Alaattin Karaca: Peyami Safa'yı özgün kılan ne?
Kanaatimce Peyami Safa, Türk edebiyatında mutlakçı bilim anlayışını, ruh-beden çatışmasını deşeleyen, bu bağlamda psikoloji ve felsefeyle yakından ilgilenen yegâne yazarlardan biriydi. Belli ki evreni ve varlığı sadece madde olarak ve beş duyuyla idrak eden materyalist dünya görüşü -bilimiyle, psikolojik teorileriyle, ideolojileriyle- onu tatmin etmiyordu. Tıpkı “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu”nun (Nebioğlu Yayınevi, 1949) başkahramanı Ferit gibi. Yoksa Ferid mi, demek lâzım? “Hamid’in âharı ömrümüzde ismimizin sonuna bir ‘it’ taktılar” dediği gibi. Hasılı “bugünkü imlâda fonetik yok fonetik…” (s. 17)
Neyse asıl konudan sapmayayım… Özellikle “Yalnızız”, “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu” ve “Bir Tereddüdün Romanı” gibi eserlerinde Safa, insan ruhunun çalkantılı, karmaşık, meçhul ve karanlık dehlizlerinde dolaşması itibarıyla edebiyatımızda müstesna bir yere sahiptir. İnsanı ve toplumu sadece maddî bir varlık olarak gören ve bedensel ihtiyaçlarıyla açıklamaya çalışan Toplumcu Gerçekçilere karşı, meselâ “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu”nda aklın ve bilimin izah edemeyeceği birtakım olağanüstü olayları, halüsinasyonları ve psikolojik hâlleri arka arkaya sıralayarak, Türk romanında inşâcı çizginin dışına çıkar. Ferit, psikolojik, felsefî ve sosyolojik anlamda yaşadığı ‘entelektüel kriz’le romanımızdaki alışılmış kahramanlardan ayrılır. Yeri gelmişken belirteyim; Necip Fazıl’ın şiirlerinde de vardır böyle bir kriz. Belli ki Safa ve Kısakürek bu bakımdan benzer mizaç ve eğilimlere sahip. Ama Safa’nın kahramanlarının buhranı daha geniş, daha derin ve şiddetli. Bunu açık bir şekilde Ferit’le “Çile” şiirindeki özneleri karşılaştırarak görebiliriz. Belki de bu, roman türünün şiire göre daha geniş bir imkâna sahip oluşuyla açıklanabilir. Ben sadece iki şahsiyet arasındaki benzerliğe dikkat çekmek istedim. Karşılaştırma ayrı bir çalışmayı gerektiriyor.
Ferit demiştim… Onu Türk romanının egemen çizgisinden ayıran, yaşadığı entelektüel krizdir. Genç adam Selma’ya olan aşkı dolayısıyla aşkı derinlemesine sorgular. Bir ara aşkla arzu arasında âdeta çarmıha gerilir. Romanın başında sık sık gördüğü çıplak kadın hayaleti onu arzuya, şehvete çekerken, Matmazel Noraliya ile aşka, sonsuzluğa ulaşır. Bu tür tereddütler Ferit’te roman boyunca devam eder. Gördüğü halüsinasyonlar, Zehra’nın olağanüstü idraki ve geleceğe yönelik sezgileri onda bilimin ve aklın açıklayamayacağı bir gerçekliğin de bulunduğu kanaati doğurur. Eserde Vafi Bey’in pansiyonu bu bakımdan âdeta karanlık ama türlü ruh hâllerini bir arada toplayan laboratuvara benzer. Eda Hanım, Zehra, esrarkeş Tosun, Fatma ve tabii ki Ferit, kökleri derinlerde ve gizli birtakım ruhsal çalkantılar yaşayan psikolojik karakterlerdir. İnsanların genetik yolla tevarüs ettikleri hâller, çocukluk, ebeveynin etkisi, cinsel arzular, her bir karakter vasıtasıyla yoğun bir şekilde dile getirilir. Yazar, korkuların, vehimlerin, arzuların arkasındaki olgulara işaret eder. Böylece ruhun meçhul ve karanlık diplerini yoklar, varlığın bir de metafizik cephesinin bulunduğuna işaret eder ve bu bağlamda “bir laboratuvarın duvarlar ile çevrili” (s. 229) pozitivizmi, zamanımızın “kışla disiplini ile kilise taassubunu birleştir[en]” “üniformalı ilmi”ni (s. 227) sorgular, “beş duyu ilmi”nin (s. 228) kimi olay ve durumları açıklamakta yetersiz kaldığına işaret eder.
Roman bu yapısıyla “yerli ve millî”yim diye haykırmaz, “kültürel iktidar” kaygısı da taşımaz. Bir Dostoyevski, bir Tolstoy, bir Sartre, bir Camus gibi insan denen varlığın gerçek arayışını, bu arayışta yaşadığı çileyi, tereddütleri ve vehimleri anlatır.
Öyle değil mi? Hepimiz bir cenderede kıvranmıyor muyuz ve o sonsuzluğun daha birinci aşamasında idrakimizin soluğu kesilmiyor mu?
https://www.karar.com/yazarlar
FACEBOOK YORUMLAR