Altan Çetin: Bir maarif hasbihalinden geriye kalanlar

Altan Çetin: Bir maarif hasbihalinden geriye kalanlar
29 Ocak 2021 - 14:10

Kış soğuk, karlı yüzü ile baharı içinde meknuz halde hükmünü sürüyordu. Havanın bu zorlayıcı hâli içinde düşünceleri kaynattığımız bir gölgelikte yine hasbihal çaydanlığı kaynayıp, manalar demlenmişti. İnsanı şahıs olmaktan şahsiyet olmaya taşıyan şeyi düşünüyorduk. Şahsiyet ile kabiliyet arasındaki o yeri sezmeye çalışıyorduk. İnsanın bilkuvve cevheri nasıl olur, ne ile olur da aşikâr olur hayata bilfiil katılırdı?

İstidatların fesada uğraması, erozyona uğraması yahut atıl kalması vatan toprağının ifsadı kadar belki ondan feci bir yıkım değil miydi? İşte burada Remzi Oğuz Beyefendi, “Bizim yükselme meselemiz; elimizde en büyük sermaye ve kuvvet olan “insanımız”ı çoğaltmaya, keyfiyetçe birinci sınıf insan haline getirmeye; bu insanları örnek bir insicamla birleştirmeye, bir kalmalarını temine bağlı. (Remzi Oğuz Arık, Türk Milliyetçiliği, İst., 1992, s. 71.)”, dedi. Sermaye kavramı yeniden bir mefhum kazandı. Millet çocuğu, evlad-ı vatanın imarı, keyfiyet kazanması ve birleşmesi davası ne azim bir işti. İnsanımız çoğaldıkça, nicelik arttıkça azalıyorsak buna ne demek lazımdı?

İnsanın şahsiyeti nerede teşekkül eder ki bu mahiyeti müdrik olsun ve hayata değer olsundu. İşte orada Tevfik Bey söze dâhil oldu: “Cemiyette, ferdi ahlaklı yapmak ve ahlaklı tutmak için gerekli ilk şartın hürriyet ve buna müstenit bir zihniyet ve anlayış, bir nizam olduğu malumdur. Ahlaklı insan, iyiyi, kötüyü kendi iradesi ile ayıran, hareketlerinin mesuliyetini müdrik, şahsiyet sahibi insandır. İnsanın şahsiyet ve irade sahibi olması için de, ilk şart elbette hürriyettir. Hür olmayan insanda nasıl irade arıyabiliriz? (Her yönüyle Tevfik İleri, Ankara, 1997, s. 133”), derken önümüzde ferahfeza dört gidiş-geliş bir yolu açıveriyordu. Akıl, ahlak ve adalet tecelli edecekse idraklerin hürriyet ile mücehhez olması ve bu irade ile hareket etmesi gereği maarif meselemize dair başka bir mecrayı da gözümüzün önüne getirivermişti.

İşte bunun üstüne Remzi Oğuz Bey “Bugün de gerçek milliyetçiler insanlığın eriştiği, erişmeyi hedef bildiği en ileri tekniği, en ileri yaşamayı memlekette yerleştirmeyi, memleketi iktisatça, teknikçe tek parça haline getirmeyi temsil etmiyor mu? (Remzi Oğuz, Arık, Türk Milliyetçiliği, İst., 1992, s. 57)”, deyince milliyetçiliğimizin ana davalarından gördüğü mesele de tecessüm ediverdi. Aşkınız kemal olsun dedim içimden, aşk olsun bu nazarla ve yolla insana bakmak o nesne değil de bir irade ve şahsiyet varlığı görmeden nitelikli eğitmenin imkânı var mıydı?

Remzi Oğuz Bey tam burada bana bakarak iç çekti ve “Üniversiteye girmeniz tesadüfle başlar: Hemen hemen hiç biriniz, istediğiniz ve kabiliyetli olduğunuz yere değil; elinize geçebilen yerlere takılmışsınız. Zekânızı kim ölçmüş, temayüllerinizi kim incelemiş, nerelerde kendinize ve bu memlekete daha verimli olacağınızı kim arayıp sormuştur? (Remzi Oğuz Arık, Türk Gençliğine, İst., 1968, s. 10)”, deyiverdi.

Başım önüme eğildi. Ailemin böyle bir meselesi olmuş muydu? Onlara bunu bir mesele olarak öğreten oldu muyduki? Verimli olmak için kabiliyetlerin niteliğe dönüşeceği yerde bir milli eğitim hayalimiz var mıydı? Okul öncesinden başlayarak insanımızı böyle bir meselenin konusu yaptık mı? Zeka, temayül ve verimlilik çerçeveli bir eğitim, maarif davamız olduğunu düşlerken Remzi Oğuz Bey ah eder gibi iç çekerek devam etti: “Türk’te sanatın dehasını aksettirecek olan insan, bir nahiyede silik bir müdür, yahut, bir kıtada iştahsız bir subaydır. Türkiye’de felsefeyi, edebiyatı yahut Türk şiir kabiliyetlerinin feyzini vatanımızda ve insanlığın içinde temsil edecek insan, Ziraat Fakültelerinde, yahut Sorbon’da Biyoloji Enstitüsünün sıralarında silinip gitmektedir. Yani, bu alanda da henüz “atın önünde et, itin önünde ot!” bulunmakta, et bir yerde, ot bir yerde çürümekte; hem at, hem it açlıktan ölmektedir. (Remzi Oğuz Arık, Türk Gençliğine, İsts., 1968, s. 10?”

Aynada adeta kendime bakıyordum. Bu bilge zekâların sözleri ile o kış içindeki baharın sesini duyurmuştum işte. Söz yükselmiş kuru gürültünün pazarı daralmıştı. Vatandaşı söz ile teshir etmeyi marifet bilmenin ötesinde milliyetçilik, vatanı sevmek insanına dair samimi, sağduyulu düşünmek ve amel ile bunu harekete geçirmek, daha ne olabilirdi?

Lakin bunun imkânı olacak ortam neydi? Nasıl bir cemiyet ve çevre bu neticeyi hâsıl edebilirdi? Bunun derdi ile çayımdan yudumlarken Tevfik Beyin sözleri yetişti: “Hürriyet, ferdin, şahsiyet olabilmesi yolunda kendi değer ve kabiliyetlerini inkişaf ettirmek için cemiyet hayatında bulunması gerekli imkânlara sahip olması şeklinde mütalaa edilebilir. Bu cemiyette, umumiyetle ferdin değer ve kabiliyetlerinin inkişafı için gerekli imkânlar varsa hürriyet var, yoksa hürriyet yoktur. Hürriyetin var olduğu bir cemiyette, ilim sanat, siyaset ve ticaret sahasında her çeşit kabiliyetin inkişafı için bütün kapılar açıktır. (Her yönüyle Tevfik İleri, Ankara, 1997, s. 133.)”

İşte hürriyet davasının merkezi ile maarif meselesi şimdi şahsiyette birleşmişti. Hürriyeti yaygara haline getiren özgürlük şamatacılarından darlanan zihnimde bir başka mefhum canlandı. İnsanın kabiliyetlerinin inkişafı onun en temel insan hakkı değil midir? Bir maarif bu dava üzerine yükselmeli değil midir? Hülasa şahıslar şahsiyet olmadıkça akıl, ahlak ve adalet, yayını bulamamış ok gibi atıl kalmaya mahkûm gibidir.

Hayat ve insanın imtizacında hürriyet ve maarif davaları üzerinden bir şahsiyet teşekkülü ile millete ve insanlığa fayda gayesi taşıyan bir insan keyfiyeti ile çoğalan bireylerin heyeti umumisinin insanlık için umut olacağı memuldür. Remzi Oğuz Arık ve Tevfik İleri Beylerin masasında maruzatımın hâsılası bir hasbihalin akıldaki ışıkları ile müsaade isteyip kalkarken o mütebessim simalardaki güzelliği de yanıma alarak karlar arasında göklerdeki rahmetin kurak topraklara nasıl düştüğünü düşünerek yoluma devam ettim.

Vesselam

Prof. Dr. Altan Çetin
KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi
kafkassam.com


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum