Seyhan Çağlar EMEN

Seyhan Çağlar EMEN

[email protected]

SEFERBERLİK YADİGARLARI: I

30 Kasım 2014 - 19:58

SEFERBERLİK  YADİGARLARI: I

       Birinci Dünya savaşının başlamasının 100. Yıl dönümünde milli hafızamızı biraz canlandıralım, yıl 1914 devler savaşı 4 yıl sürüyor, uçağın, motorize birliklerin, klor gazının ve kimyasal silahların, gaz maskesinin, tankın, tanksavarın, zırhlı araçların ilk kullanıldığı savaştır cihan harbi. Aynı zamanda dünyada sivillerin topluca katledildiği, salgın hastalıklar  yüzünden yüz binlerce insanın öldüğü bir savaş. İstanbul’da seferberlik ilan edilince milyonlarca genç askere alınır, cephelerden daha fazla hastalıklar ve açlıklar yok eder gençlerimizi. En çok mağdur olan kadınlarımız olmuştur, savaşın bu yönünü ele alıp inceleyen pek az yazar, araştırmacı ve tarihçi vardır, çilekeş Anadolu kadınının bitmeyen çilesi göz ardı edilmiştir. Aile, akraba ve mahallemizdeki bu kadınları tanımak, yaşadıkları daha doğrusu yaşayamadıkları hayatlarını bilmek ve bunları yeni nesillere aktarmak bir görevdir aslında.

        Seferberlikte babası askere alındığında küçük bir çocuk olan Zarife, babasını son defa görmesi için ninesi Esma hanım tarafından Askerlik şubesine götürülür, 1887 doğumlu olan babası Ali, pencere parmaklığından ancak kızının parmaklarını öpebilir,  Zarife’yi  önce  Allah’a sonra da  ninesine teslim ederek diğer gençlerle birlikte Yemen’e gönderilir,  1909 doğumlu olan Zarife hayatı boyunca bir daha babasını göremez, toprak bir evde ninesi ve annesi ile birlikte yapyalnız kalırlar, gelir kaynakları ayaksız bir Singer marka dikiş makinesidir. Yıl 1918 savaş sona erer, 1919 yılında şehri Fransız ordusu işgal etmiştir, Ermeni çeteleri Fransız’dan daha zalimdir, katliamlar ve zülüm başlar, kız çocukları evlerin altına oyulan mağaralarda saklanırlar ki namusları kirlenmesin diye. Yıl 1921 Zarife 12 yaşına gelir, hem namusunu korumak ve hem de karnı doysun diye tanıdıklarının aracılığı ile mahallesinin en büyük genci olan 17 yaşındaki  bakkal Mahmut’a gelin gider. Zarife’ye beyaz bir gömlek giydirirler ve at arabasına bindirerek koca evine gönderirler, gelin gittiği ev kalabalıktır, bütün işler küçük geline yaptırılır, Mahmut da evin en küçüğü olduğu için ses çıkaramaz. Zarife’nin annesi Emine hanım ise hala kocasının Yemen’den dönmesini beklemektedir, avluya oturur ağıt yakar “ Bir ses gelir derinden derinden,  Ali’m döner mi Yemen ellerinden” yıllarca bekler, hasret ve yoksulluğa dayanamayan 1893 doğumlu Emine hanım 1928 yılında 35 yaşında iken vefat eder, Zarife yine de ümitle babasını beklemeye devam eder, Ali cepheden hiç dönemez ve nüfus kaydı 1972 yılında torunları tarafından sildirilir.

       Zarife yaşı küçük olduğu için imam nikahı ile gelin edilmiştir, yaşının dolması beklenir, 7 yıl beklendikten sonra 1926 yılında resmi nikahı kıyılır, kocası Mahmut 1924- 1928 yılları arasında 4 yıl Adana ve İslahiye’de askerlik yapar, Zarife evde yine küçük gelin olarak evin tüm işlerini omuzlar,1929 yılında evinde tek başına kalan ninesinin evine taşınırlar. İlk çocuğunu 1930 yılında kucağına alır, 1952 yılına kadar 19 çocuk doğurur zira çocukları yaşamamaktadır, bir çoğu küçük yaşta vefat eder, sadece 5 çocuğu hayatta kalır, ömrü sefalet içinde geçer, son çocuğunu dünyaya getirdikten sonra siroz ve kalp hastalığına yakalanır, yıllarca hastalık çeker, aşırı kilo alır, 130 kiloya kadar çıkar, tedaviye cevap veremez duruma gelir ve 1963 yılında 54 yaşında iken vefat eder. Ailede son Osmanlı vatandaşıdır.                                                                                                                                     

       Fatma yengemiz vardı, 1896 doğumlu idi, onu geç tanıdım, yaşlı , kısa boylu, zayıf ve kalın gözlük kullanırdı, çok asil ve gururlu idi. Hiç kimseyi rahatsız etmez ve yardım kabul etmez, o yaşına rağmen ipek şal yaparak geçimini temin ederdi. Anıt mahallesinin altında bir bahçedeki çiftlik evinde kardeşinin yanında kalırdı. Genç yaşında dul kalınca kardeşinin yanına sığınmış, ölen eşinin ailesi ve akrabaları tarafından dışlanmış ve unutulmuştur. 1963 yılında bir konuşma arasında varlığından haberdar oldum, benden iki yaş büyük olan amca oğlu ile araştırdık ve kendisini bulduk ilk sözü beni kırk yıl sonra mı hatırladınız oldu, cevap veremedik. Sonraki yıllarda her ziyaret ettiğimde hayat hikayesini dinliyordum, sormayınca anlatmıyordu, bazen de sorulara göz yaşıyla cevap veriyordu.

       Fatma yenge, hiç yüzünü görmediği halde Varsak aşiretinden Gülek’li  Karcı Mustafa’nın en büyük oğlu Mehmet Sabri ‘nin sesine aşık olur, çok güzel sesi olan Mehmet Sabri o devirde İdadi mektebinden mezundur ve memur olarak görev yapmaktadır, bazen Ulu Cami veya Makam Camiinde güzel sesi ile ezan okumakta, bazen de çok samimi olduğu ve kıramadığı yakınlarının düğün merasiminde  o zamanın adeti olan ve 1970’li yıllara kadar devam eden geceleri güvey gezdirilmesi  alayında lüks lambalarının  ışığı altında uzun hava veya bozlak söylemektedir. Mehmet Sabri’nin sesini kafes arkasından dinleyen Fatma yenge yüzünü görmediği bu gence aşık olur, detayını anlatmadı evlenirler ve Karcı’ların konağına gelin gider, konağın büyük ve itibarlı, sözü dinlenilen gelinidir artık.

        Ancak seferberlik ilan edilince Mehmet Sabri Suriye cephesine gider, Fatma yenge eşinin yolunu bekler, 1918 yılında kocası cepheden döner bu defa da 1919 yılında Kuvva-i Milliye’ye katılır, Pozantı cephesinde kar, tipi ve yağmur altında Milli Mücadele’ye devam ederken bir gece gizlice şehre inerek karısını at sırtında  köye götürerek akrabalarına bırakır. Kurtuluş Savaşı sona erince Mehmet Sabri  ince hastalığa(vereme) yakalanır, doktor, ilaç v.s. yoktur, iyileşmesi için yaylaya götürülür, Fatma yenge eşini sırtında çam ağaçlarının altında dolaştırır, hastalığı kendisine de bulaştırmak ve beraber ölmek için aynı tabak, bardak ve eşyalarını kullanır. Kocası” Ben bu hastalıktan kurtulamayacağım, hiç olmazsa sen kendini kurtar” deyince “ ölüm bile bizi ayıramayacaktır” diye cevap verir, eşine o derecede sadıktır ve aşıktır. Mehmet Sabri 1928 yılında 32 yaşında iken Çamlıyayla’da vefat eder ve orada defnedilir. Mezarı  kaybolmuştur.

       Fatma yenge, vefat ettiği  güne  kadar siyahtan başka hiç bir renk kullanmamıştır, mendili bile siyahtı. Kocası vefat ettikten sonra bir gün kayın validesinin yanında ağlarken en küçük kayın biraderi eve geliyor niçin ağladığını sorunca kendisiyle evlenmek için teklif gönderildiğini ve teklifi ret ettiğini söylüyor ve ilave ediyor “ Eğer evlenirsem kocamın kemikleri sızlar, kocama ihanet edemem sadakatim ve yasım ölünceye kadar devam edecektir. ”  Bir gün kendisine “ Senin  gibi bir kadın bulunur mu, heykeli dikilecek kadınsın” dediğimde “ Ben kimim ki ne evliya gibi kadınlar var, bizim nesil Osmanlı terbiyesi ile büyümüştür, sadakat namustur.”demişti. Fatma yenge, inançlı, ibadetini aksatmayan, devamlı  tespih  çeken ve dua okuyan bir hanım efendi idi,  Ankara’da okurken en çok onu özlerdim, tatillerde mutlaka ziyaret ederdim, ispirtolu ocağında bana çay yapardı, eliyle dokuduğu ipek şalı kardeşime hediye etmişti halen saklamaktayız. 1974 yılında vefat etti, mekanı cennet olsun, o bir seferberlik yadigarıdır. Aramama rağmen mezarını bulamadım

       Birinci Dünya savaşının başlamasının 100. Yıl dönümünde milli hafızamızı biraz canlandıralım, yıl 1914 devler savaşı 4 yıl sürüyor, uçağın, motorize birliklerin, klor gazının ve kimyasal silahların, gaz maskesinin, tankın, tanksavarın, zırhlı araçların ilk kullanıldığı savaştır cihan harbi. Aynı zamanda dünyada sivillerin topluca katledildiği, salgın hastalıklar  yüzünden yüz binlerce insanın öldüğü bir savaş. İstanbul’da seferberlik ilan edilince milyonlarca genç askere alınır, cephelerden daha fazla hastalıklar ve açlıklar yok eder gençlerimizi. En çok mağdur olan kadınlarımız olmuştur, savaşın bu yönünü ele alıp inceleyen pek az yazar, araştırmacı ve tarihçi vardır, çilekeş Anadolu kadınının bitmeyen çilesi göz ardı edilmiştir. Aile, akraba ve mahallemizdeki bu kadınları tanımak, yaşadıkları daha doğrusu yaşayamadıkları hayatlarını bilmek ve bunları yeni nesillere aktarmak bir görevdir aslında.

        Seferberlikte babası askere alındığında küçük bir çocuk olan Zarife, babasını son defa görmesi için ninesi Esma hanım tarafından Askerlik şubesine götürülür, 1887 doğumlu olan babası Ali, pencere parmaklığından ancak kızının parmaklarını öpebilir,  Zarife’yi  önce  Allah’a sonra da  ninesine teslim ederek diğer gençlerle birlikte Yemen’e gönderilir,  1909 doğumlu olan Zarife hayatı boyunca bir daha babasını göremez, toprak bir evde ninesi ve annesi ile birlikte yapyalnız kalırlar, gelir kaynakları ayaksız bir Singer marka dikiş makinesidir. Yıl 1918 savaş sona erer, 1919 yılında şehri Fransız ordusu işgal etmiştir, Ermeni çeteleri Fransız’dan daha zalimdir, katliamlar ve zülüm başlar, kız çocukları evlerin altına oyulan mağaralarda saklanırlar ki namusları kirlenmesin diye. Yıl 1921 Zarife 12 yaşına gelir, hem namusunu korumak ve hem de karnı doysun diye tanıdıklarının aracılığı ile mahallesinin en büyük genci olan 17 yaşındaki  bakkal Mahmut’a gelin gider. Zarife’ye beyaz bir gömlek giydirirler ve at arabasına bindirerek koca evine gönderirler, gelin gittiği ev kalabalıktır, bütün işler küçük geline yaptırılır, Mahmut da evin en küçüğü olduğu için ses çıkaramaz. Zarife’nin annesi Emine hanım ise hala kocasının Yemen’den dönmesini beklemektedir, avluya oturur ağıt yakar “ Bir ses gelir derinden derinden,  Ali’m döner mi Yemen ellerinden” yıllarca bekler, hasret ve yoksulluğa dayanamayan 1893 doğumlu Emine hanım 1928 yılında 35 yaşında iken vefat eder, Zarife yine de ümitle babasını beklemeye devam eder, Ali cepheden hiç dönemez ve nüfus kaydı 1972 yılında torunları tarafından sildirilir.

       Zarife yaşı küçük olduğu için imam nikahı ile gelin edilmiştir, yaşının dolması beklenir, 7 yıl beklendikten sonra 1926 yılında resmi nikahı kıyılır, kocası Mahmut 1924- 1928 yılları arasında 4 yıl Adana ve İslahiye’de askerlik yapar, Zarife evde yine küçük gelin olarak evin tüm işlerini omuzlar,1929 yılında evinde tek başına kalan ninesinin evine taşınırlar. İlk çocuğunu 1930 yılında kucağına alır, 1952 yılına kadar 19 çocuk doğurur zira çocukları yaşamamaktadır, bir çoğu küçük yaşta vefat eder, sadece 5 çocuğu hayatta kalır, ömrü sefalet içinde geçer, son çocuğunu dünyaya getirdikten sonra siroz ve kalp hastalığına yakalanır, yıllarca hastalık çeker, aşırı kilo alır, 130 kiloya kadar çıkar, tedaviye cevap veremez duruma gelir ve 1963 yılında 54 yaşında iken vefat eder. Ailede son Osmanlı vatandaşıdır.                                                                                                                                     

       Fatma yengemiz vardı, 1896 doğumlu idi, onu geç tanıdım, yaşlı , kısa boylu, zayıf ve kalın gözlük kullanırdı, çok asil ve gururlu idi. Hiç kimseyi rahatsız etmez ve yardım kabul etmez, o yaşına rağmen ipek şal yaparak geçimini temin ederdi. Anıt mahallesinin altında bir bahçedeki çiftlik evinde kardeşinin yanında kalırdı. Genç yaşında dul kalınca kardeşinin yanına sığınmış, ölen eşinin ailesi ve akrabaları tarafından dışlanmış ve unutulmuştur. 1963 yılında bir konuşma arasında varlığından haberdar oldum, benden iki yaş büyük olan amca oğlu ile araştırdık ve kendisini bulduk ilk sözü beni kırk yıl sonra mı hatırladınız oldu, cevap veremedik. Sonraki yıllarda her ziyaret ettiğimde hayat hikayesini dinliyordum, sormayınca anlatmıyordu, bazen de sorulara göz yaşıyla cevap veriyordu.

       Fatma yenge, hiç yüzünü görmediği halde Varsak aşiretinden Gülek’li  Karcı Mustafa’nın en büyük oğlu Mehmet Sabri ‘nin sesine aşık olur, çok güzel sesi olan Mehmet Sabri o devirde İdadi mektebinden mezundur ve memur olarak görev yapmaktadır, bazen Ulu Cami veya Makam Camiinde güzel sesi ile ezan okumakta, bazen de çok samimi olduğu ve kıramadığı yakınlarının düğün merasiminde  o zamanın adeti olan ve 1970’li yıllara kadar devam eden geceleri güvey gezdirilmesi  alayında lüks lambalarının  ışığı altında uzun hava veya bozlak söylemektedir. Mehmet Sabri’nin sesini kafes arkasından dinleyen Fatma yenge yüzünü görmediği bu gence aşık olur, detayını anlatmadı evlenirler ve Karcı’ların konağına gelin gider, konağın büyük ve itibarlı, sözü dinlenilen gelinidir artık.

        Ancak seferberlik ilan edilince Mehmet Sabri Suriye cephesine gider, Fatma yenge eşinin yolunu bekler, 1918 yılında kocası cepheden döner bu defa da 1919 yılında Kuvva-i Milliye’ye katılır, Pozantı cephesinde kar, tipi ve yağmur altında Milli Mücadele’ye devam ederken bir gece gizlice şehre inerek karısını at sırtında  köye götürerek akrabalarına bırakır. Kurtuluş Savaşı sona erince Mehmet Sabri  ince hastalığa(vereme) yakalanır, doktor, ilaç v.s. yoktur, iyileşmesi için yaylaya götürülür, Fatma yenge eşini sırtında çam ağaçlarının altında dolaştırır, hastalığı kendisine de bulaştırmak ve beraber ölmek için aynı tabak, bardak ve eşyalarını kullanır. Kocası” Ben bu hastalıktan kurtulamayacağım, hiç olmazsa sen kendini kurtar” deyince “ ölüm bile bizi ayıramayacaktır” diye cevap verir, eşine o derecede sadıktır ve aşıktır. Mehmet Sabri 1928 yılında 32 yaşında iken Çamlıyayla’da vefat eder ve orada defnedilir. Mezarı  kaybolmuştur.

       Fatma yenge, vefat ettiği  güne  kadar siyahtan başka hiç bir renk kullanmamıştır, mendili bile siyahtı. Kocası vefat ettikten sonra bir gün kayın validesinin yanında ağlarken en küçük kayın biraderi eve geliyor niçin ağladığını sorunca kendisiyle evlenmek için teklif gönderildiğini ve teklifi ret ettiğini söylüyor ve ilave ediyor “ Eğer evlenirsem kocamın kemikleri sızlar, kocama ihanet edemem sadakatim ve yasım ölünceye kadar devam edecektir. ”  Bir gün kendisine “ Senin  gibi bir kadın bulunur mu, heykeli dikilecek kadınsın” dediğimde “ Ben kimim ki ne evliya gibi kadınlar var, bizim nesil Osmanlı terbiyesi ile büyümüştür, sadakat namustur.”demişti. Fatma yenge, inançlı, ibadetini aksatmayan, devamlı  tespih  çeken ve dua okuyan bir hanım efendi idi,  Ankara’da okurken en çok onu özlerdim, tatillerde mutlaka ziyaret ederdim, ispirtolu ocağında bana çay yapardı, eliyle dokuduğu ipek şalı kardeşime hediye etmişti halen saklamaktayız. 1974 yılında vefat etti, mekanı cennet olsun, o bir seferberlik yadigarıdır. Aramama rağmen mezarını bulamadım