıdır.
Son olarak terim yapma yollarına da kısaca temas edelim. Genellikle bu yollar türetme, örnekseme, tür değiştirme, genel dilden, ağızlardan, tarihȋ ve çağdaş lehçelerden kelime aktarma, birleştirme, kopyalama, karma ve baş harflerden oluşturma yöntemleri olarak sıralanabilir. Elbette bir bilim alanındaki kavramların Türkçeleşmesinde o alanın uzmanlarının rolü büyüktür ancak her halükârda dilcilerle birlikte çalışılması güzel örneklerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Unutmayalım ki “computer” adına karşılık olarak “bilgisayar” terimini türeten Aydın Köksal, kelimeyi ilk türettiği zamanlarda “Neyi sayacak, bilgi sayılır mı?” sorularına muhatap olmuştu. Bazı türetmeler, o anda ve ortamlarda kabul görmeyebilir. Bunun için beklemeye, yani zamana ihtiyaç vardır. Hiç kimse bilgisayar-yazılım-çıktı gibi kelimelerin ilk türetildikleri anda bu kadar geniş olarak kullanılabileceğini ve anadil konuşucuları tarafından kabul göreceğini öngörmemişti. Burada önemli olan yeni türetmeler oluşturmaktan vazgeçmemektir. Elbette Türkçenin yapısına, kök-ek ilişkisine, anlam etkisine, çağrışım alanı gibi konulara dikkat edilmek kaydıyla. Günümüzde üniversitelerce de terim çalışmaları Yüksek Lisans ve Doktora seviyesinde ele alınmakta hem kuramsal hem de uygulamalı olarak pek çok yeni görüş ortaya konmaktadır. Atatürk’ün temelini attığı Türk Dil Kurumu’ndaki resmȋ çalışmalar dışında Türk Devlet kurumlarının da terim konularına eğildikleri görülmektedir Türk Standartları Enstitüsünün, TÜBA’nın ve farklı bakanlıkların terimlerle ilgili birimleri ve çalışma planları vardır. Ayrıca sivil kuruluşların ve derneklerin de Türkiye Cumhuriyeti’nin son yirmi yılında terim konusuna ciddi katkıları olmaktadır. Türkiye Bilişim Derneği gibi yapılanmalar buna güzel bir örnektir.
Bu kadar kelamı, dönemlerin geçitlerinden ve söz köprülerinden geçirdikten sonra bilim alanlarının terimlerinden bazı örnekler vererek Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze alınan mesafeyi de gözler önüne serelim: Üçgen, dörtgen, köşegen, açı, türev, söylev, köken, belirtme/yükleme durumu, tanı, yöneylem, bilişim, bilgisayar, işlem, çözelti, asal sayı, göçüşme, benzetme, tanık, yüklem, olgu, türdeş, salgın, tüzel, kamusal, hücrebilim, tepkime, çevriyazı, indirgeme, savcı, emilim, atardamar, ağrıkesici, çeper, yutak, sargaç, iyicil, kötücül, ivegen, süreğen, çökkünlük, ışınetkin, depreşme, anlatı, bağlam, biçem, dizin, öndeyiş, söylem, bileşen, düzlem, ayrıt, bağıntı. Bu örnekleri çoğaltabiliriz; terim sözlüklerimizde yüzlercesi var benzer kelimelerin. Önemli olan verilen bu örneklerin yerleşmiş ve dil içi dolaşıma girmiş olmasıdır.
Görüldüğü üzere Atataürk’ün terimler konusunda işaret ettiği noktaya büyük ölçüde ulaşılmıştır. Dil, devingen ve akan bir varlıktır. Artık hiçbir şeyin sınırlandırılamadığı bir dünyada, yabancı sözlerin dillere girmesi önceki zamanlarla mukayese edilemeyecek kadar hızlıdır. Bu durumda bilim insanlarına düşen görev, aynı hızla olmasa bile çok etkin bir emek ve çabayla Türkçe kök ve eklerden yeni terimler türetmek ve bundan vazgeçmemektir. Çünkü işgaller, kelimeler-sözler ve onlarla taşınan kültür unsurlarıyla başlar. İngilizlerin, İstanbul’u işgal ettiklerinde ilk girdikleri binalardan biri İstanbul Türk Ocağı binasıydı. Türkün kültür ocağını işgal etmekle yabancı kelimelerin anadil bünyesine yerleşmesine seyirci kalmak arasında çok da bir fark yoktur.
Dipnotlar: 1 Bu deneme, “Türk Dünyasında Terim Çalışmaları” adıyla hazırlanan kitabın “Türkiye Cumhuriyeti’nde Terim Çalışmaları” başlığıyla yazdığım bölümünden esinlenerek kaleme alınmıştır; bu sebeple dipnotlar ve atıflar gösterilmemiştir.
2 Prof.Dr., Manisa Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi.
Kaynak: Mayıs 2023, "Türk Yurdu Dergisi Cumhuriyetin Yüzüncü Yılında Türkoloji" özel sayısı.
Istılahların Türkçeleştirilmesi mevzuu, Cumhuriyet döneminden önce Türk aydınlarının gündeminde yer almıştı. Osmanlı Devleti’nin son dönem aydınları da en az iki dilliydiler, dünyada ve özellikle Batıda meyan gelen gelişmeleri takip ediyorlar ve teknoloji ile giren yeni kavramların nasıl kullanılacağı, telaffuz edileceği ve yazılacağı konusunda kayda değer görüşler beyan ediyorlardı. Tanzimat döneminde Türk aydınları genellikle Arapça köklerden ve yabancı dildeki örneklerden de ıstılahların türetilip yenileştirilebileceğini düşünmüşlerdi. Cumhuriyet kurulmadan önce Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Şemsettin Sami gibi aydınlar ve yazarlar, ıstılahlar konusundaki görüşlerini ayrıntılı olarak açıklamışlardı. Aslında Cumhuriyete gelinceye değin Tanzimat ve Servet- i Fünȗn aydınlarının içinde bulundukları şartlar dahilinde ıstılahlar/terimler konusunda yeni çözümler bulmak istedikleri ve hangi görüşü benimserlerse benimsesinler Türkçenin geleceği ve Türkçe terimler üzerinde düşünce gücü ve emek sarfetmiş oldukları anlaşılmaktadır. Burada “hangi görüşü benimserlerse benimsemiş olsunlar” ifadesini biraz açmak gerekir. Osmanlı Devleti yıkılırken ve Batıdan fennȋ ve teknolojik ıstılahlar girerken dönemin Türk aydınlarından bazıları bu Batılı ıstılahlar için yüzlerce yıldır Türkçe kelimeler ve cümlelerle ünsiyet kurmuş Arapça sözlerden ve yapısal unsurlardan yararlanmak istemişlerdi. Bazıları ise Batıdan geçen kavramları ve ıstılahları olduğu gibi kullanmaktan yanaydı. Bunun yanında Türkçe köklerden yeni türetmeler yapılabileceğini ifade eden aydınlar da vardı.
İşte böyle bir süreç sonunda Türkçeleşmenin temeli olarak kabul edilmesi gereken alfabe değişikliği meydana geldi. Bu değişikliğin ardından zamanın şartları göz önüne alındığında oldukça hızlı ve etkili bir terim yapma, türetme faaliyetine girişildiği görülür. Bu türetme faaliyetinin kuramsal temelleri olduğunu da söylemek gerekir. 1928’den 1938’e kadar özellikle Hakimiyeti Milliye, Cumhuriyet ve Ulus gazetelerinde; Talebe, Öz Dilimize Doğru ve Tıp Dünyası dergilerinde, Atatürk’ün yanında terimler konusunda etkin olarak yer almış aydınların terimlerin türetilmesi, türetme yolları, Türkçenin yabancı kavramlar karşısındaki durumu hakkında yazdıkları yazılar mühim bir yer tutar.
Görüldüğü üzere 1928’den itibaren başlayan ve 1938’e kadar devam eden bu gazete, dergi ve kitaplardaki yazılarda Türk aydınlarının terim konusuna büyük bir ciddiyet, bilinç ve benimseyiş ile eğildiklerine tanık olunmaktadır. Cumhuriyetin kurulmasıyla dil, kültür, tarih ve maarif konularında yeşeren umutlar, atılan somut adımlarla filiz vermiş ve Türkçenin bilim, sanat, edebiyat ve matbuat gibi alanlarda gelişmesine ivme kazandırmıştır. Bu noktada Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937’de söylediği şu cümleleri anmadan geçmeyelim: “Dil Kurumumuz en güzel ve feyizli bir iş olarak türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tesbit etmiş ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. Bu yıl okullarımızda tedrisatın Türkçe terimlerle basılmış kitaplarla başlamış olmasını, kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim.” Bu cümleler, bir Devlet Başkanının anadilinin gelişmesi için sarfettiği çabanın somut bir göstergesidir. Onun, özellikle ilk ve orta mekteplerin ders kitaplarında Türkçe terim ve kavramlara ağırlık verilmesini istemesi bir temel olmuş, ilköğretimde Türk çocuklarının derslerde okuduklarını anlayabilmeleri için Türkçe terimlerin hızlı bir şekilde kullanıma girme çabaları sonuç vermiş ve pek çok terim yerleşmeye başlamıştır. Sonraki yıllarda yapılan çalışmalar neticesinde 1937 yılında ilk terim listeleri yayımlanmış, böylece Türkçede terimler konusundaki önemli bilimsel çalışmaların temeli atılmıştır.
Cumhuriyete gelinceye kadar “ıstılah” meselesi Türk aydınları için yabancı bir mesele değil bilakis üzerinde epeyi kafa yorulmuş bir konuydu. Atatürk’ün ıstılahların Türkçeleştirilmesine yönelik gayretleri özellikle maarifte ilk ve orta mekteplerde kullanılmak üzere, ilk elde terim kitapları ve terim sözlükleri yazılmasını getirdi. Bu, üzerine kafa yorulmuş konunun bir noktada ilk meyvelerini vermesi gibiydi. Atataürk’ün doğrudan terim türetmesi ve bu konuya olan ilgisinin somut göstergesi hiç şüphesiz ki yazdığı Geometri kitabıdır. Bir devlet adamının sosyal, siyasi ve askeri konularla ilgilenmesinin yanında dil ve kültür konularında doğrudan sorumluluk alması pek çok olayla çalkalanan o günlerin dünyasında son derece örnek bir duruştur. Bu noktada şu tarihȋ olayı hatırlamadan geçmeyelim: 1938 yılında Meclisin açılışında okunan yazısında Atatürk, o yıl okullarda Türkçe terimlerle yazılmış ders kitaplarının okutulacak olmasını kültür tarihimiz için önemli bir olay olarak kaydetmiştir. Burada tarih boyunca Türklerin başka dillerden yaptıkları tercümelerde, anadilde bulunmayan kelime ve kavramlara yeni terimler üretme çabasının genetik bir eğilim olarak Cumhuriyet kurucularında da ortaya çıktığı söylenebilir. Özellikle Uygur Türkçesi döneminde Sanskritçe, Çince ve Soğdakça’da kullanılan kavramlara Türkçe karşılıklar üretildiğini, “bilig köngül” (bilgili gönül), “kiçig münüglüg” (küçük taşıt), “ulug sü urunutu”(üst düzey general) gibi yeni söz gruplarının yerleştiğini biliyoruz. Karahanlılar döneminde yapılan ilk Kuran tercümelerinde ise “Kuran” karşılığında “okıgu”, “ayet” karşılığında “belgü”, rahim karşılığında “yarlıgakan”, “kadir” karşılığında “ugan”, resul karşılığında “yalavaç”, “hamd” karşılığında “ögdi” sözlerinin türetilmiş olduğu görülmektedir. İşte bu genetik eğilim iledir ki Cumhuriyetin kurucuları ve aydınları, ilk mekteplerden başlamak üzere yabancı terimlere Türkçe karşılık bulmak üzere bir seferberlik başlattılar. Atatürk’ün özellikle Matematik ve Geometride kullanılan Arapça kökenli terimlere bulduğu karşılıklar bugün yaşamaktadır.
Atatürk 1938’e kadar Türk Dili konusundaki mesaisini Ahmet Cevat Emre, Celal Sahir Erozan, Ruşen Eşref, Ragıp Hulusi, Mehmet Ali Ağakay, Hamit Zübeyr Koşay, Ahmet Caferoğlu, Falih Rıfkı gibi hepsinin adlarını burada sayamadığımız pek çok aydın, yazar ve dilciyle sürdürmüş, dil meselelerinde liyakat sahibi kişilerin fikirlerini önemsemiştir. Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki Latin harflerinin kabulünden sonra Türk aydınları dönemin gazete ve dergilerinde Türk Dili ile ilgili pek çok yazı yazmışlar ve özellikle da yabancı kavram ve terimlere hangi usullerle karşılık bulunacağı konusunu ele almışlardır. Bunlara örnek olarak Abdullah Battal Taymas, İbrahim Necmi Dilmen, Ahmet Caferoğlu, M. Mermi, Mustafa Namık, Falih Rıfkı, B. Delilbaşı, Süheyl Ünver gibi aydınların adları verilebilir. Bu da bize Atatürk’ün ölümüne kadar hatta sonrasında da terimlerle ilgili hem kuramsal hem de uygulamalı çalışmaların hızlı ve ciddi bir şekilde devam ettiğini göstermektedir. Türetilen terimlerin tanıtılması da Türk Dil Kurumu yayın organı olan Belleten dergilerinde hemen o yıllarda art arda üç dört sayıda yayımlanmıştır.
Cumhuriyet kurucularının ileri bir sorumluluk ve dil hassasiyeti ile meydana getirdikleri bilimsel kollar ve çalışmalar kısa zamanda meyvesini vermiş ve hem okullar için hem de bilim alanları için terim sözlükleri yazılmaya başlanmıştır. Bu ilk dönem çalışmalardan ve Atatürk’ün vefatından sonra 1940’lı yıllara kadar okullar için terim sözlükleri ve cep kılavuzları basılmıştır. 1940’lı yıllardan itibaren de Millî Eğitimde ve üniversitelerde eğitim ve bilim alanında Türkçe terimlerin yaygınlaşması için yeni terim sözlükleri hazırlanmıştır. Bu süreçte 1945 yılında Anayasa terimlerinin tamamen Türkçe sözlerden oluşması konusunda ısrarcı çalışmalar da yapılmıştır. Cumhuriyetin kuruluş tarihi 1923’ten 1940’lı yılların ortalarına kadar terim konusunun doğrudan Devlet adamları eliyle yönetildiği, yönlendirildiği ve somut veriler ortaya konduğu görülmektedir. Burada Hasan Ali Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığı yaptığı dönemde bilim dilinin Türkçeleştirilmesi ve ortak bir bilim dili oluşturulması gayretlerini de anmak gerekir. Neşriyat Kongresi ve Birinci Milli Eğitim Şurasında Türkçenin bir bilim dili olması için gramer, lȗgat ve terim çalışmalarına ağırlık verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Hasan Ali Yücel’in dikkate değer bir görüşü de özellikle gramer tetkiki, terim ve tercüme gibi konuların aceleye getirilmeden ciddiyet ve titizlik içinde yapılması gerekliliğini ifade etmesidir. 1950’li yıllarda özleşmecilik hareketine karşı yazarlar tarafından itirazlar olmuş dönemin yazarlarından bir bölümü de itirazlara katılmıştır. Türkçe ve terimlerin Türkçeleşmesi, dilimize girmiş alınma kelimelerin özleştirilmesi konuları Türk aydınlarınca uzun bir zaman tartışılmış, fikirler gazete ve dergilerde beyan edilmiş, köşe yazılarında yeni bulunan Türkçe karşılıkların doğru ve yanlış oluşu, Türkçenin yapısına uygun olmadığı hep gündemde tutulmuştur. Bu fikri mülahazalar, Türkçenin aleyhine gibi görünse de netice olarak karşı çıkılan pek çok kavram ve terim, kullanım alanı bulunca dile yerleşmeye başlamış ve tutunmuşlardır. Sözgelişi 1960’lı yıllarda yazılan Orta Öğretim Terimleri Kılavuzunda yer alan terimlerin büyük bir bölümü dil içi kullanıma girmiştir.
Ancak bundan sonra özellikle 1945’ten sonra 1970’li yılların ortalarına kadar tasfiyecilik olarak adlandırılabilecek, dildeki yabancı unsurların tamamen temizlenmesi anlayışına dayalı bir dönem geçirildiği malumdur. Bu dönemde Türk aydınları gerek gazete ve dergi yazılarıyla gerek kitaplar vasıtasıyla bir fikir çatışması olarak adlandırılabilecek süreçten geçmişlerdir. Bu çatışmada iki ana fikir yer almaktaydı. Birincisi, Arapçadan Farsçadan geçen ve Osmanlı Türkçesi dönemi olarak adlandırılan dönemde kullanımları zirveye ulaşan kelime ve tamlamalardan tamamen kurtulmak, bunların yerine yalnızca Türkçe köklerden Türkçe eklerle yeni kelimeler ve terimler türetmek; ikincisi ise Türkçeye yerleşmiş olan Arapça Farsça kelimelerin kullanımları devam ediyorsa dilden atmamak; ihtiyaç halinde özellikle Batı’dan giren kavramlara yeni karşılıklar bulmak. İşte bu iki fikir cephesi neredeyse yarım asrı bulan bir zaman boyunca yazıp çizdi. Ancak, dil canlı bir varlık olduğu ve zoraki bir müdahaleye imkân vermediği için özellikle 1980 sonrasında doğal bir akışa doğru yönlendi. İtiraz edilen, yapısı hakkında doğru-yanlış denilen sözlerden bir bölümü dil içinde dolaşıma girdi ve tutundu. Bu arada artık sadece eski tarihsel metinlerde kalmış bazı Türkçe sözler de canlandırıldı ve bunlar da dil içinde yeniden hayat buldu.
Burada şöyle bir noktaya değinmekte yarar olacak: Türkçe kadar geniş bir alanda yayılmış ve yüzyıllar boyu o coğrafyadan bu coğrafyaya akmış olan bir dil; doğu medeniyetinin dillerinden aldığı kelime ve kavramlarla neredeyse bin yılını geçirmiş; daha sonra da batı medeniyetiyle tanıştığında yaklaşık üç yüzyıl boyunca Batı kökenli kelimelerin kendi bünyesine girmesine mâni olamamıştı. Bu kadar geniş coğrafya ve bu kadar derin bir tarihsel arka plan, ister istemez yabancı kelime ve kavramları zorunlu kılmıştı. Bilim ve teknolojinin dilinin Türkçeleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni muasır devletler seviyesinde tutacaktı ve bu dönemdeki hassasiyetin temelinde bu düşünce yatmaktaydı. Bugünden o günlere baktığımızda Türkçe konusundaki türetmelerin ve yeni kavramların ne kadar değerli olduğu daha iyi görülmektedir.
1970’li yılların sonunda fen bilimleri alanındaki Türkçe terimleşme çalışmalarının önemli örnek kişilerinden biri de şüphesiz Oktay Sinanoğlu’dur. Sinanoğlu, Türkçe konusunda son derece titiz bir bilim insanıdır. Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğuna girmesini istemediği için Türkçe terimleşme çalışmalarına Kimya, Matematik ve Fizik alanında yeni terimler türeterek büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Eserleri de 1978 yılında Türk Dil Kurumu yayınları içinde basılır.
Bu noktada 1980’den sonraki dönemde Türk Dil Kurumunun yeni bir hüviyete büründürüldüğünü söylemek gerekecektir. Askerȋ yönetim ve sonrasında Devletin önemli kurumlarındaki görevlendirmelerde liyakate önem verdiği görülmektedir. Bazı bakımlardan bu kurumlarda aşırı özleşmecilik taraftarı olan aydınların dışarıda bırakıldıkları da olmuştur. Bu dönemlerde alanındaki yetkin dilcilerin Kurumda görev aldıkları ve özellikle terim konularında çalışma gruplarının oluşturulduğu, bilim alanlarında hazırlanan terim sözlüklerinin artmaya başladığı gözlenir. Terim Hazırlama Kılavuzu, Terim Yapma Yolları gibi kitaplar hazırlanmış ve ortaya önemli bir külliyat konmuştur. Günümüzde tıptan hukuka, coğrafyadan sanat tarihine, kimyadan biyolojiye, fizikten felsefeye, dilbilimden sosyolojiye, matematikten uzay bilimlerine kadar hemen bütün bilim alanlarının, kendi bilim adamlarınca yazılmış terim sözlükleri vardır. Terim sözlüklerinin çokluğu ile bu sözlüklerde madde başı olarak yer almış terimlerin kullanılma ve bilimsel yazıya geçirilme oranı arasında tam bir orantı olmasa bile, terim konusunun ciddi bir biçimde ele alındığı, bilim dilinin Türkçeleşmesine önem veren bilim insanlarınca bu terimlerin kullanıldığı görülmektedir.
Cumhuriyet Türkiye’sinde tür olarak da terim sözlüklerinin çeşitlendiği görülmektedir. Özellikle 2000’li yıllardan 2010’a ve günümüze kadar hemen hemen bütün fen ve sosyal alanların terim sözlükleri yazılmıştır. Bunların büyük bir bölümü Türk Dil Kurumu yayını olarak basılmıştır. Özellikle de bilim alanlarının önde gelen uzmanları çalışma grupları halinde bu terim sözlüklerini uzun yıllara yayılan çaba ve emekle ortaya çıkarmışlardır. Bilgisayar, Otomotiv, Dilbilgisi, Gramer Terimleri, Dilbilim, Fizik, Kimya, Biyoloji, Su Ürünleri, Astronomi, Sanat Tarihi, Edebiyat, Bilgisayar, İktisat, İlaç ve Eczacılık, Veterinerlik, Diş Hekimliği, Malzeme Mühendisliği, Makine Mühendisliği, Kütüphanecilik, Hukuk ve Tıp terimlerine kadar yayımlanmış terim sözlükleri, Türk Terim Bilimi alanının yüz akı eserleridir. Bugün Türk Dil Kurumunun yayımladığı Terim Sözlüklerinin sayısı yüze yaklaşmaktadır. Bu da bilim alanlarındaki terimleşmede ne kadar mesafe alındığını göstermesi bakımından önemlidir. Bu noktada da şunu söylemek gerekir: Türetilen terimlerin hepsi kullanılmakta mıdır? Bu soruya verilecek olumlu veya olumsuz cevap önemli değildir. Önemli olan, yabancı terimlere bir Türkçe terim önerilmiş olmasıdır. O alanın uzmanları ihtiyaç duydukları anda bu terimleri kullanacaklardır. Bu bakımdan türetilen terimlerin hepsi kullanılıyor veya kullanılmıyor açısından meseleye bakılmamalıdır.
Son olarak terim yapma yollarına da kısaca temas edelim. Genellikle bu yollar türetme, örnekseme, tür değiştirme, genel dilden, ağızlardan, tarihȋ ve çağdaş lehçelerden kelime aktarma, birleştirme, kopyalama, karma ve baş harflerden oluşturma yöntemleri olarak sıralanabilir. Elbette bir bilim alanındaki kavramların Türkçeleşmesinde o alanın uzmanlarının rolü büyüktür ancak her halükârda dilcilerle birlikte çalışılması güzel örneklerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Unutmayalım ki “computer” adına karşılık olarak “bilgisayar” terimini türeten Aydın Köksal, kelimeyi ilk türettiği zamanlarda “Neyi sayacak, bilgi sayılır mı?” sorularına muhatap olmuştu. Bazı türetmeler, o anda ve ortamlarda kabul görmeyebilir. Bunun için beklemeye, yani zamana ihtiyaç vardır. Hiç kimse bilgisayar-yazılım-çıktı gibi kelimelerin ilk türetildikleri anda bu kadar geniş olarak kullanılabileceğini ve anadil konuşucuları tarafından kabul göreceğini öngörmemişti. Burada önemli olan yeni türetmeler oluşturmaktan vazgeçmemektir. Elbette Türkçenin yapısına, kök-ek ilişkisine, anlam etkisine, çağrışım alanı gibi konulara dikkat edilmek kaydıyla. Günümüzde üniversitelerce de terim çalışmaları Yüksek Lisans ve Doktora seviyesinde ele alınmakta hem kuramsal hem de uygulamalı olarak pek çok yeni görüş ortaya konmaktadır. Atatürk’ün temelini attığı Türk Dil Kurumu’ndaki resmȋ çalışmalar dışında Türk Devlet kurumlarının da terim konularına eğildikleri görülmektedir Türk Standartları Enstitüsünün, TÜBA’nın ve farklı bakanlıkların terimlerle ilgili birimleri ve çalışma planları vardır. Ayrıca sivil kuruluşların ve derneklerin de Türkiye Cumhuriyeti’nin son yirmi yılında terim konusuna ciddi katkıları olmaktadır. Türkiye Bilişim Derneği gibi yapılanmalar buna güzel bir örnektir.
Bu kadar kelamı, dönemlerin geçitlerinden ve söz köprülerinden geçirdikten sonra bilim alanlarının terimlerinden bazı örnekler vererek Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze alınan mesafeyi de gözler önüne serelim: Üçgen, dörtgen, köşegen, açı, türev, söylev, köken, belirtme/yükleme durumu, tanı, yöneylem, bilişim, bilgisayar, işlem, çözelti, asal sayı, göçüşme, benzetme, tanık, yüklem, olgu, türdeş, salgın, tüzel, kamusal, hücrebilim, tepkime, çevriyazı, indirgeme, savcı, emilim, atardamar, ağrıkesici, çeper, yutak, sargaç, iyicil, kötücül, ivegen, süreğen, çökkünlük, ışınetkin, depreşme, anlatı, bağlam, biçem, dizin, öndeyiş, söylem, bileşen, düzlem, ayrıt, bağıntı. Bu örnekleri çoğaltabiliriz; terim sözlüklerimizde yüzlercesi var benzer kelimelerin. Önemli olan verilen bu örneklerin yerleşmiş ve dil içi dolaşıma girmiş olmasıdır.
Görüldüğü üzere Atataürk’ün terimler konusunda işaret ettiği noktaya büyük ölçüde ulaşılmıştır. Dil, devingen ve akan bir varlıktır. Artık hiçbir şeyin sınırlandırılamadığı bir dünyada, yabancı sözlerin dillere girmesi önceki zamanlarla mukayese edilemeyecek kadar hızlıdır. Bu durumda bilim insanlarına düşen görev, aynı hızla olmasa bile çok etkin bir emek ve çabayla Türkçe kök ve eklerden yeni terimler türetmek ve bundan vazgeçmemektir. Çünkü işgaller, kelimeler-sözler ve onlarla taşınan kültür unsurlarıyla başlar. İngilizlerin, İstanbul’u işgal ettiklerinde ilk girdikleri binalardan biri İstanbul Türk Ocağı binasıydı. Türkün kültür ocağını işgal etmekle yabancı kelimelerin anadil bünyesine yerleşmesine seyirci kalmak arasında çok da bir fark yoktur.
Dipnotlar: 1 Bu deneme, “Türk Dünyasında Terim Çalışmaları” adıyla hazırlanan kitabın “Türkiye Cumhuriyeti’nde Terim Çalışmaları” başlığıyla yazdığım bölümünden esinlenerek kaleme alınmıştır; bu sebeple dipnotlar ve atıflar gösterilmemiştir.
2 Prof.Dr., Manisa Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi.
Kaynak: Mayıs 2023, "Türk Yurdu Dergisi Cumhuriyetin Yüzüncü Yılında Türkoloji" özel sayısı.
FACEBOOK YORUMLAR