ATATÜRK, KIYAFET İNKILABI VE KADINLARIMIZ

ATATÜRK, KIYAFET İNKILABI VE KADINLARIMIZ
09 Kasım 2020 - 18:14

ATATÜRK, KIYAFET İNKILABI VE KADINLARIMIZ

Kıyafet inkılabı, Atatürk’ün gerçekleştirdiği önemli inkılaplardan biri olmuştur. O, bu inkılabı, 28 Ağustos 1925’de İnebolu Türk Ocağı’nda yaptığı konuşma ile millete şöyle açıklıyordu:

“Ey memleketini seven, memleketi ve milleti için hayatını fedadan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün cihana açık bir şekilde ifade edelim ki, yapılan inkılapların şuurlu kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün hararetini almıştır. Şüphe etmeye mahal var mıdır ki, bu hareketin iyi sonuçları elbette emrivaki halinde feyizli olarak fışkırmaktadır. Muhterem arkadaşlar, gerçi çok kısa zamanda seri ve kesif denilecek kadar siyasi, idari, sosyal inkılaplar yaptık. Bu yaptıklarımızın sür’at ve yoğunluğundan ancak memnuniyetle ve bahtiyarlıkla bahsolunabilir. Çünkü bu böyle olmasaydı, kurtuluş ihtimali tehlikeye düşebilirdi. Emniyet etmek muvafıktır ki ve böyle yapmak zarureti olduğu içindir ki, böyle yaptık.

Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni tesis eden Türk halkı medenidir. Tarihte medenidir, hakikatte medenidir. Fakat ben, sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı; fikriyle, zihniyetiyle medeni olduğunu isbat etmek ve göstermek mecburiyetindedir. Medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla medeni olduğunu göstermek mecburiyetindedir. Sonuç olarak medeniyim diyen Türkiye’nin hakikaten medeni olan halkı başından aşağıya dış görünüşüyle bile medeni ve olgun insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar. Bu son sözlerimi, açık ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve cihan ne demek istedi ğimi kolayca anlasın. Bu izahatımı heyet-i füiyenize, heyet-i umfimiyyenize bir sualle tevcih etmek istiyorum, soruyorum:

Bizim kıyafetimiz milli midir? (Hayır sadaları)

Bizim kıyafetimiz medeni ve beynelmilel midir? (Hayır, hayır sadaları)

Size iştirak ediyorum. Tabirimi mazur görünüz. Altı kaval, üstü şeşhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millidir ve ne de beynelmileldir. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tasvif olunmaya razı mısınız arkadaşlar? (Hayır, hayır kat’iyen sesleri). Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak dünyaya göstermekte mana var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz demek isabetli midir? Cevheri gösterebilmek için çamura atmak elzemdir; tabiidir. Cevheri muhafaza için bir mahfaza yapmak lazımsa onu altından veya platinden yapmak icap etmez mi? Bu kadar açık hakikat karşismda teredüt caiz midir? Bizi tereddüde sevkedenler varsa onların ahmaklık ve budalalığına hükmetmekte hala ım tereddüd edeceğiz? Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırp ihya eylemeye gerek yoktur. Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli , milletimiz için Hiyık bir kıyafettir. Onu giyineceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantalon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, caket ve bittabi bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta siper-i şemsli serpuş (güneşten korumalı şapka), bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ısrnıne şapka denir. Rodingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi , frak gibi … İşte şapkamız diyenler vardır. Onlara diyeyim ki çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim:

Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da, şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının hususi giyimi olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler? Bu nokta-i nazara ait beyanatımı bitirmezden evvel birkaç kelime daha söylemek isterim.

Efendiler, içtimai hayatın başlangıcı, aile hayatıdır. Aile izaha hacet yoktur ki, kadın ve erkekten mürekkeptir. Kadınlarımız hakkında, erkekler hakkında söz söylediğim kadar fazla izahatta bulunmayacağım. Bu mevcudiyet-i ulviyeyi bilhassa huzurlarında müsamaha ile geçemem. Müsaade buyurulursa bir iki kelime söyleyeceğim ve siz söylemek istediğimi kolayca anlayacaksınız. Seyahatim esnasında köylerde değil, bilhassa kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok kesif ve itina ile kapatmakta olduklarını gördüm. Bilhassa bu sıcak mevsimde bu tarz kendileri için mutlaka azap ve ızdırap sebebi olduğunu tahmin ediyorum. Erkek arkadaşlar, bu biraz da bizim hodbinliğimizin eseridir. Çok afif ve dikkatli olduğumuzun icabıdır, fakat muhterem arkadaşlar, kadınlarımız da bizim gibi anlayan ve düşünen insanlardır. Onlara mukaddesat-ı ahlakıyyeyi telkin etmek, milli ahlakımızı anlatmak ve onların dimağını nur ile, nezahetle techiz etmek esası üzerinde bulunduktan sonra fazla hodbinliğe lüzum kalmaz. Onlar yüzlerini cihana göstersinler. Ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur.

Arkadaşlar, suret-i mütahakkıkada [kesinlikle] telaffuz ediyorum. Korkmayınız bu gidiş zaruridir. Bu zaruret bizi yüksek ve mühim bir neticeye ulaştırıyor. İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve mühim bir neticeye varmak için lazım gelirse. baz1 kurbanlar da verelim . Bunun ehemmiyeti yoktur. Mühim olarak şunu ihtar ederim ki, bu halin muhafazasında taannüt ve taassup, hepimizi her an kurban koyun olmak istidadından kurtaramaz …
Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet beyhudedir. Ve o, gafil ve itaatsizler hakkında çok acımasızdır” [1]

Atatürk, yukarıdaki açıklamalarına iki gün sonra, yani 30 Ağustos 1925 ‘de Kastamonu’da şöyle devam etmiştir:

” İnebolu’da ve diğer bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi mütalaa edileceğinden burada da bahsetmek i sterim. Her milletin olduğu gibi bizim de milli bir kıyafetimiz varmış, fakat inkar edemeyeceğimiz bir husus var ki, taşıdığımız kıyafet o değildir . Hatta milli kıyafetimizin ne olduğunu bilenler içimizde azdır bile. Mesela, karşımda kalabalığın içinde bir zat görüyorum. (Eliyle işaret ederek) Başında fes, fesin üstünde bir yeşil sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan bu alel acayip kıyafete girip, dünyayı kendine güldürür mü? (Evet güldürür sadaları)” [2].

Atatürk kıyafet hakkında geniş izahat ve malumat vererek devletin, bütün rnilleün kıyafetini tashih edeceğini bildirmiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir: “Fen sıhhat nokta-ı nazarından, ameli olmak itibariyle her nokta-ı nazardan tecrübe edilmiş medeni kıyafet iktisa edilecektir… Adam olduğumuzu, medeni insan olduğumuzu isbat ve izah için icap edeni yapmaktan çekinmeyeceğiz.”

“Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya bir peşteınal veya buna mümasil birşeyier atarak yüzünü, gözünü gizler ve yamndan geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın mana ve medlulü nedir? Efendiler, medeni bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşi vaziyete girer mi? Bu hal milleti çok gülünç gösteren manzaradır. Derhal tashihi lazımdır” [3].

Atatürk, Konya’da Hilal-i Ahmer (Kızılay) Cemiyeti’nin bir toplantısında kadınlara hitaben yaptığı bir konuşmada, Anadolu Türk kadının, bütün asalet ve çalışkanlığına rağmen, yabancılar tarafından nasıl yanlış tanınıp değerlendirildiğini, bunun ise büyük haksızlık olduğunu söyleyerek Türk kadını hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirmiştir:

“Hanımlar, Efendiler;

Bu son senelerin inkılap hayatında, hummalı fedakarlıklarla yüklü mücadele hayatında, milleti ölümden kurtaracak halasa ve istiklale götüren azm ve faaliyet hayatında milletin her ferdirıin mesaisi , gayreti, himmeti, fedakarlığı rol oynamıştır. .. Bu meyanda en ziyade şükranla hatırlanan ve daima şükran ile tekrar edilmek lazım gelen bir himmet vardır ki, o da Anadolu kadınının ibraz etmiş olduğu çok ulvi, çok yüksek, çok kıymetli fedakarlıktır. Dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir milletinde, Anadolu köylü kadınının fevkinde kadın mesaisi zikretmek imkam yoktur ve dünyada hiç bir milletin kadını “Ben Anadolu kadınından daha çok çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim” diyemez.

Hanımlar, Efendiler;

Kadınlarımız haddi zatında toplum hayatında hayatında erkeklerimizle her vakit yanyana yaşadılar. Bugün değil, eskiden beri, uzun zamanlardan beri kadınlarımız erkeklerle başbaşa, mücadele hayatında, ziraat hayatında, kazançta, erkeklerimizden yarım hatve (adım) geri kalmayarak yürüdüler. Belki erkeklerimiz memleketi istila eden düşmana karşı süngüleriyle, düş manın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında isbat-ı vücut ettiler. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat menbalarını kadınlarımız işletmiştir. Memleketin esbab-ı mevcudiyetini hazırlayan kadınlarımız olmuş ve kadınlarımız olmaktadır. Kimse inkar edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin kabiliyet-i hayatiyesini tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, mahsulatı pazara götürerek paraya kalbeden (çeviren), aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber, sırtıyla, kağnısıyla, kucağında yavrusuyla, yağmur demeyip, çamur demeyip , kış demeyip, sıcak demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvi, o fedakar, o ilahi Anadolu kadınları olmuştur. Binaenaleyh hepimiz bu büyük ruhlu ve duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen taziz ve takdis edelim.

Fakat mu hterem hanımlar ve muhterem beyler, cümlenizce malfimdur ki, kadınlarımızın bu kadar fedakarlığına, kadınlarımızın bu kadar hizmetine, erkeklerden hiç bir yerde geri kalmayan bu kadar ehliyetlerine rağmen düşman larımız ve Türk kadının ruhunu bilmeyen sathi nazarlar kadınlarımıza bazı isnadatta bulunmaktadırlar. Kadınlarımızın hayatta atılane yaşadıklarını, ilim ile, irlan ile münasebetleri bulunmadığını, medeni hayatla ve içtimai (sosyal) hayatla alakadar olmadıklarım, kadınlarımızın herşeyden mahrum kal dıklarını, onların Türk erkekleri tarafından, hayattan, dünyadan, insanlıktan, kar ve zarardan uzak tutulduğunu söyleyenler vardır. Fakat, hakikat-ı hal böyle midir? Şüphesiz ki, Türk kadınını bu surette görmek, Türk kadınını görmemektir. Ecnebilerin ve bizi düşman nazariyle görenlerin tarif ve tasvir ettikleri kadınlar, bu vatanın asıl kadını, Anadolu’nun asıl Türk kadını değildir. Öyle kadınlar bizim asıl hayatımızda ve asıl memleketimizde yoktur. Türk kadınını yanlış görüp, yanlış anlatanlar, bilhassa büyük şehirlerimizde, müterakki, medeni zannedilen yerlerde, bazı Türk hanımlarının dış görünümlerine bakarak aldanıyorlar. O kadınların dış görünüşlerini aleyhimizdeki suitefsirlere müsait bir zemin olarak alıyorlar. Milletin umumi hayatına nisbetle pek mahdut ve naçiz olan o kadınları, onların dış görünüşten çıkardıkları manayı bütün Türk kadınlığına teşmil ediyorlar. İşte ilk düzeltilmesi gereken hata ve ilk ilan edilecek hakikat buradadır. Dış görünümleriyle düşmanlarımıza ve bilhassa içimizdeki kötülük isteyenlere bilerek ve daha ziyade bilmeyerek haklı bir yalan sermaye veren manzaralara, hepiniz biliyorsunuz ve herkes biliyor ki, en ziyade memleketimizin en byük şehri olan, asırlarca devletin payitahtı ve hilafet merkezi olan İstanbul’da tesadüf ediliyor. Düşmanlarımız bu manzaradaki kadınlardan aldıkları intibaat ile acı hükümler veriyor ve diyorlar ki: Türkiye mütemeddin (medeni) bir millet olamaz, çünkü Türkiye halkı iki parçadan mürekkeptir. Kadın ve erkek diye iki kısıma ayrılmıştır, halbuki bu heyet-i içtimaiyye aynı gayeye bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse terakki ve temmeddün etmesine imkan-ı fenni ve ihtimal-i ilmi yoktur.

Muhterem hanımlar, düşmanlarımızı aldatan bu dış görünüş bilhassa kadınlarımızın şeklinden, giyinme tarzından ve örtünmesinden neşet ediyor. Onların aldanmalarına sebep olan diğer bir nokta da ecnebilerle temas edebilecek mevkide bulunan kadınlarımızın tavır ve harekatımızın timsalı olmayıp, belki Avrupa tavır ve harekatının, milli tavır ve harekatının mukallidi olarak görülmesidir. Filhakika memleketimizin bazı yerlerinde, en ziyade büyük şehirlerinde, giyinme tarzımız, kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır. Şehirlerdeki kadınlarımızın giyinme tarzı ve örtünmede iki şekil tecelli ediyor: ya ifrat, ya tefrit görülüyor. Yani ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı , çok karanlık bir şekl-i harici gösteren bir kıyafet, veyahut Avrupa’nın en serbest balolarında bile dış kıyafet olarak arzedilemeyecek kadar açık bir giyinme. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz, kadını o tefritten de, bu ifrattan da tenzih eder.

O şekiller dinimizin gereği değil, muhalifidir. Dinimizin tavsiye ettiği örtünme hem hayata, hem fazilete uygundur. Kadınlarımız şeriatın tavsiyesi, dinin eımi mucibince örtünselerdi ne o kadar kapanacaklar, ne o kadar açılacaklardı. Dine göre örtünme kadınlar için zorluk y aratmayacak, kadınların sos yal hayatta, ekonomik hayatta, günlük hayatta, ilim hayatında erkeklerle birlikte çalışmasına engel olmayacak şekilde basil olmalıdır. Bu basit şekil toplumumuzun ahlak ve terbiyesine aykırı değildir.

Giyinme tarzımızı ifrata vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus an’anesi, kendine mahsus adetleri, kendine göre milli hususiyetleri vardır. Hiç bir millet aynen, diğer bir milletin mukallidi (taklitçisi) olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin ayni olabilir, ne de kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki hüsrandır.

Bizim örtünme meselesinde dikkate alacağımız şey bir yandan milletin ruhunu, diğer yandan hayatın icaplarını düşünmektir. Örtünmedeki ifrat ve tefritten kurtulmakla bu iki ihtiyacı da temin etmiş olacağız. Giyinme tarzımızda milletin ruhi ihtiyacını tatmin için, İslam ve Türk hayatını ibtidadan (başlangıçtan) bugüne kadar layıkıyla tedkik ve etraflıca açıklamak lazımdır. Bunu yaparsak görürüz ki, şimdiki giyinme tarzımız ve kıyafetimiz onlardan başkadır, lakin onlardan daha iyidir diyemeyiz. Bizim kadın hayatımızda, kadmın giyinme tarzında yenilik yapmak meselesi mevzu bahs değildir. Milletimize bu hususta yeni şeyleri bellettirmek mecburiyeti karşısında değiliz. Belki ancak dinimizde, milliyetimizde, tarihimizde zaten mevcut olan ve rağbet gören adetlere yeni bir nizam vermek mevzuubahs olabilir. Biz başlı başımıza ferden her türlü şekilleri tatbik edebilir, kendi mevkimize, kendi arzumuza, kendi terbiye ve seviyemize göre istediğimiz kıyafeti ihtiyar eyliyebiliriz. Ancak bütün milletin ş ay an -ı kabfil göreceği şekilleri, bütün milletin hayatında tatbik kabiliyeti olan kıyafetleri herhalde umumi teamülde aramak ve o şekillerin muvaffakiyetini umumi teamüle tevafukta (uygunlukta) görmek lazımdır. Bazı milletlerin zevk alemlerini memleketimizde tatbike kalkmak bittabi hatadır. Bu yol toplum hayatımızı feyz ve fazilete ulaştırmaz.

Daha esenlikle, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. B üyük Türk kadınını çalışmamıza ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmi, ahlaki, sosyal, iktisadi hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekleyicisi yapmak yoludur. Eğer kadınlarımız şer’in tavsiye, dinin emrettiği bir kıyafetle, faziletin icabettirdiği hareket tavrıyla içimizde bulunur; milletin ilim, s anat, sosyal hareketlerine iştirak ederse bu hali, emin olu nuz, milletin en mutaassıbı dahi takdirden nefsini men edemez. Bilfil<:is o hain aleyhinde söylenecek s özlere karşı, belki onun müteşebbis lerinden daha fazla, müdafii olur.

Benimle temas eden bazı ecnebi muhabirleri bilhassa bir İngiliz muhabiresi, ismini hatırıma getiremedim, bir s ıra makaleler yazmış . Bu makalelerin birinde tesadüf etmiştim, diyor ki: Mustafa Kemal Paşa ve refikası memlekette çok teceddüdatta (yeniliklerde) bulunabilirler, birçok yenilikler yapabilirler, pek çok şeyleri değiştirebilirler; lakin yalnız birşey yapamazlar, o da kadın ların giyimne tarzını değiştirmektir.

Bu İngiliz muhabiresi bundan bahsettiği zaman hep İstanbul’da gördüğü bazı hanımların fazla müsamahalı kıyafetlerini düşünüyordu. Nitekim makalesinin müteakip kısımlarında bu hususu izah ediyor ve diyor ki: çünkü o hanımlar o kadar şık, o kadar zarif, o kadar incedirler ki, bütün Avrupa kadınlan onları kendilerine model ittihaz etseler layıktır!

Işte bu ecnebi muhabiresinin bu şahadetinden de anlaşılıyor ki bizim kadınlarımız , bazı yerlerde, Avrupa kadınlarını bile gıptaya sevkedecek kadar ilerlemişlerdir ve eğer kadınlarımız yalnız bu ciheti düşünür ve yalnız şıklıkta, zerafette Avrupa kadınlarını bile geçmeyi hedef olarak görürse kadınlık hayatında, dolayısıyla bütün milletin hayatında varmak istediğimiz mes’ud inkılaba vasıl olmakta kolayca başarılı olamayız. Örtünme meselesinde kolayca, emniyetle yürüyebilmek, dinin eski milll an’anenin, akıl ve mantığın, ahlak ve fazi letin emrettiği tabii şekli ve basit şekli kabul etmektir. Şer’i mübinimizin tarif ettiği şekilde istifade ve onu hayatımıza tatbik etmek maksada ulaşmak için kafidir.

Kadınlarımızın her millette olduğu gibi, bizim milletimiz için de ne kadar yüksek ehemmiyeti olduğunu söylemeye lüzum yoktur. Bizim milletimizde kadın eskiden bu ehemmiyeti hakikaten en Ulvi derecede ihraz ey }emiştir. Büyük atalarımız ve onların anaları , tarihin, vukuatın şahadetiyle sabittir ki, cidden yüksek faziletler göstermişlerdir. Burada birçok noktalardan sayabileceğimiz o faziletlerin en büyüğü ve en ehemmiyetlisi kıymetli evlatlar yetiştirmeleriydi. Hakikaten Türk milletinin bütün cihanda, yalnız Asya’da değil Avrupa’da dahi azim satvetler göstermiş olması, tantanalı harekat icra eylemiş bulunması, hep öyle kıymetli ataların faziletli evlatlar yetiştirmesi ve daha beşikten çocuklarının ruhuna mertlik ve fazilet telkin eylemesi sayesinde idi. Şunu söylemek istiyorum ki, kadınlarımızın vazife-i umumiyetle uhdelerine düşen hisselerden başka kendileri için en ehemmiyetli, en hayırlı, en faziletkar bir vazifeleri de iyi valide olmaktır. Zaman ilerledikçe, ilim terakki ettikçe , medeniyet dev adımlarıyla yürüdükçe, hayatın, asrın bugünkü icabatına göre evlat yetiş tirmenin müşkülatını biliyoruz. Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları haiz evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak, pek çok yüksek vasıfların hamili olm aya mütevakkıftır. Binaenaleyh kadınlarımız hatta erkeklerden daha çok münevver, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. Eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdır.

Çok büyük şükranla göıüyoruz ve görmekteyiz ki, her yerde hanımla rımız erkeklerle fikir ve nur yolunda müsabaka edercesine yürüyorlar. Yine şükranla ifade etmek lazımdır ki, hiçbir yerde kadın ve erkek seviyesi arasında bir teadül görmekteyim. Bu hal şayan-ı iftihardır. Kadınlarımız, daha namüsait şeriat altında erkeklerden geri kalmayış ve belki aynı şeriat altında erkeklerden geri kalmayışı ve belki aynı şeriat altında erkeklerden ileri gidişi mucib-i mefharettir. Lakin kadınlarımız bununla mağrur olmalı değil, bilhassa münevver hanımlarımız ecanibin, düşmanların ve içimizdeki bedhahanın kendilerine atf ve isnad etmek istedikleri gayr-i vaki ve gayr-i muhik noksanların hakikaten gayr-i varit ve gayr-i muhik olduğunu göstermek mecburiyetindedirler. Bunu fiilen, maddeten, telebbüsleriyle tavr-ı hareketleriyle, her şeyleriyle izhar ve isbat eylemelidirler” [4].

Atatürk, bir vesile ile kendisine “T4rk kadını nasıl olmalıdır?” diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletkar ve en ağır, vakur bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türk’ü zihniyetiyle, bazusıyla, azmıyla muhafaza ve müdafaaya kadir nesiller yetiştirmektir. Milletin menbaı, toplum hayatının esası olan kadın, ancak faziletkar olursa vazifesini ifa edebilir. Her halde kadın çok yüksek olmalıdır.
Burada fikret merhumun cümlece malum sözünü hatırlatırım

“Elbette sefil olursa kadın alçalır beşer” [5]

Özet

Atatürk’ün, örtünme ile ilgili görüşlerini şu iki paragrafta özetlemek mümkündür. “Din gereği olan örtünmek, kısaca açıklamak gerekirse, denebilir ki, kadınlara külfet yaratmayacak ve terbiyeye aykırı olmayacak şekilde basit olmalıdır. Örtünme şekli kadını hayatından, varlığından ayıracak bir şekilde olmamalıdır”

Dini örtünme kadınlar için zorluk yaratmayacak, kadınların sosyal hayatta, ekonomik hayatta, günlük hayatta, ilim hayatında erkeklerle birlikte çalışmasına engel olmayacak şekilde basit olmalıdır. Bu basit şekil toplumumuzun ahlak ve terbiyesine aykırı değildir” [6].

Müellife göre ,

Sevgili Gençler,

Demokrat ve laik bir cumhuriyette devlet Iaik’tir, kişiler ve toplum değil. Yasalarla konumu ve muhtevası tespit edilen devlet, sınırları içinde yaşayan herkesin devletidir. Laik devletin yasalarına uymak ve uygulamak hepimizin vazifesidir. Okulların ve devlet dairelerinin işleyiş ve idare şekli yasalara ve tüzüklere göre tanzim edilmiştir. Bu yasalara, yeni bir değişiklik yapılana kadar, uymak hepimizin vazifesidir. Okul ve devlet dairelerinin dışında fertler din ve inançlarının gereğini istedikleri şekilde yapabilirler. Buna hiç kimse karışmadığı gibi, karış ması da mümkün değildir. Örtünme konusu başta olmak üzere, dini konuları böyle anlamak ve bunları devlet işleriyle karıştırmamak gerekir.

DİPNOTLAR:
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri H, s. 2 1 0-2 1 4.
A.g.e., II. s. 219.
A.g.e., II, s. 220.
Atatürk’ ün Söylev ve Demeçleri Il, s. 1 48- 1 53.
A.g.e, il, s. 234-235.
Atatürkçülük , s. 3 3 7
KAYNAKLAR
Ağış, F. , Laiklik ve İslamda İnsan Hakları, Ankara 1976.
Ağırakça, A., İslami Devlet Düzeni , İstanbul 1 978.
Altay, F. , “Dindar Atatürk”, Atatürk, Din ve Laiklik , İstanbul 1 968.
Armağan, S., “Din, Vicdan Hürriyeti ve Laiklik”, Milli Eğitim ve D in Eğitimi, Aydınlarüca:ğı’nın İlmi Semineri, İstanbul 1 981, s. 1 77-1 99.
Arsal, S.M. , Türk Tarihi ve Hukuk , İstanbul 1 947.
Arsan, N., Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve B eyannameleri ( 1917- 1938) , Ankara 1 964.
Arslan, A., Darülfünôn’dan Üniversiteye Geçiş, İstanbul 1 995.
Atatürk, Din ve Laiklik , Belgelerle Türk Tarihi Dergisi yay., İstanbul 1968.
Atatürk’ün Ekonomi Görüşleri, K.K.K.’lığı Yay., Ankara 1 982.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri , 1-II, İstanbul 1 945.
Atatürk, Genelkurmay Başk. ATASE yay., Ankara 1 980.
“Atatürk”, mad., İslam A nsiklopedisi, C. I.
Atatürk, M. K., Nutuk, 1-II, Kültür Bakanlığı yay. İstanbul 1 973 .
Atatürkçülük (Birinci Kitap) Atatürk’ün Görüş ve Direktifl eri,Ankara, Genelkurmay Başk. Basımevi, 1982.
Barkan, Ö.L., “Kanun-Name”, mad. , İslam Ansiklopedisi, C. VI.
Barkan, Ö.L., Osmanlı İmparatorluğu ‘nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esaslar, İstanbul 1 943 .
Başgil, A.F. , “Din Hürriyeti”, Atatürk, Din ve Laiklik , İstanbul 1 968.
Başgil, A.F., Din ve Laiklik , 3. baskı, İstanbul 1 977.
Baysun, M.C., “Cemali” mad., İslam Ans ikl opedisi, C. III.
Baysun, M.C., “Ebussu’ud Efendi”, mad., İslam Ansiklopedi si, C. IV.
Bayur, Y. K., “Laiklik”, Laiklik , Ankara 1968.
Belen, F. , “Atatürk Devrimi ve Din”, Atatürk, Din ve Laiklik , İstanbul 1968, s. 61-98.
Cebesoy, A.F. , Moskova Hatıraları, İstanbul 1 955.
Cumhuriyet G azete si, “III. Türk Dil Kurultayı”, İstanbul, 24 Ağustos- 1 Eylül 1936.
Çağatay, N., Türkiye’de Gerici Eylemler , Ankara 1 972.
Çağatay, N. , “Türkiye’de Din Sömürüsü ve Laiklik”, Bellete n , Sayı: 163 (Temmuz 1 977).
Cihan, E. , “Atatürk ve Hukuk Devleti Kavramı”, Atatürkçü Düşünce El Kitabı – 1 , Ankara 1995.
Demirer, E., Din, Toplum ve Kemal Atatürk, Ankara 1969.
Doğramacı, E. , “Atatürk ve Kadın Hakları”, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Ankara 1 995.
Dönmezer, S., “Atatürk İnkılapları ve Sosyal Değişme Teorileri”, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Ankara 1 995.
Ergin, O. , Türk Maarif Tarihi, İstanbul 1 977.
Fığlalı, R. E. , “Atatürk ve Din” Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Ankara 1995.
Genç, R., Türkiye’yi Laikleştiren Yasal ar, 3 Mart 1924 tarihli Meclis Müzakereleri ve Kararları, Ankara 1 998.
Giritli, İ. , Kemalist Devrim ve İdeolojisi , İstanbul 1 980.
Gökbilgin, T., “Atatürk ve İnkılapları”, Cumhuriyet’jn 50. Yılına
Armağan , İ.Ü. Edebiyat Fakültesi, İstanbul 1973.
Hafızoğlu, Z. , “Türk Hukuk Düzeni ve Laiklik”, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Ankara (1982)
Harris, A.G. , Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, İstanbul 1 979.
Ilgar, İ., “Atatürk, Laiklik, Din ve Devrim”, Atatürk, Din ve Laiklik , İstanbul 1 968.
İnalcık, H.-Anheger, R., Kanunname-i Sultani Ber Muceb-i Örf-i Osmani, Ankara 1956.
İnan, A. , ” Atatürk’ün Tarih Tezi”, Bellete n , Ill/10 ( 1 939)
İnan, A. Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara 1 969.
İnan, A., “Atatürk’ün Tarih Tezi”, Belleten, C. fil, Sayı 10, Ankara 1 939.
İnan, A., D evletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’ nin Birinci Sanayi Pianı 1933 , Ankara 1972.
İnan, A., K. Atatürk’ü Anarken, Ankara 1956.
İnan, A., M. Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, İstanbul 1 971.
İnan, Abdülkadir, Eski Türk Dini Tarihi, Ankara 1976.
Jaschke, G. , “Türkiye’de Kur’fuı-ı Kerim Kursları” (Türkçe tere. N. Arsan),
İslam Tetkikleri Enstitüsü D ergisi, V, Cüz: 1-4, 1 973.
Kafesoğlu, İ., ‘Türk Fütuhat Felsefesi ve Malazgirt Muharebesi”, Tarih
Enstitüsü D ergisi, Sayı: 2, (Ekim 1 971, İstanbul).
Kafesoğlu, İ., “Selçuklular”, mad., İslam Ansiklopedisi, C. 10.
Kafesoğlu, İ., Türk Milli Kültürü, Ankara 1 977.
Kafesoğlu, İ., Eski Türk Dini , Ankara 1980.
Kafesoğlu, İ., “Atatürk ve Türk Devleti”, Türk Kültürü, sayı: 61 (1967).
Karal, E.Z. , “Devrim ve Laiklik”, Atatürk, Din ve Laiklik, İstanbul 1 968.
Kaymaz, N. , “Malazgirt Savaşı ve Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesine Dair”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1971.
Kırzioğlu, M.F. , “Erzurum Kongresinin Sağ Kalan Beş Mümessili”, Türk Kültürü, Sayı: 85, Kasım 1 969.
Kırzioğlu, M.F. , Tüik İnkılap Tarihi, Erzurum 1 982.
Kocatürk, U., Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara 1 97 1.
Köymen, N. , Dinsel Bunalımdan Gerçek Hak Yoluna, İzmir 1972.
Köymen, M.A., Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul 1 976.
Kramers, H.J. , “Şeyh’ül İslam” mad. İslam Ansiklopedis i, C. 1 1.
Köprülü, M. Fuad, “Bir Hatıra”, Belleten , III/10 (1939).
Koraz, Z. , Atatürk ve Türk Dili: B elgeler , Ankara 1 922.
Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-Namesi, (Türkçe tere. D.N. , Andreasyon), Ankara 1 962.
Okur, Y., Atatürk’le On Beş Yıl, Dini Hatıralar, İstanbul 1962.
Orkun, H.N. , Eski Türk Yazıtları , C. 4, İstanbul 1936, The Compact Edition of the Oxford English Dictionary, I-II.
Ozankaya, O .. Atatürk ve Laikl ik , Ankara 1981.
Ögel, B ., Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, Ankara 1 979.
Özbudun, E., “Atatürk ve Laiklik”, Atatürk Araştırma Dergisi, VII/24 (Temmuz 1992).
Özek, Ç. , Türkiye1de L aiklik , İstanbul 1968.
Özek, Ç., Türkiye’de Gerici Akımlar ve Nurculuğun İç Yüzü, İstanbul 1964.
Özek, Ç. , 100 Soruda Türkiye’de Gerici Akımlar, İstanbul 1968.
Pazarlı, O., Din Psikoloj i si, İstanbul 1972.
Saray, M. , “Atatürk ve Türk Tarihi”, Türk Kültürü, sayı: 249 (Ocak 1 984).
Saray, M. , İstanbul Üniversitesi Tarihi (1453- 1 993), İstanbul 1 996.
Saray, M. , “Atatürk’ün Sovyet Politikası”, Atatürk’e Armağan , Ed. Fak.Yay., İstanbul 1981 .
Saray, M. , Gasprah İsmail Bey’den Atatürk’e Türk Dünyasında Dil ve Kültür B irliği , İstanbul 1 933.
Saray, M. , Kıyafet ve Laiklik, Ankara 1989.
Savcı, B., Laik Düşünce ve Hareketin Gerisindeki Tehlike, Ankara 1958.
Selçuk, İ., “Bir Ayağı Konya Müftüsünde … Bir Ayağı Demirel’de”, Laiklik , Ankara 1 968.
Sertoğlu, M. , “Atatürk ve İslamiyet”, Atatürk, Din ve Laiklik , İstanbul 1968.
Sinanoğlu, S., “Laik Kelimesinin Etymonu ve Anlamı”, Laiklik , C. 1, İstanbul 1 954.
Su, M. K.,-Mumcu, A., Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük , İstanbul 1 986.
Şapolyo, E. B., Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, İstanbul 1 966.
Taneri, A., Türk Devlet Geleneği , Ankara 1 981.
Tarakçıoğlu, N., “Atatürk ve Gençlik” Atatürk Haftası Armağanı, Genelkurmay B aşkanlığı, Ankara 1986.
Taşdemirci, E. , Türkiye Cumhuriyetinde Laiklik ve Din Eğitimi, A. Ü. İlahiyat Fakültesi’nde 1977’de verilen tebliğ.
Tekçe, İ.H. , “Benim Atam İman ve İnsanlık Abidesiydi”, Atatürk, Din ve Laiklik , İstanbul 1 968.
Tengirşek, Y.K. , “İman Dolu Varlık Atatürk”, Atatürk, Din ve Laiklik , İstanbul 1 968.
Timurtaş, F.K. , “Atatürk’ün Görüşleri ve Düşünceleri”, Türk Kültürü, sayı: 37, Kasım 1 965.
Tuğ, S., “Atatürk ve Din Eğitimi”, Tercüman g a zetesi, 23 Ocak 198 1.
Tunaya, T.Z. , İslamcılık C ereyanı, İstanbul 1962.
Turan, O., S elçuklu Tarihi ve Türk· İslam Medeniyeti , İstanbul 1 969.
Turan, O. ,Türk Cihan Hakimiyeti Me:fkfiresi Tarihi 1-11, İstanbul 1977. Türk Ansiklopedisi.
Türk Dili, “III. Türk Dil Kurultayınca kabul ve tasdik edilen Türk Dil Kurumu Ana Tüzüğü ve Çalışma Programı”, sayı: 20 ( 1 936).
Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları , l·IV T.B .M.M. Basımevi, Ankara 1980.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ( 19 8 2)
Uzunçarşılı, İ.H., Osmanlı Devleti’ nin İlmiye Teşkilatı , Ankara 1965.
Ünsal, H., Lfüklik ve Atatürk’ün Laiklik Politikası, Genelkurmay B aşk. ATASE yay., Ankara 1980.
Villalta, E. , Atatürk, çev. M. F. Özsü, Ankara 1982.
Yavuz, F. , Din Eğitimi ve Toplumumuz , Ankara 1969.
Yücekök, A. , 100 Soruda Türkiye’de Din ve Siyaset, İstanbul 1971.
KAYNAK:
CUMHURİYETİN 75. YILINDA ATATÜRK iLKELERi ve DAYANDIĞI TARİHİ TEMELLER – Prof.Dr. İbrahim KAFESOGLU  Prof.Dr. Mehmet SARAY : İstanbul Üniversitesi Yayın No 4174 Edebiyat Fakültesi Yayın No. 3414 ISBN 975 – 404 – 538 – O

https://www.bilgipedia.org/?s=atat%C3%BCrk


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum