ARZU KUREYŞİ YAZDI: YAŞAYAN RUH 2
İnsanların gerçek yüzünü göremiyorsak nasıl iyi insan kötü insan diye ayırt edebileceğiz ki?

13 Nisan 2025 - 17:04
YAŞAYAN RUH 2
Gözlerini açar açmaz kendisini odanın kapısında buldu. Birkaç defa kapıyı çaldı. Bir ses duyamayınca kapıyı açtı. O gitmişti. Hem de arkasından bir iz bırakmadan. Sanki hiç kimse bu odaya girilmemişti. Sanki hiçbir yere kimse dokunmamıştı. Hatta bardağın içindeki çay bile bir yudum içilmemişti. Değişen bir şey yoktu hayatında. "Kendi hayatımıza geri dönüyoruz." diyerek kütüphanenin kilidini açmaya gitti. Gelecek müşteriler için hazırlıklarını bir yandan tamamlıyor bir yandan da kahvaltısını yapıyordu. Geç uyandığı için aceleci bir tavırla işleri bitirmeye çalışıyordu. Zaman geçtikçe insanların kütüphaneye gelmeleri artmıştı.
O sırada ilk müşterinin sesi gelmişti kulağına;
--Enes Bey, bakar mısınız? Bu kitabı alacaktım da...
--Tabi efendim, hemen geliyorum.
Müşterinin para üstünü vermek için çekmeceyi açtığında ikinci bir defa gördüğünü şaşırdı. Çekmecenin içinde para diye bir şey yoktu. Yalnız bir not kâğıdı vardı çekmecenin ortasında. Notu almak istedi ama müşteriyi bundan daha fazla bekletemezdi. Cebindeki paradan müşterinin para üstünü ödedi. Sonrasında ise çekmeceyi açıp not kâğıdını aldı. Üzerindeki cümleleri görmüyormuş gibi okuyordu. "Parayı ihtiyacım vardı. İş bulursam ilk fırsatta burcumu ödeyeceğim." Yazıyordu kâğıtta.
Adam hiç umursamadan "Bunun için geldiğini biliyordum." diyerek kâğıdı çöpe attı.
O gün boyunca kızın yalan söyleyip söylemediğini düşünüyordu. Gerçekten o parayı ihtiyacı mı vardı? Yoksa her şeyi bu parayı almak için mi söylemişti? Bilemiyordu. Yine de her zaman yaptığı gibi kendisini suçladı.
Gece saatleri yaklaşmıştı. Yorucu bir gündü bugün. Kütüphanede yalnız kaldığı ilk saatlerde mutfağa çekilir bir şeyler pişirir yerdi. Sonrasında ise kütüphaneyi toparlar. Kitapları yerlerine dizerdi.
Sessizliğe bürünmüş kütüphanede bir şeylerin ters gittiğini fark etmişti. Az önce yerine koyduğu kitabın masanın üzerinde olması bunun en açık sebebiydi. Okuduğu bir kitaptı. Ailesini terk ettiği ilk günlerinde okumuştu bu kitabı. Kütüphanenin korku romanlarından biri de bu romandı. Bir ruhun insanları vahşice öldürdüğünü anlatıyordu. Kitabı tekrar yerine koydu. Ne zaman bu kitabı görse aklına geliyordu unutamadığı ama unutmak istediği anlarını. Odasına çekildi. Aynanın önüne geçerek kendisine uzunca baktı. Dalgalı saçları günlerdi taranmamıştı. Elini saçlarının içinden geçirdi. Gözlüklerini takarak masanın başına geçti. Kitabını açacaktı ki kapının sesini duydu. Kapıyı açmak için aşağı inerken bir daha o kız olursa kapıyı açmamayı yemin ediyordu kendisiyle.
Perdeyi çekip pencereden dışarıya baktı. Kimseyi görmeyince geri dönmek üzereydi ki arkasında kulağına gelen sesler onu hareketsiz bıraktı. Biri kütüphanedeydi.
--Ben arkandayım.
Adam arkasına döndü. Kızın salonun ortasında durduğunu görünce korkudan birkaç adım geriye attı.
--Burcu, sen gitmemiş miydin?
--Gitmiştim. Ama gelmek zorunda kaldım.
--İçeriye nasıl girdin?
Kız cevap vermedi. Adama yaklaşarak bir gazete uzattı. Adam gazeteyi eline alarak ilk sayfasındaki fotoğrafa bakınca daha da korkmayı başlamıştı. Fotoğrafın altında ise bu cümleler yazıyordu;
Sabah saatlerinde tren istasyonunda bir cinayet işlendi. Yaşanan kargaşa sonucunda bir kız trenin raylarına doğru itildi. O sırada kız kalkamadı, imdat diye bağırsa da kimseye sesini duyurmadı. Sonuç olarak 16-18 yaşlarında olan genç kız trenin geçmesiyle hayatını kaybetti.
--Ben ölmüşüm.
--Hayır, sen ölmemişsin. Ölmüş olsaydın burada olamazdın.
--Ben gerçek ben değilim ki. Bu gördüğün o kızın ruhu. Yalnız sen beni görebiliyorsun.
Adam duyduğuna inanmak istemiyordu. Gülmeye başladı.
--Böyle şeyler ancak kitaplarda gerçek olabiliyor. Gerçek dünyada benim ruhlarla konuşabilmem imkânsız.
--Ben kitaplardan bir şey anlamam. Bana inanmalısın. Ben bir ruhum.
Kız duvarın içinden geçti. Saniyeler sonra merdivenlerden aşağıya inerken göründü. Adam ise kendisinin iyice deli olduğunu düşünmeye başlamıştı.
--Ben iyice delirmişim.
Diyerek merdivenleri alarak odasına çekildi. O sırada kızı odasında gördü.
--Bana inanmak zorundasın.
--Ne istiyorsun benden? Zaten bütün paramı utanmadan aldın. Ne oldu şimdi? Tamam, ölmüşsün da benim şu anda ne yapmam gerekiyor? Çık git şuradan.
--İstediğin kadar bağırabilirsin. İstediğini bana söyleyebilirsin. Bana bir şey olmaz. Çünkü benim artık ne kalbim var ne de duygularım. Benim artık hiçbir şeyim yok kaybedebileceğim. Sadece diğer dünyaya gidemiyorum. Orda bilerek itildim. Biri gerçekten beni öldürmek istiyordu. O kişiyi bulmam lazım. Sende bana o kişiyi bulmama yardım etmelisin. O insanları öldürmeden bu dünyadan gidemiyorum.
--Yardım etmezsem ne yapacaksın?
--Benim bir şey yapmama gerek kalmayacak. Sen öleceğin güne kadar beni tahammül etmek zorunda kalacaksın.
--Beni Allah korusun böyle bir şeyden. Sen niye anlamıyorsun? Ölmüşsün ama hâlâ anlamamışsın. İnsanlar kimseciklere yardım etmezler. Eğer onlara bir yarar sağlanmıyorsa o insana bakmazlar bile. Yardım edecek olsalardı bana yardım ederlerdi. Bana hiç kimse yardım etmedi. Beni çocukken bile sevmediler. Yıllardır gözlerim şu lanetli kapıda. Ama kimse gelipte beni sormadı. Ben ama tamam dedim. Ben aptallık edip insanları sordum. Bu sefer benden kaçmayı çalıştılar. Ben çok kötü biriyim çünkü. Bu kütüphanenin dışındaki dünya benim yerim olmadığını anladım. Bunları neden sana anlattığımı bilmiyorum. Hayatım boyunca öğrendiğim tek şey var Burcu; ölümün her şeyi yok etmediği. Öldüğünde bile arkanda ağlayan, seni anan bir kişi bile varsa yine de varsındır. Yaşıyorsundur. Ben daha ölmeden her şeyimi kaybettim. Benden bir şey isteme. Kendi derdim yetiyor bana.
--Benim o kişiyi bulmam için bir insana ihtiyacım var. Bunca insanın içinde sadece sen beni görebiliyorsun.
--Allah aşkına, ne yapacaksın? Diyelim ki bulduk katilini, ne yapabileceksin ki?
--Orasını sana söyleyemem.
--Öldürecek misin?
--Ölmeyi hak ediyorsa evet!
Adam ellerini başının üstüne koyarak dolabından ağrı kesici ilaçlarını aldı.
--Ben iyice delirmişim. Yarın doktora gideceğim. Senden kurtulurum belki. İlaçlarını içti.
Başını yastığa koydu. Kız da yatağının önünde sandalyede oturuyor ve adama bakıyordu. Bakışları daha da masumlaşmıştı. Adam uyuyamadı. Yastıktan başını kaldırarak oturdu.
--O kitabı masanın üstüne sen mi koymuştun?
--Hayır. Onu diğerleri koymuşlar. Benim orda olduğum mesajını vermek için...
--Diğerleri derken...
--Cinler...
--Sen onları görebiliyor musun?
--Evet. Yani bazılarını...
--Onlar nasıl varlıklar?
--Onlar hakkında konuşamam. Ama onların insanlardan daha iyi olduklarından emin olabilirsin.
--Neden böyle diyorsun?
--Bazı insanların gerçek yüzünü da gördüm da ondan... Beklemediğim insanlarda beklemediğim ruhlar vardı. Bana hep zarar vermeyi amaçlayan ruhlar.
--Niye onlardan yardım istemiyorsun?
--Etmezler... Onlar insanları gördükleri için hiçbir insana güvenmenin anlamsız olduğunu düşünürler.
--Bu kütüphaneyi yakında terk edeceğim. Burası artık yaşanılmaz bir yere dönüştü. İnsandan başkası buluyor burayı. Peki, neden o kitap? Hem o kitabın senin durumunla alakası ne?
--Ben bir saattir sana neyi anlatıyorum? Bana kötülük yapan bütün o insanları teker teker öldüreceğim diyorum sana.
--Senden böyle bir şey yapacağın beklemiyorum çünkü. Yav! Ben niye senle konuşuyorum. Sana çık git demedim mi?
Kız kalktı. Giderken arkasına dönerek saniyelerce adama baktı. Anlatmak istiyordu. Son ümidi olan bu adama sesini duyurmak istiyordu.
........
Alarmın sesiyle uyandı. Odasının her tarafını bir göz attı. Kızı görmeyince mutlu oldu. Sanki dünyaya gelişinin ilk ve son günüymüş gibi yatağından kalktı. Hepsinin bir kâbus olduğunu düşünmek istiyordu. Gerçek olsalar bile bu şekilde düşünmek zorundaydı. Yoksa delilerden bir farkı kalmayacaktı. Doktora başvurup en azından bir kişiye anlatmak istiyordu gördüklerini.
Kütüphaneden çıktı. İnsanlara bakarak yürüyordu. Kızın söylediği cümleler bir kulağından girip diğerinden çıkamıyordu. İnsanların gerçek yüzünü göremiyorsak nasıl iyi insan kötü insan diye ayırt edebileceğiz ki? Diye düşünerek yürüyordu erimeyen karların üstünden. Ve zihninde canlandırıyordu kızın o her şeyi anlatan gözlerini.
(...)
07.04.2025
Arzu KUREYŞİ
Gözlerini açar açmaz kendisini odanın kapısında buldu. Birkaç defa kapıyı çaldı. Bir ses duyamayınca kapıyı açtı. O gitmişti. Hem de arkasından bir iz bırakmadan. Sanki hiç kimse bu odaya girilmemişti. Sanki hiçbir yere kimse dokunmamıştı. Hatta bardağın içindeki çay bile bir yudum içilmemişti. Değişen bir şey yoktu hayatında. "Kendi hayatımıza geri dönüyoruz." diyerek kütüphanenin kilidini açmaya gitti. Gelecek müşteriler için hazırlıklarını bir yandan tamamlıyor bir yandan da kahvaltısını yapıyordu. Geç uyandığı için aceleci bir tavırla işleri bitirmeye çalışıyordu. Zaman geçtikçe insanların kütüphaneye gelmeleri artmıştı.
O sırada ilk müşterinin sesi gelmişti kulağına;
--Enes Bey, bakar mısınız? Bu kitabı alacaktım da...
--Tabi efendim, hemen geliyorum.
Müşterinin para üstünü vermek için çekmeceyi açtığında ikinci bir defa gördüğünü şaşırdı. Çekmecenin içinde para diye bir şey yoktu. Yalnız bir not kâğıdı vardı çekmecenin ortasında. Notu almak istedi ama müşteriyi bundan daha fazla bekletemezdi. Cebindeki paradan müşterinin para üstünü ödedi. Sonrasında ise çekmeceyi açıp not kâğıdını aldı. Üzerindeki cümleleri görmüyormuş gibi okuyordu. "Parayı ihtiyacım vardı. İş bulursam ilk fırsatta burcumu ödeyeceğim." Yazıyordu kâğıtta.
Adam hiç umursamadan "Bunun için geldiğini biliyordum." diyerek kâğıdı çöpe attı.
O gün boyunca kızın yalan söyleyip söylemediğini düşünüyordu. Gerçekten o parayı ihtiyacı mı vardı? Yoksa her şeyi bu parayı almak için mi söylemişti? Bilemiyordu. Yine de her zaman yaptığı gibi kendisini suçladı.
Gece saatleri yaklaşmıştı. Yorucu bir gündü bugün. Kütüphanede yalnız kaldığı ilk saatlerde mutfağa çekilir bir şeyler pişirir yerdi. Sonrasında ise kütüphaneyi toparlar. Kitapları yerlerine dizerdi.
Sessizliğe bürünmüş kütüphanede bir şeylerin ters gittiğini fark etmişti. Az önce yerine koyduğu kitabın masanın üzerinde olması bunun en açık sebebiydi. Okuduğu bir kitaptı. Ailesini terk ettiği ilk günlerinde okumuştu bu kitabı. Kütüphanenin korku romanlarından biri de bu romandı. Bir ruhun insanları vahşice öldürdüğünü anlatıyordu. Kitabı tekrar yerine koydu. Ne zaman bu kitabı görse aklına geliyordu unutamadığı ama unutmak istediği anlarını. Odasına çekildi. Aynanın önüne geçerek kendisine uzunca baktı. Dalgalı saçları günlerdi taranmamıştı. Elini saçlarının içinden geçirdi. Gözlüklerini takarak masanın başına geçti. Kitabını açacaktı ki kapının sesini duydu. Kapıyı açmak için aşağı inerken bir daha o kız olursa kapıyı açmamayı yemin ediyordu kendisiyle.
Perdeyi çekip pencereden dışarıya baktı. Kimseyi görmeyince geri dönmek üzereydi ki arkasında kulağına gelen sesler onu hareketsiz bıraktı. Biri kütüphanedeydi.
--Ben arkandayım.
Adam arkasına döndü. Kızın salonun ortasında durduğunu görünce korkudan birkaç adım geriye attı.
--Burcu, sen gitmemiş miydin?
--Gitmiştim. Ama gelmek zorunda kaldım.
--İçeriye nasıl girdin?
Kız cevap vermedi. Adama yaklaşarak bir gazete uzattı. Adam gazeteyi eline alarak ilk sayfasındaki fotoğrafa bakınca daha da korkmayı başlamıştı. Fotoğrafın altında ise bu cümleler yazıyordu;
Sabah saatlerinde tren istasyonunda bir cinayet işlendi. Yaşanan kargaşa sonucunda bir kız trenin raylarına doğru itildi. O sırada kız kalkamadı, imdat diye bağırsa da kimseye sesini duyurmadı. Sonuç olarak 16-18 yaşlarında olan genç kız trenin geçmesiyle hayatını kaybetti.
--Ben ölmüşüm.
--Hayır, sen ölmemişsin. Ölmüş olsaydın burada olamazdın.
--Ben gerçek ben değilim ki. Bu gördüğün o kızın ruhu. Yalnız sen beni görebiliyorsun.
Adam duyduğuna inanmak istemiyordu. Gülmeye başladı.
--Böyle şeyler ancak kitaplarda gerçek olabiliyor. Gerçek dünyada benim ruhlarla konuşabilmem imkânsız.
--Ben kitaplardan bir şey anlamam. Bana inanmalısın. Ben bir ruhum.
Kız duvarın içinden geçti. Saniyeler sonra merdivenlerden aşağıya inerken göründü. Adam ise kendisinin iyice deli olduğunu düşünmeye başlamıştı.
--Ben iyice delirmişim.
Diyerek merdivenleri alarak odasına çekildi. O sırada kızı odasında gördü.
--Bana inanmak zorundasın.
--Ne istiyorsun benden? Zaten bütün paramı utanmadan aldın. Ne oldu şimdi? Tamam, ölmüşsün da benim şu anda ne yapmam gerekiyor? Çık git şuradan.
--İstediğin kadar bağırabilirsin. İstediğini bana söyleyebilirsin. Bana bir şey olmaz. Çünkü benim artık ne kalbim var ne de duygularım. Benim artık hiçbir şeyim yok kaybedebileceğim. Sadece diğer dünyaya gidemiyorum. Orda bilerek itildim. Biri gerçekten beni öldürmek istiyordu. O kişiyi bulmam lazım. Sende bana o kişiyi bulmama yardım etmelisin. O insanları öldürmeden bu dünyadan gidemiyorum.
--Yardım etmezsem ne yapacaksın?
--Benim bir şey yapmama gerek kalmayacak. Sen öleceğin güne kadar beni tahammül etmek zorunda kalacaksın.
--Beni Allah korusun böyle bir şeyden. Sen niye anlamıyorsun? Ölmüşsün ama hâlâ anlamamışsın. İnsanlar kimseciklere yardım etmezler. Eğer onlara bir yarar sağlanmıyorsa o insana bakmazlar bile. Yardım edecek olsalardı bana yardım ederlerdi. Bana hiç kimse yardım etmedi. Beni çocukken bile sevmediler. Yıllardır gözlerim şu lanetli kapıda. Ama kimse gelipte beni sormadı. Ben ama tamam dedim. Ben aptallık edip insanları sordum. Bu sefer benden kaçmayı çalıştılar. Ben çok kötü biriyim çünkü. Bu kütüphanenin dışındaki dünya benim yerim olmadığını anladım. Bunları neden sana anlattığımı bilmiyorum. Hayatım boyunca öğrendiğim tek şey var Burcu; ölümün her şeyi yok etmediği. Öldüğünde bile arkanda ağlayan, seni anan bir kişi bile varsa yine de varsındır. Yaşıyorsundur. Ben daha ölmeden her şeyimi kaybettim. Benden bir şey isteme. Kendi derdim yetiyor bana.
--Benim o kişiyi bulmam için bir insana ihtiyacım var. Bunca insanın içinde sadece sen beni görebiliyorsun.
--Allah aşkına, ne yapacaksın? Diyelim ki bulduk katilini, ne yapabileceksin ki?
--Orasını sana söyleyemem.
--Öldürecek misin?
--Ölmeyi hak ediyorsa evet!
Adam ellerini başının üstüne koyarak dolabından ağrı kesici ilaçlarını aldı.
--Ben iyice delirmişim. Yarın doktora gideceğim. Senden kurtulurum belki. İlaçlarını içti.
Başını yastığa koydu. Kız da yatağının önünde sandalyede oturuyor ve adama bakıyordu. Bakışları daha da masumlaşmıştı. Adam uyuyamadı. Yastıktan başını kaldırarak oturdu.
--O kitabı masanın üstüne sen mi koymuştun?
--Hayır. Onu diğerleri koymuşlar. Benim orda olduğum mesajını vermek için...
--Diğerleri derken...
--Cinler...
--Sen onları görebiliyor musun?
--Evet. Yani bazılarını...
--Onlar nasıl varlıklar?
--Onlar hakkında konuşamam. Ama onların insanlardan daha iyi olduklarından emin olabilirsin.
--Neden böyle diyorsun?
--Bazı insanların gerçek yüzünü da gördüm da ondan... Beklemediğim insanlarda beklemediğim ruhlar vardı. Bana hep zarar vermeyi amaçlayan ruhlar.
--Niye onlardan yardım istemiyorsun?
--Etmezler... Onlar insanları gördükleri için hiçbir insana güvenmenin anlamsız olduğunu düşünürler.
--Bu kütüphaneyi yakında terk edeceğim. Burası artık yaşanılmaz bir yere dönüştü. İnsandan başkası buluyor burayı. Peki, neden o kitap? Hem o kitabın senin durumunla alakası ne?
--Ben bir saattir sana neyi anlatıyorum? Bana kötülük yapan bütün o insanları teker teker öldüreceğim diyorum sana.
--Senden böyle bir şey yapacağın beklemiyorum çünkü. Yav! Ben niye senle konuşuyorum. Sana çık git demedim mi?
Kız kalktı. Giderken arkasına dönerek saniyelerce adama baktı. Anlatmak istiyordu. Son ümidi olan bu adama sesini duyurmak istiyordu.
........
Alarmın sesiyle uyandı. Odasının her tarafını bir göz attı. Kızı görmeyince mutlu oldu. Sanki dünyaya gelişinin ilk ve son günüymüş gibi yatağından kalktı. Hepsinin bir kâbus olduğunu düşünmek istiyordu. Gerçek olsalar bile bu şekilde düşünmek zorundaydı. Yoksa delilerden bir farkı kalmayacaktı. Doktora başvurup en azından bir kişiye anlatmak istiyordu gördüklerini.
Kütüphaneden çıktı. İnsanlara bakarak yürüyordu. Kızın söylediği cümleler bir kulağından girip diğerinden çıkamıyordu. İnsanların gerçek yüzünü göremiyorsak nasıl iyi insan kötü insan diye ayırt edebileceğiz ki? Diye düşünerek yürüyordu erimeyen karların üstünden. Ve zihninde canlandırıyordu kızın o her şeyi anlatan gözlerini.
(...)
07.04.2025
Arzu KUREYŞİ
FACEBOOK YORUMLAR