Asya'da Beş Türk
Asya'da Türkistan davası için hayatlarını feda eden kahramanlar...
Adil Hikmet Bey tarafından kaleme alınmış ve uzun yıllar sonra ilk defa Ötüken Neşriyat’ın bastığı bir hatıra kitabı var; Asya’da Beş Türk. Eserin bir kısmı 1928 yılında Cumhuriyet Gazetesi tarafından yayımlanmış. Ancak 1997 yılında Ötüken Neşriyat eserin tamamını neşrederken, Adil Hikmet Bey’in kim olduğunu, hatta soyadını bile bilmiyorlarmış. Kitap basıldıktan sonra müellifin ailesi yayınevine ulaşarak bilgi vermiş.
Kitabı ilk elime aldığım andan itibaren büyük bir heyecan ve merakla sayfalarını yavaş yavaş çevirmeye başladım. Kıyıda köşede kalmış olan bu hatıra kitabı, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Türkistan’a gitmek üzere yola çıkan beş İttihatçı’nın macera dolu hayatını anlatıyor. Amaçları Türkistan’a giderek bir isyan tertip etmek, Türk soydaşlarla yeniden birliktelik tesis etmek ve Osmanlı’yı hem ‘93 Harbi’nde, hem de Balkan Savaşları’nda oldukça güç duruma sokan Ruslara zorluk çıkartmak olan beş tutkulu arkadaşın tüm planları Cihan Harbi’nin başlamasıyla değişiyor.
Asya’da beş Türk kim?
13 çocuklu bir ailenin son ferdi olarak babasının vazifesi icabı Libya Derne’de 1887’de doğan Adil Hikmet Bey, önce İtalyan Lisesi’nde ardından İstanbul’da Harbiye’de okur. İtalyanca, Arapça, Fransızca ve İngilizce bilip, sonradan biraz Rusça ve kitaptan anlaşıldığı üzere biraz da Farsça öğrenir. Oldukça parlak bir eğitim alır, ardından orduda çeşitli vazifeler ifa eder. Teşkilat-ı Mahsusa’da da çeşitli görevleri olur. Her ne kadar kitapta açıkça söylemese de, bizzat Enver Paşa tarafından gönderildiği bilinmekteymiş. Öte yandan beraberinde olan diğer dört arkadaşı oldukça ilginç isimler. Emrullah Barkan, Kırımlı Hüseyin Bey,İbrahim Haklıer ve daha sonradan 150’likler listesinde ismi geçen ve sınırdan kaçarken öldürülen Kuşçubaşı Selim Sami Bey.
Kitaptan ve bir mecmuaya yazdığı bir yazıdan açıkça anlaşılıyor ki Türkçülük akımına kapılmış, hatta bu akımın heyecanıyla boğulmuş Adil Hikmet Bey. Öyle ki, Türkistan’a giderken gerçekten propaganda yapmak ve isyanlar çıkartarak orada ihtilal yapmak gibi amaçlar edinmiştir.
Bir ihtilal uğruna Yarab…
Birinci Dünya Savaşı başlamadan hemen önce Teşkilat-ı Mahsusa’nın kendilerine verdiği vazifeyi yerine getirmek üzere yola çıkan beş arkadaş, gemiyle Hindistan’a geçerler. Tam o esnada savaşın patlak verdiğini öğrenirler ki bu İngilizlerin elinde olan Hindistan’da onlara epey güçlük çıkartacaktır. Her seferinde kıvrak zekâlarını kullanarak, İngilizlerin eline düşmeden Doğu Türkistan’a geçerler. Ardından faaliyetlerini yürütebilmek için yer değiştirirken, Rusların eline esir düşerler. Uzun süre hapiste, ardından sürgünde kalırlar. Rusların esaretinde yaklaşık iki yılları geçer. Sürgündeyken bir fırsatını bulup kaçarlar ve Kırgızların olduğu bölgeye giderler. Rus zulmünden muzdarip olan Kırgızların başına geçerek, aşiretlerden askerî birlikler oluşturur, askerî eğitim verir ve muntazam Rus ordusunu mağlup ederler. Hatta Rus ordusunun kumandanı değişir. Ekim devriminin ardından Rusların mücadeleyi bırakması üzerine Kırgızlar rahat bir nefes alırlar, ama bu elbette uzun sürmez.
Kırgız topraklarından ayrıldıktan sonra tekrar Türkistan’a dönerler. Dünyanın en meşhur çöllerinden olanTaklamakan çölünü at sırtında geçerek, Hotin’e ulaşırlar. Bu yolculuklar esnasında bazen atla, bazen eşekle, bazense yaya olarak yollara revan olurlar. Ancak yaptıkları işe olan inançları ve ideolojileri o kadar sağlamdır ki bir an bile yılmazlar. Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji ile bazen Ruslara, bazen İngilizlere, bazense Çinlilere karşı mücadele ederler. Sonra Çin’e ve ardından Şangay’a geçerler. Şangay’da Alman konsolosunun yardımıyla bir süre rahat bir hayat sürerler. Ancak Şangay’da arkadaşlarıyla yolları ayrılır. Anadolu işgal altında olduğu için, arkadaşları Azerbaycan tarafına giderek, orada bir ihtilal tertip etmek istediklerini söylerler. Adil Hikmet Bey ise Hamburg’a gelir. İngilizler hakkında arama kararı çıkardığı için, İstanbul’a bir türlü dönemez. Ancak iyi derecede İtalyanca bildiği için İtalyan Konsolosluğu’na yaptığı bir oyunla İtalyan pasaportu alarak, İstanbul’a ve son olarak ailesinin yanına yani İzmir’e döner. Böylelikle tam 5 yıl ailesiyle neredeyse hiç haberleşmeden davası uğruna Asya’nın muhtelif bölgelerinde, çok defa ölüm tehlikeleri atlatarak yaşamıştır.
Bu kitap niçin önemli?
Her şeyden önce kitabın bir roman tadında olduğunu belirtmekte fayda var. Hakikaten oldukça maceralı yollardan geçen bu ihtilal sevdalarının hikâyeleri, okurken heyecan veriyor. Ancak kitabı asıl önemli kılan ise İttihatçı olan, Teşkilat-ı Mahsusa’da görevli ve Enver Paşa’nın bilgisi ve isteği dâhilinde göreve giden birisi tarafından kaleme alınmış olması. Dönemin önde gelen akımlarından Türkçülüğü bizzat fiiliyata dökmüş olan Adil Hikmet Bey’in kitapta yaptığı bazı değerlendirmeler ya da tevcih edilen suallere verdiği cevaplar oldukça ilginç.
Halife nerede, niçin gelip bizi kurtarmıyor?
Adil Hikmet Bey’in ve arkadaşlarının düşüncelerini belirtmesi noktasında kitapta geçen bir olayı nakletmekte fayda var. Bir yerel Afgan emirinin, “biz bunca yıldır hem Ruslarla hem İngilizlerle savaşıyoruz, hani bu halife nerede, niçin gelip bizi kurtarmıyor?” sorusuna Adil Hikmet Bey ve arkadaşlarının verdiği cevap, hilafetin ilgası esnasında Mustafa Kemal’in Meclis’te yaptığı konuşmayı aratmıyor. Afganlıya cevaben hilafetin sembolik bir şey olduğu ve artık bir ehemmiyetinin olmadığından dem vuruyorlar.
Bir Türk beldesinde karşılaştıkları bir İsveçli doktorun aslında misyoner olduğunu öğreniyorlar. Misyoner, bir tane bile Hristiyan olan Türk olmadığını vurguluyor ve ardından kendilerinin fikrini öğrenmek istiyor. Adil Hikmet Bey ve arkadaşlarının cevapları oldukça manidar. Adil Hikmet Bey’in kendisi olmasa bile yanındaki arkadaşlarından bazıları Mustafa Kemal yönetimi tarafından hoş görülmemiş, hatta Selim Sami Bey yurtdışına kaçarken öldürülmüştür. Ancak Mustafa Kemal ve arkadaşlarının dine dair olan düşünceleri Adil Hikmet Bey ve arkadaşlarında da görülüyor. Misyonere, dinin artık eski ehemmiyetini yitirdiğini ve yerini bilimin aldığını söyleyerek, katı pozitivist bir açıklama yapıyorlar.
Abdülhamit döneminde oralara okullar açılmış
Kitapta yer alan bazı diğer fikrî münazara nakillerinde de pozitivizmin ve Türkçülüğün zihinleri nasıl işgal etmiş olduğu görülüyor. Türklüğü zaman zaman kafatası seviyesinde gören beş maceraperest, kötülük gördükleri Türklerin aslında soylarında Türk olmayan başka bir ırkın kanının da olduğunu söyleyerek teselli buluyorlar!?
Kitabı önemli kılan bir diğer husus, 20. asrın hemen başında birçok Müslüman beldeyi bizlere anlatmasıdır. Dinî, sosyal ve ekonomik yaşantıya dair de zaman zaman bilgiler veren müellif, o beldelerde fakirliğin, sefaletin ve özellikle cehaletin kol gezdiğini sık sık vurguluyor. Öte yandan Türk beldelerinde Osmanlı’ya dair izler bulmak da mümkün. Abdülhamit döneminde açılan birkaç okul, buralara tayin edilmiş muallimler, Adil Hikmet Bey ve arkadaşlarınınkinden farklı bir ideolojiyle olsa da hizmet etmişler. Hatta bazı parlak çocukları İstanbul’a göndermişler, Cihan Harbi’nde ordu için para toplamışlar ve halkın teveccühünü kazanarak, Adil Hikmet Bey’in sembolik olarak gördüğü halifenin itibarını yükseltmişler.
Abdülhamit ve Enver Paşa zamanlarında Orta Asya Türkleriyle kurulan bağ, Cumhuriyet döneminde devam ettirilmemiş ve yapılan yatırımlar bir sonuç getirmemiştir. Her ne kadar kitapta görevini tam olarak açıklamasa da, Adil Hikmet Bey de bu bağları tesis etmek için oralara gitmiştir. Ancak kitapta belirtilen ve savunulan fikirlere bakılırsa İttihatçıların zihin dünyaları daha da merak konusu oluyor.
Yusuf Selman İnanç aktardı-dunyabizim
FACEBOOK YORUMLAR