Abdullah Utaybi: Nükleer anlaşma ve radikalizmin yükselişi

Abdullah Utaybi: Nükleer anlaşma ve radikalizmin yükselişi
21 Şubat 2021 - 18:41

Radikaller hastalanıp zayıflar ama ölmezler. Tarih ve mantık basitçe bunu söyler. Nitekim Avrupalı radikalizm sona ermedi, halen destekçileri ve yandaşları var. İnsanlığın ilerlemesine ve derin farkındalığına rağmen, bugün tarihin sınırlarında olsa bile, yok olmadı.

Ortadoğu’da ve dünyada İslam ile ilişkilendirilen radikaller de sona ermedi. Ömürleri görece kısa olsa da yenileniyorlar ve yaşanan gerçeklikte her yeni geleninin varlığı seleflerinden daha da güçlü oluyor. Bazı Arap ülkelerinde gruplarının ve örgütlerinin terörist tasnif edilmesiyle radikalizmin sona erdiğini düşünenler var, ama maalesef durum böyle değil.

Eski ABD başkanı Barack Obama’nın bu konuda şöyle bir düşüncesi vardı; radikalizmle mücadele etmenin bir yararı yok, dolayısıyla radikal gruplarla ittifak kurmak daha iyidir. Nitekim sözde Arap Baharı’nda böyle yaptı. Müslüman Kardeşler ile ittifak yaptı. Arap ülkelerinde radikallerin iktidara ulaşmalarını destekledi veya İran’ın teokratik rejimi ile imzaladığı nükleer anlaşma gibi onlarla uzlaştı.

ABD yönetiminin daha geniş bir yaygınlığa sahip radikal grupların yanı sıra açıkça terörist olan grupları terörist olarak tanımlamayı reddeden tutumları, radikalizmin yeniden yükselişinin işaretini veriyor. Adı terör örgütü listesinden çıkarılan Yemen’deki Husi milislerine yönelik tutumu buna örnek olarak verilebilir. Bunun arkasında yukarıda bahsettiğimiz yönelime (Radikalizmle ittifak) dair bir teori ve vizyon cephanesi olmasaydı, bu tutumun benimsenmesini gerektiren pratik ihtiyaçlar anlayışla karşılanabilirdi. Ne var ki olayların yoğunlaşması ve hızları çelişkileri görmeyi kolaylaştırıyor. İran rejimi korkuyor ama utanmıyor. Eski ABD başkanı Trump döneminde korktuğu için, yalnızca gözlemliyor ve terör eylemleri gerçekleştiğinde alenen ve hemen sorumluluğunu reddediyordu. Sünni ve Şii olsun kendisine bağlı terör gruplarına sakin ve dikkatli olma direktifi veriyordu. Ancak ABD yönetimi değişir değişmez, cezalandırılmayacağından emin olunca iyice şımaran çocuklar gibi, bir terör pazarı kurdu ve yıkımı yaymaya başladı. Balistik füzelerini, insansız hava araçlarını ve her yerde milislerini harekete geçirdi. Nükleer silah programını hızlandırdı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) müfettişlerinin kendilerine verilen görevi yerine getirmelerini engellemekle övündü. Öte yandan, yönetimin değişmesiyle ABD ve Avrupa ülkelerinin İran rejimine gönderdikleri siyasi mesajların rolü de büyüdü. Avrupa ülkeleri ABD ile İran arasında arabuluculuk konusunda birbirleriyle yarışmaya başladılar. Sanki bu kötü ve kusurlu anlaşma bölge ve dünyanın tek can simidi ve İran rejimi de bu can simidinin tek sahibiymiş gibi, nükleer anlaşmanın herhangi bir form ve biçimde restorasyonu için baskı yapar oldular. Hatta çeşitli koşullar nedeniyle bu ülkelerden bazıları adeta bunun için adeta yalvarıp yakarıyor.

Batılı ülkeler, toplumlarına ve siyasi kurumlarına on yıllar içinde nüfuz eden köktendinciliğe hoşgörü göstermelerinin bedelini gelecekte ödeyecekler. Daha önce Fransa’nın keşfettiği gibi bu hoşgörü ve gevşekliğin tehlikesini daha sonra fark edecekler. Batılı ülkeler için tehlike Arap ülkelerine yönelik tehlikeden daha büyük hale geldi, çünkü Müslüman radikal grupların ağırlık merkezi artık Arap ülkeleri değil, bu ülkelere kaydı.

ABD ve Avrupa ülkelerinden, İran nükleer tehlikesinden, terörü desteklemenin tehlikelerinden, silahlı ve mezhepçi milis grupların yayılmasının risklerinden söz eden, az da olsa Arap ülkelerinin iç işlerine karışmasına değinen aklı başında açıklamalar geldiği doğru. Ancak bunlar daha çok göz boyamaya yönelik açıklamalar. Bu tecrübeyle sabittir. Meşum nükleer anlaşma imzalanmadan önce de daha sonra yaşanacak felaketi kamufle etmeye çalışan bu tür açıklamalar dolaşımdaydı. Bunlar yakın bir zamanda yaşandı ve ayrıntıları hala hafızalarda.

İster kurumlar ister devletlerden gelsin Batılı açıklamaların hepsi aynı yönde ilerliyor. UAEA, daha önce olduğu gibi bazı İran tesislerinde uranyum bulduktan sonra “sert” bir rapor hazırlayacak. Tahran’ın ihlallerinden dolayı endişeli olsa da Almanya Şansölyesi Merkel, nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması konusunda en istekli liderlerden biri görünüyor. Beyaz Saray, ABD yönetiminin Avrupa ile görüşmeden önce İran rejimine yönelik yaptırımları kaldırmayı “planlamadığını” söylüyor. İngiltere Dışişleri Bakanı, “Batı, Tahran’ın ihlallerini görmezden gelmeye hazır olduğuna dair sinyaller göndermemeli” diyor.

Bunlar aslında hiçbir şey söylemeyen açıklamalardan hızlıca verdiğimiz sadece birkaç örnek. Batı ülkelerinin İran rejimiyle başa çıkma konusunda ne kadar ciddi olduklarını, durum hiçbir şekilde öyle olmamasına rağmen, kararlı bir siyasi tutum olduğu izlenimi vermek için nasıl bazı kelime oyunlarına başvurulduğunu gösteren bunlar gibi pek çok örnek var.

İran rejiminin düşmanca politikalarına karşı sağlam ve kararlı bir duruşa sahip olmadıkça Batılı ülkeler, kötülüğü ortadan kaldırmak değil, ertelemekten başka bir şey yapmamış olacaklar. İmzalanan nükleer anlaşmadaki en büyük kusur, İran’ın balistik füzelerini ve Arap ülkelerine müdahalelerini göz ardı etmesiydi. Şimdi de Batı, İran’a bu iki konuda yükümlülükler dayatmaktan ziyade onunla görüşme telaşında görünüyor. Oysa bu konular çok önemli.

İran’ın bugün açıklamaları ve sahada yaptıklarıyla amaçladığı tek şey, Trump yönetiminin kendisine uyguladığı ve İran rejimi için gerçek sorunlara neden olan sert yaptırımlardan olabildiğince çabuk kurtulmaya çalışmak. Görünüşe göre ABD de buna baştan hazır. Diğer yandan, yaptırımların kısmen de olsa kaldırılmasının İran’a gerçek taahhütlerde bulunmaksızın müzakereleri yıllarca uzatması için bir çıkış yolu sağlayacağı aşikar.

İster Şii ister Sünni olsun çağdaş köktendincilik, İran rejimiyle bağlantılı. Terörizmin gerçek kökü olan Müslüman Kardeşler ve siyasi İslam grupları, bu rejimle tam anlamıyla müttefik. Dolayısıyla, önümüzdeki aşama bu köktendinciliğin yeniden canlanmasına ve yükselişine tanık olacak. Dünya kendisiyle gerçekten başa çıkma gücü bulamadan, bu radikalizmin yükselişi izlemek ve takip etmek zorunda kalacak.

ABD yönetiminde yeni atanan isimler, mevkiler ve dosyalar listesi, İran rejimine karşı eski pozisyona geri dönme çabasını gösteriyor. Bireyler değişebilir, ancak aleni ve belirli bir retoriği olan gruplar değişmez. Bu grupları yöneten politik eğilimleri ve vizyonları bilmek, onları süslemeye veya küçümsemeye çalışmadan olduğu gibi ele almak daha iyidir. Çünkü tek başına bu, yaklaşan pozisyonlar ve politikalarla yüzleşmenin, gerekli ve hayati çıkarları korumaya yönelik ciddi çabaların başarısını kontrol edendir.

Batılı müttefiklerle ilişkiler uzun yıllar boyunca gerginlikler, tartışmalar, anlaşmalar ve ihtilaflarla geçti. Siyasette durum her zaman böyleydi ve gelecekte de böyle olmaya devam edecek. Müttefiklerin çıkarları farklı, öncelikleri ayrı olabilir. Sahada yeni bir gerçeklik ve çeşitli kartlar, uluslararası güçlerin de farklı yönelimleri ve stratejileri var. Gelecek tüm seçeneklere açık.

Son olarak, ABD Başkanı Joe Biden Cuma günü Münih Güvenlik Konferansı’nda ABD’nin İran’ın istikrarsızlaştırıcı faaliyetleriyle başa çıkmak için dünyanın büyük güçleriyle birlikte çalışması gerektiğini söyledi. Bu iyi bir gelişme, geriye sahneyi daha ayrıntılı bir şekilde görmek için Biden’ın bahsettiği bu başa çıkma çalışmalarının nasıl yürütüleceğini bilmek kalıyor.

Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
şarkulavsat
https://kafkassam.com/
https://kafkassam.com/abdullah-utaybi-nukleer-anlasma-ve-radikalizmin-yukselisi.html


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum