Seyhan Çağlar EMEN

Seyhan Çağlar EMEN

[email protected]

YİRMİ BEŞ KURUŞUN HİKAYESİ

18 Ağustos 2019 - 18:22

                                             YİRMİ BEŞ KURUŞUN HİKAYESİ

       Seferberlik ilanıyla beraber, Ayvalık’taki 9. Tümen’e bağlı 23. Alay ağırlıklarıyla birlikte Soma’ya gelerek trenle Bandırma üzerinden Tekirdağ’a sevk edildi. 23. Alayın Burhaniye’de bulunan bir piyade taburu, mesafenin daha kısa olacağı hesabıyla Burhaniye- Edremit- Çanakkale yoluyla cepheye sevk edildi. Bu tabur yürüyüşe geçmeden önce, geçecekleri yollara yakın köylere gönderdikleri çavuşlar vasıtasıyla, geçecekleri gün ve saat belirtilerek, köylülerden asker için yemek ve misafir olarak geceleyecekleri yerleri hazırlamalarını istedi. Böylece yürüyüş sırasında erler için iaşe ve ibate( yeme ve barınma) telaşından bir ölçüde kurtulmuş olunuyordu.  Aynı şekilde o yıllarda henüz bir köy olan Havran’a gelen çavuşlar, muhtardan kendilerine kaç kişilik yemek ve yatak hazırlayabileceklerini sorunca Muhtar: “ Burasının köy olduğuna bakmayın, burası büyük bir köydür, sizin taburun hepsini  ağırlayabiliriz, yedirir, içiririz, merak etmeyin” deyince askerler köyden ayrılırlar.

       Gerçekten de belirtilen günde Havran’lılar, bir tabur askeri doyuracak kadar yemek ve yatacak yerleri hazırlamışlardı. Tabur Havran yakınlarına geldiğinde, Tabur Kumandanı, Edremit’in çok yakın olduğu ve çok daha büyük olduğunu düşünerek, Havran’a sadece bir bölük asker yollamıştı. Bir taburluk hazırlanan yemek, bir bölüğe göre çok fazla gelmiş, artmış, hatta ertesi güne bile kalmıştı. Bir taburluk yatacak yer hazırlayan Havran muhtarı, gelen askerleri sadece büyük evlere taksim ederek, küçük ve fakir evlere yük olmasın diye kimseyi göndermemişti. Bölük kumandanı şöyle anlatıyor:

       “ Ben her zaman seferi durumlarda en geç yatar ve en erken kalkarım. Askeri evlere dağıttıktan sonra, sokaklarda dolaşmaya başladım. Yavaş yavaş evlerin ışıkları sönüyordu, asker yatmaya, uyumaya başlamıştı. Aydınlatma olmadığı için sokaklar zifiri karanlıktı. En son birkaç evde ışık kalmıştı, onlar da sönünce ben de gidip yatacaktım. Sokakta birden iki büklüm, bastonuna dayanarak yürüyen ihtiyar bir kadına rastladım, neredeyse çarpışacaktık, aklıma çeşit çeşit şeyler geldi. Kadına: “ Nene, sen bu saatte sokakta ne arıyorsun?” diye sordum.

-Evlatlarımı arıyorum, oğullarımı arıyorum.”

-   Kim senin evlatların?

-“ Dün bana Muhtar askerler gelecek, sana da misafir etmen için dokuz evlat vereceğim, dediydi. Onlara yatak hazırladım, yemekler hazırladım, gelmediler, onları arıyorum.”  

       Bir tabura göre hazırlık yapan muhtar, bir bölük asker gelince, ağırlık olmasın diye bu ihtiyar nineye, misafir etmek için asker yollamamış. O yıllarda kadınların hiçbir sosyal güvencesi yoktu, kimsesiz kadınlar çok zor durumda kalıyorlar, çok zor geçiniyorlardı. Hiçbir gelirleri olmayan bu yaşlı ve yoksul insanlar, bazen zeytinler silkelendikten sonra gidip yerlerde kalan zeytinleri toplayarak biraz gelir elde etmeye çalışıyorlar, buna da “ Başakçılık” deniyordu.  Bu Nene de böyle birisi olduğu için, muhtar acımış, O’na kimseyi göndermemişti. Ama nine, büyük bir sevinç içinde dokuz kişilik yer ve yiyecek hazırlamıştı. Ninenin çok üzüleceğini anladığımdan ışıkları henüz sönmemiş bir eve gidip daha yatmamış olan dokuz askeri nineyle birlikte evine yolladım. Kadıncağız nasıl sevindi bir görseniz. Ertesi gün sabah erkenden bölüğü yol üzerinde topladım, yoklama yaptıktan sonra, tam yürüyüş emri verecekken iki büklüm yaşlı bir kadın bastonuna dayanarak elinde bir torba ile yanıma geldi. Galiba akşam karşılaştığım nine idi.

 

       “ Kumandan oğlum, bu torbaya evdeki bütün zeytinleri ne varsa koydum, üstüne de biraz çökeleğim vardı, onu da koydum. Bunları benim asker oğullarıma yedir emi.”  Almasam, ninenin de çok üzüleceğini anladığımdan, çavuşlardan birine işaret edip, elindeki torbayı aldırdım. Nine bu sefer sevinç içinde, avucunda sımsıkı tuttuğu bir mendili açtı, içinden tek bir yirmi beş kuruş çıktı, bana uzattı: “ Kumandan oğlum, biliyorum çok az ama bütün param bu kadar. Bunu al, benim asker oğullarıma, hiç olmazsa bir çay içir olur mu?” şaşırdım. Biliyordum ki ninenin başka parası yoktu. Bütün servetini getirmişti, yirmi beş kuruşu aldım, kaldırarak bölüğe gösterdim: “ Bölük! Bakınız nineniz size bütün servetini bağışladı, bunu O’na helal ettirin.”

       Yürüyüş emrini verdim. Nine arkamızdan el sallıyordu. Bölüğüm o yirmi beş kuruşu helal ettirdi. Yarısından çok fazlası Çanakkale’de, Gazze’de şehit oldu. Bu millet böyle bir millettir. Dün böyleydi, bugün de böyle.    

NOT:  Bu hatırayı bana Mersin’den gönderen İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu mezunu , emekli Türk dili ve Edebiyatı öğretmeni değerli eğitimci, Tarsus Lisesinden okul arkadaşım Ali YAROĞLU Bey’e  teşekkür etmeyi borç bilirim.