100. YILINDA ERZURUM KONGRESİ (23 TEMMUZ-7 AĞUSTOS 1919) Ali GÜLER

100. YILINDA ERZURUM KONGRESİ (23 TEMMUZ-7 AĞUSTOS 1919) Ali GÜLER
30 Ağustos 2019 - 03:48 - Güncelleme: 30 Ağustos 2019 - 04:23

100. YILI100. YILINDA ERZURUM KONGRESİ (23 TEMMUZ-7 AĞUSTOS 1919)

Birinci Dünya Savaşı sırasında Anadolu’nun Doğu bölgesi çetin savaşlara sahne olmuş ve düşman orduları istilasına maruz kalmış, orduların ilerleme ve gerileme hareketleri ve Ermeni katliamları ile bölgenin Türk halkı, tam manasıyla harp felaketinin bütün acılarını çekmiştir. Erzurum, Doğu bölgesindeki stratejik ve jeopolitik konumundan dolayı tarih boyunca daima önemli bir merkez olmuştur. XI. Yüzyıldan itibaren Türk medeniyetinin mimari eserleriyle karakteristik bir Türk kimliği kazanan şehir, çevresindeki tabyalarıyla askeri savunma sisteminin de aşılmaz kalesi haline gelmiştir. Erzurum, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, milli kurtuluş hareketinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de temelinin atıldığı yer olmuştur.

Nitekim, Mondros Mütarekesi’nin 24. maddesine karşı teşkilatlanan ve İstanbul’da kurulmuş olan “Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa- i Hukuku-u Milliye Cemiyeti”nin, tabii merkezi olan Erzurum’da faaliyete geçmesi, Türkiye’nin bölünmesine ve istilasına karşı direnmenin temel örneklerinden biridir. Başlangıçta bölgede bir “Ermenistan Devleti” nin oluşturulmasına engel olmak düşüncesi ile “bölgesel” bir kurtuluş amaçlanmış; sonradan Kuzeydoğu Karadeniz Bölgesi’nde Rumların “Pontus Devleti” kurma faaliyetlerinin engellenmesi düşüncesi ile bu amaç kısmen genişletilmiş; nihayet bölgedeki Kürt aşiretleri üzerinde İngiltere’nin yürüttüğü “ayrılıkçı Kürtçü” propagandaların önünün alınarak milli birlik ve bütünlüğün sağlanması hedeflenmiştir.

TEHDİTLER NELERDİ? Mütareke döneminde bölge açısından ilk tehdit, Vilâyât-ı Sitte’de bir Ermeni Devleti kurulması idi. Çünkü Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim 1918), “Vilâyât-ı Sitte’de iğtişaş (karışıklık) zuhurunda mezkur vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri muhafaza ederler” şeklindeki 24. maddesi, ilk İngiliz teklifinde ve Mütareke’nin İngilizce metninde “Ermeni Vilâyât-ı Sittesi” olarak kaydedilmiş idi. Bu altı vilayet, Erzurum, Van, Bitlis, Harput, Diyarbakır ve Sivas idi. Bu suretle Anadolu’nun bu bölgesinde, İtilaf Devletleri savaş öncesindeki çalışmaların devamı şeklinde bir “Türkiye Ermenistan Devleti” kurmak istemekteydiler.

Bölgeyi yakından ilgilendiren ikinci önemli tehdit ise, Yunanistan ve İtilaf Devletleri tarafından da desteklenen Rumların Kuzeydoğu Karadeniz Bölgesi’nde Trabzon merkez olmak üzere bir “Pontus Devleti” kurma düşüncesi ve faaliyetleri idi. Temeli 1840 yılında Merzifon Amerikan Koleji’nde okuyan Rumlar tarafından atılan ve Mütareke Dönemi’nde silahlı Rum-Yunan terör örgütleri içinde en güçlüsü olan Pontus Cemiyeti’nin organize ettiği çalışmalar adeta bir isyan haline ulaşmış bulunuyordu.

Doğu Anadolu bakımından üçüncü önemli tehdit ise, başlangıçta Rusya; bu dönemde ise Musul petrolleri üzerindeki emellerinden dolayı İngiltere tarafından organize edilen “ayrılıkçı Kürtçülük hareketleri” idi. Merkezi İstanbul’da olan ve daha sonra Elazığ, Malatya, Diyarbakır (Kürt Kulübü) ve Muş’ta şubeler açan Kürdistan Teali ve Terakki Cemiyeti başta olmak üzere, Kürt Milliyet Fırkası, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti, Kürt Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti (1919 yılı başları), İstanbul Kürt Kadınlar Cemiyeti, Kürt Milli Fırkası, Kürt Hoybon Cemiyeti gibi cemiyetler bağımsız bir “Kürdistan Devleti” kurulması için çalışmalar yapıyorlardı. Yine Mütareke yıllarında “Hevi Kürt Talebe Cemiyeti”nin yeniden teşkilatlandığı ve Türkçe-Kürtçe “Yekbun” adıyla bir gazete çıkardığı görülmektedir.

Bilindiği gibi, Atatürk Nutuk’un başında “vaziyet ve manzara-i umumiye”yi anlatırken bölgeye yönelik bu üç tehdit hakkında ayrıntılı ve belgesel bilgiler vermektedir. Hem Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin İstanbul merkezi, hem de cemiyetin Erzurum şubesinin beyannamelerinden örnekler vererek “Ermenistan” tehdidine dikkat çekmektedir: “...Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’ni vücuda getiren sebep ve endişe, Vilâyât-ı Şarkiye’nin Ermenistan’a verilmesi ihtimali oluyor... Binaenaleyh cemiyet, aynı esbap ve vesaitle (sebepler ve vasıtalarla) mücehhez (donanmış) olarak hukuk-ı milliye ve tarihiyeyi (tarihi ve milli hakları) müdafaaya çalışıyor...”

Atatürk aynı yerde “Pontus” tehdidi ile ilgili olarak da şunları söylüyor: “... Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde teşekkül etmiş ve İstanbul’daki merkeze merbut (bağlı) Pontus Cemiyeti sühuletle ve muvaffakiyetle (kolaylıkla ve başarıyla) çalışıyor... Karadeniz’e sahil olan mıntıkalarda da, bir Rum Pontus hükümeti vücuda getirileceği korkusu vardı. İslâm ahaliyi, Rumların boyunduruğu altında bırakmayıp, hakk-ı beka (var oluş hakları) ve mevcudiyetlerini muhafaza (varlıklarını koruma) gayesiyle, Trabzon’da da bazı zevat (kişiler) ayrıca bir cemiyet teşkil eylemişlerdi...”

Ayrılıkçı Kürtçü hareketleri ise Atatürk; “Vücuda gelmeğe başlayan bu teşekküllerden (kuruluşlardan) başka, memleket dahilinde daha birtakım teşebbüsler ve teşekküller de vukua gelmişti. Ezcümle Diyarbekir, Bitlis, Elâziz vilayetlerinde, İstanbul’dan idare olunan Kürt Teali Cemiyeti vardı. Bu cemiyetin maksadı, ecnebi taht-ı himayesinde (koruması altında), bir Kürt hükümeti vücuda getirmekti...” şeklinde açıklamaktadır.

Bölgedeki Türk varlığını tehdit eden çalışmalar ve hassas durum, o sırada merkezi Erzurum’da bulunan 15. Kolordu’nun Komutanı Kazım Karabekir Paşa tarafından da dile getirilmiştir. Kazım Karabekir, 30 Temmuz 1919’da “Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in hükümet kararlarına aykırı faaliyetlerden dolayı hemen yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri” ni isteyen Harbiye Nazırı Nazım imzalı bir yazıya 1 Ağustos 1919’da verdiği cevapta İstanbul Hükümeti’nin dikkatini şu şekilde çekiyordu: “... Pontus hükümeti teşkili hülyasıyla Trabzon ve Samsun havalisine muhacir (göçmen) sıfatıyla akın akın silahlı Rum çeteleri çıktığı ve Ermenilerin Büyük Ermenistan hayalini besledikleri ve hudutlarımıza kadar her türlü kötülüğü yapmakta ve Sivas’a diye feryada devam ettikleri ve itilaf mensuplarının da bunlara gizli açık her türlü yardımda bulundukları herkesçe bilinmekte... Bilhassa tehlikeyi pek yakın gören ve namus ile hayatın korunması endişesi ile çırpınan bu mıntıka halkında pek haklı olarak Ermeni ve Rumların, İzmir gibi buraları da işgal edeceği ve bütün Müslümanların ayaklar altında çiğneneceği kanaati oluşturmuştur...”

MİLLİ DİRENİŞİN ÖRGÜTLENMESİ

Mondros Mütarekesi’ni izleyen günlerde, bütün bu tehditlerin, uluslararası siyasi alanda hukukileştirilmesi çabaları ve fiili durum yaratma gayretleri de olanca hızı ile devam ediyordu. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasını müteakiben 200 kişilik bir İngiliz müfrezesi Samsun’a çıkmış, İngilizler ayrıca Urfa’yı, İtalyanlar Antalya’yı işgal etmişlerdi. İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Rum, Ermeni örgütleri ve Kürtçü teşkilatlar ülkenin parçalanması yolunda büyük bir çaba sarfetmeye başlamışlardı. Paris Barış Konferansı’nda ise son “taksim” (parçalama ve paylaşma) projeleri görüşülmüş ve 30 Mart 1919 tarihinde “Ermenistan, Kürdistan, İtalyan bölgesi, Fransız bölgesi, İngiliz bölgesi” yanında “İzmir ve civarının da Yunanlılara verilmesi” prensip olarak kabul görmüştü. “Karadeniz bölgesinde Pontus, Doğu Anadolu’da ise Ermeni çetelerinin faaliyetleri” esasen fiilen başlamış idi.

Kaynak: ATASE Daire Başkanlığı Arşivi, İSH; Klasör: 2708,
Dosya: 1, Fihrist: 4 (1). Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Yıl:
56, Sayı: 120 (Nisan 2007),
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2007, belgenin tıpkıbasımı:

s. 411-412, belgenin çevrim yazısı: s. 413-414.

Mustafa Kemal Paşa, vatandaşın, daha çok yakın tehdidi algıladığı yerlerde oluşturduğu bütün dernekleri Havza Tamimi ile “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” isimleri ile yurdun her tarafına yaymıştır. Bu derneklerin tamamı Sivas Kongresi’nde “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” adı ile birleştirilmiştir.

MÜTAREKE hükümleri aleyhinde olarak 1 Kasım’da Musul’daki İngiliz ileri harekâtıyla başlayan işgaller yurdun her tarafına kısa sürede yayılmıştır. Elbette bu işgaller sadece Arap Yarımadası’nın değil Anadolu ve Trakya’nın da paylaşılacağı, buralarda “Ermenistan”, “Kürdistan” ve “Pontus” gibi isimlerle yeni devletler kurulacağı şeklindeki haberler ve bu konudaki gelişmeler karşısında bütün bunları engellemek zorunluluğunu hisseden Türk milleti, çeşitli adlarla (daha çok “Redd-i İlhak”) dernekler kurarak örgütlenmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa, vatandaşın daha çok yakın tehdidi algıladığı ve hissettiği yerlerde oluşturduğu bütün bu dernekleri Havza Tamimi ile “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” isimleri ile yurdun her tarafına yaymıştır. Bu derneklerin tamamı Sivas Kongresi’nde “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” adı ile birleştirilecek, aynı amaca yönelik olarak; yani işgale karşı mücadele vizyonuna yönlendirilecektir.

Bu dernekler, o zaman yaygın bir isimle “kongreler” toplayarak bölgelerinde işgallere karşı neler yapılabileceğini görüşmeye başlamışlardır. Yerel kongreler, meşru bir zemin olarak milletin işgalleri kabul etmeyeceğini ve bağımsızlığı için mücadele edeceğini ortaya koymak ve bu iradeyi Dünya’ya göstermek açısından son derece önemli idi. Bunlar bölgesel olarak beş başlık altında toplanabilir:

1. Kars-Ardahan-Oltu Kongreleri: 5 Kasım 1918-21 Şubat 1920 
2. Trakya Kongreleri: Trakya Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi’nin düzenlediği kongreler: 7 Kasım 1918-14 Mayıs 1920 
3. Doğu Anadolu Kongreleri: Trabzon Muhafaza- i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin (13 Şubat 1919) ve Vilayât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin Erzurum İl Kongresi (17-21 Haziran 1919) ile Başlayıp Erzurum Bölgesel (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) ve Sivas Genel Kongreleri (4-11 Eylül) ile devam eden kongreler. 
4. Batı Anadolu Kongreleri: İzmir Müdafaa- i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’nin İzmir Kongresi (17-19 Mart 1919) ile başlayan ve Harekât-ı Milliye Redd-i İlhak adı altında, Balıkesir, Alaşehir ve Nazilli Kongreleri ile devam edip Afyon Kongresi (2 Ağustos 1920) ile sona eren kongreler.

Bu kongreler ve kuruluşlar başlangıçta yerel ve bölgesel olsa da Türk Kurtuluş Savaşı tarihinde bireysellikten toplumsallığa; yerelden milliliğe yönelmede ilk adımı oluşturmuşlardır. Kongrelerde seçilen ve teşkilatların üst tabakasını oluşturan yöneticiler, tüm karar alma noktalarında etkin görevler üstlenmişlerdir. Kongreyi oluşturan delegelerin katıldıkları genel kurullar aynı zamanda bir yasama organı gibi işlemekte, burada bağlayıcı hükümler içeren yönetmelikler yapılmakta, vergiler konmakta, belli doğumlular silah altına alınarak askeri birlikler oluşturulmakta (Kuva-yı Milliye) ve komutanlar atanmaktadır.

Kongre denilen genel kurullarda seçilen ve “Merkez Heyeti, Milli Heyet veya Temsilciler Heyeti (Heyet-i Temsiliye) vs. isimler verilen kurullar ise “yürütme/icra” görevini üstlenmektedirler. Bu yapılar ile kongrelerin “temsili demokrasi” ilkesi çerçevesinde örgütlendikleri görülmektedir. Bu nedenle Bülent Tanör gibi bazı araştırmacılar bu kongrelerin kullandıkları yetkileri “demokratik iktidarlar dizisi” (Yerel Kongre İktidarları) olarak ifade etmektedirler. Elbette bu süreci TBMM’nin açılışına doğru evrilen süreç bakımından “irade- i milliye, hâkimiyet-i milliye” yani millet iradesinin yönetime yansıması olarak görmek lazımdır. Bu kongre kararları ve yapılan örgütsel çalışmaların meşruiyet kaynağının millet olduğu ve hukukiliğinin de bu meşruiyetten kaynakladığı görülmektedir.

KARADENİZ SAHİLLERİNDE PONTUS HAYALİ

Mütârekenin akdini müteakip gittikçe artan ahd-şikenâne muâmelât ve İzmir, Antalya, Adana ve havalisi gibi aksam-ı mühimme- i memâlikimizi fiilen işgale ve Aydın vilâyetinde îka edilen tahammülsüz Yunan fecâyii ve Ermenilerin Kafkasya dâhilinde hudutlarımıza kadar dayanan katliam ve imha-yı İslâm siyaseti ile istilâ hazırlıkları ve Karadeniz sahilinde Pontus hayalini tahakkuk ettirmek gayesi ile hazırlıklar yapılması ve sırf bu maksatla Rusya sahillerinden akın akın muhâcir namı altında gelen bayağı Rumların ve bu meyanda müsellâh eşkıya çetelerinin sevk ü celb edilmesi gibi hâdisât karşısında mukaddes vatanın inkisâm ve inhilâl tehlikesini gören milletimiz hiçbir irade-i milliyeye istinat etmeyen hükûmet-i merkeziyemizin bu âlâm ve fecâyiie çâre- sâz olamayacağına emsal-i meşumesiyle kânî ve bir çok müessirât tahtında ihtimâl ki daha elim ve gayr-ı kabil hazm ü kabul mukarrerâta serfürû edeceğinden tamamiyle endiş-nâk bulunuyor, binaenaleyh kendisini en yakın ve en hûn-în tehlikeler karşısında gören Şarkî Anadolu vilâyetinin mukaddesatını bizzat muhafaza gayesiyle her ferd ve vicdan-ı milliyeden doğmuş cemiyetlerin iştirâki ile ahîren münakid olan Erzurum Kongresi 7 Ağustos sene 335 tarihinde mesaisine hitam vererek bî-lutfihî teâlâ bervechi ati mukarreratı ittihaz etti.

1. Trabzon Vilâyeti ve Canik Sancağı ile (Vilâyât-ı Şarkıyye) namını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Ma’mûret-ül-azîz, Van, Bitlis vilayâtı ve bu saha dâhilindeki elviye-i müstakile hiçbir sebep ve bahane ile yekdiğerinden ve camia-i Osmâniyeden ayrılmak imkânı tasavvur edilmeyen bir küldür. Saadet ve felakette iştirâk-ı tâmmı kabul ve mukadderatı hakkında aynı maksadı hedef ittihaz eyler. Bu sahada yaşayan bil-cümle anasır-ı İslâmiye yekdiğerine karşı mütekabil bir hiss-i fedakârî ile meşhûn ve vazi’yyet- i ırkiye ve ictimâiyelerine riayetkâr öz kardaştırlar. 
2. Osmânlı vatanının tamamını ve istiklâl- i milliyemizin teminini ve makam-ı saltanat ve hilâfetin masuniyeti için Kuvâ-yı Milliye’yi âmil ve irâde-i milliyeyi hâkim kılmak esastır. 
3. Her türlü işgal ve müdahale Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine ma’tûf telâkki edileceğinden müttehiden müdafaa ve mukavemet esası kabul edilmiştir. Hâkimiyet-i siyâsiye ve muvazene-i ictimâiyeyi muhill olacak surette anasır-ı Hristiyaniye’ye yeni birtakım imtiyazat i’tâsı kabul edilmeyecektir. 
4. Hükûmet-i merkeziyenin bir tazyîk-i düveli karşısında buralarını terk ve ihmâl ıztırarında kalması ihtimâline göre makam-ı hilâfet ve saltanata merbutiyeti ve mevcudiyet ve hukuk-i milliyeyi kâfil tedâbir ve mukarrerat ittihaz olunmuştur. 
5. Vatanımızda öteden beri birlikte yaşadığımız anasır-ı gayr-ı müslimenin kavânîn-i Devlet-i Osmâniye ile müeyyid-i hukuk müktesebelerine tamamıyla riayetkârız. Mal, can ve ırzlarının masuniyeti zaten muktezâ- yı diniye, an’anât-ı milliye ve esasât-ı kanuniyemizden olmakla bu esas kongremizin kanaat-ı umumiyesiyle de teyit olunmuştur. 
6. Düvel-i İtilâfiyece mütarekenin imza olunduğu 30 Teşrîn-i evvel 334 tarihindeki hududumuz dâhilinde kalan ve her mıntıkasında olduğu gibi Şarkî Anadolu vilâyetlerinde de ekseriyet-i kahireyi İslâmlar teşkil eden ve harsî, iktisâdı nüfûsu Müslümanlara ait bulunan ve yekdiğerinden gayr-ı kabil infikâk öz kardaş olan din ve ırkdaşlarımızla meskûn memleketimizin mukasemesi nazariyesinden bilkülliye sarf-ı nazarla mevcudiyetimize hukuk-ı tarihîye, ırkiye ve diniyemize riayet edilmesine ve bunlara mugayir teşebbüslerin tervîc olunmamasına ve bu suretle tamamıyla hakk u adle müstenid bir karara intizar olunuyor.
7. Milletimiz insani, asri gayeleri tebcîl ve fennî, sınai ve iktisadi hâl ve ihtiyacımızı takdir eder binaenaleyh devlet ve milletimizin dâhilî ve haricî istiklâli ve vatanımızın kabiliyeti mahfuz kalmak şartıyla altıncı maddede musarrah hudut dâhilinde milliyet esaslarına riayetkâr ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin fennî, sınai ve iktisadi muavenetini memnuniyetle karşılarız. Ve bu şerâit-i âdile ve insâniyeyi muhtevi bir sulhun de acilen takarrürü selâmet-i beşer ve sükûn-ı amme namına ahass âmâl-i milliyemizdir. 
8. Milletlerin kendi mukadderatını bizzat tayin ettiği bu tarihî devirde hükûmet-i merkeziyemizin de irade-i milliyeye tâbi olması zaruridir; çünkü irade-i milliyeye gayr-ı müstenit her hangi bir heyet-i hükümetin indî ve şahsî mukarreratı milletimizce muta olmadıktan başka haricen de muteber olmadığı ve olmayacağı şimdiye kadar mesbûk efâl ve netâyic ile sabit olmuştur. Binaenaleyh milletin içinde bulunduğu hâl-i zucret ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzât tevessüle hacet kalmadan hükûmet-i merkeziyemizin Meclis-i Millîye hemen ve bilâifâte-i an toplanması ve bu suretle mukadderat-ı millet ve memleket hakkında ittihaz eyleyeceği bilcümle mukarrerat Meclis-i Millînin murakabesine arz etmesi mecburidir. 
9. Vatanımızın maruz kaldığı âlâm ve hadisat ile tamamen aynı maksatla vicdan-ı millîden doğan cemiyetlerin ittihat ve ittifakından hâsıl olan kitle-i umumiye bu kere (Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) ünvanlıyla tevsîm olunmuştur. İşbu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından külliyen aridir. Bilcümle İslâm vatandaşlar cemiyetin aza-yı tabiyesindendir. 
10. Kongre tarafından; müntahap bir Heyet- i Temsîliye kabul ve köylerden bil-itibar vilâyât merâkizine kadar mevcut Teşkilat-ı Millîye tevhit ve teyit olunmuştur.

Erzurum Kongre Hey’eti, 7 Ağustos 335 Pencşenbih.

Mustafa Kemal Paşa ve arakadaşları ikindi vakti Erzurum Ilıca’ya varmışlardı. Kaplıcaların önünde düşmün baltasından kurtulmuş birkaç söğüdün gölgesinde misafirlere birer kahve ikram edildi. Kahveleri içerken son durumlar konuşuldu. Mustafa Kemal Paşa, birkaç dakikalık görüşmede sözü hep milli hareket etrafında dolaştırıyordu.

BU durumda özellikle Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgesinin süratle organize edilmesi, buradaki oluşan milli direniş örgütlerinin bir hedef etrafında ve bir çatı altında birleştirilmesi gerekiyordu. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa ve erkânı, oradan 25 Mayıs’ta Havza’ya, 12 Haziran tarihinde de Amasya’ya ulaşmıştır. 22 Haziran 1919 tarihinde Amasya Tamimi’ni yayınlayan Mustafa Kemal Paşa, Sivas’ta bir kongrenin toplanması talimatını bütün valiliklere ve komutanlıklara duyurmuştur. Milli Mücadele’nin programı mahiyetinde olan Amasya Genelgesi ile milli birlik ve bütünlüğü sağlamayı ve işgaller karşısında ülkenin savunulmasını gerçekleştirmek yolunda önemli bir adım atılmıştır. Genelgeyi imzalayanlar arasında bulunan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa bu durumu, “yüksek rütbeli komutanlar arasında kutsal bir ittifak oluşturulmuştu” diye ifade edecekti. Artık genelge ile Türk Milli Mücadelesi tüm Dünya’ya ilan edilmiş oluyordu. 20. Kolordu Komutanı olan Ali Fuat Paşa Ankara’ya, 3. Kolordu Komutanı olan Refet Bele de Sivas’a döndüler.

Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey ve müfettişlik karargâhındakiler ile birlikte 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın Erzurum’da toplanması planlanan Bölge Kongresi’ne katılmak için yaptığı davet üzerine Amasya’dan Erzurum’a hareket ettiler. Kafilenin elindeki benzinin yetmeyeceği anlaşıldığı için Karabekir’den yardım istendi. Karabekir Paşa 350 litre benzini Erzincan’a gönderdi. Kafile 25 Haziran’da sabah saat 8.00’de Tokat’a hareket etti. Zile Müdafaa-i Hukuk Derneği üyeleri Mustafa Kemal’i karşılamak için Turhal’a kadar geldiler. Tokat’tan gönderilen otomobillerle yola devam edildi. Sivas’ta gereken askeri önlemlerin alınabilmesi için 26 Haziran akşamı Tokat’ta kalındı. Ertesi sabah Tokat’tan yola çıkan kafile akşam 18.00’e doğru Sivas’a ulaştı. Mustafa Kemal Refet Bele ile birlikte kendilerini karşılayan Sivas Valisi Reşit Paşa’yı kendi arabasına alarak şehre girdi. 29 Haziran sabahında Sivas’tan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, kafileyi taşıyan otomobiller yolda çamura saplandığından o akşam geç saatlerde Suşehri’ne varabilmişti. Ertesi akşam da Altkendi Köyü’nde konaklayan kafile 1 Temmuz’da Erzincan’a ulaştı.

Milli çalışmaları nedeniyle Mustafa Kemal Paşa daha Samsun’dan itibaren İngilizlerin baskısıyla Saray ve Hükümet tarafından İstanbul’a geri döndürülmeye çalışılıyordu. Paşa’nın oyalamaları artık sonuç vermemeye başlamıştı. Yolculuk boyunca bu baskılar telgraf yazışmaları ile devam etti. Ne pahasına olursa olsun İstanbul’a dönmemeye karar vermiş bulunan Mustafa Kemal Paşa, Sivas’tan Harbiye Nazırı Ferit Paşa’ya, hava değişimi almayıp Anadolu’da kalacağını bir kez daha bildirdi.

Kafile 2 Temmuz’da Erzincan’dan hareket etti. Mamahatun’da ulaşıldı ve gece orada kalındı. Karabekir’den istenen bir otomobilin gelmesiyle 3 Temmuz’da Erzurum’a doğru hareket edildi. Mustafa Kemal ve arkadaşları o akşam 20.00’de Erzurum’a ulaştılar. Başta Kazım Karabekir olmak üzere, Vali Vekili Münir ve Bitlis Valisi Mazhar Müfit ile Müdafaa- i Hukuk derneğinden bir heyet onları şehir dışındaki Ilıca’da karşıladılar.

İstanbul Kapısı’ndan şehre girildiğinde de şeref kıtası ile bando ve kalabalık bir vatandaş topluluğunun katıldığı bir tören düzenlenmişti. Okullar da oradaydı. Halk burada büyük sevgi ve saygı gösterilerinde bulundu. Paşa Erzurum’a ve Erzurum’daki fikirdaşlarına kavuştuğu için çok memnundu. Bu memnunluğu yüzünden belli idi. Yanındaki arkadaşlarıyla birlikte Kolordu’ya misafir oldular.

Ordu Müfettişi Mustafa Kemal için, Cumhuriyet Caddesi denilen yol yol üzerindeki Müstahkem Mevki Komutanlığı binası hazırlanmıştı. Askerlikten istifa edişine kadar orada kalan Mustafa Kemal Paşa özel bir yere taşınmak istediğinden arkadaşlarıyla birlikte görevinden ayrılan Vali Münir Bey’in boşalttığı binaya yerleştiler. Paşa’nın Erzurum’dan ayrılışına kadar kaldığı Yukarı Mumcu Mahallesi’ndeki bu bina günümüzde Çocuk Yuvası olarak kullanılmaktadır.

Ertesi gün Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni ziyaret eden Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’a vardıktan sonra, öncelikle Amasya Kararları doğrultusunda gereken tedbirleri almaya çalışırken Saray ve Hükümetle ilişkilerini olumlu bir çizgide sürdürmeye de özen göstermiştir. Mesela Sultan Vahidettin’in tahta çıkışının ilk yıldönümü nedeniyle4 Temmuz’da düzenlenen törende kutlamaları kabul etmiş, Sivas Vilayeti’ne çektiği telgrafta bunu belirtmişti. Diğer taraftan Mondros Mütarekesi hükümlerinin uygulamasını denetlemek için bazı subaylarla 22 Haziran Erzurum’a gelmiş bulunan İngiliz Yarbay Rawlinson ile ilişki kurmayı da gerekli görmüştür.

İSTANBUL İLE GERGİNLİK ARTIYOR

Mustafa Kemal Paşa 3. Ordu Müfettişi sıfatıyla göndermek istediği telgrafları Posta Genel Müdürü Refik Halit Karay’ın genelgesine dayanarak kabul etmeyen Erzurum’daki Posta Başmüdürü ile Posta Merkez Müdürünü tutuklattı. Paşa’nın Kazım Karabekir ile görüştükten sonraki girişimleri, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri ile yaptığı gece toplantıları ve verdiği telgrafları çekmek istemeyen posta telgraf müdürlerini tutuklatması, İstanbul ile ilişkileri yeniden sertleştirdi.

Kolordu ve Tümen Komutanlıklarına gönderdiği bir telgrafla da onlara hiçbir neden ve bahane ile görevlerinden ayrılmamaları gerektiğini hatırlattı. Bu gelişmeler üzerine Saray ve Hükümet, bu “söz dinlemez komutanı” görevinden uzaklaştırmaya karar verdiler. İngilizler, yeni bir yöntem olarak 2 ve 3. Ordu Müfettişliklerinin kaldırılmasını önerdiler. Böylece Mustafa Kemal’in boşlukta kalacağını hesaplamışlardı. Bu gelişmeler Mustafa Kemal Paşa’yı askerlikten istifaya kadar götürecek bir sürecin son günleri olacaktır. Bir taraftan Erzurum Kongresi’nin hazırlıkları ile uğraşan Mustafa Kemal Paşa bir taraftan da İstanbul ile hızlanan bir haberleşme trafiği içinde kendisini bulacaktır.

Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kâtibi “Dursunbeyzade Cevat” (Cevat Dursunoğlu) Mustafa Kemal Paşa’nın Ilıca’da karşılandığı sırada yaşanan ve pek çok bakımdan önemli olan bir olayı anlatıyor:

‘NAMERTLER KİMİN MALINI KİME VERİYORLAR!’

“Tarih 3 Temmuz 1919 Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa Üçüncü Ordu Müfettişi olarak Erzurum’a geliyor.

Erzurum’un eski ve güzel bir âdeti vardır. Erzurumlular batı semtimden gelen misafirlerini şehrin ilk göründüğü nokta olan Ilıca’dan karşılar, geniş ovanın bu başlangıç noktasından kaleye kadar kendisine yoldaşlık ederler.

O gün Mustafa Kemal Paşa’yı da küçük bir kafile burada karşıladı. Karşılayıcıların başında Erzurum’daki Kolordu’nun komutanı (K. Karabekir) kurmay subaylarıyla beraber bulunuyordu.

Yine o tarihlerde Erzurum’da milli hareketi temsil eden Müdafaa-i Hukuk’un merkez heyeti de bu karşılayıcı kafilesinin ikinci kısmını teşkil ediyordu.

Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşları, ikindi üzeri Ilıca’ya varmışlardı. Kaplıcaların önünde düşman baltasından kurtulmuş birkaç söğüdün gölgesinde misafirlere birer kahve sunuldu. Sekiz on kişilik bu küçük grup kahvelerini içerken günün durumu konuşulmaya başlandı.

Mustafa Kemal Paşa, bu birkaç dakikalık görüşmede sözü hep milli hareket etrafında dolaştırıyordu. Bu sırada gözleri Ilıca’nın batısındaki sırtlara ilişti. Sıcak yaz güneşi bu sırtların arkasına doğru çekiliyor ve sırtın üzerini ışıklarıyla süslüyordu. Burada tam yolun geçtiği yerde bir adam ufka mürtesem düştüğü (resmedildiği) için çok irileşiyor ve arkasına güneşi aldığı için de koyu renkli ve parıltılı bir cevherden dökülmüş bir heykel gibi görünüyordu.

Bu güzel ışık ve gölge oyununu ilk gören Mustafa Kemal Paşa olmuş ve yanındakilere göstermişti. Orada bulunanların hepsi birden o tarafa baktılar.

Heykel, sırtlardan aşağı doğru yürüyor, onu ufkun arkasından çıkan yeni heykeller ve Anadolu ovalarının cefakeş kağnıları takip ediyordu. Bu kafilenin ucu sırtların yarı beline yaklaştığı sırada sonu da ufuktan ayrılmış bulunuyordu. Bu, beş on kağnı ile kadın, erkek, çoluk, çocuk yirmi otuz kişilik bir muhacir kafilesi idi. Kafilenin önünde yürüyen heykel, yavaş yavaş söğütlüğe doğru ilerledi. Bu iri ve dinç bir ihtiyardı. Gür ve aksakalı göğsünü doldurmuş, Anadolu ovalarının güneşi, Anadolu dağlarının rüzgârı çehresini tunçlaştırmıştı. Omuzlarına kartal kanat attığı paltosu ve elindeki asasıyla bir yolcudan ziyade Şark mitolojisindeki yarı tanrı kabile reislerine benziyordu.

Misafirlerin önemli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri parladı. İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üstüne koyarak oturanları selamladı. Mustafa Kemal Paşa, tâ yanı başına kadar geldiği halde heykelliğinin azametini kaybetmeyen bu ihtiyarın hatırını soruyor; o da gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordu. Bu kısa hoşbeşten sonra, Paşa ihtiyara:

Ağa, böyle nereden geliyordun? Dedi. İhtiyar: Paşam, Rus gelirken muhacir olmuştum. Çıkurova’da idim. Şimdi köyüme dönüyorum, diye cevap verdi. Paşa, zamanın nezaketini, halin emniyetsizliğini ileri sürerek böyle bir zamanda buralara dönmesinin pek yerinde olmadığını, kışın sıkıntı çekeceğini anlatmak istedi. Sonunda da:

Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi? Dedi. Ağa derhal mukabele etti: Hayır, Paşam, Çukurova Cennet gibi bir yer. Bir eken yüz biçiyor. Allah millete zeval vermesin. Bize tarla da verdiler, çayır da… Hamdolsun uşaklar da çalışkandırlar. Değil Çukurova gibi bir yerden taştan bile ekmeklerini çıkarırlar. Geçimimiz padişahta bile yoktu. Çok rahattık. Yalnız son günlerde işittim ki, İstanbul’daki ‘ırzı kırıklar’ bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu ‘namertler’ kimin malını kime veriyorlar?

Tunç çehreli, aksakallı, güngörmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses, yine onun gibi tunç çehreli kahraman askerin gözlerini yaşarttı. Bu eski Türk kalesine millet işi için milletle beraber çalışmaya gelen büyük devlet adamı yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü ve ‘bu milletle neler yapılmaz!’ dedikten sonra ihtiyarla vedalaştı. Bu ihtiyar, Erzurum’un 1319 (1903/1904) ve 1322 (1906/1907) ihtilallerine adı temiz bir yiğitlikle karışmış olan Mezararkalı Mevlüt Ağa idi. Mevlüt Ağa büyük millet zaferinden birkaç yıl sonra öldü. Yurt ve ülkü hizmetlerine karşılık beklemeyen halk adamlarından biri olan Mevlüt Ağa’nın, o günlerde Türk milletinin azmini en kesin şekliyle anlatan bu güzel sözlerini ömrüm oldukça unutmayacağım.”

Mustafa Kemal, arkadaşları ile bir durum değerlendirmesi yaptı. Toplantıya, Karabekir, Rauf Orbay, Mazhar Müfit Kansu, Vali Münir Bey ve aralarında Hüsrev Gerede’nin de bulunduğu bir grup arkadaşı katıldı. Toplantıda, hükümetten kesin bir emir eline ulaşmadan önce kendisinin askerlikten tam anlamıyla istifa etmesine karar verildi.

MUSTAFA Kemal Paşa’nın Saray ve Hükümet ile ilişkileri özellikle 5 Temmuz’da Harbiye Nazırı Ferit Paşa ile makine başındaki yazışmalardan dolayı çıkmaz bir noktaya girmişti. Hükümet bir an önce İstanbul’a dönmesi konusunda ısrar ediyor; Mustafa Kemal Paşa ise Batı Anadolu’da işgallerin sürdüğünü, aynı tehlikenin Doğu Anadolu için de var olduğunu bu durumda Hükümet üyelerinin “ikinci bir hıyanete araç olmaktansa, millet arasına bir fert olarak katılmalarının örnek bir vatanseverlik olacağını” belirtiyordu. Birkaç gün sonra kendisinin yapacağı işi Hükümet üyeleri için öneriyordu: Bir ferd-i mücahit olarak sine-i millete dönmek!”

Mustafa Kemal Paşa 8 Temmuz günü Sultan Vahidettin adına Başkâtip Ali Fuat Türkgeldi’den bir telgraf aldı. Vahidettin, onun Anadolu’daki çalışmalarının İngilizler tarafından yanlış anlaşıldığını ve Hükümete büyük baskılar yaptıklarını ifade ediyor, İngilizlerin ona karşı onur kırıcı bir harekette bulunmayacaklarına kesin söz verdiklerini belirtip, “İstanbul’a dönmeniz için tereddüt edilecek bir neden kalmamıştır” diyerek bir an önce İstanbul’a dönmesini istiyordu. Dönüşte başka bir göreve atanması veya isterse Erzurum’a dönmesinin düşünülebileceğini de ilave ediyordu.

Mustafa Kemal Paşa Padişah’ın bu sön önerisine cevap vermeden önce, Padişahın onayladığı bir Bakanlar Kurulu kararı ile Ordu Müfettişliği görevinden azledildi. 8 Temmuz’u 9’una bağlayan gece 10.30’da bu kez Saray Başkâtibi Ali Fuat Türkgeldi Mustafa Kemal’i makine başına çaırdı. Mustafa Kemal de Rauf Orbay, Bitlis Valisi Mazhar Müfit Kansu ve Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden bazı üyelerle birlikte postaneye gitti. Başkâtip Ali Fuat Türkgeldi, kendisine o sabah gönderilen şifre telgrafı alıp almadığını sordu. M. Kemal, şifrenin çözülmekte olduğunu bildirdi. Türkgeldi, ona “durumun gereği olarak” yüksek görevlerine son verildiğini açıkladı. Ayrıca Başkente dönmesinin Padişah Vahidettin’in emri olduğunu hatırlattı.

Gün içindeki bu değişmede İngilizlerin Saray ve Hükümet üzerindeki baskısının etkili olduğu anlaşılıyordu. Sadrazam Vekili Şeyhülislam Mustafa Sabri zaten baştan beri Mustafa Kemal’in Ordu Müfettişliği görevine atanmasına karşı çıkmıştı. Ali Kemal’in de desteğiyle 23 Haziran’da onun görevden alınmasına ilişkin bir karar aldırtmıştı. Uygulanamayan bu karara rağmen Şeyhülislam Sabri Efendi’nin yeni bir fırsat kolladığı belli idi. 5 Temmuz’da İngilizlerin Batum’dan çektikleri 150 askeri Anadolu içlerine göndermek amacıyla Samsun’a çıkarmaları bölgeden sorumlu Kolordu Komutanı Refet Bele’den ve Ordu Müfettişi Mustafa Kemal’den çok sert tepki görmüştü. Refet Bele, bunların Anadolu’nun içlerine gönderilmesine müsaade etmeyeceğini; Mustafa Kemal de 7 Temmuz’da Sadarete (Hükümete) çektiği telgrafta İngilizlerin bundan sonra getirecekleri “tek bir askerin bile kasabaya ayak basmasına izin vermeyeceğini” bildirmiş ve Hükümetten İngilizleri uyarmasını talep etmişti.Bu emir ve tavrın İngilizleri yeniden harekete geçireceği belliydi. İngilizleri kızdırmamaya özen gösteren Padişah ve Hükümeti ürküteceği anlaşılıyordu. Bu son olay, o güne kadar Mustafa Kemal’i görevden almak konusunda duraksayan Vahidettin’i de harekete geçiren son damla oldu. Bu gelişme üzerine Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Mustafa Kemal’in 3 Ordu Müfettişliği görevine son verilmesi hakkında bir karar düzenleyerek Padişah Vahidettin’in onayına sundu. Türk milletinin değil İngilizlerin çıkarlarını gözeten, Türk tarihi bakımından adeta “yüz karası” olan bu kararın gerekçeleri şöyleydi:

“Görev bölgesi içinde bulunan Müslüman halkı, öteki etnik gruplar (Rumlar ve Ermeniler) ve yabancılar aleyhine kışkırttığından dolayı İngilizlerce İstanbul’a getirilmesinin istenmesi. Asayişin bozulduğu yerlerde İtilaf Devletleri askerlerinin gönderileceği kendisine hatırlatıldığı ve istifa edip İstanbul’a dönmesi birçok kez istendiği halde, bunları dinlemeyip kışkırtmalarını sürdürmesi. Ordu Müfettişi olarak etrafa tehlikeli emirler göndermesi. Son olarak Samsun’a çıkan İngiliz birliğine karşı savunmaya geçercesine emirler vermesi. Böylece Mustafa Kemal sorununun İngiltere ile önemli anlaşmazlıklara neden olacak derecede tehlikeli sonuçlara doğru yol alması.”

Bu Bakanlar Kurulu Kararnamesini bakanlarla birlikte Ahmet İzzet Paşa ile Abdurrahman Şeref gibi kurulda görevli Ayan Meclisi üyeleri de imzalamıştır. Paris’te bulunan Tevfik Paşa ile Harbiye Nazırı Ferit Paşa toplantıya katılmamışlardır. Sultan Vahidettin aynı gün onayladığı irade- i seniyyede (padişah emri) ise kısaca şunları söylüyordu: “Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın görevine son verilmiştir.

Bu Padişah emrini yürütmeye Harbiye Nazırı görevlidir.” Bu emir aynı gün (8 Temmuz 1919) dönemin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi’de yayımlandı. Sivas ve Erzurum’daki 3. Ve 15. Kolordu Komutanlıklarına da bundan böyle doğrudan Harbiye Nezareti ile yazışmaları emri verildi. Bu emrin kendisine bildirilmesi üzerine, Mustafa Kemal daha 21 Haziran’da Amasya’da bazı kişilere gönderdiği mektupta verdiği sözü yerine getirerek “sine-i millete” dönme zamanının geldiğini anladı. Arkadaşları ile bir durum değerlendirmesi yaptı. Toplantıya, Karabekir, Rauf Orbay, Mazhar Müfit Kansu, Vali Münir Bey ve aralarında Hüsrev Gerede’nin de bulunduğu bir grup arkadaşı katıldı. Toplantıda, Hükümetten kesin bir emir eline ulaşmadan önce kendisinin askerlikten tam anlamıyla istifa etmesinin uygun olacağı görüşü ağırlık kazandı.

Mustafa Kemal, 8/9 Temmuz 1919 gecesi saat 11.45’te Saray Başkâtibi Ali Fuat Türkgeldi aracılığı ile Sultan Vahidettin’e bir dilekçe göndererek askerlikten istifa ettiğini bildirdi. Paşa, dilekçede Vahidettin’e karşı saygılı bir dil kullanmış, saltanat ve hilafete bağlılıktan söz etmiştir. Başından beri yapılan yazışmalara bakıldığında; Padişah ile onun “fahri yaveri” olan Mustafa Kemal Paşa arasında birbirlerine besledikleri güvenin vurgulanmasına dikkat edildiği görülmektedir. Padişah, Müfettiş Paşa’nın saltanata karşı cephe almamasına çalışmakta, Paşa ise milli direnişi örgütlerken saltanat ve hilafet yanlılarının düşmanlığını üzerine çekmemeye çabalamakta idi.

PAŞA’YI TERKEDENLER VE YANINDA KALANLAR

Müfettişlik Karargâhı’nda görevli olan Hüsrev Gerede anılarında, 8/9 Temmuz gecesi gerçekleşen bu istifa ile “İstanbul’a geri çağırmalar komedisi” sona ermişti. Saray’a istifa dilekçesini gönderen Mustafa Kemal Paşa; Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Kurmay Başkanı Albay Kazım Dirik, Dr. Alb. Refik Saydam, görevden alınan Valiler Münir Bey ile Mazhar Müfit Kansu ve eski İzmit Mutasarrıfı İbrahim Süreyya Yiğit’in katıldıkları bir toplantı düzenledi. “Arkadaşlar, çalışmamızın en ciddi ve en açık dönemi işte şimdi başlıyor” diye konuşmasına başlayan Mustafa Kemal Paşa, “Milli Mücadele’ye atılanların, yüreklerinde, sonuna (ölüme)kadar sürecek gücü hissetmeleri gerektiğini ve kendisinin artık ferd-i millet (milletin bir ferdi) olarak çalışacağını” belirtti. Bu sözlerin arkasından, “yanında kalmak isteyenlerin buna göre karar vermelerinin doğru olacağını” hatırlattı.

Bunun üzerine Münir Bey bir süre için etkin görev alamayacağını belirterek bağışlanmasını diledi. Albay Kazım Dirik de Erzurum’da kalmak istediğini söyledi. Bunların dışındakiler kendisiyle birlikte yürüyecekleri sözünü verdiler. Hüsrev Gerede isi daha ateşli davrandı. Gerekirse üniformasını hemen çıkaracağını söyledi. Resmi görevlerinden ayrılması üzerine yakın çevresinde bulunan arkadaşlarından bazılarında duraksamalar meydana geldiği/geleceği görülüyordu. Müfettişlik Karargahı’nın Kurmay Başkanı olarak kendisi tarafından seçilen Kurmay Albay Kazım Dirik, ertesi gün “Paşam, askerlikten istifa eylediğinize göre benim görevimi sürdürmeme imkan kalmadı, evrakı kime teslim etmemi emredersiniz?” diyerek açıkça gruptan ayrılmak istediğini belirtmişti. Bir çözülmenin başlangıcı olabilecek bu davranış bir an için olsa da bir umutsuzluk ortamı yaratmıştı. Paşa, yanında bulunan Rauf Orbay’a döndü ve “görüyorsun Rauf ne hallere düştük!” dedi. İşte şimdi Milli Mücadele’nin en çetin ve ciddi olan safhası başlıyordu. Hüseyin Rauf Orbay, Mustafa Kemal Paşa’ya döndü ve “istifanızla mevki ve saygınlığınız bir kat daha arttı” diyerek umutsuzluğu dağıtmaya çalıştı.

O ARTIK SADECE MUSTAFA KEMAL!

Mustafa Kemal, aynı gece Kazım Karabekir aracılığı ile bütün il ve ilçelere bir genelge göndererek istifasına yol açan nedenleri sıraladı ve bundan sonra nasıl hareket edeceğini açıkladı: “Mübarek vatanı ve milleti parçalamak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve Ermeni emellerine kurban etmemek için açılan milli mücahede (cihat etme/çatışma/savaşma) uğrunda milletle birlikte serbest surette çalışmaya resmi ve askeri kimliğim engel olmaya başladı. Bu mübarek amaç için milletle birlikte sonuna kadar çalışmaya mübarek saydığım şeyler namına söz vermiş olduğumdan, pek âşığı olduğum yüksek askerlik mesleğine bugün veda ve istifa ettim.

Bundan sonra milletimizin mübarek amacı için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere sine- i millette bir ferd-i mücahit (milletin bağrında savaşan bir fert) suretiyle bulunmakta olduğumu arz ve ilan ederim.” Bu genelgenin altında hiçbir rütbe ve unvan taşımayan sade bir isim vardı: “Mustafa Kemal.”

‘KOLORDUM VE BEN EMRİNDEYİZ PAŞAM!’

Mustafa Kemal’in etrafındaki çözülmeyi büyük boyutlara varmadan durduran ve Milli Mücadele’nin kaderini, bundan sonrası için Mustafa Kemal’in liderliğini belirleyen Kazım Karabekir Paşa’nın tavrı olacaktır. İstifanın ertesi günü Kazım Dirik hadisesini Rauf Bey’le değerlendirdikleri sırada Mustafa Kemal Paşa’ya 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın maiyeti ile birlikte geldiğini haber verdiler. Karabekir’e Mustafa Kemal’in tutuklanarak İstanbul’a gönderilmesi emredilmişti. Karabekir Paşa içeri girdi, istifa etmiş olan Ordu Müfettişi Mustafa Kemal’i askerce selamladı ve “bundan böyle de kolordum ve emirlerinizi eskisi gibi yerine getirmeyi şeref bileceğiz!” dedi. İki arkadaş sarıldılar ve ağlamaya başladılar. Duygusal bir an yanıyordu. Gözleri dolan Hüseyin Rauf Orbay bu kutsal kucaklaşmaya şahitlik ediyordu. Olumsuz hava dağılmış, umutsuzluk umuda dönüşmüştü.

Doğu’daki en büyük ve düzenli birlik olan 15. Kolordu’nun Komutanı Kazım Karabekir Paşa Mili Mücadele’nin kaderini etkileyecek olan bu büyük ve önemli hareketiyle kalmamış, birkaç gün sonra Mustafa Kemal’e ve Rauf Orbay’a, “mübarek milli amaç” yolunda çalışmaya karar vermelerinden dolayı duyduğu mutluluğu bir yazı ile de bildirerek başarılar dilemiştir.

Kazım Karabekir Paşa’yı diğer Kolordu Komutanları takişp etmiştir. Daha İstanbul’da bulundukları sırada Mustafa Kemal’e Kolordusu ile emrinde olacağını bildiren 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy, bağlılığını yinelemiş, gerekirse resmi görevinden ayrılabileceğini bildirmiştir. 2. Ordu Müfettişliği’ne Vekâlet eden Albay Selahattin Köseoğlu ise karargâhtaki bütün subaylarla birlikte üzüntülerini dile getirirken, “vatan hizmetinde başarılı olunmasını” dilediklerini de eklemişti. Mustafa Kemal, bu desteklerden aldığı güçle Erzurum Valiliği’ne bir yazı daha göndererek, bundan böyle “sine-i millette bir fert olarak” çalışacağını tekraren bildirdi. Karabekir başta olmak üzere Anadolu’daki birlik komutanlarının Mustafa Kemal’i askerlikten istifası ya da Padişah Vahidettin tarafından görevinden azledilmesinden sonra da destekleme kararı almaları; Erzurum Kongresine başkan seçilmesinden başlayarak Kurtuluş Savaşı’nın lideri durumuna yükselmesinde başlıca etkenlerden biri olmuştur. Artık Milli Mücadele’nin lideri Mustafa Kemal’dir. 

Erzurum Şubesi, 11 Mart 1919 günü büyük bir gösteri düzenleyerek Ermeni Devleti kurulması girişimlerini protesto etti ve bir muhtıra hazırlayarak padişaha verilmek üzere, şehirde bulunan Şehzade Abdülhalim Efendi’ye teslim etti. Muhtırada ‘her yönüyle Türk olan bölgenin elden çıkmasına her neye mal olursa olsun karşı konulacağı’ bildiriliyordu.

Değerli okuyucular, 100. yılı olduğu için Erzurum Kongresi yazı serimize devam ediyoruz. Bu seri ile Erzurum Kongresi hakkında her şeyi ortaya koymaya çalışıyoruz. Tartışılan konulara belgelerle ve anılarla açıklık getirmeye çabalıyoruz. Bu vesile ile mübarek Kurban Bayram’ınızı tebrik eder, birlik ve bütünlük içinde, kardeşlik ve sevgi ortamında bir bayram geçirmenizi Cenabı Allah’tan niyaz ederim. Allah’ım kestiğiniz kurbanları yüce dergâhında kabul buyursun.

ERZURUM ÖRGÜTLENİYOR

Bilindiği gibi Erzurum’da biri “Vilayet”, diğeri altı Doğu Vilayeti ile Trabzon ve Canik Sancağı (Samsun) delegelerinin katıldığı “Bölgesel (Umumi) Büyük Kongre” olmak üzere iki kongre toplanmıştır. Bu kongrelerin toplanması ilk planda merkezi İstanbul’da olan Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuku-ı Milliye Cemiyetinin çalışmaları sayesinde gerçekleşmiştir. Mondros Mütarekesi üzerinden çok geçmeden Doğu Anadolu’da büyük bir “Ermenistan” oluşturulacağı haberleri üzerine Mebusan Meclisindeki doğulu milletvekillerinden bazıları, bölgenin Türk olduğunu kanıtlamak için Mecliste “Şark Vilayetleri Grubu” ismiyle bir grup oluşturdular. Çok geçmeden de Erzurumlu Hoca Raif (Dinç) ve Diyarbakırlı Süleyman Nazif Beylerin girişimiyle 4 Aralık 1918 tarihinde Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin başkanlığına Harputlu (Elazığ) eski valilerden Ahmet Nedim Bey getirildi. Cemiyetin amacı, Doğu Anadolu’nun Ermenilere verilme isteklerine karşılık, bu topraklarının Türk vatanı olduğunu, fikri, siyasi ve ilmi açıdan ispat etmek, gerekirse bu uğurda silahlı mücadeleye girişmek, Vilayat- ı Şarkiye’deki (Doğu Vilayetleri) halkın dini, milli ve siyasi hukukunu korumak, her türlü gelişme ve kalkınmasını sağlamak, Ermeni mezalim ve cinayetlerine engel olmaktı. Merkezi İstanbul’da olan bu cemiyetin Erzurum şubesinin kurulması da gerekiyordu. Bunun için gerekli izinler alınarak, Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi 10 Mart 1919 tarihinde kuruldu. Esatpaşa Mahallesi’ndeki Asar-ı Terakki Okulu merkez olarak gösterilmişti. Şubenin başkanlığına Raif (Dinç) Bey, sekreterliğine Cevat (Dursunoğlu) Bey, muhasipliğine de emekli Binbaşı Süleyman Bey getirildi. Yönetim Kurulu 19 kişiden oluşuyordu. Süleyman Necati Bey’in 5 Mart 1919’dan itibaren çıkartmaya başladığı Albayrak gazetesi de cemiyetin propagandasını yaparak Müdafaa-i Milliye fikrini yaymaya çalışıyordu. Böylece milli kurtuluşun doğuda ilk teşkilatlanması başlatılmış oluyordu.

KAZIM KARABEKİR PAŞA ERZURUM’DA

Erzurum Şubesi, kentin kurtuluşunun birinci yıl dönümü olan 11 Mart 1919 günü büyük bir gösteri düzenleyerek Ermeni Devleti kurulması girişimlerini protesto ettiler ve bir muhtıra (ariza/dilekçe) hazırlayarak padişaha verilmek üzere, o sırada şehirde bulunan Şehzade Abdülhalim Efendi’ye teslim ettiler. Bu muhtırada “her yönüyle Türk olan bölgenin elden çıkmasına her neye mal olursa olsun karşı konulacağını” bildiriliyordu. Şehzade Abdülhalim Efendi ile Erzurumluların karşılaşması, şehzadenin dilekçe ile ilgili tavrı Erzurumlularda büyük bir hayal kırıklığı yaratmışa benziyordu. Dernek tarafından dilekçeyi şehzadeye vermekle görevlendirilen Cevat Dursunoğlu anlatıyor: “Erzurum kurtuluşunun birinci yıl dönümü olan 11 Mart 1919 tarihinde bir tören hazırlandı. Bu törene bütün okullar katılacak, şehrin ana caddeleri dolaşıldıktan sonra, bir yıl önce içlerinde binlerce Türk’ün diri diri yakıldığı yapılar ziyaret edilerek burada cemiyetin üyelerinden Hüseyin Avni bir nutuk söyleyecekti. Ayrıca o tarihte Erzurum’da bulunan Şehzade Abdülhalim Efendi’nin evinin önünde bir gösteri yapılacak ve bir nutuk da burada söylenecekti. Bu vazife bana verildi. Alay buraya gelince bir arkadaş yaverlerin yanına giderek halkın ‘Efendi Hazretlerine tazimlerini arz etmek istediğini’ haber verdi. Bir müddet sonra şehzade kapının önünde göründü. Dört yüz yıl önce Çaldıran’a giderken, bu sokaktan geçen ve tek başına koca İran Devleti’ne karşı koymayı gözüne alan Yavuz’un torunu kendisine ‘hürmet ve tazimini’ bildiren halkın karşısında hasta bir kadın gibi titremeye başladı. Bu görünüş benim şevkimi kırmakla beraber kendisine yönelerek, ‘bin yıldan beri Türk egemenliğinden başka egemenlik tanımayan ve dört yüz yıldan beri Osmanoğulları’na sadakatle sınır bekçiliği yapan bir halkın’ o günkü acılarını anlattım. Bu dertli halkın bugün bir tek dileği olduğunu, bunun da bu çıplak toprakları ve viraneleri müdafaadan ibaret bulunduğunu söyleyerek padişahının etrafında ölünceye kadar Türk varlığını ve saltanatın haklarını müdafaaya azmettiğini belirttim ve bunları ‘makam-ı muallâ-yı hilafete arz’ etmesini kendisinden istedim. Her türlü idrakin izi silinmiş perişan bir çehredeki bomboş bir çift gözde saklanamayan bir korku ile yüzüme bakan şehzade, başını sallayarak anlaşılmaz birkaç kelime telaffuz ettikten sonra alayın geçmesini beklemeden çekilip evine girdi. Bu hal orada bulunanların içinde bir yıkıntı yaptı. Fakat biz her şeye rağmen Erzurum’un’ halini ve halkın neye mal olursa olsun vatan müdafaasına karar verdiğini padişaha bildirmekte bir fayda umuyorduk. Bunun için birkaç gün sonra İstanbul’a gidecek olan şehzadeye yetiştirilmek üzere Müdafaa-i Hukuk’ta bir ariza (dilekçe) hazırladık. Bu arizada müdafaa azmimizi belirterek Türkiye’nin ayrılmaz bir bütün halinde ‘makam-ı muallâ-yı hilafet’ etrafında toplanmasına işaretle haktan başka kuvvete boyun eğilmemesini istirham ettik. Bu arizayı birkaç gün sonra payitahta dönen şehzadeye İstanbul Kapısı’nda Hüseyin Avni ile beraber sunduk. Şehzade kâğıdı almaktan çekinerek ’yavere veriniz’ sözüyle, bizi başından savdı. Aynı hayal kırıklığını burada da yaşadık. Bu defa bu zavallının hali artık bu ailede bir hayır kalmadığı hakkındaki kanaatimizi genişletti. Denize düşen yılana sarılır. Bu bize bir ders oldu: İstanbul’daki hükümetlerden olduğu gibi hanedandan da bir şey beklenemez.” Nisan 1919’da 15. Kolordu Komutanı olarak Erzurum’da görevlendirilen Kazım Karabekir Paşa’nın 3 Mayıs 1919’da şehre gelmesinden sonra, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti askeri kesimden de destek alarak daha rahat bir çalışma ortamına kavuşmuştur.

TRABZON İLE İRTİBAT KURULUYOR

Cemiyet’in Erzurum Şubesinin Erzurum il kongresi hazırlıklarını yaptıkları sırada üyeler arasında Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti üyeleri ile haberleşerek ortak bir toplantı yapılması düşüncesi de öne çıktı. Bu maksatla Erzurum Şubesinin 29 Mayıs 1919’da gerçekleştirdiği toplantıda, “hedefe ulaşabilmek için, Trabzon’la birlikte yedi vilayetin katılımıyla umumi (bölgesel) bir kongre toplanmasına” karar verildi. Bu karar ertesi gün Trabzon Muhafaza-i Hukuk- ı Milliye Cemiyetine bir telgrafla bildirildi. Telgraf Trabzon’a ulaştığında Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti toplantı halindeydi. Gelen telgraf derhal okunarak büyük bir sevinçle karşılandı. “Vakit geçirilmeden doğu vilayetlerinin toplantıya çağrılmasına, toplantının Erzurum’da yapılmasına, Trabzon’un bu toplantıya en geniş bir şekilde katılmasına, bütün ilçelerin en az birer delege göndermesine” karar verildi. Bu karar aynı gün Erzurum’dan başka, Sivas, Diyarbakır, Mamuretülaziz (Elazığ), Bitlis, Van ve Erzincan’a bildirildi. Trabzon Cemiyetinin telgrafını aynı gün alan Erzurumlular, verdikleri cevapta; “Trabzonluların tekliflerini saygı ile karşılandığını, kan, tarih ve din ortaklığı ile birbirine sıkı sıkıya bağlı bulunan Karadenizli ve doğuluların kaderleri gibi bundan böyle amaçlarının da birleştiğini ve kongre hazırlıklarına başlandığını” bildirdiler.

İL KONGRESİ TOPLANIYOR

10 Haziran 1919’da toplanması kararlaştırılan Erzurum İl Kongresi, Erzurum’a bağlı bütün sancak (liva) ve kazalardaki örgütlerce seçilen temsilcilerin katılması 17–21 Haziran 1919 tarihleri arasında ile toplanmıştır. İl Kongresi’ne 21 delege katılmıştır. Toplantı, Başkan Raif Efendi’nin Ermeni iddialarını ve içinde bulunulan durumu özetleyen konuşması ile açılmıştır. Başkan Raif Efendi’nin açış konuşmasından sonra Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi tarafından hazırlanan iki adet önemli rapor, “Kâtip” sıfatıyla Cevat Dursunoğlu tarafından okundu.

Beş gün süren Kongre’de görüşülen ilk rapor, Cemiyetin “Tarihçe-yi Mesai”si, “Bütçe”si ve “Müstakbel Mesai”sini; kısaca, cemiyetin Erzurum Şubesinin çalışmalarını anlatıyordu. İkinci rapor bağımsız “Ermenistan” ile “Kürdistan” yaratma gayretlerini anlatan, asılsız Ermeni iddialarını çürüten, takip edilmesi gereken yöntemleri gösteren tarihi öneme sahip rapordu.

Bu rapordaki görüşler; hem Vilayet Kongresi’nin, hem de Bölgesel Büyük Kongre’nin kararlarına doğrudan etki etmiş, her iki kongre beyannamesinde güçlü bir şekilde ifadesini bulmuştur. Erzurum İl Kongresi sonunda, Osmanlı topluluğundan ayrılmamak, bunun için her türlü fedakârlığa katlanmak, Ermeni istilasına şiddetle karşı koymak, bu sebeple “Bekçi Teşkilatı” adı altında halkı silahlandırmak, köylerin ve mahallelerin 1895-1905 doğumlularını “seyyar kuvvet”, 1880-1895 doğumlularını “sabit kuvvet” olarak teşkilatlandırmak, bunlardan durumları iyi olanlara silah vermek, milli şuuru kökleştirmek için istila dolayısıyla dağıtılmış olan okulları yeniden açmak ve öğretmen yetiştirmek üzere Erzurum’da bir öğretmen okulu kurmak ve Müslümanların bulundukları yerlerden göç etmelerini engellemek gibi önemli kararlar alınmıştır.

ERMENİ SALDIRILARINA KARŞI SAVUNMA

Gerek Erzurum Cemiyet Merkezi’nin sunduğu raporda ve gerekse il kongresinin kabul ettiği kararda iki mesele üzerinde ısrar olunduğu ve bunların durmadan tekrarlandığı görülmektedir: 1. Ermeni saldırıları karşısında son ferdin ölümüne kadar savunmak. 2. “Osmanlı Camiasından” ayrılmamak için her fedakârlığı göze almak. Cemiyetin ve İl Kongresi’nin Kâtibi Cevat Dursunoğlu bu iki temel meseledeki “ısrarın” nedenini şöyle açıklamıştır: “Birinci mesele esasen cemiyetin varlık sebebi idi. İkinci mesele İstanbul’un ortaya attığı ‘Şark vilayetlerinde muhtar bir idare kurulması’ fikrini karşılamak içindi. Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bunu vatanın dağılmasıyla bir görüyor ve artık son milli sınırlarına sığınmış olan Türk milleti için bir karış yerin müdafaa edilmemesinin Türk milletinin bağımsızlığının sonu olacağına inanıyordu. ‘Misak-ı Milli’ye esas olan bu fikirlerin manasını o zamanki Erzurum Müdafaa-i Hukuku tamamen müdrikti. Bu ısrar ve bu idrakin ifadesinden başka bir şey değildi.”

BÖLGESEL BÜYÜK KONGRE’YE DOĞRU

3 Temmuz 1919 günü Erzurum’a gelen ve İstanbul Hükümeti, Saray ve İngilizlerle yaşananlardan sonra 8/9 Temmuz gecesi askerlikten istifa eden Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir ve Erzurumluların bağrına basması üzerine Büyük Kongre için çalışmalara başlamıştı. 9 Temmuz 1919 günü bir toplantı yapan Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti İdare Heyeti, Heyet-i Faale (Çalışma Heyeti/Kurulu) Başkanlığına Mustafa Kemal Paşa’yı, İkinci Başkanlığına da Rauf (Orbay) Bey’i getirdi. Bu durum bir yazı ile kendilerine bildirildi. 10 Temmuz günü Heyet-i Faale, Mustafa Kemal’in başkanlığında ilk toplantısını yaptı. İl Kongresi’nden sonra bütün doğu vilayetleri temsilcilerinin katılacağı daha geniş kapsamlı bir kongre toplanması gerekli görülmüştü. Bunun için cemiyetin İstanbul’daki genel merkezine yapılan öneri genel merkez tarafından da uygun bulundu. Böylece Van, Bitlis, Diyarbakır, Mamuretülaziz (Elazığ), Sivas illeri ve Trabzon vilayeti ile yapılan haberleşmeler sonucunda kongrenin 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edildiği Rumi 10 Temmuz (Miladi: 23 Temmuz) yıl dönümünde ve Erzurum’da toplanması kararlaştırıldı.

KONGRE HANGİ TARİHTE AÇILDI, KAÇ GÜN SÜRDÜ?

Erzurum Büyük Kongresi önceden kararlaştırıldığı gibi meşrutiyetin yıldönümü olan Rumi/Mali 10, Miladi takvime göre 23 Temmuz’da toplanmıştır. Kongrenin önceden belirlenen tarihten daha geç toplandığı (yeteri sayıda delegenin gelememesi nedeniyle) yolundaki görüşler, iki tür takvim arasındaki 13 günlük farkın dikkate alınmamasından kaynaklanmaktadır. Nitekim Kazım Karabekir, bunu bilerek kongrenin “23 Temmuz Meşrutiyet Bayramı” günü açıldığını belirtmiş; Mustafa Kemal de TBMM’deki bir konuşmasında bunu “10 Temmuz Rumi, 23 Temmuz Efrenci (Avrupalılara mahsus /Miladi takvim)” diye açıklamıştır. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında gerek İstanbul Hükümeti’nin gerekse İtilaf Devletleri’nin bütün engellemelerine rağmen toplanan Erzurum Büyük Kongresi; o zamanki hafta tatili olan cuma günleri ile 30 Temmuz 1919’da Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in Erzurum’da yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri için Vekiller Heyeti’nin tutuklama kararının geldiği gün hariç olmak üzere toplam 14 gün sürmüştür. Bu süre içerisinde toplam 13 toplantı (içtima) yapılmıştır.

DELEGELER NEREDE KALDI KONGRE NEREDE YAPILDI?

Doğu vilayetleri ve Trabzon vilayeti delegeleri Erzurum Kongresi’ne katılmak üzere şehre gelmeye başladılar. 7 Temmuz’da Erzurum’a gelen Trabzon delegeleri törenle karşılandılar. Kazım Karabekir Paşa, Erzurum’a gelen delegeleri, şehrin gençleriyle birlikte her cuma günü Köşk mevkiindeki bahçeye davet ediyor ve çeşitli gösteriler düzenliyordu. Erzurum’un ekonomik ve fiziki durumu kötü olduğundan, gelen delegeleri ağırlamak oldukça zor bir işti. Cemiyet, 42 mahallesi bulunan Erzurum’u 9 mıntıkaya ayırarak her mıntıkaya bir görevli tayin etmiş, gelen misafirlerin masrafları için buralardan para, yatak takımı ve sofra malzemesi ödünç almıştı. XV. Kolordu da bu iş için önemli miktarda emanet eşya vermiş, hatta Kongre Salonu Kürsüsü Kolordu tarafından temin edilmiştir. Ayrıca gelen misafirlere hizmet etmek için her mıntıkadan uygun ücretle hizmetçiler tutulmuştu. Kongre tarihi yaklaştıkça Erzurum’a gelen misafirlerin sayısı artıyor ve misafirler Erzurum ileri gelenleri tarafından evlerinde ağırlanıyordu. Tutanaklara göre kongreye fiilen katılan delege sayısı toplam 63 kişidir.

CEVAT DURSUNOĞLU ANLATIYOR

Kongre için o dönemde Sultani olarak kullanılan Kilise Mahallesi’ndeki eski Ermeni Sansaryan Mektebi hazırlanmıştı. Herhangi bir İngiliz tehdidine karşı gerekli güvenlik tedbirleri alındı ve okulun kapısında bir nöbet hizmeti oluşturuldu. Cevat Dursunoğlu çalışmalar hakkında şunları anlatıyor: “Bu harap şehirde gelecek misafirleri yerleştirmek ve ağırlamak zor bir işti. Aramızda iş bölümü yaptık. Birkaç arkadaş Erzurum’a gelmeye başlayan azaların misafir edilecekleri yerleri, kongrenin toplanacağı okulun salonunu ve komisyon odalarını, istirahat yerlerini hazırlayacaklardı. Süleyman Necati gazetenin o günkü nüshasını hazırlayacak ve esasları Heyet-i Faale toplantılarında kararlaştırılan nizamname tasarısını kaleme alacaktı. Raif Efendi Reis, ben de Kâtip sıfatı ile merkezde kalarak gelen delegeleri kabul edecektik. Hepimiz ateşli bir çalışma içinde idik. Gündüzleri herkes kendisine düşen işlerle uğraşıyor, geceleri de uzun toplantılar yaparak cemiyetin ve kongrenin işlerini düzenliyor ve haberleşmeleri idare ediyorduk. Bu gece toplantılarına Mustafa Kemal Paşa da bir iki defa katılmıştı. Her şey yolunda gidiyordu. 9 Temmuz 1919’da Paşa askerlikten ayrıldığı için artık açıktan açığa kongreye katılacaktı…”

Mustafa Kemal Paşa caketata (jaketatay) giyinmiş ve başına, ala yakın bir fes örtmüştü. Kazım Karabekir Paşa üniformalı idi. Rauf Bey’in üzerinde koyu renkli sade ve fakat çok düzgün bir sivil elbise vardı. Ev sahibi olan Erzurum Müdafaa-i Hukuk Heyeti, Paşa’yı bahçenin ortasında karşıladı. Paşanın yüzü sert bir kaya gibiydi. Çok yavaş sesle konuşuyordu.

KONGRENİN açılmasından önce halledilmesi gereken önemli bir mesele vardı. O da Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in kongreye katılımlarının mümkün olup olmadığı meselesiydi. Özellikle Trabzon delegeleri arasında, delege seçilmemiş olanların kongreye katılamayacağı hususunda söylentiler başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın hedef seçildiği görülüyordu. Konuyla ilgili herhangi bir itirazı önlemek için, Erzurum merkez delegelerinden emekli Binbaşı Kazım Bey (Yurdalan) ve Cevat Bey (Dursunoğlu) istifa ederek, yerlerini Mustafa Kemal ve Rauf Orbay Bey’e bıraktılar. Daha sonra Kazım Bey, delege seçim sonuçları henüz bildirilmemiş olan Tortum’dan, Cevat Bey ise seçildiği halde hastalığı nedeniyle gelemeyeceğini bildiren Derviş Efendizade Ahmet’in yerine Hasankale’den delege oldular. Cevat Dursunoğlu anlatıyor:

MUSTAFA KEMAL PAŞA NASIL DELEGE OLDU?

“Bir toplantıda (heyet-i faale toplantısı) Paşa, Rauf Bey ile kendisinin Erzurum merkezinden seçilmek istediğini ima etti. Raif Efendi, Erzurum merkezinin seçimi yapılmış olduğunu ve kendisiyle Kazım’ın ve benim seçildiğimizi, bunun için seçimi henüz yapılmamış olan bir vilayetten bu seçimin sağlanmasını ileri sürdü. Paşa, galiba başka bir vilayette bu seçimin dedikodu doğuracağını düşünerek milli harekete ilk merkez olan ve doğu vilayetlerinin en büyüğü bulunan Erzurum’u tercih ediyordu. Bu mesele o gün kötü bir konuşma konusu olmak istidadını göstermeye başlamıştı. Politika sezişi çok kuvvetli olan Kazım benim yanıma gelerek bizim istifa ederek Paşa’nın ve Rauf Bey’in seçimlerini sağlamamızı teklif etti. Benden olur cevabını alınca işi açıkladı. Kimse bir şey söyleyemedi. Paşa da işin bu kadar kolaylıkla halledilmesinden çok memnun oldu. Yalnız o gün cemiyetten ayrılırken Kazım’la bana ‘Peki, siz ne olacaksınız, kongreye girmeyecek misiniz, bu nasıl olur?’ diyerek durumumuzu anlamak istedi. Biz de yarı şaka, ‘Paşam bizim yerimize de istifa edecekler bulunur, biz şimdi bununla uğraşacağız’ cevabıyla kendisini tatmin ettik. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Nutuk’ta bu olaya şu satırlarla işaret etmektedir: ‘Bundan başka bizim, Erzurum Kongresi’ne girmemizi teshil (kolaylaştırmak/sağlamak) için kongreye Erzurum temsilcisi olarak seçilmiş olan emekli Binbaşı Kazım ve Dursun Beyzade Cevat Beyler istifa ettiler.’ Ertesi günü toplanarak henüz kongreye kimleri seçtiğini bildirmemiş olan Tortum’a ve seçtiği aza Derviş Efendizade Ahmet’in hastalığından dolayı gelemeyeceğini bildiren Hasankale’ye birer adam gönderdik. Kazım’ın ve benim seçimlerimizi sağladık. Mesele böylece kapanmış oldu.”

GÖK, BULUTSUZ VE KOYU MAVİ

Tarihler 23 Temmuz 1919’u gösteriyordu. Günlerden çarşamba idi. Saatler 11.00’i gösterdiğinde Atatürk’ün sonradan Nutuk’ta “pek mütevazı mektep” diye tanımlayacağı Sansaryan Mektebi’nde (Sultani) Erzurum Büyük Kongresi açılacaktı. Cevat Dursunoğlu o günün sabahını şöyle anlatıyor: “O gün Erzurum’un en güzel günlerinden biri idi. Gök bulutsuz ve koyu mavi. Dumlu Dağı’ndan esen serin bir kuzey rüzgârı ovayı yalıyor ve bu bin yıllık Türk şehrine bir tazelik ve ferahlık veriyordu. Sabah saat on birde başlayacak olan kongrenin azaları (üyeler/ delegeler) erkenden şimdiki yapı usta okulunun yerindeki ‘pek mütevazı mektebin” bahçesine kurulmuş çadırlar altında toplanmaya başlamışlardı. Bütün yüzlerde esaslı kararlar vermeye hazırlanmış insanların ciddiliği görünüyordu. ‘Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ bu binanın küçük bir odasında geçici bir büro kurmuştu. Cemiyetin ücretli kâtibi Cevri Efendi her zamanki ciddiliğiyle gözlerinde gözlükleri masasının önüne oturmuş azanın bir cetvelini dolduruyordu. ‘Pek mütevazı mektebin’ takriben on iki metre genişliğinde ve yirmi metre uzunlundaki salonunun doğu tarafına çam tahtasından bir reis ve iki kâtip kürsüsü yapılmış ve açılış günü için bu kürsüler halı seccadelerle örtülmüştü. Salonun diğer kısmına yüzleri kürsüye gelmek üzere basit ve yine çam tahtasından mektep sıraları dizilmişti. Duvarlar, pencereler çıplaktı. Gözü ve gönlü oyalayacak ne bir resim ne de bir yazı vardı. Azalar birer ikişer bu salona giriyor, toplantıda oturacakları yerleri tasarlıyor ve dışarıdaki güzel havayı kaçırmamak için tekrar bahçeye çıkıyorlardı. Bahçede, öbek öbek toplanıyor, adeta biraz sonra başlayacak olan kongrenin çok ciddi havasından korkarcasına sudan, havadan konuşuyorlar ve kendilerine ikram olunan çay ve kahveleri içiyorlardı. Saat on buçuğa doğru mektebin kapısında kolordunun ihtişamlı arabası önde olmak üzere üç araba durdu. Öndeki arabadan Mustafa Kemal Paşa ile Kazım Karabekir Paşa ve bir yaver indiler. Arkadaki arabalardan da Rauf Bey ile birlikte Mazhar Müfit, İbrahim Süreyya Beyler ve paşaların maiyetinden bir iki kurmay subay inmişlerdi. Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir paşalar Rauf Bey’le önde yürüyorlar, maiyet erkânı da bir iki adım arkadan geliyorlardı. Mustafa Kemal Paşa caketata (jaketatay) giyinmiş ve başına ala yakın bir fes örtmüştü. Kazım Karabekir Paşa üniformalı idi. Rauf Bey’in üzerinde koyu renkli sade ve fakat çok düzgün bir sivil elbise vardı. Ev sahibi olan Erzurum Müdafaa-i Hukuk Heyeti Paşa’yı bahçenin ortasında karşıladı. Paşanın yüzü sert bir kaya gibiydi. Çok yavaş sesle konuşuyordu. Heyetin birer birer ellerini sıktıktan sonra hep birlikte yavaş yavaş binaya doğru ilerlendi. Her adımda bir aza ile karşılaşıyor, hal hatır soruyordu. Esas binanın kapısının yanındaki ağaçların gölgesinde toplanmış olan birkaç arkadaşın yanında durarak sohbetlerine katıldı. Saat on bire birkaç dakika kala Kazım Karabekir Paşa ile diğer zatlar işleri başına döndüler. Orada yalnız kongreye iştirak edecek olan Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey bir de Amasya’dan seçilmiş olan İbrahim Süreyya Bey kaldılar. Saat on birde hep birden salona girildi. Mustafa Kemal Paşa ön sıralardan birinde oturan Erzincan azası Şeyh Hacı Fevzi Efendi’nin yanına oturdu…”

KONGRE ÇALIŞMALARA BAŞLIYOR, MUSTAFA KEMAL BAŞKAN SEÇİLİYOR

Erzurum Kongresi 23 Temmuz 2019 Çarşamba günü saat 11.00’de en yaşlı üye Trabzon delegesi Eyyübizade İzzet Bey’in başkanlığında çalışmalarına başladı. Onun, bir açılış konuşması yapması gerekiyordu. Fakat İzzet Bey, başkanlığı bir dostluk göstergesi olarak Erzurumlulara bırakmak istediğini belirtti. Bunun üzerine kürsüye gelen Raif Efendi (Dinç), bir iki cümle ile kongrenin açıldığını ve bir başkan seçilmesi gerektiğini bildirdi. Yoklama yaptırdı. Yapılan yoklama sonucu 56 delegenin hazır bulunduğu anlaşıldı. Şiran Müftüsü Hasan Fahri Efendi (Polat) çok güzel bir Türkçe dua okudu. Bu dua kongreye manevi bir hava getirdi. Söz alan Trabzon (Sürmene) delegesi Eyyübizade Ömer Fevzi Bey, delegelerin kendi aralarında bir anlaşmaya varmaları için başkanlık seçiminin ertesi güne bırakılmasını istedi. Fakat bu öneri kabul edilmedi. Başkanlık için yapılan oylama sonucunda Mustafa Kemal Paşa büyük çoğunlukla Kongre Başkanlığı’na seçildi. Seçim tutanağına göre oylamaya katılan 47 kişiden 38’i Mustafa Kemal Paşa’ya oy vermişti. Raif Efendi’ye 2, Servet Bey’e 1 oy verilmiş; 3 delege çekimser kalmış ve 3 delege de olumsuz oy kullanmıştı. Esasında kongre başkanlığı meselesi kongre yaklaşırken gündeme gelmişti. Trabzon delegelerinin kendi aralarında yaptıkları bir toplantıda Sürmene delegesi Eyyubizade Ömer Fevzi Bey, “başkanlığa bir komutanın getirilmesinin doğru olmadığını” ileri sürmüştü. Bununla Mustafa Kemal’i kastettiği kuşkusuzdu. Kongre öncesi bu tartışmalar artarken Kazım Karabekir işe müdahale etmiş ve böylece Mustafa Kemal’in başkan seçilmesi konusunda anlaşmaya varılmıştı.

MUSTAFA KEMAL: KISMET OLURSA TEKRAR GİYERİZ

Mustafa Kemal’in Erzurum Büyük Kongresi’ne askeri üniforma ile gelip gelmediği konusu zaman zaman tartışılmaktadır. Bu konu, yukarıda anlatıldığı üzere Mustafa Kemal’in “Kongre Başkanlığına getirilmesi” konusunda da gündeme gelmiş idi. Ömer Fevzi Bey ve onun gibi düşünenler bir askerin, komutanın başkan olmasına karşı çıkmış idiler. Bu bakımdan Mustafa Kemal’in kongre salonuna üniformalı mı, sivil mi geldiği konusu önem taşımaktadır. Fakat bu konuyla ilgili anlatılanlar birbiri ile çelişmektedir. Delegelerden Dr. Naci Duyduk, Abdullah Hasip ve Feyzullah Moral ile Kazım Karabekir onun general üniforması ve “fahri padişah yaverliği kordonuyla” kürsüye çıktığından ve bunun bazı üyelerin tepkisine yol açtığından söz etmektedirler. Cevat Dursunoğlu ile Mazhar Müfit Kansu, sivil elbisesi bulunmayan Mustafa Kemal’in, Erzurum Valisi Münir Bey’den alınan jaketatay ile al renge yakın bir fes giydiğini belirtmektedirler. Yaveri Muzaffer Kılıç da onun askerlikten istifa ettikten sonra Vali Paşa’dan gelen sivil elbiseyi giydiğini ve “Kısmet olursa tekrar giyeriz” diye askeri elbiselerini kaldırttığını söylemektedir. Doğrusu da budur. Paşa’nın 7/8 Temmuz akşamı askerlikten istifa ettikten sonra askeri üniformasını giymediğini biliyoruz. Rütbe ve nişanları geri verildikten sonraki süreçte de cepheden döndüğü zamanlar bile TBMM’ne sivil kıyafetle gitmiştir.

Paşa, içeriği dolu konuşmasında; Mondros Mütarekesi’nden başlayarak süregelen işgalleri, hükümetin güçsüzlüğünü belirttikten sonra, yurdun parçalanmaması için kurulan derneklerin bir “hareket-i milliye” doğurduğunu, vatanı ve milletin geleceğini kurtaracak olanın da bu örgütlenmeden kaynaklanan “ruh kahramanlığı” olacağını vurguladı.

KONGREDE Şiran Müftüsü Hasan Fahri Efendi’nin duasından sonra yapılan seçimle Kongre Başkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa, yavaş yavaş kürsüye geldi ve ayakta olarak açılış konuşmasını yaptı. Kongre Başkanı Mustafa Kemal, delegelere teşekkür eden ve içinde bulunulan durumu ana çizgileriyle sergileyen bir konuşma yapmıştır. Paşa içeriği çok dolu olan ve kapsayıcı konuşmasında; Mondros Mütarekesi’nden başlayarak süregelen işgalleri, hükümetin güçsüzlüğünü belirttikten sonra, yurdun parçalanmaması için kurulan derneklerin bir “hareket-i milliye” doğurduğunu, vatanı ve milletin geleceğini kurtaracak olanın da bu örgütlenmeden kaynaklanan “ruh kahramanlığı” olacağını vurguladı. Daha sonra “milli şura” diye adlandırdığı bir “milli meclis”in toplanmasının ve “milli irade”ye dayalı sorumlu bir hükümetin kurulmasının gerektiğini savunarak, günümüze de ışık tutan şu sözleri söyledi: “Şurada acıklı bir hakikat (gerçek) olmak üzere arz edeyim ki, memleketimizde külliyetli ecnebi (yabancı) parası ve birçok propagandalar cereyan ediyor. Bundaki gaye (amaç) pek aşikârdır (açıktır) ki, hareket-i milliyeyi (milli hareketi) akim (sonuçsuz) bırakmak, amal-i milliyeyi (milli emelleri) felce uğratmak, Yunan, Ermeni amalini (emellerini) ve bazı aksam-ı mühimme-i vatanı (vatanın bazı önemli kısımlarını) işgal gayelerine teshil etmektir (kolaylaştırmaktır). Bununla beraber her devirde, her memlekette ve her zaman zuhûr ettiği (ortaya çıktığı) gibi bizde de kalp ve âsabı (yüreği ve sinirleri) zayıf, gayrı müdrik (idraksiz) insanlarla beraber vatansız ve aynı zamanda refah ve menfaat-i şahsiyesini (kişisel çıkarlarını) vatan ve milletinin zararında arayan esafil (sefiller) de vardır. Şark umurunu (siyasetini) tedvirde (yürütmekte) ve zayıf noktaları arayıp bulmakta pek mahir olan düşmanlarımız memleketimizde bunu adeta bir teşkilât haline getirmişlerdir. Fakat mukaddesatının (kutsal saydığı şeylerin) gaye-yi necatı (kurtuluşu amacı) ile çırpınan bütün millet, işbu tarik-i azim (kararlı yolunda) ve mücahedesinde (çatışmasında/ savaşında) her türlü mevanii (engeli) muhakkak (kesinlikle) ve mutlaka kırıp süpürecektir…”

Atatürk 1927’de okuduğu Büyük Nutuk’ta Erzurum Kongresi’nde yaptığı açılış konuşmasını ana hatları ile şöyle anlatmıştır: “Efendiler, bildiğiniz gibi, Erzurum Kongresi 1919 yılı Temmuzunun 23. günü, pek gösterişsiz bir okul salonunda toplandı. İlk günü, beni başkanlığa seçtiler. Kongre üyelerini, durum ve bir dereceye kadar da tutulan yol hakkında aydınlatmak için yaptığım konuşmada: Tarihin ve olayların sürükleyişiyle doğrudan doğruya içine düştüğümüz kanlı ve kara tehlikeleri göstermeyecek ve bundan irkilmeyecek hiçbir vatanseverin tasavvur edilemeyeceğine işaret ettim. Ateşkes Anlaşması hükümlerine aykırı olarak yapılan saldırı ve işgallerden bahsettim. Tarihin, bir milletin varlığını ve hakkını hiçbir zaman inkâr edemeyeceğini, bu itibarla vatanımız, milletimiz aleyhinde verilen hükümlerin er geç iflasa mahkûm olduğunu söyledim. Vatan ve milletin kutsal varlıklarını kurtarmak ve korumak hususunda son sözü söyleyecek ve bunun gereğini yerine getirecek gücün, bütün vatanda bir elektrik ağı hâline gelmiş olan millî akımın kahramanlık ruhu olduğunu ifade ettim. Maneviyatın kuvvetlendirilmesine yardımcı olmak üzere de yeryüzünde bilinen bütün milletin millî gayelerine ulaşmak için içinde bulunduğumuz tarihteki mücadeleleri ile ilgili mevcut bazı bilgileri özetledim. Ve milletin mukadderatına hâkim bir millî iradenin, ancak Anadolu’dan doğabileceğini belirttim. Millî iradeye dayanan bir Millet Meclisinin meydana getirilmesinin ve gücünü millî iradeden alacak bir hükûmetin kurulmasını, kongre çalışmalarının ilk hedefi olarak gösterdim…” Cevat Dursunoğlu’nun yazdığına göre, “bu nutuk birçok yerlerinde can ve gönülden alkışlandı.” Nutuktan sonra kongre gündemine geçildi.

HEYET-İ TEMSİLİYE’NİN SEÇİLMESİ

Erzurum Kongresi öncesinde hazırlıklar kapsamında bir kongre tüzük taslağı hazırlanmıştı. Taslak, örgütlenme ve çalışma usullerini içermekteydi. Bu nedenle kongredeki görüşmeler daha çok bu taslağın ve kongre sonrası yayımlanacak bildirinin (beyanname) nasıl olması gerektiği üzerinde sürdürülmüştür. Trabzon delegeleri “merkeziyetçi” bir örgütlenme yerine bir tür “özerklik” olan “çok merkezliliği” savunduklarından tartışmalar bu noktada yoğunlaştı.

Kongrede üzerinde çok durulan bir konu da kongrede alınacak kararların yürütülmesinden sorumlu olacak olan Heyet-i Temsiliye’nin görev ve yetkileri oldu. Erzurum ve Trabzon’da kurulmuş olan mahalli dernekler yerine yeni bir kuruluşun oluşturulması gerekli görüldü. 9-16 üyeden oluşacak Heyet-i Temsiliye bir yıl süreyle görev yapacaktı. Hüsrev Gerede’nin anlattığına göre, bu defa da Mustafa Kemal ile Rauf Bey’in her ikisinin birden Heyet-i Temsiliye’ye girip girmemeleri tartışma konusu oldu. 4 Ağustos 1919 günü akşamı yapılan bir toplantıda her ikisinin de heyette yer almalarının, başlayan Milli Mücadele hareketinin o ikisine mal edileceği gibi bir sakınca doğuracağı öne sürülüyordu. Sonunda bu itirazdan vazgeçildi. Her ikisinin de yer aldığı Heyet-i Temsiliye’nin 9 üyeli olması kabul edildi. 7 Ağustos’ta yapılan seçimlerde Heyet-i Temsiliye 9 kişiden oluştu. Nutuk’ta Atatürk, “Dernekler Kanunu’na göre, dilekçe yerine geçmek üzere, Erzurum Valiliğine verilen 24 Ağustos 1919 tarihli yazıda, Heyet-i Temsiliye üyelerinin adları ve kimlikleri şu şekilde gösterilmiştir” diyerek isimleri sıralamış ve bu isimlerin çoğunun bir araya gelerek bir çalışma yapmamış olduklarını şöyle belirtmiştir:

“1. Mustafa Kemal Eski 3. Ordu Müfettişi, askerlikten ayrılmış.
2. Rauf Bey Eski Bahriye Nazırı
3. Raif Efendi Eski Erzurum Milletvekili
4. İzzet Bey Eski Trabzon Milletvekili.
5. Servet Bey Eski Trabzon Milletvekili.
6. Şeyh Fevzi Efendi Erzincan’da Nakşi Şeyhi.
7. Bekir Sami Bey Eski Beyrut Valisi.
8. Sadullah Efendi Eski Bitlis Milletvekili.
9. Hacı Musa Bey Mutki Aşiret Bey’i

Efendiler, yeri gelmişken arz edeyim ki bu kimseler hiçbir vakit bir araya gelip birlikte çalışmış değillerdir. Bunlardan İzzet, Servet ve Hacı Musa Beyler ile Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir. Rauf ve Şeyh Fevzi Efendiler Sivas Kongresi’ne katılmışlar fakat ondan sonra biri Erzurum’a öteki Erzincan’a dönerek bir daha Heyet-i Temsiliye’de bulunmamışlardır. Rauf Bey ve Sivas Kongresi’nde aramıza katılan Bekir Sami Bey İstanbul’da Meclis-i Mebusan’a gidinceye kadar, bizimle birlikte bulunmuşlardır.” Kazım Karabekir Paşa, dokuz kişilik Heyet-i Temsiliye üyelerinin içerisinde kendi ismini zikretmektedir. Hâlbuki 24 Ağustos 1919’da Erzurum Vilayeti’ne bildirilen Heyet-i Temsiliye listesinde Kazım Karabekir’in adı yoktur. Ve bu liste aynen Nutuk’ta belirtildiği gibidir. Karabekir Paşa Heyet-i Temsiliye’nin resmi üyesi değildir. Zaten, görevinin başında bir asker olarak Heyet-i Temsiliye üyesi olması mümkün değildir. Bununla birlikte, Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, kendisinin kişiliğinden ve görüşlerinden yararlanmak amacıyla, onu Heyet-i Temsiliye’nin fahri üyesi olarak kabul etmiş ve bu konuda kendisine bir yazı göndermiştir.

Bu da kongrede gerçekleştirilen tüzük değişikliği ile mümkün olan bir husustur. Tüzüğe eklenen bir madde ile Heyet-i Temsiliye ile Merkez Yönetim Kurulu’nun önemli sorunlarda yetkili gördüğü kişileri kendi “üyelerinden sayarak” onlara danışmalarına imkan sağlanmıştı. Karabekir’e gönderilen yazı ve onun Heyet-i Temsiliye üyesi olduğunun bildirilmesi bu maddeye dayanılarak gerçekleştirilmiştir. Tüzük’te bir yıl için seçilen Heyet-i Temsiliye’nin görev ve yetkileri şu şekilde belirlenmişti: “Doğu Anadolu vilayetlerinde bulunan milli teşkilatın varlığı ve sürekliliğini sağlamak, kurulmuş olan bütün cemiyetleri tek bir ülkü etrafında toplayıp birleştirmek ve bunları temsil ederek sözü geçen örgüt mensupları arasındaki uyum ve bağlılığı kurup ve korumak ve böylece milli amaç ve ilkelerin hızla ve kolaylıkla gerçekleşmesini sağlamak.” Mustafa Kemal Paşa’nın Heyet-i Temsiliye’ye seçilmesinden sonraki amacı, bu heyetin başkanı olmaktı. Çünkü kongre dağıldıktan sonra, burada alınan kararların tam olarak uygulanması, Amasya Tamimi ile kamuoyuna duyurulan Sivas’ta toplanacak milli kongrenin hazırlık çalışmalarının yürütülmesi gerekiyordu. Ordu Müfettişliği görevinden ve askerlikten ayrıldıktan sonra hiçbir resmi sıfatı kalmayan Mustafa Kemal’in kongre kararlarını uygulayabilmek için yeni bir sıfata ve yetkiye ihtiyacı olacaktı. Fakat yakın arkadaşlarının bazıları Mustafa Kemal Paşa’nın Heyet-i Temsiliye Başkanlığına seçilmesini sakıncalı buluyorlardı. Bu konuyu nasıl değerlendirdiğini aşağıda kendi dilinden okuyacaksınız. Sonuçta Mustafa Kemal Paşa, bütün itiraz ve tereddütlere rağmen Heyet-i Temsiliye Başkanı seçilmiş ve bu heyetin başkanı olarak; özellikle Sivas Kongresi’ndeki ilave 6 kişi ile sayıları 15’e çıkacak olan Heyet-i Temsiliye’yi TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920 tarihine kadar adeta bir hükümet/yürütme organı olarak çalıştırmıştır. Kendisi de adeta bir başbakan gibi bundan sonra yaptığı bütün faaliyetleri “Heyet-i Temsiliye Reisi” sıfatıyla yürütmüştür.

TARTIŞMALARI MUSTAFA KEMAL NUTUK’TA NASIL DEĞERLENDİRDİ

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi öncesinde kendisin kongre delegesi seçilmesi, Kongre sırasında başkanlığa getirilmesi ve kongrede Heyet-i Temsiliye’nin oluşturulması süreçlerinde yaşanan bazı olayları Büyük Nutuk’ta değerlendirmiştir. Çok basit meseleler gibi görülen ve başka gerekçelerin arkasına gizlenen konuları gündeme getirenleri “tamamen samimiyetten uzak, aksine kötü bir maksadın peşine düşenler” olarak ifade etmiştir. “Erzurum Kongresinde Görülen Kararsızlıklar” başlığı altında özellikle Trabzon/Sürmene Delegesi Ömer Fevzi Bey’den başlayarak bazı kişilerin tavırlarını şöyle değerlendirmiştir: “Efendiler, hatıra olarak küçük bir noktaya da işaret etmek isterim. Benim bu Erzurum Kongresine üye olarak girip girmemem, üzerinde düşünülmeye değer bulunduğu gibi Kongreye katıldıktan sonra da başkan olup olmamam konusunda kararsızlık gösterenler olmuştur. Bu kararsızlığı gösterenlerden bir kısmını düşüncelerim iyi niyet ve içtenliklerine vermek mümkün ise de diğer bazı kimselerin bu hususta tamamen samimiyetten uzak, aksine kötü bir maksadın peşine düştüklerine daha o zaman şüphem kalmamıştı.

23 Temmuz-7Ağustos 1919 tarihleri arasında iki hafta süren Erzurum Büyük Kongresi, toplanışı yönünden mahalli, fakat aldığı kararlar yönünden milli bir kongre olmuştur. Bunun için mahallidir. Fakat alınan kararlar esasen Doğu vilayetleri ve Karadeniz sahillerimizdeki vilayetleri ilgilendirse de birçok yönden tüm ülkeyi kapsayan kararlardır.

SÖZ gelişi, düşman casusu olup her nasılsa Trabzon ilinde bir yerden kendisini Kongreye temsilci seçtirerek gelen Ömer Fevzi Bey ve arkadaşları gibi. Bu kişinin hainliği, sonradan Trabzon’da ve oradan kaçtıktan sonra da İstanbul’daki faaliyet ve hareketleri sabit olmuştur. Kongrenin bitiminden iki üç gün önce başka bir tartışma da söz konusu olmaya başlamıştı. Bazı yakın arkadaşlarım benim Heyet-i Temsiliye’ye girerek açıkça faaliyet göstermemi sakıncalı buluyorlardı. Görünüşleri şu noktalarda özetlenebilir: Millî teşebbüs ve faaliyetlerin bütün anlamıyla milletten doğduğunu, gerçekten millî olduğunu göstermek lazımdır. Bu takdirde, yapılacak teşebbüsler daha güçlü olur ve kimsenin kötü yorumuna ve özellikle yabancıların olumsuz düşüncelerine fırsat vermez. Fakat tanınmış ve hele İstanbul Hükûmetine hilafet ve saltanat makamına karşı asi durumuna düşmüş hücumların hedef noktası hâline gelmiş benim gibi bir adamın bütün bu millî teşebbüslerin başında bulunduğu görülürse, faaliyetin millî gayelere dayanmaktan çok, şahsi emellerin gerçekleştirilmesi maksadına dayandığı inancı uyanır. Bu bakımdan Heyet-i Temsiliye’yi illerin ve müstakil sancakların seçeceği kimseler oluşturmalıdır. Ancak, bu şekilde millî bir güç gösterilebilir.

Bu görüşlerin ne dereceye kadar yerinde olup olmadığı araştıracak değilim. Yalnız benim de bu görüşlere karşı olan düşüncelerim ve bunları dayandırdığım noktalardan bazılarını sayayım: Özellikle, ben mutlaka Kongreye katılmalı ve onu idare etmeliyim. Çünkü zaman geçirmeksizin silahlı olarak tedbirler almaya başlamasını sağlamak gerektiğine inanıyordum. Bu esaslı noktaları, takdir ve tespit ettirebilmek suretiyle, çalışmamı zaruri görüyordum. Nitekim öyle oldu; Erzurum Kongresinin daha önce açıkladığım ilke ve kararlarını, herhangi bir temsilciler heyetinin uygulama alanına sokturabileceğime henüz inancım olmadığını itiraf ederim. Nitekim zaman ve olaylar beni doğrulamıştır. Bundan başka, daha Amasya’da iken karar verilip de bütün millete her türlü vasıta ile tebliğ ettirdiğim Sivas Genel Kongresinin toplanmasını sağlamak, bütün milleti ve ülkeyi yalnız bir heyetle temsil etmek, ayrıca yalnız doğu illerini değil, vatanın her köşesini aynı dikkat ve duyarlılıkla savunma ve kurtarma çarelerini bulmaya çalışmak hususlarını herhangi bir heyetin gerçekleştirebileceğine inanmadığımı açıkça ifade etmek zorundayım. Çünkü, bende böyle bir kanaat var olsaydı, benim işbaşına geçtiğim güne kadar teşebbüs ve faaliyette bulunanların çalışmalarının sonuçlarını bekler ve istifa etme yolunu tutardım. Hükûmetle Padişah ve Halifeye karşı isyan gereğini duymazdım. Aksine ben de ikiyüzlü ve iki taraflı oynayanlar gibi görünüşte pek şatafatlı ve gösterişli olan, o günün Ordu Müfettişliği görevini ve Padişah Hazretlerinin Yaveri sıfatını taşımakta devam ederdim. Gerçi benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün millî ve askeri hareketlerin başına geçmemde elbette sakınca vardı. Ancak, o sakınca başarısızlık hâlinde herkesten önce ve herkesten çok benim, en büyük ceza ve azaba uğratılmamdan başka bir şey olabilecek miydi? Oysa, bütün vatanın ve koskoca bir milletin ölüm kalım davası söz konusu olurken “vatanseverim” diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerine yer var mıydı? Efendiler, ben, bazı arkadaşlarca ileri sürülen düşünce ve kuruntulara uymuş olsaydım, iki bakımdan büyük sakıncalar ortaya çıkacaktı. Birincisi; düşüncelerimde, kararlarımda ve bütün kişiliğimde yetersizlik ve güçsüzlük olduğunu itiraf etmek ki bu husus, benim, vicdanımın emrine uyarak yüklendiğim görev bakımından düzeltilmesi imkânsız bir yanlış olurdu.

Efendiler, tarih, itiraz edilemez bir şekilde ispatlanmıştır ki büyük davalarda başarı için sarsılmaz bir kabiliyet ve kudrete sahip bir önderin varlığı şarttır. Bütün devlet adamlarının ümitsizlik ve beceriksizlik içinde bütün milletin başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada, her vatanseverim diyen bin bir çeşit insanın, bin bir hareket ve görüş tarzı ortaya attığı ve her şeyin allak bullak olduğu bir dönemde, danışmalar yolu ile birçok hatırlı ve nüfuzlu kimselere bel bağlama gereğine inanmakla, güvenli ve kararlı bir şekilde ve özellikle süratle yol almak ve en sonunda çok çetin olan hedefe ulaşmış bir topluluk gösterilebilir mi? İkincisi Efendiler; millet, ülke, siyaset ve ordu yönetimi ile hiçbir ilgi ve ilişkileri bulunmamış, bu alanda başarıları görülmemiş ve denenmemiş olan gelişigüzel kimselerden, söz gelişi Erzincanlı bir Nakşi Şeyhi ve Mutkili bir aşiret reisi gibi zavallılardan da kurulması ihtimalinden uzak olmayan herhangi bir temsilciler heyetine, söz konusu durum ve görev emanet edilebilir miydi? Edildiği takdirde, ülke ve milleti kurtaracağız dediğimiz zaman, milleti ve kendimizi aldatmış olmak gibi bir yanılgıya düşmeyecek miydik? Bu nitelikteki bir heyete perde arkasından yardım edebileceği söz konusu olsa bile, bu tarz güvenli bir yol sayılabilir miydi? Bu söylediklerimin, o günlerde değilse bile, artık bugün bütün dünyaca inkâr edilemeyecek gerçekler olarak kabul edildiğine asla şüphe yoktur. Bununla birlikte, ben burada bu söylediklerimi geçmiş günlere ait bazı hatıra ve belgeler ile bir kere daha belirtmeyi, gelecek nesillerin siyasi ve sosyal ahlak terbiyesi açısından bir görev sayarım.”

ÖMER FEVZİ BEY KİMDİR

Ömer Fevzi (Eyüboğlu) (1884 Maçka/Trabzon- Şubat 1952 Samsun): Yayımladığı Selâmet ve İrşat gazetelerinde Mustafa Kemal ve Millî Mücadele karşıtı yazılarıyla tanınan, bu nedenle savaş sonunda “Yüz Ellilikler” listesine alınan gazeteci. Hukuk Mektebini bitirdikten sonra İstanbul ve Trabzon’da gazetecilik yaptı. Mondros Mütarekesi sonrası Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti kurucuları arasında yer aldı (12 Şubat 1919). Millî Kongreye ve Saltanat Şûrasına Trabzon delegesi olarak katıldı. Erzurum Kongresi’nde Mustafa Kemal’in başkanlığına karşı çıktı ve Trabzon’da çıkardığı Selâmet gazetesinde halkı, padişaha ve Damat Ferit Paşa’ya sadık kalmaya çağıran yazılar yazdı. Yazılarının tepki görmesi üzerine Trabzon’dan Balıkesir’e gitti ve devraldığı İrşat gazetesinde Mustafa Kemal ve Anadolu’da gelişen Kurtuluş Savaşı’na karşı ağır eleştirilerde bulundu ve Yunan işgal kuvvetlerini, dost göstermeye çalışan yazılar yazdı. Kurtuluş Savaşı sonunda Fransa’ya kaçtı ve “Yüz Ellilikler” listesine alındı. Yurt dışında Rehber-i İnkılap adlı bir gazete yayımladı. 1938’de çıkan af yasasıyla yurda döndükten sonra Trabzon’da avukatlık yaptı.

AZINLIK HAKLARINDA DENGE BOZULMAYACAK

23 Temmuz-7Ağustos 1919 tarihleri arasında iki hafta süren Erzurum Büyük Kongresi, toplanışı yönünden mahalli, fakat aldığı, ilan ettiği kararlar yönünden milli bir kongre olmuştur. Yukarıda bahsedildiği üzere kongreye altı Doğu vilayeti ve Trabzon Vilayeti ile Canik (Samsun) Sancağı temsilcileri katılmıştır. Bunun için mahallidir. Fakat alınan kararlar esasen Doğu vilayetleri ve Karadeniz sahillerimizdeki vilayetleri ilgilendirse de birçok yönden tüm ülkeyi kapsayan kararlardır. Bölge vilayetlerinin birbirinden ve ülke bütünlüğünden ayrılmayacağı güçlü bir şekilde vurgulanmıştır. İşgal ve müdahale, Rum ve Ermeni devleti kurulmasına yol açacağından reddedilmiştir. Azınlık haklarının, siyasi egemenliği ve sosyal dengeyi bozamayacağı ifade edilmiştir. Atatürk’ün Nutuk’ta özet olarak verdiği Erzurum Kongresi Kararları, Kongre Beyannamesi’nde yer aldığı şekliyle kısmen sadeleştirilerek aşağıya alınmıştır: “Şarkî (Doğu) Anadolu Vilâyâtının (Vilayetlerinin) Erzurum Kongresi Beyân-nâmesidir Mütareke’nin imzalanmasını takiben gittikçe artan Mütareke’ye aykırı işlemler ve İzmir, Antalya, Adana ve havalisi gibi memleketimizin önemli bölümleri fiilen işgale ve Aydın vilâyetinde gerçekleştirilen tahammülsüz Yunan fecâyii (felaketleri) ve Ermenilerin Kafkasya dâhilinde hudutlarımıza kadar dayanan katliam ve İslâm’ı imha siyaseti ile istilâ hazırlıkları ve Karadeniz sahilinde Pontus hayalini tahakkuk ettirmek gayesi ile hazırlıklar yapılması ve sırf bu maksatla Rusya sahillerinden akın akın göçmen namı altında gelen bayağı Rumların ve bu meyanda silahlı eşkıya çetelerinin sevk edilmesi ve çağrılması gibi olaylar karşısında mukaddes vatanın bölünme ve parçalanma tehlikesini gören milletimiz hiçbir milli iradeye dayanmayan merkezi hükûmetimizin bu elemler ve felaketlere çare bulamayacağına uğursuz örnekleriyle inanmış ve birçok etkenden dolayı ihtimâl ki daha elim ve hazım ve kabulü mümkün olmayan kararlarla karşılaşacağından tamamıyla endişeli bulunuyor, binaenaleyh kendisini en yakın ve en kanlı tehlikeler karşısında gören Şarkî Anadolu vilayetlerinin mukaddesatını bizzat muhafaza gayesiyle her fert ve milli vicdandan doğmuş cemiyetlerin katılımı ile yakında toplanmış olan Erzurum Kongresi 7 Ağustos 1919 tarihinde mesaisine son vererek bî-lutfihî Teâlâ (Allah’ın lütfu ile) aşağıdaki kararları almıştır:

1. Trabzon Vilâyeti ve Canik Sancağı ile Vilâyât-ı Şarkiye namını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Ma’mûret-ül-azîz (Elazığ), Van, Bitlis vilayetleri ve bu saha dâhilindeki elviye-i müstakile (bir vilayete bağlı olmayan müstakil sancaklar) hiçbir sebep ve bahane ile birbirinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılmak imkânı düşünülmeyen bir küldür (bütündür). Saadet ve felakette tam ortaklığı kabul ve mukadderatı (geleceği) hakkında aynı maksadı hedef sayar. Bu sahada yaşayan İslam unsurları birbirine karşı karşılıklı bir fedakârlık hisleri ile dolu ve ırki ve sosyal durumlarına riayetkâr (saygılı) öz kardeştirler.

2. Osmanlı vatanının tamamiyeti (bütünlüğü) ve milli istiklalimizin teminini ve saltanat makamı ve hilâfetin masuniyeti (dokunulmazlığı/ korunması) için Kuvâ-yı Milliye’yi âmil ve irâde-i milliyeyi hâkim kılmak esastır.

3. Her türlü işgal ve müdahale Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine ma’tûf (yönelik) telâkki edileceğinden müttehiden (birlikte) müdafaa (savunma) ve mukavemet (direnme) esası kabul edilmiştir. Siyasi Hâkimiyet ve sosyal dengemizi bozacak surette Hristiyan unsurlara yeni birtakım imtiyazat (ayrıcalıklar) verilmesi kabul edilmeyecektir.

Kongrede alınan kararlardaki 7. madde, İngiltere ya da ABD mandasının kabul edilmesini önleyici bir formül içeriyordu. Nitekim, kongreye, Bekir Sami (Kunduh) ve Kara Vasıf, İngiltere ya da ABD mandasının kabul edilmesini isteyen telgraflar göndermişlerdi. Ancak, Rauf Orbay ve Kazım Karabekir ile anlaşan Mustafa Kemal Paşa, önerileri kongreye sunmadı.

4. MERKEZİ hükûmetin bir (yabancı) devlet baskısı karşısında buralarını terk ve ihmâl zorunda kalması ihtimaline göre hilâfet makamı ve saltanata bağlılığı ve milli varlık ve hakları koruyacak önlemler ve kararlar alınmıştır.

5. Vatanımızda öteden beri birlikte yaşadığımız gayrimüslim unsurların Osmanlı Devleti’nin kanunları ile güvence altına alınmış olan kazanılmış haklarına tamamıyla riayetkârız. Mal, can ve ırzlarının korunması zaten dinimizin, milli geleneklerimizin ve kanuni esaslarımızın gereği olmakla bu esas kongremizin genel kanaatiyle de teyit olunmuştur.

6. İtilaf Devletleri’nce mütarekenin imza olunduğu 30 Kasım 1918 tarihindeki hududumuz dâhilinde kalan ve her mıntıkasında olduğu gibi Şarkî (Doğu) Anadolu vilâyetlerinde de ezici çoğunluğunu İslâmların oluşturduğu kültürel ve ekonomik üstünlüğü Müslümanlara ait bulunan ve birbirinden ayrılmaz öz kardeş olan din ve ırkdaşlarımızla meskûn memleketimizin paylaşılması görüşünden tümüyle vazgeçilerek, varlığımıza, tarihi, ırki ve dini haklarımıza riayet edilmesine ve bunlara aykırı girişimlerin desteklenmemesine ve bu suretle tamamıyla hak ve adalete dayanan bir karar çıkarılması bekleniyor.

7. Milletimiz insani, asri (çağdaş) amaçları yüceltir/saygıyla karşılar ve fennî, sınai ve iktisadi hâl ve ihtiyacımızı takdir eder. Bundan dolayı devlet ve milletimizin iç ve dış istiklâli ve vatanımızın kabiliyeti (bütünlüğü) saklı kalmak şartıyla altıncı maddede açıklanan hudut dâhilinde milliyet esaslarına riayetkâr ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin fennî, sınai ve iktisadi yardımını memnuniyetle karşılarız. Ve bu insani ve adil şartları içeren bir barışın da acilen kararlaştırılması/sağlanması insanlığın kurtuluşu ve kamu huzuru adına esas milli emellerimizdir.

8. Milletlerin kendi mukadderatını (kaderlerini) bizzat tayin ettiği bu tarihî devirde merkezi hükûmetimizin de milli iradeye tâbi olması zaruridir. Çünkü milli iradeye dayanmayan herhangi bir hükümet heyetinin yüzeysel ve şahsî kararları milletimizce bağlayıcı olmadıktan başka dışarıda da muteber olmadığı ve olmayacağı şimdiye kadar yaşananlar ve sonuçlar ile sabit olmuştur. Binaenaleyh milletin içinde bulunduğu sıkıntı ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessüle gerek kalmadan merkezi hükûmetimizin Milli Meclise hemen ve hiç zaman kaybetmeden toplanması ve bu suretle milletin mukadderatı ve memleket hakkında alacağı bütün kararları Milli Meclisin denetimine arz etmesi mecburidir.

9. Vatanımızın karşı karşıya kaldığı üzüntüler ve olaylar ile tamamen aynı maksatla milli vicdandan doğan cemiyetlerin birlik ve beraberliğinden doğmuş olan umumi kitle bu kere “Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” unvanlıyla isimlendirilmiştir. İşbu cemiyet her türlü particilik akımlarının bütünüyle dışındadır. Bütün İslâm vatandaşlar cemiyetin doğal üyesidir.

10. Kongre tarafından; seçilmiş bir Heyet-i Temsiliye kabul ve köylerden itibaren vilayetlerin merkezine kadar mevcut milli teşkilatlar birleştirilmiş ve teyit olunmuştur. Erzurum Kongre Heyeti, 7 Ağustos 1919, Perşembe”

Sivas Kongresi’ne ve Misak-ı Milli’ye de etki edecek olan Erzurum Kongresi’nin bu önemli kararları, önce telgrafla bütün yurda ilan edildi. 10 Ağustos 1919’da da “Türk Matbaası” nda binlerce nüsha halinde bastırılarak, her tarafa gönderildi. Beyanname’de açıklanan bu maddeler dışında, Tüzük’te yer alan 2 önemli maddeden de bahsetmemiz gerekiyor:

Tüzüğün 4. Maddesine göre, Osmanlı Hükümeti, Doğu Anadolu’yu bırakmak zorunda kalacak olursa, hemen “geçici bir yönetim” oluşturulacaktı. Bu geçici yönetim, durumu yabancı devletlere bildirecek ve bölgeyi Osmanlı kanunlarına göre yönetecekti. 5. maddede ise Heyet-i Temsiliye’nin kararı olmadan “halkın bölge dışına göç etmesi” kesin olarak yasaklanıyordu.

Mustafa Kemal Atatürk, Erzurum Valisi Münir Akkaya ve Mülkiye Amiri İbrahim Süreyya Yiğit, Erzurum Kongresi öncesi çalışma esnasında.

İNGİLİZ VE AMERİKAN MANDASI KONUSU

Kongre, maksat ve kararların yer aldığı “Beyanname”nin kabulü ile 7 Ağustos 1919’da işlerini bitirdi. Bu Beyanname ile “Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti” ile olan bütün bağlar kesilmiş ve Cemiyet, “Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adını almıştı. Artık İstanbul’daki cemiyetle, şekli bir bağ bile kalmamıştı. Mustafa Kemal Paşa şu kısa konuşma ile kongreyi kapattı:

“Saygıdeğer Efendiler, Milletimizin kurtuluş ümidiyle çırpındığı en heyecanlı bir zamanda fedakâr saygıdeğer heyetiniz, her türlü eziyete katlanarak burada, Erzurum’da toplandı. Hassas ve temiz bir ruh ve pek sağlam bir iman ile vatan ve milletimizin kurtuluşuna ilişkin köklü kararlar aldı. Özellikle bütün dünyaya karşı milletimizin varlığını ve birliğini gösterdi. Tarih, bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir. Saygıdeğer heyetinizin, şerefli üyelerinin hakkımda gösterdiği içten sevgi ve güvenoyuna buradan açıkça teşekkür etmeyi bir görev sayıyorum. Bu kurtuluşa köprü olan toplantımızı sona erdirirken Yüce Allah’tan kurtuluşa yardım etmesi ve Şanlı Peygamberimizin zafer (fetih) ruhundan bolluk ve destek vermesi ile vatan ve milletimize, sonsuza kadar yaşayacak devletimize mutlu gelecekler dilerim.” Bu konuşmadan sonra, Şiran Müftüsü Hasan Fahri Efendi yine güzel bir Türkçe dua yaptı ve başarılar diledi. Sivas Kongresi hazırlıkları için kongreye son verildi.

Erzurum Kongresi’nde görüşmeler sırasında, komisyon toplantılarında zaman zaman bir kelime nedeniyle bile önemli tartışmalar yaşanmıştır. Tüzük ve Beyanname hazırlanırken meydana gelen bu tartışmalar çoğu zaman Mustafa Kemal Paşa’nın sağduyulu ve ara bulucu liderliği sayesinde atlatılabilmiştir. Cevat Dursunoğlu’nun naklettiğine göre, “asri” (çağdaş) kelimesi bile şiddetli tartışmalara yol açmıştı. Çoğu Ziya Gökalp’in fikri yolundan yürüyen genç delegelerin Beyanname’deki kararların 7. Maddesinde yazılmasını istedikleri bu kelime hocaları ürkütüyordu:

“Asri kelimesini de Garpçılığın şiarı ve adeta küfür sayıyorlardı. Hocalar Ziya Gökalp’in ruhunun buraya kadar sokulduğunu görüyor ve sinirleniyorlardı. Kelimenin dinle, imanla alakası olmamakla beraber hocalar bir noktada haklı idiler. Kongreye iştirak eden gençler Türkçü ve Garpçı, bu itibarla Ziya Gökalp’çi idiler. Hepimiz onun manevi talebesi idik. Fikir gıdamızı ‘Yeni Mecmua’dan almıştık. Biz bu cihetleri düzeltmeyerek ve sırf kelimenin sözlük anlamında kalarak tezimizi müdafaa ettik ve beyannamede değişiklik yaptırmadık. Bu olay nesillerin ayrılığını göstermek bakımından önemli idi…”

Kararlardaki 7. Madde bir başka bakımdan da (bugün bile) tartışmalara yol açıyordu: İngiltere veya ABD’nin mandası meselesi. Yayılmacı olmayan bir devletin teknik ve ekonomik yardımlarının kabul edileceğine dair olan 7. Madde, aslında İngiltere ya da Amerika’nın mandasını kabul etme yolundaki görüş ve önerilere karşı bulunmuş bir formülü içeriyordu. Çünkü kongre süresince Bekir Sami (Kunduh) ve Kara Vasıf, İngiltere ya da ABD mandasının kabul edilmesini isteyen telgraflar göndermişlerdi. Ancak bu önerileri kongreye sunmayı tehlikeli bulan Mustafa Kemal Paşa, Rauf Orbay ve Kazım Karabekir ile de anlaşarak görüşmeleri uzatmış, böylece de istekleri geçiştirmişti. Ne var ki, manda sorunu, Sivas Kongresi’nde daha büyük boyutlarda ortaya çıkacaktı.

İki haftalık çetin görüşmeler sonucunda kurtuluşa yönelik ilkeleri belirleyen kongrenin ertesi günü Erzurum Belediyesi şehrin piknik alanı olan Köşk bölgesinde bir eğlence düzenlemiştir. Burada kadınlar için de özel oturma yerleri yapılmış ve Ermeni ve Rum zulümlerini konu alan “Casus” adlı piyes sahnelenmiştir.

KONGRE DELEGELERİ VE GELDİKLERİ YERLER

Erzurum Kongresi’ne o zamanki idari taksimata göre şu illerden gelen delegelerin katıldıkları görülmektedir:

1. Erzurum Vilayeti (Şimdiki Erzurum, Bayburt, Ağrı illeri ile Yusufeli ve Kiğı ilçeleri dahil). 
2. Trabzon Vilayeti (Şimdiki Trabzon, Rize, Giresun, Ordu ve Gümüşhane illeri) 
3. Sivas Vilayeti (Şimdiki Sivas, Amasya, Tokat, Şebinkarahisar dahil) 
4. Bitlis Vilayeti (Şimdiki Bitlis, Muş, Siirt, kısmen Şırnak ve Genç, Bingöl dahil) 
5. Van Vilayeti (Şimdiki Van, Hakkari dahil) 
6. Erzincan Sancağı/Mutasarrıflığı. Gelen delegelere bakıldığında şimdiki idari taksimata göre 20 valilik bölgesini kapsayan ilden katılım olmuştur. Bu iller şunlardır: Erzurum, Trabzon, Sivas, Erzincan, Giresun, Amasya, Tokat, Artvin, Bitlis, Van, Gümüşhane, Bayburt, Rize, Ordu, Tunceli, Ağrı, Siirt, Bingöl, Hakkari, Şırnak.

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi’yle ilgili olarak elde edilen sonuçlardan memnun idi. İbrahim Süreyya Yiğit’i yanına çağırtıp birlikte kongre kararlarını değerlendiren Mustafa Kemal, gözetilen ana amacı şöyle belirtmişti: “Memlekette irade-i milliye hâkim olacak. Kuva-yı Milliye de bu iradeye tâbi. Hakikat bu olunca neler olmaz?”

AYRICA Elazığ vilayetinden (Merkez, Dersim ve Malatya ile Adıyaman dahil) beş ve Diyarbakır vilayetinden (Merkez, Mardin, Siverek dahil) üç temsilci Erzurum Kongresi için seçilip yola çıkmışlarsa da o zamanki İstanbul Hükümeti’ne sıkı bir şekilde bağlı olan valiler tarafından engellenip, gönderilmemişlerdir.

Elviye-i Selase (Kars, Oltu-Ardahan ve Artvin- Batum) adına Erzurum’a gelen temsilciler ise Mondros Mütarekesi’ne aykırı olur diye kongreye katılamamışlardır. Zira Erzurum Kongresi Beyannamesi’nin 6. Maddesi’nde belirtildiği gibi Türkiye’nin yeni milli sınırları, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalamaya mecbur kaldığımız Mondros Mütarekesi’ne göre tespit edilmişti. Bu yüzden Artvin dahil Ardahan ve Kars’tan 4, Nahcivan’dan 1 temsilcinin Erzurum Büyük Kongresi’ne katılma talepleri kabul edilmemiştir. Ancak Elviye-i Selase temsilcileri kongrede resmen temsil edilmemişlerse de onları temsilen bir kişi kongrede bulunmuştur. Bayezid (Ağrı) Sancağı (Bayezid, Diyadin, Karakilise, Eleşkirt, Toprakkale ve Tutak kaza ve kasabalarını içeriyordu) adına kongreye katılan Avukat Hüseyin Avni (Ulaş) Bey onları da temsil etmiştir.

Delege bağlamında kongreye katılım bakımından büyük bir teveccüh olduğunu söylemek mümkündür. Katılmak isteyip de katılamayan, açılışa yetişemeyen, kongre başladıktan sonra gelen, hastalanarak gelemeyen, kongre sırasında hastalanarak izin isteyip ayrılan delegeler olmuştur. Erzurum Kongresi ile ilgili bütün belgeleri yayımlayan Merhum Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu’nun kongre tutanaklarını esas alarak verdiği rakama göre kongreye toplam 63 delege katılmıştır. Bunların geldikleri yerlere göre sayıları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa Erzurum’da önemli mesajlar veriyor: “Hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır!”

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi ile ilgili olarak elde edilen sonuçlardan memnun idi. Kongrenin bittiği 7 Ağustos 1919 gününün gecesi, ülkenin kurtuluşundan sonra yapacağı inkılapların da ana unsurlarını ilk defa arkadaşlarına açıklayacaktır. Bitlis Valiliğinden alındığından beri yanından ayrılmayan Mazhar Müfit’in (Kansu) anlattığına göre; kalmakta oldukları binada geceleyin odalarına çekildikten sonra onu ve İbrahim Süreyya Yiğit’i yanına çağırtıp birlikte kongre kararlarını değerlendiren Mustafa Kemal gözetilen ana amacı şöyle belirtmişti:

“Memlekette irade-i milliye hâkim olacak. Kuva-yı Milliye de bu iradeye tâbi. Hakikat bu olunca neler olmaz?”

Süreyya Yiğit’in Milli Mücadele’yi kazanmakla işlerin bitmeyeceğini, çok yönlü çalışmak, inkılaplar yapmak gerekeceğini öne sürmesi üzerine de Mazhar Müfit’ten not defterini getirmesini istemiş ve sigarasını birkaç kez tüttürdükten sonra şunları yazdırtırmıştır:

1. Zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır.. 
2. Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır. 
3. Tesettür kalkacaktır. 
4. Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.

Dikte ettirilen bu dönüşümlerin gerçekleştirilmesini pek mümkün bulmayan Mazhar Müfit Kansu’nun bu noktada elinden kalem düşmüştü. Mustafa Kemal niçin duraksadığını sorunca da büyük bir samimiyetle; “Darılma amma Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var” diye cevap vermişti. Mustafa Kemal cevabı umursamayarak, “Bunu zaman tayin eder. Sen yaz” diye sıralamayı sürdürdü.

5. Latin harfleri kabul edilecek. Mustafa Kemal Paşa yazdırmaya devam etmek istediği halde, “Cumhuriyetin ilanına muvaffak olalım da üst tarafı yeter” kanaatinde olan Mazhar Müfit Kansu, yazmayı bırakmış, defteri kapatmıştır.

Prof. Dr. Şerafettin Turan; “7/8 Ağustos 1919 gecesi gün ağarmaya başlarken Kansu’nun defterine yazdıklarının gerçek olup olmadığına ilişkin bazı görüşler öne sürülmektedir. Mustafa Kemal’in 1916 Kasımında Bitlis’te Kurmay Başkanı İzzettin Çalışlar ile kadının toplum içindeki durumu ve “tesettür” hakkında konuşmaları ve 1918’de Karsbald’da gelecekte bir coup (darbe) biçiminde gerçekleştirmeyi düşündüğü “devrim”in unsurlarına ilişkin olarak kendi eliyle not defterine yazdıkları dikkate alınacak olursa, Erzurum’da yazdırdıklarının doğruluğundan şüphe duymamak gerekir.” demektedir.

Mustafa Kemal, o gece bunları yazdırırken Mazhar Müfit Kansu’dan defterin o yaprağını hiç kimseye göstermemesini de istedi. Yıllar sonra şapka giyilmesine ilişkin yasa çıkartıldığında ise Kastamonu’dan Ankara’ya dönen Mustafa Kemal Paşa garda rastladığı Mazhar Müfit’e, “Azizim Mazhar kaçıncı maddeye geldik? Notlarına bakıyor musun?” şeklinde takılmıştır.

KAYNAKLAR: l Askeri Tarih Belgeleri Dergisi (Meclis ve Mustafa Kemal Özel Sayısı), Yıl: 56, Sayı: 120 (Nisan 2007). l ATATÜRK, G. M. K., Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille), HAZIRLAYANLAR: A. Sevim, İ. Öztoprak, M. A. Tural, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2006. l ATATÜRK, G. M. K., Nutuk, Sadeleştiren ve Yayıma Hazırlayan: E. S. Yalçın, Berikan Yayınları, Ankara, 2011. l BAYKAL, B. S., Erzurum Kongresi İle İlgili Belgeler, Ankara, 1969. l ÇİL, Y., Erzurum Kongresi’ne Katılan Delegeler, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2005. l DAYI, E., Erzurum Kongresi ve Elviye-i Selase Meselesi, Erzurum, 1997. l DURSUNOĞLU, C., Milli Mücadele’de Erzurum, Erzurum Kitaplığı, 2. Baskı, 1998. l GOLOĞLU, M., Erzurum Kongresi, Ankara, 1968. l GÜLER, A., Milli Mücadele Kahramanı Kazım Karabekir (Emrinizdeyim Paşam), 2. Baskı, Halk Kitabevi, İstanbul, 2017. l KANSU, M. M., Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C: 1., Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1997. l KARABEKİR, K., İstiklal Harbimiz, C: 1., Ankara, 1991. l KIRZIOĞLU, M. F., Bütünüyle Erzurum Kongresi, Kültür Ofset, Ankara, 1993. l KONUKÇU, E., Mustafa Kemal Atatürk Döneminde Erzurum, Erzurum, 1999. l SELVİ, H., Milli Mücadele’de Erzurum (1918-1923), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2000. l TAŞYÜREK, M., Erzurum Kongresi ve I. TBMM’nde Erzurum Milletvekilleri, İstanbul, 2000. l TURAN, Ş., Mustafa Kemal Atatürk Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2004. 

Kaynak: Türkgün Gazetesi https://www.turkgun.com/yazar/ali-guler?sayfa=2

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları