Seyhan Çağlar EMEN

Seyhan Çağlar EMEN

[email protected]

SEFERBERLİK YADİGARLARI:II

05 Aralık 2014 - 21:40

.    

                                                        SEFERBERLİK YADİGARLARI  2 

       Fatma Naciye Hanım,  onu 1971 yılında tanıdım, hoşsohbet, nazik, kibar ve büyük küçük herkese saygılı bir hanım efendi idi. Gerçek yaşını bilmiyordu, muhataplarına hanım, bey, küçük hanım, küçük bey diye hitap ederdi, evine küçük bir çocuk bile gelse ayakta karşılar ve yolcu ederken dış kapıya kadar yolcu ederdi, iyi bir terbiye görmüştü, okuma- yazma bilmediği halde çok kendisini iyi yetiştirmişti.  Hayatını, sorarsak anlatırdı, dizi filmlerine konu olacak bir hayatı vardı. Aslen Adana’nın Kozan ilçesinden imiş, ablası 1. Dünya Savaşından önce bir subay ile evlenince onlarca birlikte İzmir’e yerleşmişler, yazları adalarda, kışları ise Güzel Yalı semtinde kaldıklarını, konaklarında Fransız mürebbiyenin çalıştığını ve ondan biraz Fransızca öğrendiğini  anlatırdı.

       15 Mayıs 1919 tarihinde Yunanlılar İzmir’i  işgal ettikleri gün Yunan askerleri ve Rum çeteleri konaklarını basarak yakarlar, eniştesi de şehit edilir, ağlamaya başlar gerisini anlatmazdı, ablası ve yeğenlerinden bahsetmezdi, hayatını ve hatıralarını bir bütün olarak anlatamazdı. Atatürk’ün Ankara’ya gelişinden sonra Milli Mücadele’ye katılmak üzere Ankara’ya gitmiş ve gönüllü hemşire olarak Milli Orduya katılmıştır. 1. Orduda Sakallı Nurettin Paşa’nın emrinde sıhhiye bölüğünde görev almıştır. 18 Yaşında okuma yazma bilen gençlerin Cebeci Çayırı’nda  45 günlük askeri eğitimden sonra Yüzbaşı rütbesi ile bölük komutanı  olarak cepheye gönderildiklerini,askerlerin matarası olmadığı için Altındağ semtindeki evlerden su tenekesi topladıklarını, askerlerin ot yatakta yattıklarını ve kavurga (kavrulmuş buğday) yediklerini, tarihi  Taş hanı anlatırdı, Kurtuluş Savaşının tüm komutanlarını isim ve rütbeleri ile sayardı, müthiş bir hafızası vardı.

  Birinci ve  ikinci  İnönü savaşlarında cephe gerisinde sahra hastanesinde görev yaptığını, Mareşal Fevzi ÇAKMAK ile Gök Bayrak müfrezesinin  yetişmemesi halinde ordumuzun çok zayiat vereceğini, yedek kuvvetlerin Hızır gibi yetiştiğini söylüyordu. Sakarya Savaşında siperlerde askerlere teneke ile su dağıttıklarını, yaralı ve şehitleri topladıklarını, 18 yaşındaki yüzbaşıların çoğunun şehit olduklarını ve savaşı çavuşların devam ettirdiklerini, yüzü koyun siperde yatan bir subayı sırt üstü yatırdıktan sonra yüzündeki kanları silince yıllardan beri görmediği ve kaybettiği öz ağabeyi  olduğunu görünce şoka girdiğini ve bayıldığını ağlayarak anlatırdı. Büyük taarruzda askerlerle en önde görev yaptıkların 1. Ordu komutanı  Sakallı Nurettin Paşa’nın yaralandığını fakat tedaviyi ve sahra hastanesi yatırılması teklifini kabul etmediğini, kendisini atına bağlatarak  hücuma devam ettiğini “ Ben İzmir’e girmeden atımdan da inmem, canımı da vermem” dediğini, büyük taarruzun bir mucize ve zaferin Allahın bir lütfü   olduğunu, 26 Ağustos – 9 Eylül 1922  tarihleri arasında günlük 2-3 saatlik uyku ile aç-susuz mücadele ettiklerini ve İzmir’e süvari, topçu, piyade birliklerinin aynı gün ve saatte girmelerini defalarca anlatmıştı.

       İzmir’e varınca konaklarını arar, her yer yangın  yeri olduğundan  bulamaz, hemşire kıyafetini çıkarır,  terhis olmuş asker gibi komutanından  izin alarak tekrar Ankara’ya gider ancak kalacak yeri ve kimsesi olmadığından trenle Adana’ya döner, bir çırçır fabrikasında çalıştıktan sonra Tarsus’un Ali fakı  köyüne gelin gider, yoksul bir çobanla evlenir ama evliliği uzun sürmez eşi vefat edince yine yalnızlık başlar, köyde 20 yıl çobanlık yapar ama kibarlığı ve hanımlığından hiçbir şey kaybetmez, o köyün Fatma Naciye hanımıdır, herkes ona hanım diye hitap eder, sevgi ve saygıda kusur etmezler. Çok yaşlanınca çobanlık yapamaz duruma gelir, bir tanıdıklarının yardımı ile şehirde Şehit İshak mahallesinde yaşlı bir hastaya bakmaya ve arkadaşlık yapmaya başlar, yaşlı hasta vefat edince yine yalnızlık kaderi olur, tekrar yaşlı bir beyefendi ile evlenir. 1973 yılında Kozan’a giderek hem nüfus kimliğini çıkarır hem de 60 sene sonra yeğenlerini ve akrabalarını bulur, ısrarlara rağmen yeğenlerinin yanında kalmaz ahde vefa duygusu  gereği  eşinin yanına döner.

       O, mahallemizin Fatma Naciye hanımı, yaşayan bir canlı tarih, isimsiz kahraman idi, niçin İstiklal  Madalyası ve maaş almadığını sorduğumda “ Ben milletime ve devletime karşı görevimi yaptım, millet ekmek bulamazken maaş almayı kabul edemezdim.” diye cevap verdi. 1982 yılında vefat  etti. Ey Anadolu’nun kahraman kadını nur için yat, mekanın cennet olsun

       Akrabamız olan  Hacer  nine,  l890’lı yıllarda dünyaya gelmiştir, gençliğinde Ali isminde bir gençle evlenir, yeni gelin ve hamile iken kocası Ali, şehrin Fransızlar ordusu  tarafından işgal edilmesi üzerine Kuvva-i Milliye’ye katılır ve Eshab-ı Kehf  dağı civarında Bağlar mevkiinde yapılan muharebede  Kozan’lı  Yüzbaşı Mustafa ile birlikte şehit düşer ve Dedeler köyü mezarlığında toprağa verilir.  Hacer gelin kızı munise’yi dünyaya getirir, büyütür, gelin eder. Munise’nin  dünyaya getirdiği oğlu Ali şehit dedesi ile aynı ismi taşımaktadır. Hacer nine kızına  vasiyet eder ki  ölünce genç kızlığı zamanında hazırladığı çeyizlerin kefeninin üzerine koyulmasını  ister, kullanmaya doyamadığı çeyizleri tahta sandıkta 40 yıl saklanır, 1960’lı yıllarda vefat edince çeyizler sandıktan çıkarılır, Hacer ninenin kefeninin üzerine sarılır ve birlikte toprağa verilir.

       Toros dağlarının eteğinde Hacı Hamzalı  isimli bir Yörük köyü vardır, bu köyün 40 kadar genci  Çanakkale Savaşına giderler hiç biri geri dönmemiştir, tümü şehit olmuştur. Yeni yetişen 15- 16 yaşındaki gençler ise Milli Mücadele’de  Molla Kerim’in Çeliktaş müfrezesine katılırlar, siyah beyaz fotoğraflarını gördüm, öle yazdım, aman Allahım çocukların ellerindeki tüfeklerin boyu kendi boylarından daha yüksek imiş, Haber alırlar ki Mersin’deki Fransız gemisinden indirilen silahlar Adana’daki Fransız ordusuna teslim edilecektir, Molla Kerim Kuvva- i Milliye reisi Lütfü beyden (Oğuzcan- şair Ümit Yaşar Oğuzcan’ın babası) emir alınca derhal bu çocuklarla birlikte Adana yolunda Keloğlu köprüsünde pusu kurarlar ki bu silahların ele geçirilmesi gerekmektedir. Ancak düşman çok kuvvetlidir, sayıca ve silahça çoktur, Molla Kerim dahil bu gençlerin tamamı şehit olurlar. Köyde genç erkek kalmamıştır, köyün en güzel kızı yıllar sonra çok yaşlı ve bedensel engelli bir adamla evlenir. Güzelliği dillere destan olan bu Yörük kızına niçin bu adamla evlendiğini soranlara genç gelinin verdiği cevap memleketimizin bir gerçeğini ortaya koymaktadır, “ Bu köyde evlenecek, bu ihtiyardan başka erkek kalmadığı için evlendim.”

       Çocukluğumda 5 Ocak Kurtuluş Bayramında üniformalı ve silahlı gazilerimizin en önünde komutanlar, arkasında omzunda top mermisi taşıyan kadınlar , süvari ve piyade gaziler, gazi ve şehit eşleri, çocukları, torunları en arkada ise gazi toplar yer alırdı, şehit eşlerini hiç unutmadım.  Yukarıda sizlere tanıtmaya  çalıştığım bu yoksul fakat asil muhterem hanım  efendiler, savaşın tüm acılarını yaşamış, çilekeş kadınlarımızdır. Yapyalnız ve sefalet içinde kalmalarına rağmen vatanseverliklerinden, inanç ve imanlarından hiçbir şey kaybetmemişlerdir, daima şehit eşi veya kızı olmaları şerefini onurla ve gururla taşımışlar, fakr-ü  zaruret içinde olmalarına rağmen bir daha evlenmemişler, siyahtan başka bir renkli elbise giymemişlerdir. Onların yası  son nefeslerine kadar devam etmiştir. Geliniz, bu mezarları bile bilinmeyen hatun kişilerin ruhlarına bir Fatiha okuyalım.