YÜKSEL YILMAZ: YA VARSA?

Ateistler artık “ya varsa?” anlayışını “İslamın tüccar zihniyeti” olarak görüyorlar. Önceden ilk duyduklarında öylece kalıyorlardı;

YÜKSEL YILMAZ: YA VARSA?
28 Ekim 2014 - 19:08

YA VARSA?

 

Ateistler artık “ya varsa?” anlayışını “İslamın tüccar zihniyeti” olarak görüyorlar. Önceden ilk duyduklarında öylece kalıyorlardı; hatta bazısına mantıklı da geliyordu. Sonradan itiraz geliştirdiler ve artık bunu da beğenmemeye başladılar. Şimdilerde ateistlerin bıktıkları cümlelerden biri de şu: “Kötü olan İslam değil bazı Müslümanlar.” Önce buna da sustular; şimdilerde onlar için bu da dayanılmaz oldu.

 

Onların çoğu için asıl olan hissetmek ve algılamak değildir; müslümanı köşeye sıkıştırmak, rezil etmek, morartmak gibi ego patentli duygulardır. İşte artık “ya varsa?” sorusuna da böyle yaklaşıyorlar: “Din tartışmalarının sonucunda, mümin tarafın köşeye her sıkıştığında kullandığı bir argüman vardır: "Allah yoksa ona iman etmiş olmanın kimseye zararı olmaz, ama ya varsa o zaman inanmayanlar çok kötü şekilde yanacaklardır. O halde aklımıza yatmıyorsa bile inanalım, ne olur ne olmaz"... Bu söz aklını iyi işletenlere değil, beynini bir türlü kullanamayan kaz kafalılara söylenmiştir. Bu yüzden zeki ateistler üzerlerine alınmamalılar. Aklını işletenin mahlûkatı okuması yeterlidir. Ama bunu bir türlü başaramayan zekâ problemlilere bu misal verilmiştir; yoksa başarmayı zaten istemeyen gönül problemlilere değil. Art niyetlilere verilen cevap bu değil başkadır. Her ateist aynı cevabın muhatabı değildir. Edeblice verilmiş böyle bir “ya varsa?” misali köşeye sıkıştırma niyetiyle yaklaşanlar için verilmiş değildir. Bu misal beyni basmayan iyi niyetli ateistler içindir.

 

Aslında ateistler şöyle gruplanabilir:

1. Kötü niyetli ve anlayamıyor: Problemi önyargıdır ve zaten zeki değildir.

2. Kötü niyetli ve anlıyor: Problemi inattır; zekidir ama anladığını itiraf edemiyor.

3. İyi niyetli ama anlayamıyor: Bu inananların potansiyel kardeşidir; bekliyor.

4. İyi niyetli ve anlıyor: Bunlar zaten hidayete eriyor.

 

Bu argümanın mucidi olan sahabe Ali’yi İslam tarihinin en büyük katili olarak gören küstah ateistler rivayetleri okurlarken cımbızla seçip, “savaşta ele geçirilen esirlerin idamını kimseye bırakmaz, hepsini bizzat ünlü Zülfikar'ıyla hallederdi” diyeceklerine önce onun savaşa ne kadar mecbur olduğunu dikkate alsalar (belki Çanakkale savaşına hak verdikleri gibi) mesela bir Uhud savaşına hak verirlerdi. Zaruretler sadece ateistler için geçerli olursa “kılıf”a dönüşür. Onlar yapınca “gerekçe” biz yapınca “bahane” öyle mi? Eli kılıçlı zalimlere karşı ne ile karşı çıkmalıydı? İtiraz ediyorsun ama kılıç yerine işe yarayacak bir şey getiremiyorsun. Saldırgana karşı direnmiş ve Zülfikarı çekmiş; sence ne yapmalıydı? Soru sana dönünce cevap yok. Bir şeye itiraz ettiğinde ne olması gerektiğini de yanına koy ki apışıp kalma…


Ateist  “ya varsa” ya o kadar takmış ki “Böyle bir mantık, -eğer varsa- gerçek bir tanrıya yapılacak en büyük hakarettir. Onu yağcılıktan ve iki yüzlülükten etkilenen aciz bir varlık yerine koymaktır” diyor. Madem işine geldi mi “eğer varsa” diyebiliyorsun neden “ya varsa?” seni bu kadar rahatsız ediyor? Ayrıca bu ifade bir niyete dayalıdır; bu niyet sahabe Ali’de saklıdır; sen neden ‘niyet okuyuculuğu’ yapıyorsun? Onun Allah’a saygısız olduğunu suizanla ortaya atarken sahabe Ali’ye iftira da ediyorsun. Bu kadar kolay suizanda bulunan ve iftira atabilen birinin hidayete ermesi imkânsızdır. Her şeyden önce bu kaba’lıktır.

 

“İman, değişmez ve asla sorgulanamaz doğruları olan dogmalar üzerine kurulur” diyor ateist. “Belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesi” ya da “doğruluğu sınanmadan benimsenen bir öğretinin veya ideolojinin temeli yapılan sav” olarak tanımlanan dogma sözcüğünün imanla hiç alakası yoktur. İman sav, görüş, idea değildir; beşerden doğmamıştır. İmanla neyin alakası olduğunu imansızlar bilemezler. M. C. Anday’ın “Dogmaların en geçerli olduğu alan din alanıdır, burada yalnızca inanılır” demesi de üzücüdür; ama hangi din için demiş artık orasını bilemiyorum. İslam dini için “doğma” sözcüğü porsumuş bir ifadedir; ben bunu bilirim ve bunu söylerim.

 

“İnsanı en zayıf yerinden yakalayarak, sağlıklı düşünce dizgesini dumura uğratmayı hedefleyen bu tür dogmalar” diyen sen en zayıf yerinden yakalanmışsın da haberin bile yok. Sağlıklı düşünce dediğin senin bu iftiralarla rivayetleri harmanlayarak hakkında herkesin bir şey söylediği ama hiç tanımadığın sahabe Ali’ye hakaret etmek mi? Kalsın böyle sağlıklı düşünce…

 

“Zihinlere genç yaşta yerleştirilmesiyle, bilimin ve ilerlemenin temel koşulu olan kuşku bilinçlerden kazınır ve bunun ardından söylenenlere tereddütsüz boyun eğdirme amaçlanır” diyor. Yahu Ortaçağ karanlığında İslam coğrafyası felsefenin çatısına çıkmıştır. Sen almışsın sazı eline kendin çalıp kendin söylüyorsun ama tarih diye de bir şey var.  Düşüncenin suç olduğu çağda düşünmeye en büyük önemi kerim olan Kuran vermiştir. Bilimin ilerlemesi benim ülkemde başörtülü inananlarla değil onlara baskı ve zulüm yapan cuntacılarla engellenmiştir. İşte realite budur! Müslüman asla bilime ve ilerlemeye karşı çıkamaz; çıkarsa da onu bağlayıcı olur ve zaten biz de ona karşı çıkarız. Bilimsel alanda şüpheye elbette yer var; ama bilimin aciz kaldığı bu alanda şüpheye yer yok. Çelişkisiz Kuranı ve çelişkisiz tabiatı okumasını bilen için şüphe de ne kelime?

 

“İslamın temel zihniyeti budur: gönülsüz de olsa, korkuya, şantaja ve rüşvete dayanarak insanları teslim almak” diyen bu cahil önyargısının kurbanı durumuna düşmüştür. Zavallının kulakları var ama duyamıyor; gözleri var ama göremiyor; kalbi de var ama işlemiyor... Bu önyargı mahkûmu “otoriteye kölece bağlılığa ve sorgusuzca itaate yönlendirilmek”ten söz ediyor. Aksine bizim dinimizde idarecinin işi daha zordur ve sorumluluğu daha fazladır. Ama bu ateistler gibi de disiplinsiz bir hayat önermiyoruz. Elbette bir baş vardır ve o baş da hukuka bağlıdır. Hukuka bağlılık da bu kimseler için esaret ise zaten hiçbir sözün onlara faydası da olamaz. Lidere bağlılığın bile ölçüsü vardır ve her ölçünün sınırı vardır.

 

“Kuran, insan onurunun, şerefinin hiçbir değeri olmadığını öne süren, insanların aciz ve zavallı olduklarını yineleyen, verilen nimetleri döne döne insanların başına kakan ayetlerle doludur” diyor. Mümtaz olmayan binlerce müslümanın bile bilemediği ayetleri ateist bildiğini sanıyor; anlaşılan Kuran mealini Kuran sanıyor. Bu ifade apaçık bir iftiradır. Allah bizim acizliğimizin zalime karşı olmasını istemiyor. Ama elbette Allah’a karşı aciziz. “Müminleri Allah'ın sonsuz rahmetine karşın, masum çocukların öldürülmesine, sakat bırakılmasına ve daha nice adaletsizliklere göz yummasını mazur göstermeye iten, işte bu zihniyettir” derken de iftira atıyor. Bu müfrit Kuran’ı araştırırken yanında olsaydım sanırım dakika başı “orada öyle yazmıyor”, “öyle denilmiyor”, “o öyle anlaşılmaz” diye ya onu ya kendimi döverdim. Biz Müslümanları bile uyarıyoruz “ayet öyle demiyor” diye ki sen kimsin ey zavallı ate?

 

Bu kimsenin andığı “şeref”, “onur”, “doğru”, “iyi” ve “ahlaklı” gibi sözcükler bile geçmişte Allah’tan gönderilen elçilerden bize kalan mirastır. Senin ne haddine bu sözcükleri diline alıyorsun? Din olmasa hukuk olmaz; ölçü olmaz; günah olmaz; yasak olmaz; erdem olmaz. “Günümüzde İslam ülkeleri dünyanın en adaletsiz yönetimleriyle yönetilmelerine rağmen, çoğunda en ufak bir direniş ve başkaldırının olmamasının temelinde, İslamın yığınların bilinçaltına kazıdığı tereddütsüz itaat içgüdüsü yatmaktadır” diyor. Sanki bu cümleleri Mars’ta yazmış dünyadan habersiz kalmış birinin mısraları bunlar. Senin İslam ülkeleri dediğin yerlerde Saddam’a, Kaddafi’ye, Esad’a, Sisi’ye kafa tutan binlerce Müslüman öldürülmüştür be kör! Binlercesi susmuştur belki ama binlercesi de ölmüştür… Hani senin o beğenmediğin sahabe Ali var ya işte böyle bir haksızlığa başkaldırının kahramanlarından biridir. Onun savaşı o çok övdüğün direnişin daniskasıdır daniskası… Senin “haksızlığa karşı direniş” dediğin “zalimliğe karşı savaş”ın yanında ne ki? Ayrıca inananlar da dört kısımda değerlendirilebilirler:

 

1. Kötü niyetli ve hurafe yaşıyor. Bu İslamdan da kendinden de iter.

2. Kötü niyetli ve seküler yaşıyor. Bu sadece kendinden iter.

3. İyi niyetli ama hurafe yaşıyor. Bu sadece İslamdan iter.

4. İyi niyetli ve İslamı yaşıyor. Bu İslama çeker.

 

“Allah'ın gerçekten var olduğuna ve Kur'an'da ve öbür kitaplarda yazılan özelliklere sahip olduğunu varsayalım. Peki inananlar o zalim, inanmayanları sırf kendine kulluk etmedi diye, hiçbir insanın hayal dahi edemeyeceği kadar korkunç bir şekilde cezalandırırken, kendilerinin güvencede olduğundan nasıl emin olabilirler?” diye soruyor. Cevabı çok basit. Bu ifade üzerine daha başka şeyler de eklemek lazım ama ben son söyleyeceğimi ilk söyleyeyim: Müslümanlar kendilerinin güvencede olduğundan emin değiller. Anlaşıldı mı? Hiçbir Müslüman “ben kurtuldum” demiyor ve Allah’ın ona şefaat edip etmeyeceğinden emin değildir. Çünkü günahlarımız da oluyor. Ardından ettiğimiz tövbelerimizin de kabul olup olmadığından emin değiliz. Asla bir Müslüman tövbesinin kabul olduğundan emin olduğunu söylemez.

 

Diğer sorusu şu: “Kendisine hiçbir kötülük edemeyecek kadar aciz yaratıkları inanmıyorlar diye sonsuza kadar sonsuz acılarla cezalandırabilecek kadar acımasız bir varlığın, müminlere verdiği sözü tutacağına kim güvence verebilir?” O aciz yaratıklar inanmamaktan dolayı değil; kendilerine “hakkıyla tebliğ” edildiği halde hala “inat etmelerinden dolayı” cehenneme girecekler. Yoksa iyi niyetli olarak araştırmış, en doğru kanallardan tebliği dinlemiş, çelişkilerden dolayı da reddetmiş olmaktan dolayı cehenneme giden yok. Aksine burada kötü niyetliler, doğruyu duydukları halde inkar etmek için inat edenler ve çelişki yakalamadıkları halde kabul etmeyenler yani sayısız nimet içinde kalbini arındırmayanlar cehenneme gidecek.

 

Sonra da aklınca alay ediyor: “Öyle ya kerameti kendinden menkul ve her ne yaparsa tanım gereği "iyi" olan o zat, belki de orada onları da tarifsiz acılarla baş başa bırakacak ve sadistçe bir zevkle herkesin acıdan kıvranmasını seyredecektir. Bunda da sadece kendisinin bildiği bir hikmet olmadığını kim nereden bilebilir?” Alakası yok. Bütün dünyayı nimetlendiren Allah’a şükür etmek yerine böyle dalga geçmek, Allah’ın verdiği akıl ile işine geleni çok iyi anladığı halde işine gelmeyince beyinsiz gibi davranmak, Kuran’da hiç geçmeyen ifadelerle Kuranı suçlamak cehennemi hak etmektir. Diyor ki “orada onları da tarifsiz acılarla baş başa bırakacak”; yahu kimi? ”Orada onları”… Onlar kimler? Desene zalimleri, faizcileri, yuva bozanları, katilleri, canileri, sübyancıları, müşrikleri… Neden “orada onları” diyorsun da “orada zalimleri” demiyorsun? Bu tip ateistler işlerine geldiği gibidirler… Onu da nerden çıkardın… Sadistlik yok; ceza var… Kim cehenneme gitmemek için emredilene uymuş da iyi insan olduğu halde cehennemi hak etmiş? Sen bundan haber ver…

 

“O değil mi "ben istersem herkesi hidayete erdirebilirdim, ancak cehennemi insan ve cinlerle dolduracağıma dair söz çıktı ağzımdan" diyerek, günahkârlar için cehennem değil, cehennem için insanlar yarattığını itiraf eden?” Ne alaka? Ne alaka? Ayeti tersten okursan böyle anlarsın ve tabi bu hallere düşersin. Allah aciz olmadığını ve hidayet edicinin kendisi olduğunu bildirmek için “herkesi hidayete erdirebilirdim” diyebilir. Ama insanları cehennem için yaratması ifadesi yanlış bir çeviri ve algıdır; haberiniz ola.

 

Soruya bak. “Eğer gerçekten varsa, hayal dahi edemeyeceğimiz kadar acımasız olan varlığa yaranmaya çalışırken, yukarıdaki ticari argümanı öne sürmek, kabahatten daha büyük bir özürü öne sürmek değil midir?” Yahu acımasızları cezalandıran bir Allah’tan söz ediyoruz. Neden inat ediyorsunuz? Yukarıdaki de zaten ticari bir argüman değil, çevirisi bile cahilce yapılmış bir safsata.

 

İşte böyle. Ateist adam boşluktaki ya zavallı yahut yüz karası adamdır… Zekâsıyla övünen egoist şımarıklığın sonu gerçeği inatla ıskalamaktır. Alay ederken kaybeden birinin komik değil, ama gülünç bir durumudur.

 

 

24.10.2014/YÜKSEL YILMAZ

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum