Prof. Dr. Hakkı UYAR

Prof. Dr. Hakkı UYAR

[email protected]

Cumhuriyetin sağlık politikaları...

18 Mart 2020 - 14:20 - Güncelleme: 18 Mart 2020 - 14:22

Cumhuriyetin sağlık politikaları...

1922’de Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sona erdirilmesinin ve 1923’te Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasının ardından Türkiye, bağımsızlığını kazanmıştı ama devralınan sosyal ve ekonomik miras çok iyi değildi. Kötü mirasın bir boyutu da sağlık konusundaydı. Uzun savaş yılları ve kaybedilen topraklardan alınan göçler neticesinde halk fakir, eğitimsiz, bitkin ve salgın hastalıkların pençesindeydi. Toplumun üçte ikisi sıtma, verem, frengi, trahom gibi hastalıkların etkisi altındaydı. Yaklaşım 12 milyonluk nüfusun yarısı sıtmalıydı. Bazı bölgelerde (özellikle bataklık olan ya da pamuk ekimi yapılan bölgelerde) sıtmalı oranı % 90’lara ulaşıyordu. Bir milyona yakın da veremli bulunmaktaydı. Ülke nüfusunun % 5’i de frengi hastasıydı. 250 bin civarında trahom hastası olduğu tahmin edilmekteydi. Kızamık, kızıl, tifo, çiçek, difteri ve lekeli humma gibi hastalıklara yakalanmış binlerce insan vardı. 

Cumhuriyetin ilanın da son çağdaş bir toplum ve devlet yaratma politikasının, topyekun modernleşme çabasının bir boyutu da sağlık seferberliği idi. Bu çerçevede kısıtlı imkanlarla bir mücadele girişildi; yurt dışına uzman yetiştirmek için öğrenciler gönderildi; ülkenin her yerinde sıtma ve veremle savaş dernekleri, dispanserleri kuruldu. Yurt genelinde hastalık taramaları yapıldı ve öncelikli bölgeler saptandı; hastalıklarla savaşa girişildi. Bu da bir başka türde kurtuluş savaşıydı. 

Sıtma ile mücadele için yeterli miktarda kinin temin edilmeye çalışıldı. Yerli kinin ve BCG aşısının yerlisi üretildi. Bazı salgın hastalıklar gösterilen dikkat ve özen sayesinde daha başlangıç aşamasında iken önlenebildi. Örneğin 1929’da Suriye’de görülen çiçek hastalığı salgını, Türkiye’ye etki etmeye başlayınca 1929-1931 yılları arasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaklaşık 1 milyon 200 bin kişi aşılandı ve salgının çıkması engellendi. Doktorlara ve sağlık memurlarına sıtma hastalığı ve tedavi yöntemleri hakkında eğitim verildi. İllerde sıtma ile mücadele kurulları oluşturuldu. Veremle mücadele için sanatoryumlar kuruldu. 

Sıtma hastalığı ağır seyreden hastalar için 5-10 yataklı sıtma dispanserleri açıldı. Sıtma taramaları yapılarak hastalar tedavi altına alındı ve bataklıklar kurutularak sıtmaya yol açan nedenler ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Diğer taraftan halkın bilinçlendirilmesine girişildi; hastalıkların bulaşma yollarını anlatan filmler yapıldı ve halka gösterildi. 

Cumhuriyetin ilk on yılında girişilen sağlık seferberliğinin başarısı sonucunda 1930’lu yıllarda sıtmalı hasta sayısı % 11’e düştü. Bulaşıcı hastalıkların oranı makul seviyelere indirildi. Üstelik bu başarı, az sayıda sağlık personelinin fedakar çabaları ve Cumhuriyet yönetiminin stratejisi sayesinde elde edildi. Cumhuriyet yönetiminin benimsediği bilimsel düşünce tarzı ve dönemin idealist kuşakları sadece salgın hastalıklarla değil aynı zamanda cehaletle de mücadele ettiler. Bu da zorlu bir süreçti; tedavi yöntemi olarak sıtma hastasının kinini değil, muskayı benimsemesiyle başa çıkmak hiç de kolay değildi. Din, bilimsel tedaviye engel değildi ama din gibi görünen hurafeler ya da bunu kullananlar, salgın hastalıklarla mücadelenin önündeki en büyük engellerdi. Burada dönemin efsane sağlık bakanı Dr. Refik Saydam’ı ve dönemin tüm sağlık çalışanlarını rahmetle ve minnetle anmak gerekir. 

Bugün de corona vb. salgın hastalıklarla mücadele edebilmenin en temel yollarından bir tanesi kendi kendine yetebilir bir ülke olmaktır. Tedavi için dünyadan haber beklemek yerine kendimizin aşı, ilaç geliştirebildiği Cumhuriyetin ilk yıllarındaki politikalara yönelmek bir zorunluluk olarak kendini göstermektedir. Her alanda yerli ve milli üretim yapmak, kendi kendine yeterli bir ülke olmak, dünyanın zorluklarıyla başa çıkabilmenin ve beka sorununu aşarak geleceği garanti altına almanın en önemli yoludur. 

Prof. Dr. Hakkı UYAR

 

Kaynak: Osman Bahadır, Erken Cumhuriyet ve Bilim, TÜBA Yay., Ankara, 2005.