Yazmak, bir yalnızlıktan bir yalnızlığa yolculuk

Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden Hasan Ali Toptaş’ın söyleşilerinden

Yazmak, bir yalnızlıktan bir yalnızlığa yolculuk
08 Temmuz 2017 - 11:01

Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden Hasan Ali Toptaş’ın söyleşilerinden oluşan ‘Başlarken Yalnızsın Bitirdiğinde Daha da Yalnız’ ın genişletilmiş baskısı sadece romancının okurlarına hitap etmiyor. Yazma sürecini, ilk eserini yayımlatana kadar çektiği sıkıntıları da anlattığı bu çalışma, yazarlık üzerine düşünenler için de başucu kitabı niteliğinde.

İNCİ DÖNDAŞ

Sevdiğiniz bir yazarla yapılan söyleşi aracılığıyla o yazarın yüzde kaçına vakıf olunabileceğini düşünüyorsunuz? Bu soruya Hasan Ali Toptaş’ın verdiği yanıt şöyle: “Belki yüzde birine...” Peki hepsi bir araya getirilirse? Edebiyat dergileri, kitap ekleri ve gazetelerin kendisiyle yazın hayatı üzerine yaptığı söyleşileri 2014 yılında ‘Başlarken Yalnızsın, Bitirdiğinde Daha da Yalnız’da toplayan Toptaş’ın bu kitabı genişletilmiş baskısıyla yeniden yayımlandı. Toptaş’ın söyleşilerinin tadına da romanları gibi doyulmuyor. Mesela yazarken okuru düşünmenin okura yapılan en büyük kötülük olduğunu söylüyor. Kendisinin okumak istediği romanları yazdığını anlatıyor. Yabancı dil bilmediği için yurtdışında bir sandviç bile satın alamayacağını ve buna kötü bir şey olarak bakmadığını, Türkçenin içinde kalmanın iyi bir yanının bile olabileceğini düşünüyor.

2001-2017 yılları arasını kapsayan röportajlarda Toptaş, ‘Ölü Zamanlar Gezginleri’ adlı öykü kitabından ‘Gölgesizler’e, ‘Uykuların Doğusu’ndan ‘Bin Hüzünlü Haz’a, ‘Heba’ya bir yazarın yazım sürecini, sancılarını, nasıl yazdığını, bir yazar olarak çektiği sıkıntıları da anlatıyor. “Toptaş restoranda adisyon yazsa onu bile okurum” diyenlerin yanı sıra edebiyat ve yazarlık üzerine düşünenler için bir başucu kitabı. Toptaş’ın yazmayı nasıl tanımladığını merak ediyor musunuz? Yanıtı şöyle: “Bana göre yazmak her türlü iktidarın etkisi dışında yapılan çok özel bir şeydir. İktidar devlet olabilir, iktidar okurun eğilimi, eleştirmenin bakışı, editörün anlayışı olabilir. Yazar kalemi eline alıp eğildiğinde kağıdın yüzüne kendi gölgesiyle birlikte bunlardan birinin gölgesi de düşüyorsa, bana göre yazılacak olan metin daha baştan zedelenmiştir.”

Toptaş kitapta bir araya getirilen röportajlarında samimi itiraflarda bulunuyor. “Benim hayatımın 25 yılı küçük taşra kasabalarında geçti. Oralarda yazmak korkunç bir şey tabii, bir anlamda yalnızlık için yalnızlık. Öyle ki Türkçe öğretmeniyle karşılaştığında seviniyorsun. Ya da herhangi bir insanın ağzından Sait Faik’in adı çıksa, ona çok yakın bir akrabanı görmüş gibi bakıyorsun. İçinden, sırf Sait Faik’i biliyor diye, sarılıp öpesin geliyor. O kasabalar hala öyledir sanıyorum; kitapçı denen yer yine kırtasiyecidir, yazmak yine boş iştir, kitap deyince akla yine ders kitabı geliyordur ve kırtasiye dükkanlarının bir rafında yine yalnızca Ömer Seyfettin’in, Halide Edip’in ve Yakup Kadri’nin birkaç kitabı vardır...”

Söyleşide kendisine sorulan yanıtlardan Toptaş’ın yazın işine girme serüvenini de öğreneceksiniz. Toptaş’ın yerini geç bulan yazı hayatıyla ilgili sorulan bir soruya verdiği cevabında anlattıkları pek çok yazarın başına gelenden farklı değil. Kitabını basamadan kapanan iki yayınevinin ardından ilk kitabının yayımlandığı ana kadar aradan geçen 20 yıl boyunca yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Paragraflar çok uzun, optik açıdan okurun gözlerini yorar, hem artık günümüzde roman kısa ve vurucu cümlelerle yazılıyor’ diyenler, “Şimdi sen burada neyi anlatıyorsun?’ diyenler, ‘Üzerinde fazla çalışmışsın, etini, yağını, baharatını öyle çok koymuşsun ki bir oturuşta yenmiyor’ diyenler oldu.” Yaşadıklarından sonra ‘Bin Hüzünlü Haz’ bir üniversitenin öğrencileri tarafından en iyi roman seçilince Toptaş, bunda bir yanlışlık olduğunu düşünüp inanmamış. Zira sonradan Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü alan romanı yayımlatana kadar çok sıkıntı yaşamış: “O kadar çok yere başvurmuş ve öyle laflar işitmiştim ki, bir süre sonra, gerçekten kötü bir şey yazdığımı düşünmeye başlamıştım; neredeyse suç işlemişim duygusuna kapılmıştım hatta. ‘Kusura bakmayın, bir kazadır oldu işte, kendimi tutamayıp yazmış bulundum!’ diye bağırasım gelmişti.” Bir başka söyleşinde ise şunları anlatmış Toptaş: “İlk iki hikaye kitabımdan sonra beni anlamıyorlar diye yazmamaya, hayatımı bir edebiyat okuru olarak sürdürmeye karar vermiştim. Elime hakime olamadım, ‘Yalnızlıklar’ı yazdım o yaz.”

Hasan Ali Toptaş, iyi ki eline hakim olamamış da yazmaya devam etmiş. Geçen yıl yayımlanan ‘Kuşlar Yasına Gider’ romanıyla edebiyat severleri mutlu etti. “Yazmak bence bir yalnızlıktan bir yalnızlığa yolculuk. Okuru hesaba katsan da böyle bu, katmasan da. Başka bir deyişle, bir öyküye, bir şiire, bir romana başlarken yalnızsın, bitirdiğinde daha da yalnız...” diyen Toptaş’ın bu söyleşi kitabı o yazdıkça ve eserleri üzerine onunla röportaj yapıldıkça daha çok genişletilmiş baskı yapar...

SANKİ HAYATTA EN PİS İŞLERİ BANA YAPTIRMIŞLAR

Hasan Ali Toptaş, 25 yıl boyunca veznedarlık ve icra memurluğu yaptı. Kendisine “25 yıl boyunca sevmediğiniz bir işi yapmak nelere mal oldu?” diye sorulduğunda yanıtı şöyle: “Hayatın bana 25 yıllık süreç içinde bir jest yapmasını isterdim. Koşulları zorladım. Anadolu’nun herhangi bir yerinde bir kütüphanede memur olarak çalışayım istedim ama olmadı. Beş yıl veznedarlık, dokuz yıl icra memurluğu, kalanı hazine avukatlığında memurluk... Belki istediğim olsaydı beş roman daha yazamazdım ama daha çok okur, daha rahat yaşardım.” 2006 yılındaki bir başka röportajında ise “Sizin gibi sessiz ve ağırbaşlı biri icra memurluğunu nasıl icra etti” diye sorulduğundan Toptaş, hayatta yapabileceği en son işin gelip kendisini bulduğunu belirterek “Vergisini ödemeyen mükelleflerin evinde, işyerinde haciz işlemi yapıyordum. Gidiyorsunuz, çocuklar çizgi film seyrederken televizyonu kucaklayıp götürüyorsunuz. Çok tuhaf bir şey, benim için çok zordu. Şimdi emekli oldum ama hayatta en pis işleri bana yaptırmışlar gibi hissediyorum” diyor.

BİR ROMANIN İLK CÜMLESİNİ 8 AY ARADIĞIMI BİLİRİM

O güzel romanları, öyküleri Hasan Ali Toptaş nasıl yazdı diye merak ediyorsanız, yazarın anlattığına göre biraz uzun sürüyor. Uzun süre zaman fukarası bir adam olarak yaşadığı için zaman konusunda bencil olduğunu anlatan Toptaş geriye kalan ömrünü romana ayırmak istediğini dile getiriyor.

17-07/08/08krr02hasanali-dekk.jpg

Kalan ömründe belki üç, en fazla dört roman yazabileceğini, zaten üç günde bir sayfa yazabildiğini söylüyor. Bir yerde uzanarak yazdığını belirten Toptaş’ın roman yazma süreci ise şöyle: “Benim elimden kolay kolay bir şey çıkmıyor. Çok çalışıyorum ama çok yavaş ilerliyorum; sayfaları tekrar tekrar yazıp duruyorum. Bu romanın (Bin Hüzünlü Haz) ilk cümlesini neredeyse sekiz ay aradım.”

Kaynak:http://www.karar.com/hayat-haberleri/yazmak-bir-yalnizliktan-bir-yalnizliga-yolculuk-536138

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum