ALKIŞ - Prof. Dr. Öcal Oğuz
ALKIŞ
Sözlükler, bir şeyin beğenildiğini, onaylandığını anlatmak için el çırpma, iyiliğini isteme, yanında olduğunu gösterme olarak tanımlıyor ve eş ve yakın anlamlıları olarak da dua, münacat, niyaz ve gülbank kelimelerini veriyor.
Alkışın zıddı olan kargış ise; kötülüğünü isteme, karşısında olduğunu gösterme olarak tanımlanıyor, eş ve yakın anlamlıları olarak da beddua, ah, ilenç, lanet, telin ve intizar kelimeleri gösteriliyor.
Türkçe kökeniyle alkış ve kargış, yaygın kullanımıyla dua ve beddua, genel anlamda yalvarma, yakarma, tazarruda bulunma veya dilek dilemedir. Çaresize çare, dermansıza derman, yoksula imkân, zalime dizgin talebidir.
Alkış; sevgiyle, hayırla, güzellikle, iyilikle birileri veya kendisi için yakarıştır. Kargış ise; korkuyla, nefretle, öfkeyle, çaresizlikle ilenmedir. “Allah yardımcın olsun” duasında veya “elleri kurusun” bedduasında olduğu gibi taleplerinin muhatabı ilahi kudrettir.
Göktürk Kitabelerinden başlayarak Türk kültüründe bey olabilmek veya bu görevi sürdürebilmek için alkış almak ve kargışa uğramamak gerektiğine inanılırdı. Bunun için açları doyurmak, çıplakları giydirmek, çoğu zaman yoksul bir ihtiyar kılığında dolaşan Hızır’dan başlayarak sofra başında “bir ağzı dualının duasını almak” gerekirdi.
Alkışın zaman içinde birini veya bir şeyi beğenme, onaylama, takdir etme anlamıyla el çırpma biçimine dönüşmesi ise küresel bir jest oldu. Eski Türkçede “alkış almak” deyimi “hayır dua almak” anlamında iken günümüzde sanatçı-seyirci, konuşmacı-dinleyici veya yapıcı-onaylayıcı arasında beğenmeye dayalı bir etkileşime dönüştü.
Çok beğenmenin göstergesi olarak “alkış kopmak” veya “alkış tufanı kopmak” deyimleri ortaya çıktı. Bu anlamıyla “alkış toplamak” beğenilmek, “alkış tutmak” ise beğenmek ve onaylamak anlamı kazandı.
Dua anlamındaki alkış yeni kentli toplumda beğenme jesti olarak küreselleşip yaygınlaşınca, beddua demek olan kargış, bu jest ve tavır ekseninde kendine fazla yer bulamadı. Belki anlatılan, söylenen veya icra edilen karşısında tepkisiz kalmak, “yuh çekmek” veya çekip gitmek gibi protesto davranışları yeni tip kargış olarak okunabilir.
Folklorik derleme ve araştırmalar, alkış ve kargışın öteden beri sözlü kültür içinde var olanlarının kullanımı yanında günümüzde de üretilmeye devam ettiğini göstermektedir. Hatta oransal olarak bedduaların bir hayli fazla olduğunu söyleyenler de vardır.
Eskiler, mazlumun, güçsüzün, fakirin, yaşlının alkış veya kargışının Tanrı katında makbul olduğuna inanırlardı. Kanaatkâr esnafın, vicdanlı alacaklının “kiminin parası, kiminin duası” demesi bundandı. Tabir yerindeyse Türk dünyasının Homer’i ve görkemli desten söyleyicisi Dede Korkut’a göre “bir ağzı dualının duasını almak” pek çok sorunun çözümüne giden yolu açardı.
Her namaz sonrası, her uyku öncesi eller duaya açılır; bir tas su verene “su gibi aziz ol”; bayramda seyranda ziyaret edene “daim bu günlere yet” diye dua edilir. Doğdu görmede “ömrü uzun olsun”; cenazede “mekânı cennet olsun”; savaşta “ordumuz muzaffer olsun”; barışta “dostluğumuz daim olsun” duası vardır.
Bektaşi’den Mevlevi’ye yeniçeriden mehtere yaygın bir alkış türü olan gülbanklarda “vakitler hayrola/hayırlar feth ola/şerler defola/müminler saf ola/münafıklar berbat ola” diye dua edilir. Gülbanklarda olduğu gibi mevlitten kandile, bayramdan şölene pek çok toplantının yemek duasında ve askerin "Tanrımıza hamd olsun, milletimiz var olsun” dediği sofra duasında, kişiden çok toplumun iyiliği, esenliği söz konusudur.
“Yer gök dua ile ayakta durur” inancıyla gül veya dilek ağacına bağlanan bezlerde veya yazılıp suya atılan kâğıtlarda kim bilir insana “Allah’ım kabul et” veya “olmayacak duaya âmin denilmez” dedirten cinsten ne dualar, ne talepler vardır.
Eskilerin dilinde sevginin göstergesi sevilene alkıştı. Necdet Tokatlıoğlu’nun “gitmesin gözlerinden pırıl pırıl arzular/eksilmesin yüzünden o tebessüm o bahar/Tanrım seni korusun kem gözlerden saklasın/ağartmasın saçını şu gecen zalim yıllar” mısraları böyledir. Vefasız sevgiliye ise, Mihri Hatun’un “beddua etmezem amma ki Huda'dan dilerim/bir senin gibi cefakâra hevadar olasın” mısralarındaki gibi en fazla “layığını bulasın” diye beddua edilirdi.
Karşılık görmeyen eski kara sevdalıların, platonik âşıkların “dilerim Tanrı’dan gülmesin yüzün” diye başlayan beddua şarkıları, günümüzün saldıran, öldüren canilerinin yanında “sen sağ ben selamet” diyen dua sayılmalıdır. Saplantılı âşıkların veya takıntılı eski eşlerin dilinden duyulacak “artık ne duamsın ne bedduam” sözü, hayatı tehdit altında olana herhâlde “ömrün uzun olsun” alkışı gibi gelecektir.
Yananın, yalvaranın, haksızlığa uğrayanın, çaresiz kalanın hele oğlundan kızından, yakınından yöresinden zulüm görenin “dilerim Allah’tan…” diye başlayan ahının tuttuğuna inanılır, işi bir türlü yolunda gitmeyene “beddua sinmiş”, “beddua almış” veya “beddualı” denirdi.
Bu nedenle, “haksız beddua döner sizi bulur” hadisinde Peygamberimizin buyurduğu gibi, yerli yersiz beddua etmek, ilenmek de hoş karşılanmaz, “yağlı kurşunlara gelesin” şeklinde olura olmaza kargış verenler “hayır dile komşuna, hayır gele başına” diye uyarılırdı. Haksız yere beddua edene son söz olarak “köpeğin duası kabul olsa, gökten kemik yağardı” atasözü hatırlatılırdı.
Fıkra bu ya, Nasreddin Hoca’ya Allah doksan dokuz altın vermiş, Hoca “ille yüz isterim” diye direnirken kan ter içinde uyanmış. Bakmış ki etrafta değil doksan dokuz bir altın bile yok, o zaman açmış ellerini yummuş gözlerini “verdiğine razıyım Allah’ım” diye duaya başlamış.
Baba erenler camide “Allah’ım akşam soframa para isterim” diye dua ederken yan tarafta “Allah’ım çok para ver, zengin olayım” diyen biri “al şu parayı da git yanımdan, dikkatimi dağıtıyorsun” diye çıkışmış. Baba erenler parayı almış ve “Allah’ım duamı ne kadar çabuk kabul ettin” diyerek adamın yanından uzaklaşmış.
Kültürümüzde borçluyu borcundan kurtarmak önemli bir alkış vesilesidir. “Borçlunun duacısı alacaklısıdır” atasözünden başlayarak borç-alacak konusundaki alkış ve kargışlar toplansa, belki de veresiye defterlerinden veya haciz evrakından daha kalın bir kitap olurdu.
Sanırım eskiler, alkış ile kargış arasındaki orta yolu, kula dönüp “layığını versin”, Allah’a seslenip “bildiğin gibi yap” deyip susmakta veya kişiyi “Allah az verip gezdirsin, çok verip azdırsın” diye çetin bir sınavla baş başa bırakmakta bulmuşlar.
Prof. Dr. Öcal Oğuz
FACEBOOK YORUMLAR