Prof. Dr. Hakkı UYAR

Prof. Dr. Hakkı UYAR

[email protected]

Karantina kelimesinin tarihsel kökeni

08 Nisan 2020 - 22:48 - Güncelleme: 08 Nisan 2020 - 22:51

Karantina kelimesinin tarihsel kökeni

İtalya’nın tarihi, salgın hastalıkların tarihidir de. Ortaçağ’da Venedik, Cenova ve Floransa gibi ticaret kentleri, ipek ve baharat yollarının Avrupa’ya girdiği yerlerdi. Uzak Doğunun ticari malları bu kentler üzerinden Avrupa’ya dağıtılırdı. O nedenle de bu kentler, müthiş bir zenginlik ve refaha sahiptiler. Söz konusu refah ve zenginlik Rönesans’ın bu topraklarda doğmasının önünü de açtı. Coğrafi keşifler öncesinde Avrupa’nın ekonomik merkezi İtalyan kentleriydi ve yine bu kentler Batı Roma İmparatorluğunun dağılmasının ardından ilk yükselişe geçen kentlerdi. Bu zenginliğin bir bedeli de vardı elbette. İnsan ve mal sirkülasyonu salgın hastalıkların da yayılmasına neden oluyordu. Nitekim, “karantina” sözcüğü bile İtalyancadan geliyor; “quaranta” kelimesi “kırk” anlamına gelmektedir. Yani kente gelenlerin kırk gün boyunca yalıtılmasını ifade etmektedir. 

Şimdi biraz daha ayrıntıya bakalım:

Bulaşıcı hastalıklar nedeniyle önlemler alınması ve tecrit uygulamasının yapılması, dinsel metinlerde ve peygamberlerin uygulamalarında da yer almaktadır.

Eski Ahit’te savaştan sonra orduda çıkan veba salgını dolayısıyla askerlerin yedi gün süreyle ordugah dışında konaklamaları, vücutlarını, elbiselerini ve eşyalarını temizlemeleri, ateşe dayanıklı madeni eşyalarını ateşten geçirmeleri, yedi günün sonunda kendilerini ve eşyalarını bir kere daha yıkadıktan sonra orduya katılabilecekleri belirtilmekteydi. Aynı durum cüzam hastaları için de geçerliydi.

Olaya İslamiyet açısından bakacak olursak Hz. Muhammed de bir yerde veba çıktığında oraya gidilmemesini; eğer hastalık bulunulan yerde çıkmışsa oradan ayrılmamayı istemişti. Benzer bir durum cüzamlı hastalar için de söz konusu olmuştu. Kendisine biat etmek üzere Medine’ye gelmekte olan bir kabile heyetinde cüzamlı bir hasta olduğunu öğrenen Hz. Muhammed, onun geri dönmesini istemiş ve biat etmesinin kabul edildiği haberini göndermişti. Hz. Muhammed hastalıklı hayvanların sağlıklı hayvanlardan ayrı tutulması gerektiğine de dikkat çekmişti. Hz. Ömer halife iken Suriye’ye gitmek için yola çıkmış; ama bölgede veba salgını olduğunu öğrenince geri dönmüştü. Kendisine “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diyenlere, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine sığındığı yanıtını vermişti.

Şaşırtıcı gelmeyecektir ki yolcularla ilgili ilk bilenen karantina uygulaması 1377’de Venedik ve Dubrovnik’te yapıldı. İlk karantina merkezi de yine Venedik’teki adalardan birinde kuruldu. Denizyolu güzergahlarının yanı sıra karayolu güzergahlarında da karantina uygulamaları 14. Yüzyılın sonlarından itibaren Akdeniz’de yaygınlaşmaya başladı. Ticaret yollarının hareketliliği (insan ve mal sirkülasyonu) bu önlemleri zorunlu kılmaktaydı. Ticari zenginliğin bir bedeli de bu idi.

Osmanlı Devleti’nde karantina uygulaması başladığı zaman, karantina kelimesi yerine tehaffuz, karantina yeri anlamında da tehaffuzhane deyimi kullanıldı.

Modern anlamda karantina uygulamasının yaygınlaşmasında ve karantina örgütlerinin kurulması 19. Yüzyıla rastlamaktadır. Önceki yüzyılların en önemli salgını veba idi; 19. Yüzyılda onun yerine kolera salgınları aldı. Bu da modern karantina teşkilatlarının kurulmasını ve uluslararası işbirliğini tetikledi. Söz konusu yüzyılda Hindistan’da başlayan Asya kolerası, 19. Yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti’ni de derinden etkiledi. 1817, 1829, 1852, 1863, 1881 ve 1899 yıllarında yaşanan salgınlar kitlesel ölümlere yol açmıştı.

Osmanlı Devleti’nde ilk karantina, 1831 yılındaki büyük kolera salgını sırasında uygulandı. II. Mahmut döneminde Rusya’da ortaya çıkan salgın dolayısıyla, Rusya limanlarından Osmanlı limanlarına gelecek olan gemilere karantina uygulaması yapılmasını dönemin büyük devletleri (İngiltere, Fransa, Avusturya) Osmanlı Devleti’nden istediler. Karadeniz’den gelenler için oluşturulan karantina uygulamasının ardından 1835’te Akdeniz’de görülen kolera salgını nedeniyle Çanakkale’de karantina çadırları kuruldu. Bu dönemde hem karantina uygulamasına girişildi ve hem de karantinanın dinen caiz olduğuna dair destekler sağlandı. Sonraki yıllarda Avrupa’da uygulanan karantina yöntemlerinden yola çıkılarak bir karantina teşkilatı oluşturuldu.

Bugün son aylarda tüm dünyayı etkileyen korona virüs salgınından en çok Avrupa kıtası etkilendi. Yaşlı ve Katolik Avrupa coğrafyası, salgın karşısında ağır kaldı… Oysa Avrupa’nın Almanya ve Hollanda gibi ülkeleri salgına daha hazırlıklıydı. Benzer bir hazırlıklı olma ve hızlı reaksiyon verme hali Uzak Doğu ülkeleri için de geçerliydi.

Salgını ciddiye almayan ve reaksiyon göstermede ağır davranan, devlet ve sağlık mekanizması hantal davranan İtalya ve İspanya oldu. Sosyal hayattan geri durmayan İtalyan ve İspanyollar bunun bedelini ağır ödemekteler. Nilgün Cerrahoğlu kısa bir süre önceki yazısında şunlara dikkat çekti: İspanya’da “tıklım tıklım dolu ‘tapas/meze barları’ düne kadar açıktı. İngiltere’de Kraliçe, oğlu Charles Covid-19’a yakalanana dek ‘Ben programımı değiştirmem!’ mesajları verdi. Kendisi korona olan Johnson, ‘ölen ölür kalan sağlar bizimdir’ anlamındaki ‘sürü bağışıklığını’ savunuyordu”.

Ülkeler yeni duruma hızla adapte olmaya çalışıyor. Ekonomilerini, sağlık politikalarını revize ediyor. Unutmamak gerekir ki insan, ekonomi için değil; ekonomi, insan içindir. Sosyal devlet olmanın ve vatandaşına sahip çıkmanın zamanı bu zamandır. 

Prof. Dr. Hakkı UYAR

Kaynak:

http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/nilgun-cerrahoglu/salginin-pencesinde-1730028

https://islamansiklopedisi.org.tr/karantina