Önder GÜRCAN

Önder GÜRCAN

[email protected]

ESKİ MANİSA GÜNLERİNDEN HATIRLADIKLARIM

06 Mart 2018 - 11:59

ESKİ MANİSA GÜNLERİNDEN HATIRLADIKLARIM

Manisa Lisesi'nde okuduğum yıllarda şehirde herkes birbirini tanırdı. Yollarda karşılaşıldığında nezaket gereğince selam verilir, saygı sunulur, hal hatır sorulurdu.

O zamanlar Hükümet Konağı, kentin en büyük binasıydı ve her mahalleden görünürdü. Şehir, sekiz mahalleden oluşurdu. Bütün her yer çınar, çam, söğüt, akasya, kavak ağaçları ve meyve bahçeleriyle kaplıydı.
Evler, bir-iki katlı, mustakil ve bahçeliydi. Mahallelerdeki komşular, güler yüzlü, temiz yürekli, vefalı, hatırlı, duygulu ve ince düşünceliydi. Şehirde hiçbir vukuat olmazdı.

Anneler, oyun oynarken kaybolan çocuklarını yüksek sesle çağırırlardı. Annelerin bu çağırışları Hükümet Konağı’ndan bile duyulurdu.
Lisedeki arkadaşların kültürel düzeyi yüksekti. Dünya tarihi, felsefe, Klasik Türk Müziği, kültür, resim, heykel, roman, öykü, şiir, sinema, tiyatro, opera, deneme ve eleştiri gibi konularda münarazalar yapılırdı, matineler düzenlenirdi, ünlü tiyatro oyunları sahneye konulurdu. Bazı arkadaşların şiirleri ve öyküleri Ankara’da “Dost” ve Manisa'da  "Genç Spil" adlı sanat,  kültür ve edebiyat dergilerinde yayımlanırdı.

Şehirde “Hürriyet Misakı” ve “Işık” adlı iki günlük gazete çıkardı. İstanbul gazetelerinin muhabirlikleri bu yerel gazete çalışanları tarafından yürütülürdü.

Manisa köylerinde, tütüncülük ve pamukçuluk çok çileli bir işti. İşe sabah dörtte başlanırdı. Bağların bakımı ve hasatı da büyük emek isterdi. Ovanın büyük bir bölümü tarlalarla örtülüydü. Şehirden buralara eşek sırtında veya at arabalarıyla gidilip dönülürdü. Günlerce bağ evlerinde, damlarda ve çardaklarda kalınırdı. Bağlarda  çekilen cefanın, bağbozumu şenliklerinde  ovaya yayılan sevinç, mutluluk ve huzur gibi sefası da vardı. Bağ ocaklarında zeytinyağla pişirilen  patlıcan, domates ve biber kızartmasının ağızda bıraktığı  doğal tad unutulmazdı.

Üzüm asmaları, bostan (kavun-karpuz) tarlaları, sebze bahçeleri, şifalı tulumba suları, kır çiçekleri ve yeşil otların kokusu, domates biber ve peynirli sabah kahvaltısı, çekirgelerin çalgısı, tarla  kuşlarının yaşama sevinci, iğde, erik ve kiraz ağaçlarının huzur verici gölgesi, uzanan pamuk ve tütün arazileri, ova gecelerinin tatlı sessizliği ve serinliği o yaz zamanlarının ayrılmaz birer parçalarıydı. 

Geceleri ovadaki bağları ve tarlaları bazen  domuz ve kurt sürüleri basardı. Dağdan inen yabani hayvanları uzaklaştırmak için teneke çalınırdı ve etrafa korkuluklar dikilirdi.
Kış aylarında haftalarca yağmur yağardı.  Gediz Nehri ve Nif Çayı taşardı. Ova su altında kalırdı. Gediz’in balıkları şehrin kenar mahalle sokaklarında yüzerdi. İzmir Körfezi martıları yiyecek bulmak için Gediz Ovası’na uçardı.

Tatillerde altı kilometre yürüyerek Gediz Nehri'ne balık avlamaya gidilirdi.

Hıdırellez’ de,  bahar ve yaz günlerinde, Manisa halkı piknik sepetleriyle birlikte kırlara çıkardı : Spil Dağı yamaçları, Sultan Yaylası, Karaköy Şelaleri, Kuşlu Bahçe, Akpınar, Ilıca, Yeniköy, Horozköy, Muradiye ve Bozköy başlıca mesire yerleriydi. Bazı baharlar, yaz gelmeden geçip göçerdi.

Evlerde radyo bulunurdu. Türk sanat müziği çalardı. Ocak olarak şömine, soba veya mangal  yakılırdı. Komşular arası davetlerde, elektrik veya gaz lambaları altında mangal külünde pişirilen acı okkalı kahvenin keyfine diyecek yoktu ve kırk yıllık hatırı da vardı. Yoğun kar yağışlı ve dumanlı kış gecelerinde sobaların uzerinde kestaneler kavrulur, ayvalar pişirilir, sokaktan geçecek olan “bozacı” sabırsızlıkla beklenirdi. Anlatılan masallar çocukların uykularını süslerdi.
Şehir çocukları, bazen meyve ihtiyacını, Spil Dağı yamaçlarındaki pınar suları yanı sıra  sahipsiz incir, erik, nar ve dut ağaçlarından karşılardı. Böğürtlen ve kara üzüm asmalarına da rastlanırdı.

Kentte iki sinema vardı: Şehir ve Zevk sinemaları. Bazı Yeşilçam filmlerinin galaları bu sinemalarda yapılırdı. Hollywood filmleri  de sevilirdi.

Mektuplar, mürekkepli saz kalemlerle yazılırdı ve postaneden üzeri damgalı pullu olarak gönderilirdi ve  pencerelerden de postacının yolu gözlenirdi.

Şehirde taşıt ve araba sayısı yok denecek kadar azdı. Mahalleler arasındaki ulaşımda atlı payton  tutulurdu.

Manisa’nın otobüs terminali, eski adıyla garaj, Ulucami Bölgesi’nin altında,  şehir hamamının karşısındaydı. Manisalılar, o yıllarda Uluslararası İzmir Fuarı’na buradan kalkan otobüslerle giderdi. Fuarı gezdikten sonra gece yarısı Manisa’ya dönüş, İzmir Basmane Tren İstasyonu  karşısındaki otobüs termimalinden  yine Manisa otobüsleriyle yapılırdı.
Manisa tren istasyonundan Alaşehir Banliyosu, Bandırma, Ege  ve Ankara Ekspresi ile seyahat edilirdi.
Uçak yolculuğu pek bilinmezdi. İzmir’e gitmek çok önemli sayılırdı ve bu kısa yolculuğu yapanlar parmakla gösterilirdi. Bazı kimselerin İzmir’e yürüyerek gittiği söylenirdi.

Manisalılar, ”zaman gelecek kediler damdan dama atlayıp Manisa’dan İzmir’e gidecek,” derlerdi.

İstiklal madalyalı Manisa Tarzanı Ahmet Bedevi, milli bayramlardaki  protokollarda yerini alırdı ve çok duyarlı bir çevreciydi. Aynı zamanda iki üç lisan bilen, günlük gazete ve dergileri yakından takip eden entelektüel bir kimseydi.  Misafirlere, özenle topladığı gül demetlerini saygıyla sunardı. Bir şehir geleneği olarak, Spil Dağı eteklerindeki kulübesi'nden her gün saat on ikide "öğle topu"nu ateşlerdi. Manisalılar günün saatini merak ettiklerinde birbirine "top atıldı mı?"diye sorardı.

Spil Dağı eteklerinde Osmanlı Şehzadelerine ait saraylar ile Manisalı eşrafın konaklarının kalıntıları dikkati çekerdi.

Çok sayıda Manisalı genç Avrupa ülkelerine işçi olarak giderdi.
Manisa Dağcılık kulübü, Türkiye'nin tek dağcılık kuruluşuydu ve Avrupa’da  tanınmış bir  üne sahipti.

Manisa'yı ziyaret eden Amerikalı ve Avrupalı tarihçiler Spil Dağı, Gediz Ovası ve Akpınar’da araştırma yapardı. Manisa Müzesi'ndeki antik eserler günlerce incelenirdi. Yapılan arkeolojik kazılarda  gemi kalıntıları ve deniz fosilleri ortaya çıkarılırdı. Kayıp Kıta Atlantis’in izleri aranırdı.

“Truva Savaşı'ndan döndükten sonra Manisa'yı kuran Magnetler ve dünyada parayı ilk defa icat eden Manisalı Lidyalılar bu gizem dolu Atlantis hakkında bir şey biliyorlar mıydı acaba?” diye 
düşünülürdü.

Manisa’nın yaz günleri çok sıcak geçerdi. Öğle saatlerinde evlerden ve iş yerlerinden dışarıya çıkılmazdı. Bütün gün ağustos böcekleriyle kurbağaların birlikte  verdiği konser dinlenirdi. Kumrular baygınlık geçirirdi. Alışveriş, sabahın serinliğinde; gezmeler, akşamüstü yapılırdı. Gece karanlığı inmeden önce de  Ulu Park, Fatih Parkı, Çocuk Bahçesi, Manisa Asfaltı ve Karaköy Çaybaşı başlıca çay içme ve gezi yerleri  olurdu.
Manisalı gençlerin en çok sevdiği gün Cumartesi’ydi. Tatil günleri, önceden programlanır, son dakikasına kadar  romantik çağın ilk gençlik hayalleri ile geçirilirdi.

Ana Çarşı’da  Manisa Kebapçısı ve Revanicisi Naci, Bekir ve Cemal’in dükkanları dolup taşardı.

Mesir Macunu Festivali’ne yurdun her tarafından katılım olurdu. Otellerde yer bulunmazdı.

“Düşler Kahvesi” olarak anılan  “Ulucami Kahvesi”nde, Manisa'nın ileri gelenleri, Ulucami eşrafı ve taşradan gelen konuklar tarafından din, tarih ve kültür sohbetleri yapılırdı. Bu sohbet toplantılarında herkes birbirine, “siz” , "sizler", “zatı aliniz”, “efendim” , "buyurduğunuz gibi" gibi nezaket sözcüklerle hitap ederdi.

Sohbetlerin ardından “satranç”, “tavla” ve “dama” oyunları düzenlenirdi. Kimisi,  “nargile” çekerek, uzakta görünen Akhisar Yolu’na bakıp, sanki İstanbul’dan gelecek bir yolcusunu bekler gibi derin düşüncelere dalardı.
Mahalledeki komşular, sohbet ve oyun sonrasında,  özenle tepsilerde hazırlanan ve fırında pişirilen cevizli baklava ile ıspanaklı - zeytinyağlı börekleri misafirlere ikram ederdi. laf lafı açardı, sohbet koyulaşırdı. Demlenen çaylar ve eski zamane kahveleri doğrusu bir başka keyifti.
Şehir hayatı, tıpkı Gediz Nehri gibi huzurlu bir şekilde akıp giderdi. Spil Dağı rüzgarları, insanların yüzünü sevgi ile okşayarak mutlu yarınlara doğru özlemle eserdi.

 

Önder Gürcan