“Tutunamayanlar” polemiği

Egoist Okur’dan “Tutunamayanlar” polemiği

“Tutunamayanlar” polemiği
08 Ocak 2012 - 17:55

Edebiyat dergisi Notos’un Oğuz Atay dosyasını gördüğümde, edebiyatçılar ve eleştirmenler tarafından verilen cevapları okuduğumda henüz her şey yolundaydı.  İlle yolunda olmayan bir şey arasaydım belki şöyle derdim: Bugüne kadar duymadığım, okumadığım, söylenmemiş hiçbir şey yok ki. Herkes ne kadar aynı fikirde… Edebiyat dünyamızda olağan dışı bir sulh ortamı hakim ve ben buna pek alışık değilim! Neyse ki öyle demedim, gerek kalmadı. Zira şair ve yazar Şavkar Altınel, Oğuz Atay’a ve yapıtı Tutunamayanlar’a bambaşka bir yerden bakmış, başka türlü değerlendirmiş, eleştirmişti. Anlayacağınız, her şey hakikaten son derece yolundaydı. Sonrası hariç! Sonrası hayret ve utanç verici oldu. 

Bu hafta bazıları edebiyatçı olan birkaç arkadaşımla, mesela Hamdi Koç ve Tolga Meriç’le bu konuyu konuştuk. Kimseye bulaşmadan, aramızda… Yani benimle onların arasında… (Daha sonra Hakan Bıçakcı, Mine Söğüt Altay Öktem ve Toros Öztürk de Egoist Okur için bu konudaki görüşlerini yazdı.) Çünkü Savkar Altınel’in Notos’un Oğuz Atay dosyası için yazdığı yazıya gösterilen tepkiler son zamanların edebiyat açısından en önemli hadisesiydi. Ve bize aslında şunu gösteriyordu: Ne iddia ettiğimiz gibi demokratız, ne de edebiyatı sandığımız kadar önemsiyoruz. Etrafımızdaki herkesten sadece kendi fikirlerimizi işitmek istiyor, geri kalan seslere, sözlere var olma hakkı tanımıyoruz.

Duymayan kalmadı ama hadise Egoist Okur’da da muhakkak yer almalıydı. Özet geçeyim… Semih Gümüş’ün edebiyat dergisi Notos, bir Oğuz Atay dosyası hazırladı ve yazarlara, eleştirmenlere “Atay adı aklınıza ilkin neler getiriyor?” sorusunu sordu. Cevaplar Haziran-Temmuz sayısında yer aldı.

Buraya kadar her şey yolunda. İlle yolunda olmayan bir şey arasaydım belki şöyle derdim: Verilen cevaplarda bugüne kadar duymadığım, okumadığım, söylenmemiş hiçbir şey yok ki. Herkes ne kadar aynı fikirde… Edebiyat dünyamızda olağan dışı bir sulh ortamı hakim ve ben buna pek alışık değilim!

Neyse ki öyle demedim, gerek kalmadı. Zira Şavkar Altınel, Oğuz Atay’a ve yapıtı Tutunamayanlar’a başka bir yerden bakmış, başka türlü değerlendirmişti:

“Oğuz Atay denince aklıma ilk gelen başarısızlık oluyor. Yarattığı kahramanların ‘tutunmak’ konusundaki dillere destan başarısızlığından değil, Atay’ı -ya da daha doğrusu, okuduğum tek yapıtı Tutunamayanlar’ı- sevmeyi başaramamış olmamdan söz ediyorum. Bana göre Tutunamayanlar bir küçük burjuva krizinin, mühendis olmanın, ‘salon salomanje’lerde yaşamanın, ‘bir kadınla iki çocuğun sorumlu saymanlığı’nı yapmanın hikâyesi. Bunda bir sorun yok; bir Flaubert bu malzemeden büyük bir roman çıkarabilirdi. Ama Atay; Flaubert değil, çok etkilendiği belli olan modernistlerden biri de değil, her şeyden önce de ‘kendisi’ değil. Başkahramanına ‘Özben’ soyadını vermiş olabilir, ama içimde romanın arkasında elle tutulabilir bir ‘benlik’ olduğu, yazarın anlattıklarını gerçekten görüp yaşadığı duygusu yok. Daha çok, bunları bir yerlerden duymuş, öğrenmiş, doğru olanın dünyaya böyle bakmak olduğuna karar vermiş gibi. Yusuf Atılgan ya da Tezer Özlü’nün benzer krizlerinden yola çıkarak yazdıklarını otantik bulup severek okuyabilmeme karşılık, Atay gözüme sığ ve yapay görünüyor. Ama suç onda mı, yoksa bende mi?”

Altınel, Atay’ı sevmediği halde milleti küstürmemek için görüşünü kendine saklasa, yani Notos’un anketini cevaplamayı reddetse ve ben bunu bir şekilde öğrensem; üzülürdüm. Semih Gümüş Altınel’in cevabını yayınlamasa ve dedim ya, benim bundan bir şekilde haberim olsa, gene üzülürdüm. Fakat hayır, her şey hakikaten son derece yolundaydı.

Sonrası hariç! Sonrası hayret ve utanç verici bir felaket oldu.

Onu da anlatayım… Radikal okuyucuları ve Ekşi Sözlük yazarları başta olmak üzere ürkütücü bir tek sesli koro Şavkar Altınel’e hakaret üzerine hakaret yağdırmaya başlıyor. Altınel’e dair neler neler söyleniyor… Ne İngiliz ajanlığı kalıyor, ne trollüğü… (Bu tür tek sesli koroların şarkılarında sağduyuya pek yer olmuyor nedense ve kimse çıkıp “trol benzetmesi de ne alaka?” diye sormuyor.) “Kısa yoldan ünlü olmaya çalışan bir fırsatçı” diyorlar Altınel’e, bu dünyada oksijen tüketmeye bile hakkı olmadığını söylüyorlar, “Oğuz Atay’ı sevmeyen birine söz hakkı vermek nasıl bir namussuzluk, nasıl bir ihanettir” diyerek arada Notos’u da harcıyorlar, “İngiliz mimarisiyle inşa edilmiş şatosunda ellerini ovuşturup kahkahalar ata ata Oğuz Atay’a saldırarak nasıl prim yapacağını tasarladığını varsayıyorlar, onu “Çakma Chaucer”, şiirlerini ise “aptal ve yavan metinler” diye nitelendiriyorlar, “İngiliz meşe odununun hayal gücüne ve yeteneğine sahip” sözleriyle aşağılıyorlar, “Kendisini şimdiye kadar ciddiye almadığımız halde hep sustuk, hep sustuk” diyerek alttan alta bezgin tehditler savuruyorlar.

Peki ya tartışmaya dahil olan yazarlar, eleştirmenler ne alemde? Pazarcı kavgası yapanlardan oldum olası nefret ettiğini söyleyen bir eleştirmen, Gürsel Korat, Altınel’in “edepsizlik ettiğini” söyleyerek “Ayrılsın yollarımız artık” diyor. Meltem Gürle, bu hadisede kendisini en çok Altınel’in Oğuz Atay’ı “sevmeyi başaramadığını” söylemesinin eğlendirdiğini anlatıyor. “Sanki böyle bir zorunluluk varmış gibi” eklemesiyle… Eh, kendini yalanlayan bir cümle bu sonuçta, böyle bir zorunluluğun olduğu bir haftadır aşikar. Kim eleştirecek artık Oğuz Atay’ı ya da öteki “dokunulmaz” edebiyatçılarımızı, romanlarımızı, şiirlerimizi, dışlanmaktan, bin türlü hakarete maruz kalmaktan korkmadan?

Bir tek Doğan Hızlan, Hürriyet’teki köşesinde Şavkar Altınel’in görüşüyle ilgili olarak şunları yazmış:

“Fanatik sözü beni her zaman ürkütür. Çünkü onlarla tartışılmaz, sevdikleri kişileri öylesine yüksek yerlere koyarlar ki, birer kutsal simge haline dönüştürürler. Fanatiklikle rasyonellik bir araya gelmez, çünkü onlarda inanç hâkimdir. Onların çizgisi sevmekle tapmak arasında gidip gelir. Neden böyle bir giriş yapma gereği duydum. Notos’un özel dosyasında fanatiklerin karşı duracağı bir yazı var da ondan.”

Bu kadar! Son yıllarda okuduğum en güzel birkaç kitabın (Kvangvamun Kavşağı, Tepedeki Yabancı, Güneydeki Ülke, Soğuğa Açılan Kapı) yazarı olan Şavkar Altınel’e bir edebiyat yapıtı konusunda ne düşündüğünü açıkça anlattığı için layık gördüğümüz muamele işte bu. Üstelik Altınel o yazıyı durup dururken de yazmış değil, bir soruşturma kapsamında birçok kişiden olduğu gibi Şavkar Altınel’den de görüş istenmiş, o da cevap vermiş. “Hiçbir yayınevi Oğuz Atay’ın eserlerini yayınlamasın” mı demiş? “Oğuz Atay’ın yapıtlarının yasaklanmasını öneren bir yasa tasarısı hazırlanmasını” mı istemiş? “Madem ben okuyamıyorum, sevemiyorum, başkaları da okumasın, sevmesin” diye mi zorbalık mı etmiş? Ne demiş hakikaten bizi bu kadar öfkelendirecek?

Yazının başında birkaç arkadaşımla bu konuyu tartıştığımızı söylemiştim. Aralarında Oğuz Atay’ın yapıtlarını tutkuyla seven ve gene de Altınel’in düşüncelerini açıklıkla ifade etmekle doğruyu yaptığını düşünenler vardı. Mesela romancı Hakan Bıçakcı Oğuz Atay’ın en sevdiği yazarlardan olduğunu söylüyordu: “Koskoca eleştiri kurumuna, kendisi bir şey olamamışların başarılı insanlara laf atarak dikkat çekmeye çalıştığı bir sataşma operasyonu olarak bakıyoruz. Kendi sevdiğimiz şeyi başkasının sevmemesini anlama konusunda 5 yaşında bir çocuk kadar anlayışsızız. Bu hemen her konuda böyle. Keşke sadece Şavkar Altınel vakasında böyle olsaydı.”

Çevirmen, yazar ve eğitmen Toros Öztürk ise “Arkadaşının kızına imzaladığı kitaba “N’olur beni oku, kimse okumuyor da beni” diye yazıp imzalayan Oğuz Atay sağ olsaydı, Şavkar Altınel’e her şeyden önce onu okuduğu için teşekkür ederdi” diyordu.

Romancı Mine Söğüt, “Çok sevdiğim bir grafiti vardır: Savaş çıkmış ve kimse gitmemiş… Keşke hayat da edebiyat da öyle bir şey olsaydı…” diye konuşuyordu olanları değerlendirirken.

Tutunamayanlar’dan pek hazzetmeyen bir başka arkadaşımsa “Ben de dahil birçok kişinin yıllardır düşündüklerini yazmış Altınel ve onu bu yüzden neredeyse linç edecekler” dedi. Adını yazmamamı rica eden bu arkadaşa göre, “yanlış bir ihtiyaçtan ötürü” sahipleniliyordu Atay’a, çünkü biz o dönemde, yani tam da solcuların şehirleşme çabası sırasında, “bayrağı eşkıya romanlarından alıp şehir romanlarına vermeyi” seçmiştik.

Egoist Okur’un ayrılmaz parçalarından olan, “Hakkında Bildiğim 10 şey” köşesinin sahibi Tolga Meriç, “Şavkar Altınel’in en büyük edebi tabularımızdan birine saldırarak zihinleri rahatlattığını düşünüyorum. Çünkü insanlar Oğuz Atay hakkında olumsuz düşünüp olumsuz konuşmaya korkar hale gelmişti artık” dedi.

Gene yakından tanıdığınız tanıdığınız bir diğer arkadaşım, romancı Hamdi Koç ise farklı bir noktaya temas ederek, “Herhangi bir iyi romanı okumuş ve sevmiş olan hiç kimse Altınel’e gösterilen bu tepkiyi gösteremez, gösterenleri de hoş göremez. Bu tür bir tepki edebiyat okuru refleksi değildir. Bence Atay da romanlarını böyle yobaz bir tutkuyla sevilsin diye yazmadı” görüşündeydi.

Bana gelince; ben “ataist” olmamakla beraber, Oğuz Atay’ı sevenlerdenim ama bu sevme ya da sevmeme meselesinin apayrı bir tartışmanın konusu olduğuna, Oğuz Atay’cıların da burada Şavkar Altınel’in yanında yer alması gerektiğine inanıyorum. “Sevmiyorum” demeye hakkı olamaz mı bir insanın, sevmediğini söylediği şey her ne olursa olsun? Kutsal kitaplara bile saldırılabiliyorken, Tutunamayanlar’ı dokunulmaz kılan şey ne olabilir? Hem “İki paragraflık gerekçe olmaz” da ne demek? İnsanın bir edebiyat yapıtını sevmediğini kanıtlamak için oturup sayfalarca yazı mı yazması gerekiyor? Zevk aldıkları ya da almadıkları şeyler yüzünden suçlanabilir mi insanlar? Bunun fena halde faşizmi andırdığını söylersem, ileri mi gitmiş olurum?

Bu kadarını okuduğunuza göre, Şavkar Altınel’in eleştirilere cevabını da okuyun isterim. Sonrasında siz de yorum yapabilir veya konuyla ilgili yazılarınızı [email protected] adresine gönderebilirsiniz. Yazıları sırayla Egoist Okur’da yayınlayacağım.

Gülenay Börekçi

 

 egoistokur.com

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum