Prof. Dr. Hakkı UYAR

Prof. Dr. Hakkı UYAR

[email protected]

Cumhuriyet ve Parlamenter Demokrasi

29 Ekim 2019 - 10:13 - Güncelleme: 29 Ekim 2019 - 10:15

Türkiye’nin Birinci Meşrutiyet’ten beri devam ede gelen ve zaman zaman da kesintiye uğrayan bir parlamenter demokrasi deneyimi bulunmaktadır. Bu deneyim tepe noktasına Kurtuluş Savaşı yıllarında Birinci Meclis ile ulaştı. 23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi, kendini padişah-halifenin de üzerinde gören, Meclis üstünlüğü sistemine dayanan, olağanüstü yetkilere sahip, bütün gücü elinde bulunduran, bunu kıskanç bir şekilde kimseyle paylaşmayan Kurtuluş Savaşı’nın dayandığı “kutsal mekan” idi. 2020’de Birinci Meclis’in yüzüncü yılını kutlayacağız. Kurtuluş Savaşı’nı bile demokratik parlamenter bir yapıyla yönetmekten geri kalmayan dönemin yönetici kadrosu, Cumhuriyeti bu demokratik parlamenter kültür üzerine kurdular ve sürekli olarak çok partili bir yaşamı gerçekleştirmek için fırsatları değerlendirmeye gayret ettiler. 

Dönemin kuşağı özgürlükçü ve demokratik bir kültüre sahipti. Örneğin 1924 Anayasa tartışmaları bunun iyi bir özetidir. Meclis, 1920’de elde ettiği gücü, yani kendinin üzerinde hiçbir güç tanımama isteğini kıskanç bir şekilde korudu ve sahip olduğu gücü kimseyle paylaşmak istemedi. 1921 ve 1924 Anayasaları sonraki dönem anayasalarından farklı olarak TBMM’de kabul edildiler. Demokratik bir ortamda tartışıldılar. 1924 Anayasa görüşmeleri, aynı yılın ilk aylarında yapıldı. En çok tartışılan konu, Cumhurbaşkanına Meclisi feshetme yetkisinin verilmesiydi. Söz konusu maddeye tepkiler gecikmedi. İlk olarak söz alanlardan biri Saruhan milletvekili Reşat Beydi: 

“Arkadaşlar, ben düşüncelerimi şöyle özetleyeceğim. (…) Kesin düşüncem şudur ki örneğin Allah Reisicumhur olsa, kati arz ediyorum, kestiriyorum (Haşa sesleri) Haşa… Melekler Bakanlar Kurulu olsa fesih yetkisi verecek yoktur (alkışlar)”.

İzmir milletvekili Mahmut Esat Bey (Bozkurt) ise şunları söylüyordu:

“Efendiler, iyi bir hükümet gelir, iyi bir reisicumhurumuz vardır. Bunlara uyar. Doğrudur. Fakat mesele bir reisicumhur meselesi değildir. Bütün bir Türk yazgısı meselesidir. (Bravo sesleri)”. 

Bozkurt gücü tek adama bırakmanın milletin kaderini ona bağlamak olacağını belirterek bugünler için de mesajlar içeren anlamlı cümleler kurmuştu. Elbette ki Bozkurt’un Atatürk ile bir sorunu yoktu. Ancak O, kişiyle ilgili değildi; O, Cumhuriyetin kurumsal bir güvenceye kavuşması fikrindeydi. Bunun için lidere kafa tutacak kadar idealistti. 

1924 yılında kurtarıcı ve kurucu öndere gösterilen bu direnç, bugünün TBMM’sinde gösterilebilir mi? II. Abdülhamit’in 1878’de, Vahdettin’in 1918 ve 1920’de parlamentoyu feshetmesinden ders çıkaran milletvekilleri bu yetkiyi cumhurbaşkanına vermek istemediler. Fesih yetkisini vermeye karşı çıkan Mahmut Esat Bozkurt ve Şükrü Saracoğlu, Çankaya’ya davet edildiler. Atatürk’ü ikna ederek Meclis’e döndüler. Cumhurbaşkanına Meclis’i feshetme yetkisi verilmedi. Üstelik bu tarihten 6 ay sonra Mahmut Esat Bozkurt, Adalet Bakanı oldu. Günümüz Türkiye’sinde böyle bir şey mümkün müdür? İktidara mensup milletvekili böyle bir tavır sergilediğinde bırakın bakan olmayı, bir sonraki seçimde tekrar milletvekili olabilir mi? Üstelik hain, dış mihrak vb. ilan edilmekten kurtulabilirler mi? 

Milletvekilinin idealist ve kurucu babanın demokrat bir kültüre sahip olduğu Cumhuriyetin ilk yıllarını takip eden dönemde de parlamento önemini ve değerini korudu. O’nun dokunulmazlığı ve parlamenter demokrasinin vazgeçilmezliği sıklıkla vurgulandı. 1930 yılındaki Serbest Cumhuriyet Fırkası denemesi sırasında, SCF’yi destekleyen gazeteci Arif Oruç’un söylediklerine yanıt mahiyetinde Atatürk, başkanlık sistemine geçmeyi asla düşünmeyeceğini ve parlamenter demokrasiden vazgeçilmeyeceğini açık bir şekilde ifade etti (Cumhuriyet, 4.10.1930):

“Arkadaşlarımız içinde başbakanlık yapacak kişi çoktur. Fakat, bütün arkadaşlarım dahil olduğu halde milletin genel eğilimi benim, şu ve bu zorunluluk karşısında başbakan olmamı gerektirirse bu görevi tam bir alçakgönüllülük ve minnetle yerine getirmeye hazırım. Bu takdirde benim, cumhurbaşkanlığını üzerimde bulundurmaya imkan yoktur.

Benim alacağım bu yeni durumu çeşitli tarz ve manalarda yorumlamak Türk milletinin fikrini bulandıracak tarzda açıklamaya kalkışmak hiç de akılcı ve mantıklı değildir

Amerika sistemini memleketimizde tatbik etmeyi hiç hatırıma getirmedim. Sistemsiz ve kanunsuz tarzda cumhurbaşkanlığı ile başbakanlığı birleştirmeyi asla düşünmedim. Ve düşünecek adam olmadığım bütün milletçe bilindiği fikrindeyim”.

Atatürk’ün bu sözleri dolayısıyla Cumhuriyet gazetesinde 2 Mart 1992 tarihinde “Atatürk ve Başkanlık Sistemi” adlı bir makale yazmıştım. O yıllarda Turgut Özal cumhurbaşkanı idi ve Amerikan modeli bir başkanlık sistemini savunuyordu. Atatürk’ün sözlerine atıf yaparak, Amerikan tarzı bir başkanlık sistemine ilişkin karşıtlığımı dile getirmiştim. Oysa günümüzde Türkiye, Amerikan tarzı başkanlık sisteminin çok ötesine geçerek parlamento merkezli demokrasiyi başkanlık merkezli bir yönetime dönüştürdü. Yürütmenin gücünü arttırarak, demokrasilerin vazgeçilmez unsuru olan kuvvetler ayrılığını zayıflattı. 

Getirilen yeni sisteme karşı 1923’te kurucu babaların önümüze koyduğu ütopyayı hatırlatmak ve rotayı ona çevirmek gerekir: 

Ulusal egemenliğin, halk tarafından ve halk için uygulanmasına önderlik etmek: DEMOKRASİ

Türkiye’yi çağdaş bir devlet haline yükseltmek.

Türkiye’de bütün kuvvetlerin üzerinde hukukun egemen kılmaya çalışmak: HUKUK DEVLETİ 

Cumhuriyetin 100. Yılında bu hedefler gerçekleştirilmelidir. Ortaya konacak program bu olmalıdır. Cumhuriyetin 96. Yılı kutlu olsun.  

Kaynak:http://www.egemeclisi.com/haber/101352/cumhuriyet-ve-parlamenter-demokrasi.html?