Seyhan Çağlar EMEN

Seyhan Çağlar EMEN

[email protected]

DERSİM’İN AKSAKALLI KAHRAMANI: DİYAP AĞA

13 Nisan 2018 - 18:15 - Güncelleme: 13 Nisan 2018 - 22:27

~~                                 DERSİM’İN AKSAKALLI KAHRAMANI:  DİYAP AĞA
       Gazeteci – yazar Enver Behnan ŞAPOLYO’nun Diyap Ağa ile yaptığı röportaj  27 Temmuz 1931 tarihinde Yenigün Gazetesinde yayınlanmıştır. Şimdi Gazeteci yazar Enver Beyin röportajında yazdığı Diyap Ağa’nın hatıralarını okuyalım:
       “ Millet meclisinin ilk azalarından Diyap ağa’ya karaoğlan’da rast geldim. Felaket ve zafer günlerinin bu bir hatırası olan bu aksakallı ihtiyara yaklaştım. Selam verdim ve kendimi tanıttım.  Ertesi günü Nalbantoğlu Hıfzı Beyle beraber misafir kaldığı Kayseri Oteline gittik. Otelin  avlusunda bu tarihi şahsiyetle karşı karşıya idik. İri ak kaşlarını kaldırdı, mavi gözlerini gözlerime dikti:
- Oğul sen beni nereden tanıyorsun? Dedi.
- Birinci Millet Meclisinde Dersim Mebusu idiniz, sizi o zaman tanımıştım.
- Aha! Unutmamışsın.
- memleketin kurtuluşuna koşanlar hiç unutulur mu? dedim sonra ilave etti.
- Benden ne soracaksın?
- Nasıl Mebus olduğunuzu Birinci Millet Meclisinde neler gördüğünüzü ve hayatını soracağım.
- Sor ki söyleyem.
       1831 tarihinde dünyaya gelmiştir. Doğduğu yer Çemişkezek kazasının Eğerek karyesidir. BABASININ ADI Seyyit Han, dedesi Kahraman ağa’dır. Mensup olduğu aşiret Ferhat Uşağıdır. Hayatını Dersim’in Balık Kayalı Dağlarında atlı olarak geçirmiş. Ferhat Uşağı reisi olmuştur. Üç yüz adamı ile dağdan dağa koşmuş, tam bir Türkmen hayatı yaşamıştır. Bir çok mücadelelere girmiş olan bu efsanevi dağ adamı, binbir ölüm tehlikesi geçirdikten sonra, Sultan Abdülhamid’in fermanı ile de Dergah-ı Ali Kapıcıbaşılığı rütbesini almıştır. Dersim havalisinde teşkilat yapmaya gelen altı Ermeni Komitecisini yakalamış ve bunların ellerini ayaklarını bağlayarak Yıldız Sarayına yollamıştır.
       Bundan sonra bir müddet Nahiye Müdürlüğü ve Mahkeme azalığında bulunmuştur. Sekiz defa evlenmiş, on beşe yakın çocuğu olmuştur. Hiçbiri sağ değildir. Bunlar arasında eceli ile ölen yoktur,
- Ağam okuma yazma bilir misin?
- Mebus olanda bilmezdim. Allah, Büyük Gazi’ye ömür versin, yeni harfleri öğrendim.
- Nasıl Mebus çıktınız?
-  Gavur Anadolu’yu sardı. Hepimizi bir düşünce aldı. Din ve Diyanet, ırz ve namus, Türklük tehlikeye düştü. İşittik ki Erzurum taraflarında cankurtaran bir Paşa çıkmış, Meclis kuracakmış. O’nu hep gözledik. Öğrendim ki bu Paşa’nın adı Mustafa Kemal imiş. O’nun büyük yüzünü görmeye can attım. Fakat o zaman olmadı. Sonra Sivas’a oradan da Ankara’ya gelmiş. Bu zaman bizden iki Mebus istedi. Herkes korktu, ihtiyar halimle vatanı kurtaranların yana koşmayı hatta başımı bile vermeyi göze aldım. Bana “ gitme, ölürsün.” dediler. “ Zaten herkes mahvoluyor, varam, gidem, onlara ulaşam, hep beraber ölek.” dedim. 
       Benimle Mebus seçilen Ayas Uşağı Aşiretinden Zeynozade Mustafa Ağa korktu, gelmedi. Ben yanımda bir uşağım, atlara atladık, Elaziz’e geldim. Elaziz’de bana harcırah verdiler. Oradan bir yaylı araba tuttum. Malatya, Sivas, kayseri yolu ile on sekiz günde Ankara’ya vardım.
- Nerede kaldınız?
- Taşhan’da bir müddet kaldım, sonra Hacı Bayram’da bir ev tuttum.
- Kaç senesinde geldi?
- 1336 (1920) senesinde geldim.
- İlk defa Meclise nasıl girdin?
- Dersim’den tanıdığım Hasan Hayri Bey vardı. Beni Meclise o götürdü. Kapıdan içeri girince yüreğime bir şevk geldi. Gözüm yaşardı. Burasını mektebe benzettim, kara kara sıralar vardı. Bir sıranın bir köşesine ben de çöktüm, biraz sonra Hasan Hayri Bey, beni dışarı çıkardı, bir odaya götürdü.
- Odada kimler vardı?
- Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa, Kazım Paşa vardı. Gazi Paşa ile birbirimizin elini tuttuk.” Safa geldin Ağa” dedi. Beni Paşalarla tanıştırdı. Yanında oturdum. O dakikada Paşaya gönlüm ısınıverdi, gözümü gözlerinden ayıramadım. Bu büyük adamla cenge değil, bastonuma dayanak ölüme bile giderdim.
- Hiç Millet Meclisi kürsüsüne çıktın mı?
- İki kere çıktım. Bir sene geçmişti. Daha Mustafa Ağa gelmemişti. Mecliste O’nun lafını ediyorlardı. Anladım ki Mebusluktan çıkaracaklar. Kürsüye geldim. Konuşanlar bile sustu. Herkes bana şaştı. Diyeceğimi bekliyorlardı. Dedim ki: “ Mustafa Ağa’ya telgraf vurdum, ya gelir ya gelmez. Ola ki gele” Hep bir ağızdan bağrıştılar, el çırptılar.”
- Başka yok mu?
- Bir kere de Lozan Konferansı sırasında kürsüye çıktım. Aha bizim memleket ahalisi Kürt’müş. Orada Bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış, bunu duyunca kızdım kürsüye çıkıverdim, gene sustular.  Besmele çektim,“ Gerek Şafii, gerek Hambeli, gerek Hanefi hepimizin kıblesi birdir. Meclisimiz, kulübümüz, dinimiz, Milletimiz birdir. Biz Kürt değil, biz Türk’üz. Hepiniz Lailaheillallah demişsiniz. Şimdiden sonra mı ayrı bir din, ayrı bir millet olacağız.” Dedim. Gene el çırptılar, İsmet paşa ayakta kürsünün yanına gelmiş, sakalımın dibine yaklaşmıştı, o da coştu, o da el vurdu.
-  Bir zaman seyahate çıkmıştınız?
- Evet,  bir gün Meclisin kapısı önünde idik. Gazi Paşa hazretlerine dedim ki: “ Allah düzenimizi bozmasın, şanımızı arttırsın, kılıcımızı keskin, talihimizi açık etsin.” Dedim. Bunu dediğim zaman gözünden yaş aktı. Paşa Hazretleri, beni kolumdan tutarak otomobiline aldı, beraberce Eskişehir’e seyahat ettik. Allah Büyük Gazi’ye çok ömür versin, çok büyük adamdır, kıymetini bilelim, ne diyem, bana çok şefkat ve muhabbet gösterdi. Allah da O’nun sevenini çok etsin. Bizim Meclisimizde bir duamız bir de arkadaşlara iman vermemizden başka bir gayretimiz olmadı.  
- Ankara’yı nasıl buldunuz?
- Cennet olmuş, şaştım kaldım, tanınmaz bir hale gelmiş. Çalışanların gayreti var olsun.12 sene sonra bu seyahatiniz ne içindir?
- Gazi hazretlerini ziyarete geldim.
- Arzunuz nedir?
- Hey oğul, ihtiyarlıktan çalışamıyorum. Memlekete çok hizmet ettim. Son ömrümde devletimden ve milletimden bir tekaütlük maaşım almaya geldim. Bu işim de olursa mesut olarak memleketime döneceğim.” 
Seyhan Çağlar EMEN